Hanefi Fıkıh ve Usûlünün Doğuşu - Alparslan Aydar

Hanefi Fıkıh ve Usûlünün Doğuşu



Önsöz

Fıkıh kavramı modern dönemde yabancı kültür ve dillerin etkisiyle ‘İslam Hukuku’ adıyla anılır olmuştur. Ancak fıkıh sadece ‘hukuk’, yani insanlar arasındaki dünyevi ilişkileri düzenleyen ve devlet tarafından yaptırım altına alınan kurallardan ibaret değildir. Fıkıh insanın hayatını her yönden ele alan bir hayat nizamıdır. Fıkıhta önce insanın Allah'a karşı yerine getirmesi gereken ibadetler, sonra dünya hayatını diğer insanlarla birlikte adaletli, ahlâklı ve erdemli bir şekilde yaşaması için gerekli olan ahlâk ve hukuk kuralları ele alınır. Fıkıhta yaptırım hem dünyevi hem uhrevi olmak üzere iki türlüdür. Fıkha göre mesela zararlı bir eylem dünyevi açıdan suç, uhrevi açıdan günahtır; dünyada cezadan kurtulan ahirette cezadan kurtulamaz. Dolayısıyla fıkıh insanın hayatını bir bütün olarak ele alır ve her yönden onu kuşatır.

Hanefi Fıkıh ve Usûlünün Doğuşu
Prof. Dr. Mehmet Boynukalın
Marmara Ün. İlahiyat Fak. Vakfı Yay.
Mîsak Dergisi
Sayı: 379 / Haziran 2022

İslam'ın ilk döneminden modern döneme kadar fıkıh Müslümanların hayatını ve hukukunu yönlendiren temel ilim olmuştur. Bu süreçte Müslüman fert, toplum ve devletler büyük ölçüde fıkha bağlı kalmış ve hukuklarını fıkıh kurallarına göre düzenlemişlerdir. Fıkıh kuralları Müslüman toplumların ahlâk, hukuk ve örf-adet kuralları haline gelmiştir. Modern dönemde ülkemizde ve başka kimi ülkelerde bu kurallar yürürlükten kaldırılsa da Müslüman toplumlar özel hayatlarında fıkha bağlı kalmaya çalışmakta ve ideal anlamında o kurallara özlem duymaya devam etmektedir. Günümüzde fıkhın toplumsal hayattan uzaklaştırılması Müslüman toplumların pek çok alanda büyük sorunlar yaşamasına yol açmıştır. İslam'ın ana kaynakları olan Kur'an, sünnet ve bunlar üzerine bina edilmiş olan fakihlerin ictihadlarından oluşan fıkıh kuralları hem Müslümanlar hem de bir bütün olarak insanlık için dünyada ve ahirette iyiliği ve mutluluğu yakalamanın ölçülerini belirlemektedir. İnsanlık bu evrensel ölçülere dönmedikçe içinde yaşadığı sorunlardan kurtulamayacaktır. İlahi hikmetten uzaklaşmış olan ‘medeni’ dünya maddi açıdan ilerlemiş olsa da manevi ve ahlâki açıdan çökmüş, hatta çevre ve sağlık felaketlerine düçâr olmuştur. Bu çöküşten kurtulmanın yolu ilahi hikmeti temsil eden İslam'ın ortaya koyduğu hayat nizamına, her zaman yeniliğini koruyan kadim hak ve hikmete avdet etmektir.

İstanbul 17.12.2020

 

Konu ve kaynaklar

İmam Muhammed b. Hasan eş-Şeybâni'nin Kitâbü'l-Asl veya el-Asl olarak bilinen eserinin tamamı günümüze değin neşredilmemiştir. Bu eser yalnız Hanefi fikhının değil bir bütün olarak İslâm hukukunun ilk hacimli külliyatıdır ve ondan sonra yazılan bütün fıkıh eserleri ona çok şey borçludur. Tam nüshalarından birisi yaklaşık 2260 varak tutan el-Asl'ın tamamının edisyon kritiğini yapıp onu ilim dünyasına kazandırmayı hedeflerken, bir taraftan da bu dev eserin çeşitli yönleriyle tanıtımı ve özellikle fıkıh usûlü açısından incelenmesini içeren bir çalışma yaptık. Bildiğimiz kadarıyla çağımızda el-Asl'ın tamamı üzerine hiçbir çalışma yapılmamıştır. Eserin neşredilen kısımları onun yalnız dörtte birini oluşturmaktadır ve günümüze dek yapılan çalışmalar onun yalnız bu matbu kısmıyla ilgilenmiştir. Hatta bir çok araştırmacı matbu olan kısmı eserin tamamı zannetmekte olup geri kalan dörtte üçlük kısmı içeren elyazma nüshalarından habersizdir. Bu husus, İslâm ilim dünyasının kendi özgün kaynaklarına yönelik ilgisizliğinin derecesini gösteren örneklerden biridir.

Çalışmamız giriş ve iki bölümden oluşmaktadır. Girişte konunun mahiyeti, önemi, kaynakları ve Şeybâni'nin kısa bir biyografisi yer almaktadır. Birinci bölümde el-Asl'ın fıkıh tarihindeki yeri, etkisi, orijinalliği, otantikliği, telifinde takip edilen yöntem ve üslûp, ne kadarının ne şekilde günümüze ulaştığı ve elyazmalarının tanıtımı ele alınmıştır. İkinci bölümde el-Asl'da içkin olan fıkıh usûlü düşüncesi ortaya çıkarılmaya çalışılmıştır. Kanaatimizce Şeybâni döneminde fıkıh usûlü henüz bir ilim dalı haline gelmemiştir. Ancak Şeybâni'nin fıkhî görüş ve ictihadlarının belli bir anlayış ve usûlden neşet ettiği de görülmektedir. Çalışmamızın bu kısmında mümkün olduğu kadarıyla Şeybâni'nin el-Asl'da yer alan kendi ifadelerinden yola çıkılarak onun usûl düşüncesi ortaya konulmaya çalışılmıştır. Bunun yanında Şeybâni'nin diğer eserlerine de müracaat edilmiş ve onun konuyla ilgili görüşleri arasında mukayese yapılmıştır. Yeri geldikçe Hanefi usûlcülerin Şeybâni'den usûle dair naklettikleri görüşler de zikredilmiştir.

Çalışmamızda birinci kaynağımız şüphesiz Şeybâni'nin el-Asl adlı eserinin tamamıdır. İkinci derecede kaynaklarımız Şeybâni'nin el-Asl dışındaki el-Câmiu's-sagir, el-Câmiu'-kebir, el-Hücce alâ ehli'i-Medine, el-Âsâr, el-Muvatta rivayeti gibi diğer eserleridir. Bundan sonra sırada Şeybâni'nin eserlerinin özeti olan el-Hâkimüşşehid'in el-Kâfi'si gelmektedir. Bu eserlerin tamamı Şeybâni'nin görüş ve düşüncelerini birinci elden yansıtan temel kaynaklardır.

 

Muhammed b. Hasan eş-Şeybâni'nin biyografisi

Adı, nesebi ve ailesi  

O, Ebû Abdullah Muhammed b. el-Hasan b. Ferkad eş-Şeybâni el-Kûfi'dir. Babası el-Hasan b. Ferkad, Şâm ordusunda görevliydi, daha sonra Vâsıt'a geldi ve Muhammed orada doğdu. Kadim kaynaklar doğum tarihi olarak 132 (749) tarihi üzerinde ittifak ettiğinden bu tarihin daha isabetli olduğu düşünülmektedir. Onun 189 (805) yılında elli sekiz yaşında vefat ettiğini bildiren kaynaklara göre doğum tarihinin 131 (748) olması da muhtemeldir.

Çoğunluk Şeybâni'nin Dımışk'ın girişinde el-Gavta bölgesinin ortasında Harestâ adındaki bir köyden olduğunu belirtirken, kimi kaynaklar onun aslen el-Cezire'den, kimisi de Filistinde Remle'ye yakın bir köyden olduğunu ifade eder. Babasının ordudaki görevi sebebiyle bu farklı bölgelerde bulunmuş olması da ihtimal dahilindedir. Kûfe'ye nisbet edilmesi onun orada yetişip Ebû Hanife'den fıkıh tahsil etmesi ve Kûfe'nin diğer âlimlerinden ders alması sebebiyledir. Ayrıca Halife Hârûnurreşid döneminde başkadılık yapması sebebiyle ‘Muhammed b. Hasan el-Kâdi’ olarak da anılmıştır.

Yetişmesi ve tahsil hayatı

Babası ilim talebi konusunda Şeybâni'yi teşvik etmiş ve ondört yaşında onu Ebû Hanife'ye götürmüştür. Bu dönemden sonra fazla yaşamayan babasının bir ölçüde zengin olduğu anlaşılmaktadır. Şeybâni babasının ona ilim talep etmesine yardım edecek otuz bin dirhem miras bıraktığını, kendisinin de nahiv ve şiir öğrenmeye onbeş bin, hadis ve fıkıh öğrenmeye de onbeş bin dirhem harcadığını ifade etmektedir. İlk olarak Kûfe'de yetişen Şeybâni çok hadis dinlemiş ve fıkıh tahsil etmiştir. Burada özellikle Ebû Hanife'den fıkıh ve hadis öğrenmiş ve vefatına dek onun yanından ayrılmamıştır. Ayrıca Şeybâni Şam ve Hicaz bölgelerine ilim talebi için yolculukta bulunmuştur.’

Hocaları ve rivayette bulunduğu kişiler

Şeybâni bir çok âlim, fakih ve muhaddisten ders almıştır. Onun fıkıh melekesinin oluşması ve ilmi yetkinliğe ulaşması üzerinde etkili olan hocaları şunlardır:

Ebû Hanife (150/767)

Şeybâni'nin ilmi hayatı ve fıkhî görüşleri üzerinde en etkili şahsiyetin Ebû Hanife olduğunu söylemek mümkündür. Bazı kaynaklarda Şeybâni'nin Ebû Hanife'nin meclisine iki yıldan fazla devam ettiği ve Ebû Hanife'den fıkhı öğrendiği belirtilmiştir. Onun ondört yaşında Ebû Hanife'nin meclisine katıldığını anlatan rivayetler ise, Ebû Hanife'nin vefatı sırasında onsekiz ya da ondokuz yaşında olan Şeybâni'nin en azından dört-beş yıl Ebû Hanife'den ilim tahsil ettiğini göstermektedir. Şeybâni'nin yeteneklerine sahip bir kişinin bu yaşlarda ileri seviyede tahsil yapması mümkündür.

Ebû Yûsuf (182/798)

Şeybâni'nin Ebû Yûsuf'tan ders aldığı bilinen bir husustur. Onun fıkhı önce Ebû Hanife'den sonra Ebû Yûsuf'tan öğrendiği bilinmektedir. 113 (731) yılında doğan Ebû Yûsuf uzun yıllar Ebû Hanife'nin ders halkasına devam etmiştir. Şeybâni el-Câmiu's sagir’i Ebû Yûsuf'un işaretiyle telif etmiş ve bu eserdeki meseleleri Ebû Yûsuf kanalıyla Ebû Hanife'den rivayet etmiştir. Bu sebeple kitaptaki meseleler ‘Muhammed an Ya'kûb an Ebi Hanife’ rivayet zinciriyle başlamaktadır. Öte yandan el-Asl'da ve diğer eserlerinde Şeybâni'nin en çok görüşlerine atıfta bulunduğu âlimler Ebû Hanife ve Ebû Yûsuf'tur.

Mâlik b. Enes (179/795)

Şeybâni yediyüz küsür hadisi bizzat Mâlik b. Enes'in ağzından işittiğini ve onun yanında üç yıla yakın bir süre kaldığını bildirmiştir. İbn Hacer el-Askalâni de Mâlik b. Enes'in kendi ağzından az hadis rivayet ettiğini ve Şeybâni'nin uzun süre onun yanında kalıp ona yakın olmaması halinde bunu başaramayacağını kaydetmiştir. Bu süre içinde Şeybâni el-Muvatta'ı Mâlik b. Enes'ten dinlemiş, daha sonra bu eseri ondan rivayet etmiş ve kendisiyle görüş ayrılığı içinde olduğu yerleri delilleriyle açıklamıştır. Şeybâni Medine'den Kûfe'ye döndükten sonra Mâlik b. Enes'ten dinlediği hadisleri rivayet etmiş ve Iraklılar kitleler halinde bu hadisleri kendisinden dinlemiştir.

Şeybâni'nin Mâlik b. Enes'in derslerine katılması onun Medine ve Hicaz bölgesinin hadis ve fıkıh birikimini öğrenmesini sağlamıştır. Bu birikimi öğrenmesi onun ufkunu açmış ve Medine ehliyle Irak ehli arasındaki görüş ayrılıkları üzerinde geniş değerlendirmelerde bulunmasına yardımcı olmuştur. Bu sayede Şeybâni hadislere aykırı davranmakla itham edilen Irak ehlini Medine ehline karşı savunduğu el-Muvatta rivayetini ve ‘el-Hücce alâ ehli'l Medine’ adlı eserini ortaya koymuştur. Bununla birlikte onun Medinelilerin kimi görüşlerini benimseyip Iraklıların, özellikle de Ebû Hanife'nin görüşünü terkettiği bazı durumlar da olmuştur. Ancak o bunu yaparken usul ve metot bakımından Ebû Hanife'nin ekolüne büyük ölçüde sâdık kalmıştır.

İlmi faaliyetleri

Şeybâni Kûfe camisinde daha yirmi yaşındayken ders vermeye başlamıştır. Daha sonra o, Ebû Yûsuf'un dahliyle, Abbâsi devletinin, başka bir ifadeyle o günkü İslâm dünyasının başkenti Bağdat'a taşınmış, kadılık yapmış ve orada hadis ve fıkıh dersleri vermiştir. Şöhreti kısa sürede yayılan Şeybâni ders verip eserler telif ederek Hanefi mezhebinin İslâm dünyasının muhtelif bölgelerine yayılmasını sağlamış ve mezhebin temel kaynaklarını ortaya koymuştur. Ebû Yûsuf muhtemelen başkadılık göreviyle meşgul olduğundan eser telif etmeye fazlaca zaman ayıramamışken, Şeybâni gerek Ebû Hanife'nin gerek Ebû Yûsuf'un görüşlerini eserlerinde toplamış ve bu birikimin günümüze kadar ulaşmasında en önemli rolü oynamıştır.

Fiziki ve ahlâki özellikleri

Kaynaklarda Şeybâni'nin üstün bir zekâ ve hızlı intikal eden bir zihne sahip olduğu ve bir nebze şişman olduğu belirtilmiştir. Şâfii bu hususları vurgulu şekilde ifade etmiştir. Zehebi ise onun zekâsının örnek gösterildiğini bildirmektedir. Şeybâni ilmi tartışmayı sever, kendisine yöneltilen sorulara geniş yüreklilikle cevap verir ve sinirlenmezdi. Şâfii, Şeybâni dışında, ilmi meselelerde tartıştığı herkesin yüzünün değiştiğini, başka bir rivayetteyse, üzerinde düşünülmesi gereken bir mesele hakkında soru sorulduğunda bundan hoşnut olmadığı yüzünden okunmayan tek kişinin Şeybâni olduğunu ifade etmiştir. İlmi faaliyetlerini daha sağlıklı yürütebilmek ve bu faaliyetlere daha çok vakit ayırabilmek için mâli işlerine bakan bir vekil tayin eden Şeybâni, kendisinden dünyevi bir şey isteyip zihnini meşgul etmemeleri ve ihtiyaç duydukları şeyleri vekilinden almaları yönünde aile efradından ricada bulunmuştur. Şeybâni devlet adamları karşısında inandığı doğruları savunmaktan geri durmayan bir kişiliğe sahip ve vakur bir âlimdi. Şu anekdotlar bu hususu teyit etmektedir:

1. Şeybâni otururken Halife Hârûnurreşid gelip makamına geçti. Şeybâni dışında onu gören herkes ayağa kalktı. Sonra onun Hârûnurreşid'in yanına girmesine izin verildi. Şeybâni'nin talebeleri onun başına bir şey gelmesinden endişelendiler. Şeybâni çıkınca Hârûnurreşid'in ona, neden ayağa kalkmadığını sorduğunu, kendisinin de Halife tarafından ilim adamları sınıfına lâyık görülen kişinin bu sınıftan çıkıp hizmetkârlar sınıfına inmesinin uygun olmadığını, Hz. Peygamber'in ‘Kim, adamların (ricalin) kendisi için ayağa kalkmasından hoşlanırsa cehennemdeki yerine hazırlansın’ buyurduğunu, bununla âlimlerin kastedildiğini, hükümdara hürmet ve düşmanlara karşı heybetli görünme açısından hizmetkârların ayağa kalkmasının uygun olduğunu, ancak oturmanın özellikle ilim adamları açısından sünnete uygun bir davranış olduğunu söylediğini talebelerine anlatmıştır.

2. Bu görüşmelerinde Hârûnurreşid Şeybâni'ye Hz. Ömer'in Benû Tağlib kabilesiyle çocuklarını hıristiyanlaştırmama konusunda anlaştığını, onların bu şarta uymadığını ve bu sebeple anlaşmanın bozulması gerektiğini söyleyip görüşünü sormuştur. Bunun üzerine Şeybâni, Hz. Ömer'den sonra gelen Hz. Osman ve Hz. Ali'nin bunu gördükleri halde bir şey yapmadıklarını, bunun artık bir ‘sünnet’ haline geldiğini, bu uygulamayı devam ettirmenin kendisine bir zararı olmayacağını söylemiştir. Bunun üzerine Hârûnurreşid istişarenin öneminden söz ederek kendisinin de bu uygulamayı devam ettireceğini belirtmiş ve Şeybâni ile onun talebelerinden dua istemiş ve öğrencilerine dağıtması için kendisine cömert bir bağışta bulunmuştur.

3. Hârûnurreşid döneminde 176 (792) yılında Hz. Hasan'ın neslinden Yahyâ b. Abdullah (yaklaşık 180/796) Kuzey İran'da yer alan dağlık Deylem bölgesinde devlete başkaldırmıştır. Hârûnurreşid bu isyandan endişelenmiş ve Yahyâ b. Abdullah'la savaşmaktan çekinmiştir. Müzâkereler sonucunda Yahyâ b. Abdullah kadılar, fakihler ve Hâşimoğullarının büyüklerinin şahitlik edeceği ve Hârûnurreşid'in kendi eliyle yazacağı bir ‘emân’ ahdinin kendisine verilmesi şartıyla sulha razı olmuştur. Önce Bağdat'ta onu güzelce karşılayıp müreffeh bir eve yerleştiren Hârûnurreşid sonra ona verdiği sözü bozmak istemiş ve bu konuda Şeybâni ve Kadı Ebû'l-Bahteri'ye (200/815) danışmıştır. Şeybâni verilen emânın geçerli olduğunu söyleyince Hârûnurreşid onunla tartışmış ve ağır sözler söylemiştir. Ancak Şeybâni fetvasından geri dönmemiştir. Ebû'l-Bahteri ise bu emânın geçersiz olduğunu söylemiş ve bunun üzerine Hârûnurreşid emân belgesini yırtmıştır. Yahyâ b. Abdullah ise hapsedilmiş ve bir süre sonra hapiste vefat etmiştir.

İslâm hukuk tarihinde Kitâbü'l-Asl'ın yeri

A. Hanefi fıkhında Kitâbü'1-Asl'ın yeri

Meşhur ayırıma göre Hanefi fıkıh eserlerinde ele alınan ve çözümü ortaya koyulan meseleler üç kısımdır:

1-‘Usûl’ veya ‘zâhirürrivâye’ meseleleri. Bu meseleler Şeybâni'nin el-Asl, ez-Ziyâdât, el-Câmiu's-sagir, el-Câmiu'l-kebir, es-Siyerü’s-sagir ve es-Siyerü'l-kebir adlı altı kitabında toplanmış olan, esas itibariyle Ebû Hanife, Ebû Yûsuf ve Şeybâni'nin görüşlerinden ibârettir. Ara sıra Züfer b. Hüzeyl'in görüşlerine de bu eserlerde yer verilmektedir. Bu meselelerin ‘zâhirürrivâye’ olarak adlandırılmasındaki sebep onların güvenilir kişiler tarafından Şeybâni'den meşhur ya da mütevâtir düzeyde nakledilmiş olmasıdır. Bu kitapları özetleyen el-Hâkimüşşehid'in el-Kâfi adlı eseri de zâhirürrivâye meselelerinin naklinde temel bir kaynaktır.?

2- ‘Nevâdir’ veya ‘nâdirü’r-rivâye’ meseleleri. Bu meseleler Şeybâni'nin adı geçen altı eseri dışında yer alan el-Keysâniyyât, el-Hârüniyyât, er-Rakkiyyât ve el-Cürcâniyyât gibi eserlerinde, Ebû Yûsuf'tan nakledilen el-Emâli adlı eserlerde ve Hasan b. Ziyâd gibi Ebû Hanife'nin diğer talebelerinin eserlerinde yer alan ve Ebû Hanife'yle onun talebelerine nisbet edilen görüşlerle tek tek meseleler hakkında bu imamlardan yapılan İbn Semâa ve Muallâ b. Mansûr rivâyetleri gibi nakilleri kapsamaktadır. Birinci grupta yer alan meseleler kadar meşhur olmadıklarından bunlara ‘nâdirürrivâye’ vb. adlar verilmiştir.’

3-Fetvâ ve vâkıât/nevâzil meseleleri. Bu meseleler Ebû Yûsuf ve Şeybâni'nin talebeleriyle onlardan sonraki Hanefi fakihlerinin belirli soru ve olaylar karşısında verdikleri cevap ve fetvalardan oluşmaktadır. Bu cevap ve fetvalar çoğunlukla mezhep imamlarının görüş beyan etmediği meselelerle ilgili olmakla birlikte, kimi zaman onların görüşlerine belli bir sebepten dolayı aykırı düşen fetvalar da verilmiştir. Bu görüş sahipleri içinde İbrahim b. Rüstem, Muhammed b. Semâa, Ebû Süleyman el-Cüzcâni ve Ebû Hafs el-Buhâri gibi Ebû Yûsuf ve Şeybâni'nin talebeleri ve onlardan bir sonraki nesilden Muhammed b. Seleme, Muhammed b. Mukâtil ve Nusayr b. Yahyâ gibi fakihler zikredilebilir. Bu fakihlerin fetvâlarını toplayan ilk eser Ebû'l-Leys es-Semerkandi'nin (373/983) Kitâbü'n-Nevâzil'idir. Ondan sonra zaman ilerledikçe ortaya çıkan yeni meselelerle ilgili fetvalar verilmiş ve bu fetvaları toplayan literatür gittikçe çoğalmıştır.’

Müteahhir dönem Hanefi fakihleri çoğunlukla bu üç grup meseleyi kitaplarında karışık şekilde ele almışlardır. Ancak Radıyyüddin es-Serahsi'nin (571/1176) el-Muhit'inde yaptığı gibi bazı fakihler üç grup meseleyi birbirinden ayırarak, önce ‘usûl’, sonra ‘nevâdir’, sonra da fetvâ meselelerine yer vermişlerdir. Burada dikkat çekilmesi gereken nokta şudur: Her ne kadar Radıyyüddin es-Serahsi bu meseleleri birbirinden ayırmış olsa da meseleleri lafzıyla değil manasıyla nakletmektedir. el-Asl ve el-Muhit arasında küçük çapta bir mukayese dahi bunu görmek için yeterlidir.

Bu gruplandırmaya bakıldığında el-Asl'ın Hanefi mezhebinin en önemli ve temel kaynağı olduğu görülmektedir. Mezhep imamlarının görüşlerini en doğru şekilde nakleden zâhirürrivâye eserleri içinde en hacimlisi el-Asl'dır. Dolayısıyla mezhebin temel ve asıl kaynağının el-Asl olduğu söylenebilir.

 

İslâm hukuk düşüncesinin gelişiminde Kitabü'l-Asl'ın yeri

İmam Ebû Hanife'nin (150/767) sadece Hanefi mezhebinin değil diğer fıkıh mezheplerinin kuruluşunda da önemli bir rol oynadığı görülmektedir. Zaman açısından bakıldığında dört mezhep imamı içinde ilk olan odur. Hicri 70 (689) veya daha meşhur rivayete göre 80 (699) yılında doğan Ebû Hanife'ye en yakın olan Mâlik b. Enes 93 (712) yılında doğmuştur. Fürû-ı fıkıh açısından bakıldığında ise farazi problemler ortaya koyup bunlar için çözüm arama ve fıkhî meseleleri kıyas yoluyla çoğaltma hususunda o, fakihler arasında öncü bir konuma sahiptir. el-Asl esasen Ebû Hanife'nin Kûfe'deki fıkıh akademisinde ortaya koyduğu fıkhî görüşler üzerine bina edilmiştir. Ebû Hanife'nin ortaya koyduğu görüşler onun talebeleri tarafından yazılmaktaydı. Bu konuda Ebû Hanife'nin meşhur talebesi Ebû Yûsuf başı çekmekteydi. Şeybâni bu görüşlerin bir kısmını bizzat Ebû Hanife'den bir kısmını da Ebû Yûsuf'tan öğrenmiş, sonra kendi görüşlerini de ilave ederek el-Asl'ı telif etmiştir.

Yaş itibariyle Ebû Hanifeden küçük olmakla birlikte onun muasırı sayılan Mâlik b. Enes'in (179/795) fıkhı, farazi problemler üzerinde düşünme ve kıyas yoluyla sürekli yeni çözümler üretme yöntemine dayanmıyordu. Mâlik b. Enes’e talebelik yapmak üzere Medine'ye gelen Esed b. Furât'ın anlattığı şu anekdot bu hususu ortaya koymaktadır: Mâlik'in talebelerinden İbnü'l-Kâsım (191/806) ve diğerleri benden ona soru sormamı istiyorlardı; o, soruma cevap verince, bana: 'Ona de ki: Eğer şöyle olursa (ne dersin)’ diyorlardı. Ben de bunu yapıyordum. Bir gün Mâlik bana dayanamayıp kızdı ve: ‘Bu peşpeşe zincirin halkaları (nedir?), eğer bunu istiyorsan Irak'a gitmelisin dedi.’ Esed b. Furât da bu tavsiyeye uyarak Irak'a gitti ve Ebû Yûsuf'la Şeybâni'den re'yi ve Ebû Hanife'nin fıkhını yazarak öğrendi. Irak'tan döndükten sonra Abdullah b. Vehb’e (197/813) giderek ona ‘Ebû Hanife'nin kitaplarını’ gösterdi ve ondan bu meselelere Mâlik b. Enes'in mezhebi üzere cevap vermesini istedi. Abdullah b. Vehb bunu kabul etmedi. Esed b. Furât aynı şeyi İbnü'l-Kâsım'a teklif etti ve o, bu meseleler hakkında Mâlik b. Enes'in görüşleriyle ya da onun takip ettiği yöntemi esas alarak cevap verdi. Bu meselelere ‘el-Mesâilü'l-Esediyye’ denilmektedir. Mâliki fıkhının temel kaynağı olan el-Müdevvene'nin müellifi Sahnûn bu meseleleri Esed b. Furât'tan öğrenmiş, sonra o da İbnü'l-Kâsım'a aynı meseleleri arzetmiştir. Görüldüğü üzere Mâlik b. Enes'in talebeleri meselelerin vaz'ında Hanefi fıkhından faydalanmıştır. Burada, mesele üretmenin, başka bir ifadeyle soru sormanın önemini çarpıcı bir şekilde ortaya koyan ‘Soru ilmin yarısıdır’ sözü hatırlanmalıdır.

Şafii (204/820) ise Hanefi fıkhını bizzat Şeybâni'den öğrenmiştir. Kendi ifadesiyle o, Şeybâni'den ‘bir deve yükü’ kadar kitap yazmıştır. Şâfi’nin Ebû Hanife'nin fıkıh konusundaki öncülügünü teslim eden ‘İnsanlar fıkıhta Ebû Hanife'ye muhtaçtır’ sözü meşhur olmuştur. Aynı şekilde Şâfii, Şeybâni'nin de hakkını teslim etmiş ve ‘Fıkıhta üzerimde en çok hakkı bulunan Muhammed b. Hasan'dır’ demiştir.' Öte yandan Şâfii fakihleri içinde müstesna bir yere sahip olan ve mezhebin yayılmasında önemli rol oynayan Ebû'l-Abbâs İbn Süreyc (306/918) Şeybâni'nin kitaplarını esas alarak Şâfii mezhebinin meselelerini vaz'etmiş ve açıklamıştır.’ Ahmed b. Hanbel (241/855) ise kendisine ‘Bu ince meseleleri nereden buluyorsun?’ diye soranlara bunları Şeybâni'nin kitaplarında bulduğunu ifade etmiştir.’

Dolayısıyla diğer üç büyük sünni fıkıh mezhebinin imam ya da önde gelen fakihleri fıkıh meselelerinin Ebû Hanife ve onun talebeleri tarafından vazedildiğini ifade etmektedir. Bu meselelerin çözümlerinde Hanefi mezhebiyle diğer mezhepler arasında pek çok farklılık bulunduğunda şüphe yoktur; ancak burada önemli olan çözümden ziyade sorun ve problemlerin fıkhî mesele şeklinde ortaya konulması ve fıkıh biliminin bu şekilde gelişmesidir. Bu meselelerin ilk ve temel kaynağı el-Asl olduğuna göre bu eserin İslâm hukuk tarihi ve doktrinin gelişimi açısından ne ölçüde önemli olduğu ortaya çıkmış olmaktadır.

 

Sonuç

Fıkıh tarihine bakıldığında II/VIII. yüzyıl mezheplerin ve fıkıh usûlünün doğuşu açısından önemli bir zaman dilimini oluşturmaktadır. Hanefi, Mâliki ve Şâfii mezheplerinin kurucuları bu dönemde yaşamıştır. Ebû Hanife'nin (150/767) kurucu rolüne rağmen kendisinin bir eser telif etmediği, öğrencilerinin onun görüşlerini kayda geçirerek mezhebin temel kaynaklarını ortaya koydukları bilinmektedir. Bu alanda en önemli şahsiyet Muhammed b. el-Hasan eş-Şeybâni'dir (189/805). Şeybâni, yaklaşık dört-beş yıl ders aldığı Ebû Hanife ve onun vefatından sonra dersine devam ettiği Ebû Yûsuf'un (182/798) görüşleriyle kendi fikirlerini eserlerinde bir araya getirmiş, bu şekilde Hanefi mezhebinin ana kaynakları olarak bilinen ve yaygın biçimde nakledilen ‘zâhirürrivâye’ eserleri ortaya çıkmıştır. Bu eserler içinde, ilk telif edilmesi ve 2260 varaka ulaşan hacmi sebebiyle ‘Kitâbü'l-Asl’ diğerlerinin aslı ve temeli sayılmaktadır. Kitâbü'l-Asl aslında Ebû Hanife, Ebû Yûsuf ve Şeybâni'nin görüşlerini toplayan ve bu üç büyük müctehidin kanaatlerini bir araya getiren kolektif bir üründür. Şeybâni üç âlim içinde en gençleri olması sebebiyle diğerlerinin görüşlerini de tek bir eserde toplayabilmiş, mezhebin metinlerini telif etmiş ve bunları öğrencilerine okutarak mezhebin yayılmasını sağlamıştır. Ebû Yûsuf ve Hasan b. Ziyâd (204/820) gibi Ebû Hanife'nin diğer öğrencileri de eserler telif etmelerine rağmen mezhep âlimleri Şeybâni'nin eserlerini esas kabul etmiş, diğer eserleri yardımcı bir konumda görmüşlerdir. Öte yandan, Kitâbü'l-Asl'ın diğer mezheplerin oluşumunda da önemli katkısı bulunmaktadır. Mâliki mezhebinin temel kaynağı sayılan el-Müdevvene'nin esasını teşkil eden ‘el-Esediyye’ Şeybâni'ye öğrencilik yapan Esed b. Furât (213/828) tarafından yazılmış, Muhammed b. İdris eş-Şâfi (204/820) Şeybâni'nin öğrencileri arasında yer almış, Ahmed b. Hanbel (241/855) ince fıkıh meselelerinde kendi ifadesiyle ‘Muhammed b. Hasan'ın kitaplarından’ yararlanmıştır.

Kitâbü'l-Asl'ın bölümlerinin bir kısmında meseleler sorulu cevaplı şekilde ‘kultu-kâle’ formatında ele alınırken, diğer bir kısmında meseleler ‘izâ, lev, in’ gibi şart edatlarıyla başlayan cümlelerle ortaya konulmaktadır. Bu üslûp farklılığı muhtemelen, eserin iki kez telif edilmesinden kaynaklanmaktadır.

Kitâbü'l-Asl'ın temelde edille-i erbaa olarak bilinen ‘Kitab, sünnet, icmâ ve kıyas’ delilleri üzerinde yükseldiği söylenebilir. Gerek Şeybâni'nin kendi ifadelerinden, gerekse onun fıkıh meselelerinin çözümünde izlediği yöntemden bu sonuç çıkmaktadır. Kur'ân-ı Kerim'i birinci delil kabul eden Şeybâni yeri geldikçe âyetlerle istidlâl etmektedir. Sünneti ikinci delil gören Şeybâni, Hz. Peygamber'in söz ve uygulamalarına öncelik vermekle birlikte sünnetin ‘maruf ve meşhur’ olmasına dikkat etmektedir. Haber-i vâhidin delil olabileceğini gerekçeleriyle ortaya koyan Şeybâni bu konuda Şâfii'ye öncülük etmiştir. Ancak o, haber-i vâhidi mutlak olarak değil maruf ve meşhur sünnet ışığında değerlendirmektedir. Kur'an ve sünneti bir bütün olarak gören Şeybâni her hüküm için Kur'an’dan delil gösterme gibi bir gayret içinde olmadığı, o döneme kadar gelen, kalabalık müslüman kitleleri ve âlimler tarafından bilinen sünnet ve uygulamaları kabul ettiği görülmektedir. Kur'an âyetlerinin açıklanmasında sahâbe ve tâbiin dönemi bilginlerinin sözlerine başvuran Şeybâni, sahâbenin icmâ ettiği konularda onların görüşlerine uyulması gerektiğini söylemiş, onlar arasındaki ihtilâflı meselelerde ise görüşlerinden birisinin alınmasını ve tamamen yeni bir görüş ortaya konulmamasını benimsemiştir. Münferid sahâbi görüşlerini de hüccet kabul eden Şeybâni, özellikle sahâbe döneminde fetva vermiş İbrâhim en-Nehai (96/714) vb. tâbiin âlimlerinin görüşlerine de değer vermiştir. Şeybâni sünnet, hadis ve eser/âsâr terimlerini yaygın biçimde kullanmaktadır. Bu terimler Hz. Peygamber, sahâbe ve tâbiin dönemine ait söz ve uygulamaları kapsamaktadır. Ancak sünnet teriminde öncelikle kastedilen anlam onun önceki nesiller tarafından bilinip kabul edilen ve uyulması gereken yaygın uygulama oluşudur. Bazı meselelerde Şeybâni'nin sünnet ve hadisleri delil göstererek Ebû Hanife'nin görüşüne karşı çıktığı görülmektedir. Onun bu yöndeki muhalefeti bir usûl farklılığından değil, Ebû Hanife'nin meşhur derecesine ulaşmadığı düşüncesiyle kabul etmediği rivayetler hakkında araştırma yaparak bunların meşhur derecesine ulaştığı kanaatine varmasından kaynaklanır. Tespit edebildiğimiz kadarıyla 1632 rivayet içeren el-Asl, rivayet sayısı bakımından o dönemde yazılan eserlerle uyum içindedir. Şeybâni'nin Ebû Hanife ve Ebû Yûsuf'tan çokça hadis rivayet ettiği, bazı yerlerde Mâlik b. Enes'den de rivayette bulunduğu ve başka bir çok hadis ve fıkıh bilgininden faydalandığı görülmektedir. Sahâbenin icmâsına özel değer atfeden Şeybâni sonraki nesillerin icmâsını da hüccet saymıştır. Kıyas genel anlamda naslara ters düşmeyecek şekilde onlardan ilham alınarak ortaya konulan, kimi zaman genel kurallar, kimi zaman da daha sonra terimleşen anlamıyla ‘kıyas’ şeklinde kendini gösteren akıl yürütme ve ictihad faaliyetinin adıdır. Bu akıl yürütme faaliyeti bir bütün olarak el-Asl'a nüfûz  etmiş ve onun meseleleri arasındaki tutarlığı sağlamış ve bir iç kontrol mekanizması görevini ifâ etmiştir. Bununla bağlantılı olarak kıyas kelimesi bir çok yerde, sonraları ‘tahric’ adı verilen ve yeni meselelerin mezhepte var olan meselelere benzetilerek çözülmesi anlamında kullanılmıştır. Kıyasla birlikte kullanılan istihsan el-Asl'ın baştan sona her yerinde görülen ve meselelerin çözümünde başvurulan iki anahtar kavramı veya bir kavram çiftini oluşturmaktadır. Pek çok meselede kıyasın şunu gerektirdiği, ama istihsanın başka bir şeyi gerektirdiği söylenerek kıyasın gerektirdiği sonuç terkedilmiş ve istihsan yoluna gidilmiştir. Buradan da anlaşılacağı üzere istihsan genel bir kuraldan yapılan istisnadır. Bu istisnayı gerektiren şey sünnet, kıyas, genel kural, ihtiyat, örf ve zaruret olabilmektedir. Çoğunlukla istihsanın zâhiri benzerlik anlamındaki kıyasa karşı daha derin ve ince kıyas anlamına geldiği, örf ve genel kurallara uymanın istihsanın temelinde yatan en önemli sebeplerden olduğu görülmektedir. Nassa aykırı olmadığı sürece muâmelât kısmında örfün önemli bir yeri olduğu tespit edilmektedir. Bazı meselelerin çözümünde Kur'an'da atıfta bulunulan önceki şeriatların hükümleri delil gösterilmiştir. İstıshâbın ispat için değil ama defi için, yani yeni bir şeyin varlığını ispat etme hususunda değil, ama olanın varlığını devam ettirmesi hususunda delil kabul edildiği görülmektedir. Medine fakihlerine yönelik eleştirilerde sedd-i zerâyi ve amel-i ehl-i Medine gibi delillerin hücciyetine yönelik bazı tenkitlerde bulunulmuş, ancak özellikle kötülüğe yol açma şüphesinin güçlü olduğu durumlarda sedd-i zerâyi prensibiyle amel edilmiştir.

Daha sonraki terimler kadar net anlama sahip olmamakla birlikte nas, müfesser ve muhkem gibi lafızların delâletleriyle ilgili terimler kullanılmıştır. Emrin vücûba delâlet ettiği görüşünün meselelelere hâkim olduğu, ama karinelerle emrin nedb ve ibâha hükümlerine delâlet edebileceği görülmektedir. Nehyin fesâda delâleti konusunda Hanefiler'e has görüşün temelleri atılmış ve mesele ana hatlarıyla açık biçimde ortaya konulmuştur. Hanefi usûlüne yansıyan şekliyle hakiki anlamın önceliği, umum-husus terimleri ve meseleleri, nasdan delâletü'l-işâre yoluyla çıkarılabilecek ince tefekkürü gerektiren hükümler çıkarılması, mefhûm-i muhâlif ile amel edilmemesi, mutlakın mukayyede hamli ve delâletü'l-iktirân konularıyla ilgili önemli tespitlere yer verilmiştir. Nesih kavramı kabul edilmiştir. Çelişkili gözüken rivayetler bazen uzlaştırılmakla birlikte, çoğunlukla tercih yoluna gidilmiş ve bu konuda en başta ‘meşhur sünnet’ olmak üzere bir çok kriter ortaya konulmuştur. Hüküm bahisleriyle ilgili dikkati çeken bir husus ‘hüsün ve kubuh’ köklerinden türeyen kelimelerin pek çok yerde kullanılmış olmasıdır. Bu durum, daha sonra fıkıh usûlünde bilindiği şekliyle ‘hüsün ve kubuh’ meselesinin tartışılmasına zemin hazırlamıştır. Hanefiler'in meseleye yaklaşımının daha sonra oluşan Mu'tezile ve Eş'arilik arasında orta bir yerde olduğu ve nassa öncelik vermekle birlikte, akıl yürütmeye büyük önem veren bir düşünce tarzının el-Asl’a hâkim olduğu söylenebilir. Bazı meselelerde Allah hakkı-kul hakkı ayırımına gidildiği, fıkıh usûlünde bilinen ifadesiyle ‘ehliyet ârızaları’na giren ikrah gibi durumlarla ilgili çok detaylı çözümler ortaya konulduğu ve kimi yerde bunların teorisini oluşturmaya yönelik adımlar atıldığı görülmektedir. Şer'i hükümleri ifade etmede kullanılan terimlere bakıldığında bunların çoğunlukla sonraki terminolojide bilinen şekliyle net bir anlama sahip olmadığı, meselâ farz-vâcip, haram-mekruh ve tahrimen mekruh-tenzihen mekruh ayırımının net biçimde yapılmadığı, bununla birlikte bu ayırıma temel teşkil edecek bazı hususların bulunduğu tespit edilmektedir. Şeybâni'nin hükümleri ifade etmede kullandığı terimler üzerine daha geniş araştırmalar yapılabilir. Şeybâni'nin el-Asl'da ve diğer eserlerinde takip ettiği yöntem ve üslûp incelendiğinde onun müstakil müctehid olduğu, yeri geldiğinde üstadları Ebû Hanife ve Ebû Yûsuf'u açıkça eleştirdiği görülmektedir. Onun ictihad için Kur'an, sünnet ve icmâ bilgisi yanında, meleke (nosyon) sahibi olma, dindarlık, fıkıh bilginleriyle istişare etme gibi başka şartlara da işaret ettiği, ictihadi konularda hatanın mazur görülmesi gerektiği düşüncesinde olduğu, adını bazen açıkça koymasa da ictihadlarında zorluğun kaldırılması, maslahat ve ihtiyat gibi ilkelere yer verdiği tespit edilmektedir. Son olarak söylemek gerekirse, Şeybâni'nin el-Asl’ı daha pek çok araştırmaya açık zengin bir malzeme sunmaktadır. Bu kadar hacimli bir eserin tam anlamıyla ve çeşitli yönlerden incelenmesinin tek bir kişi tarafından yapılmasının mümkün olmadığı âşikâr olmakla birlikte, ilerideki araştırmacılara ışık tutmak amacıyla bu eserdeki usûl düşüncesini ana hatlarıyla ortaya koymaya çalıştık. En kısa zamanda Kit'abü'l-Asl'ı bir bütün halinde yayımlayarak araştırmacıların ve ilim dünyasının hizmetine sunmak dileğiyle son verdiğimiz bu çalışmanın daha ileriye götürülecek bir başlangıç noktası oluşturması bizi bahtiyar edecektir.


Mehmed Zahid Aydar

Mîsak Dergisi

Sayı : 379 / Haziran 2022