Şark Medreselerinin Serencamı - Alparslan Aydar

Şark Medreselerinin Serencamı


Diyanet İşleri Başkanlığı’nın doğu ve güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde; medrese eğitimini tamamlamış bin civarında mollayı istihdam edeceğini açıklaması, medya aydınlarının gündemini uzun süre işgal etmiştir. Molla ve ‘mele’ gibi kavramları ilk defa duyan medya aydınları, keyfi yorumlarını ön plâna çıkarmışlardır. Prof. Dr. M. Halil Çiçek tarafından kaleme alınan ‘Şark Medreselerinin Serencamı’ isimli eser, medrese eğitiminin keyfiyetini ortaya koymaktadır. Yazar kitabın önsözünde şu tesbitte bulunmuştur:

“Medreselerin, hem kurum olarak hitap ettikleri bölge insanından, hem de İslamî ilimlerin öğretiminde takip ettikleri yöntem ve üstlendikleri fonksiyonlar açısından ilim adamlarından hak ettikleri ilgiyi gördükleri söylenemez. Nitekim bu kurumun söz konusu kesimler tarafından tümüyle göz ardı edilmesi ve nerede ise bütünüyle unutulmaya terk edilmesi bu savımızı kanıtlar niteliktedir. Bu nedenle biz, son demlerine yetişip çokça istifade ettiğimiz medrese kurumuna bir vefa borcu olarak, bu müessesenin işleyiş tarzı, eğitimdeki program ve yöntemi hakkındaki düşüncelerimizi okuyucuyla paylaşmaya karar verdik. Bu kurumun içinde yetişen bir kimse olarak müşahedelerimizi ve büyük oranda da görgü tanıklarının beyanlarını dile getirmeye gayret ettik.”

Şark Medreselerinin Serencamı
Prof. Dr. M. Halil Çiçek
Beyan Yayınları
Mîsak Dergisi
Sayı: 255 / Şubat 2012

Geçtiğimiz ay medyayı meşgul eden meselelerden birisi de Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde bu güne kadar faaliyetlerine devam etmiş olan medreselerdir. Doksanlı yıllarda PKK baskısıyla bir kısmı kapanmak bir kısmı da Batıya göç etmek zorunda kalan ulemânın getirdiği medreseleri daha iyi anlayabilmek için, bu medreselerde yetişmiş Prof. Dr. M. Halil Çiçek tarafından kaleme alınan Şark Medreselerinin Serencamı adlı eserin tahlil edilmesinde fayda vardır. Yazar kitabın önsözünde kitabı kaleme alma sebebini şu şekilde izah eder:

“Medreselerin, hem kurum olarak hitap ettikleri bölge insanından, hem de İslamî ilimlerin öğretiminde takip ettikleri yöntem ve üstlendikleri fonksiyonlar açısından ilim adamlarından hak ettikleri ilgiyi gördükleri söylenemez. Nitekim bu kurumun söz konusu kesimler tarafından tümüyle göz ardı edilmesi ve nerede ise bütünüyle unutulmaya terk edilmesi bu savımızı kanıtlar niteliktedir. Bu nedenle biz, son demlerine yetişip çokça istifade ettiğimiz medrese kurumuna bir vefa borcu olarak, bu müessesenin işleyiş tarzı, eğitimdeki program ve yöntemi hakkındaki düşüncelerimizi okuyucuyla paylaşmaya karar verdik. Bununla insanların asırlar boyu ilme hizmet etmiş bu kurum hakkında birinci elden doğru bilgi edinmesini hedefledik. Çalışmamızda ulaştığımız sonuçlar ve ileri sürdüğümüz yargılar, öncelikle bu kurumun içinde yetişen bir kimse olarak bizzat müşahedelerimize ve büyük oranda da görgü tanıklarının beyanlarına dayanmaktadır.” (Sh:7-8)


“Modern eğitimli insanlar olarak -hoşumuza gitsin veya gitmesin- şu hususu kabullenmek durumundayız: Modern insanlar olarak biz fazilet ve güzel ahlâkla insanı kemale erdiren, ihlâs, feragat ve fedakârlıkla insanı donatan yüce değerleri modern eğitimle insana veremedik. Yine bu modern eğitimle; belki hiç farkında olmadan insanların azımsanamayan bir kısmı, büyük ölçüde ulvî gayelerden ve yüksek hedeflerden yoksun bırakıldı. İnsan, deyim yerindeyse sadece yiyen, içen ve üreyen bir nesne haline getirildi. Belki de farkında olunmadan modern eğitimle insana sınırsız güç kullanımı, sınırsız şehvet tatmini ve yine sınırsız tüketim arzusu aşılandı. Yine modem eğitim insana; aşırı bir bencillik, aşırı bir menfaatperestlik ve aşırı bir kendini beğenmişlik duygusu verdi. Modern eğitimin realiteye geçirdiği hedefleri hep bu çizgilerde gerçekleşti. Kabul etmek gerekir ki, sevgi, saygı, şefkat, yardımlaşma, dayanışma, dürüstlük, samimiyet, diğerlerinin hak ve özgürlüklerine saygılı olma ve başkasını kendisine tercih edebilme noktalarında ‘modern eğitim’ resmen büyük bir iflas sürecini yaşamaktadır. Fakat medrese eğitim sistemi ise her şeyden önce ahlâkiliği önceleyen ve manevi değerleri içselleştiren bir anlayış ile kurulmuş ve şekillenmiştir.” (Sh:13-14)


“Pozitivist Batı uygarlığının küresel ölçekte yaygınlık kazanmasıyla İslâmi mantalitenin dumura uğraması, İslâm âleminde ithal rejimlerin her türlü din orijinli faaliyeti tarassut ve tasallut altına alması ve bu faaliyetlerle, belli aralıklarla baskı ve şiddet uygulaması sonucunda özellikle din eğitimi alanında yürütülen tüm kayıt dışı/gayri resmi çalışmalar yakın gözlem altına alındı ve söz konusu rejimlerin kendilerine uygun bulmadıkları bütün girişimler, yasaklar arasına konuldu. İşte bu süreçte medrese de legaliteden illegaliteye kerhen geçirilmiş oldu ve böylece asırlar boyu bölgenin belki de ülkenin maarif problemini giderme hususunda ciddi gayretler gösteren medrese kurumu resmi makamlar nezdinde meşruiyetini ve kendini ifade edebilme hakkını yitirmiş oldu.” (Sh:15)


“Medrese, bölge halkı içerisinde de yaygınlaşan ve kökleşmeye yüz tutan sekülerleşmenin ağır darbelerine de aldırmayarak ayakta kalma mücadelesini daha kararlı ve azimli bir şekilde verdi. Ancak seksenli yıllarda karşısına ansızın sanki medreseye son vermek için birileri tarafından dizayn edilmiş PKK ve HİZBULLAH ikilisinin çatışması çıkıverdi. Bu ikilinin çatışması, zaten hasta olan medreseye öldürücü son darbeyi indirdi. Böylece takriben bölgede 800 yıllık bir mazisi olan Şark Medresesi hayata veda ederek tarihteki yerini almaya geçti.” (Sh:17-18)


“Karadeniz’in belli bir kesiminde bir zamanlarda etkin bir eğitim faaliyetini deruhte eden Trabzon medreselerinin durumu da Şark medreselerininkinden farklı değildir. Medrese orada da uzun yıllar önemli ilmi ve içtimaî işlevlerde bulunmuştur. Ancak tıpkı Şark medreseleri gibi tarihi kayıt ve tescil açısından kimse Karadeniz medreseleriyle de ilgilenmemiştir.” (Sh:19)



Çalışma’nın İçeriği ve Yöntemi


“Çalışmamız iki ana bölümden müteşekkil olacaktır. Birinci bölümde tarihi bir kurum olarak medreseyi tanıtmaya çalışacağız. İkinci bölümde ise medreseyi eleştirel bir bakış açısıyla ele alacağız.” (Sh:25)



Birinci Bölüm

Bir Kurum Olarak Medrese


1.1. Medresenin coğrafyası:

“Şark Medreseleri tabiriyle her ne kadar biz Türkiye’nin Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgeleri’nde faaliyet göstermiş medreselere işaret etsek de gerçekte Şark medreseleri türü; ilmi ve ahlâki faaliyet gösteren kurum olarak, sadece Türkiye’nin Doğu bölgelerinde değil; bilakis Kürtlerin yoğunlukta olduğu tüm coğrafyada ve hâlâ da büyük bir kısmında faaliyete devam etmektedirler.” (Sh:27)


1.2. Medresenin tarihçesi:

“Bölgenin Hz. Ömer döneminde yaklaşık hicri 14-30 yılları arasında İyaz b. Ğenm’in komutasında Müslüman olmasıyla ilim tahsili de bir şekilde bölgeye girmiştir. İlme olan rağbetin artmasıyla diğer bölgelerde olduğu gibi doğu bölgelerimize de ilmin tahsil edilip öğretildiği ilmi kurumlar tesis edilmiştir.

Bölge Osmanlı idaresine geçtikten sonra, eğitim-öğretim kurumları hükümet merkezine daha yakın olan Batı ve İç Anadolu bölgelerine kaydırıldı. Doğudaki medreseler ise yerel hükümetlerin desteği ile ayakta kalmaya çalıştı. Ancak zamanla bu yerel hükümetlerin de desteğinin azalmasıyla Şark Medreseleri kendileri için başka bir mecra arayışına geçti. Bu nedenle medresenin daha velût olduğu şehir merkezlerinin yanında kendisine yedek bir mecra olarak kırsal alanı seçtiğini ve bir kısım merkezlerini buralara kaydırdığını müşahede etmekteyiz.

Nitekim cumhuriyetin ilanı ve 1924’te tevhid-i tedrisatın yasalaşmasıyla artık medrese legal bir yapıdan illegal bir yapıya itilmiş oldu. Bunun doğal sonucu olarak medresenin çağdaş ilim dünyasıyla diyaloğa geçme imkânı ortadan kalkmış ve bir nevi kapalı devre sistemiyle çalışma sitiline geçerek kendi müfredatını ve çalışma programlarını çağın ihtiyaçlarına ve isteklerine uygun biçimde dizayn etme şansını da tamamen yitirmiş oldu.” (Sh:34-35)


1.3. Medresenin teşekkülü:

“Medresenin teşekkülü için evvel emirde bazı başat unsurlar gerekir. Bunlar hoca, öğrenci, masraflarını karşılayacak bir sponsor ve eğitim-öğretim faaliyetinin sürdürüleceği bir mekân. Bunların arasında en önemli unsur hocadır. Hoca olduktan sonra diğerlerinin temini fazla zor değildir. Çünkü ortada bürokratik bir işlem yoktu. Bütün iş hocanın öğrencileri besleyecek ve kendi maişetini deruhte edecek bir köy veya mahallenin bulunması ve köy/mahalle halkının her ikisinin masrafını deruhte etmesiydi. Çoğu zaman hoca, medresenin mekânsal durumunu hiç dikkate almazdı. Çünkü caminin bitişiğinde bir-iki odalık bir yer, o da bulunamazsa medrese yapılıncaya kadar öğrenciler camide veya benzeri bir yerde idare edebilirlerdi.” (Sh:35-37)


1.4. Medresenin işleyişi:

Medresede günlük hizmetlerin yerine getirilme usulleri hakkında bilgi verilir. (Sh:40-45)


1. 5. Medresenin müfredat programı:

“Şark medreseleri -Osmanlının dağılmasından sonraki dönem itibarıyla- tek bir kurum veya mekanizma tarafından organize edilmemelerine rağmen hemen hemen her tarafta aynı müfredatı takip ediyorlardı. Medrese müfredatının ilim iskeletini şu ilim dalları oluşturuyordu:

A- Dil ilimleri: Sarf, Nahiv, Vazı’, İştikak, Meâni, Beyân, Bedi’, Şiir ve Lügat.

B. Felsefe İlimleri: Mantık ve Felsefe.

C. Şer’i İlimler: Kelâm, Ahlâk, Fıkıh, Usûl-i Fıkıh, İslâm Tarihi, Hadis ve Tefsir.

D. Münazara :(Tartışma usul ve adabı).

E- Hat: (yazı).

Bizden yaklaşık bir iki nesil öncesinde Matematik, Felekiyat (Astronomi), Hadis Usûlü ve Tecvid de okunurdu. (Sh:46)

1. 5. 1. Alet ilimleri / sıra kitaplar: Bu bölümde hangi kitapların(1) hangi sıra ile okutulduğunu sebepleri ile izah eder. (Sh:46-70)

1. 5. 2. Diğer şer’î ilimler: Bizim kuşağımızda sıra kitapları ile birlikte okutulan şer’î ilimler şunlardır: Fıkıh, hadis, tefsir, İslâm tarihi/siyer, edebiyat, kelam ve usûl-u fıkıh. (Sh:70-78) “Medreselerde özellikle bizim kuşakla bizden önceki bir-iki kuşakta Kur’an’ı tashih-i hurufla okumak büyük bir problem teşkil ediyordu. Yani Arabî ilimlerde yüksek düzeyde hoca yetiştiren birçok müderris, deyim yerindeyse namazı sahih olacak bir şekilde bile Kur’an’ı tertîl ve tecvide riayet edecek şekilde okuyamıyordu. Bunun farkında olan bazı hocalar tecvid öğretimine önem verdi ve bunu medresede başat bir ders haline getirdi. Fakat medresenin yakın tarihinde tecvid öğretimi geleneği yoktu.” (Sh:75)

1. 5. 3. Ders takriri: Hoca seçiciliği, öğrenci için önemli bir öğretim ve eğitim avantajını sağladığı gibi medrese eğitim sisteminde de büyük pozitif bir katkıya sahipti. Bu seçicilik medrese eğitiminin en önemli karakteristik özelliklerinden biridir. (Sh:79)


Kanaatimizce medresede ders takririni başarılı kılan unsurlar şunlardır:

a. Kavrama – kavratma, b-Bire-bir anlatma, c- Yakın mekân unsuru ve d- Ana dilde eğitim. (Sh:80-84)


1.6. Medresenin 24 saati:

Sabah şafağın sökmesiyle başlayıp gece geç saatlere kadar devam eden program hakkında bilgi verir. (Sh:85-100)


1.7. Medrese eğitiminin sistematik yapısı:

Medrese eğitiminin resmî eğitimde olduğu gibi keskin çizgilerle birbirinden ayrılmadığını bazı safhalardan oluştuğunu, bu ayrımın rölatif olduğunu ve yazarın kişisel bir yaklaşımı olduğunu vurgulayarak bu safhalarda ne okutulduğunu izah eder. (Sh:100-106)


Asırlar boyu süre gelen medrese eğitiminde ön palana çıkan bu özellikler medrese eğitiminin vazgeçilmez özellikleri haline geldi.

Bu özellikleri şu şekilde resimlendirebiliriz:

1. Medrese eğitimi hasbi olup hesabi değildir: Bu çalışmamızın farklı yerlerinde atıfta bulunulduğu gibi medreselerde hoca verdiği derslere karşılık veya medresesinde barındırdığı öğrencilere mukabil hiç kimseden bir ücret talep etmiyordu.

2. Medrese eğitimi süreklidir süreli değildir: Mezuniyet için süre sınırlaması yoktur. Talebenin çalışkanlığı ve yetenekleri bu süreyi belirlemektedir.

3. Medrese eğitiminde seçicilik esastır: Medrese eğitimini farklı kılan en can alıcı noktalardan biri de belki bu (hoca ya da öğrenci) seçiciliğidir.

4. Hoca - öğrenci ilişkileri: Medrese eğitimine ciddi bir hususiyet kazandıran önemli özelliklerin başında hoca-öğrenci ilişkilerindeki karşılıklı sevgi, hasbilik, fedakârlık, ilmi verimlilik ve sürekliliktir.(2)

5. Öğretilen bilginin kalıcılığı: Öğretilen bilginin öğrenci nezdinde kalıcı olması ve iyice kavranmış olması medrese eğitiminde esastır. Bu kalıcılığın temininde ve verilen bilgilerin iyice sindirilip meleke haline gelmesinde beş temel unsur etkindir ki, bu temel unsurlar medrese eğitiminin bel kemiğini oluşturmaktadır. Bu unsurlar şunlardır: 

a. Ders alma, b. Ders verme, c. Ezber yapma, d.Mütalaa etme, e. Müzakere yapma f. Ders dinleme (Sema)

6- Ahlaki Yapılanma: Herkes alabildiğine diğeri için mütevazı ve alçakgönüllü olurdu. Medrese hocaları genellikle kendilerini beğenmişlikten, kibirden ve bencillikten azami derecede kaçınırlardı. Hem hocaların hem de öğrencilerin karşılıklı buluşmalarında herkes diğerini memnun etmek işin adeta yarışa girerdi.

7- Medrese öğrencilerinin birbirlerinden istifade etmelerinin sağlanması: Medrese eğitimini bu günkü modern eğitimden ayıran en önemli özelliklerden birisi öğrencilerin birbirlerinden istifade etmelerinin esas görülmesidir. Bu istifade, genellikle müzakere şeklinde veya dersinden yahut okuduklarından anlamadığı bir hususu/hususları kendisinden daha bilgili olan bir öğrenciden öğrenmek suretiyle olurdu.

8- Sevgi ve saygı: Özellikle hocaların öğrencilere olan sevgi ve şefkatleri takdire şayan bir düzeydeydi. Kimi hocalar kendi çocuklarına bile göstermedikleri ilgiyi öğrencilerine gösteriyorlardı.” (Sh:106-117)


1. 8. Medresenin finans kaynağı:

“Medrese, faaliyet gösterdiği coğrafyanın tümüne yayılmış durumdaydı. Kimi şehir mahallelerinden tutun en küçük köylere kadar ders verebilecek hocanın olduğu irili ufaklı birçok medrese bulunmaktaydı. Henüz kadrolu resmi imamların yaygınlaşmadığı dönemde bazı köy halkı, köye yeni hoca alırken öğrenci okutmasını şart koşarlardı. Bu, genelde İslam’dan mülhem olan “ilim tahsiline yardımcı olmak Allah katında büyük bir fazilettir ve sevabı da büyüktür” inancının bölge sathına iyice yayılıp yerleşmiş olmasından kaynaklanıyordu. Böyle olunca herkes kendi imkânları ölçüsünde medreseye ve medreseyle ilgili unsurlara bir şekilde yardımcı olmaya gayret ediyordu.” (Sh:117)


1. 9. Medresenin bölge genelinde ilmi ve sosyal rolü:

Bölgenin ilmi hayatında medresenin görülen bu etkin rolü, bölgenin dinî, ahlaki ve kültürel yapılanmasında da yoğun bir şekilde görülmektedir. Dolayısıyla televizyon ile PKK’nın bölgenin derinliklerine nüfûz ettiği seksenli yıllara kadar, bölgenin en belirgin karakteristik özelliği dindar olmasıydı. Bunun en göz alıcı belirtisi, dini hayatın günlük olaylarda belirleyici olmasıdır. Toplumun tüm katmanlarında İslâmi ilkeler belirleyici bir özellik taşıyordu. (Sh:139)

“Günlük alışverişlerde, vâki olan hukuki ve mali münazaalarda referans daima İslâm fıkhı (hukuku) idi. Yakın tarihe kadar bölgede beşerî hukukla işleyen mahkemelere başvuranlar azınlıktaydı. Mahkemelik olan hukuki olayların genelinde 1970’li yıllara kadar İslâm Hukukuyla çözmek üzere bölgede fıkıh otoriteleri olarak kabul edilen âlimlere başvuruluyordu. Bu âlimlerin verecekleri kararın tarafsız, dürüst ve adil oluşuna kuşku duyulmuyordu.” (Sh:142)


1.10. Medresenin ilişki ağı:

“Hocasıyla ve öğrencisiyle medrese mensupları, çevrelerindeki insanlarla ilişki kurduklarında genellikle mesafe koyarak belli bir resmiyet seviyesinde ama gayet samimî ve dostane bir şekilde ilişki kuruyorlardı.” (Sh:154)


1.11. Medresenin toplumsal algısı:

“Medrese: İlmi bir kurum, İslâm’a hizmet için kendisini adayan bir müessese, irfan ve kültür kaynağı, fazilet ve ahlâkta örnek bir eğitim merkezi, sosyal problemlerin bir çözüm yeri ve bölgede bir barış gücüdür.” (Sh:165)


İkinci Bölüm

Medreseye Eleştirel Bir Yaklaşım


“Özellikle modern zamanlarda medresenin rolünü bitiren ve zaman içerisinde ortadan kalkmasına neden olan üç sebepten söz edilebilir.

A- Medrese mensuplarının organize olamayıp bir araya gelme kültürlerinin ve ortak tavır gösterme bilinçlerinin olmayışıdır.

B- Medresenin ekonomik bağımsızlığının olmayışı ve halkın yardımıyla geçinmiş olmasıdır. C- Belki en önemlisi de devletin medreseden desteğini çekip faaliyetlerini durdurması, ona alternatif kurum olarak İmam-Hatip Liselerine sahip çıkması ve buralardan mezun olanlara iş alanlarını açmış olup medrese mensuplarına iş alanını kapatmış olmasıdır.

Kanaatimizce, medresenin bitmesinin arkasında duran en büyük sebep bu üç sebeptir.” (Sh:167)


2.1. Medresenin saygınlığını kullanmaması:

“Şark Medreseleri mensupları, Uzak Doğunun medrese tecrübesi üzerinde durmadı. Oysa bu medreselerden alınacak çok şey vardı. Zira bu medreseler, modern toplumun ilmi, idari ve kültürel ihtiyaçlarını karşılamak üzere kendi müfredat programlarını radikal diyebileceğimiz bir şekilde revize etmişti. Şark Medreseleri bölgedeki saygınlığını kendi mensuplarının birinci derecede ilmî seviyelerini ve yaşam standartlarını yükseltmek ve mezunlarına iş alanlarını açmak için kullanmadı ve bu yönde modern zamanlarda doğabilecek imkân ve fırsatlar üzerinde de hiç durmadı.” (Sh:168-169)


2.2. Medresenin kendisini yenileyememesi:

“Tevhid-i tedrisat kanunu bahanesiyle bölge âlimlerine yapılan baskılar sonucunda birçok âlim medresesini kapatmış, kitaplarını yakmış veya toprak altına gömmüş durumdaydı. İnsanların sudan bahanelerle nasıl asıldığını, öldürüldüğünü veya en hafifinden sürgüne yollandığını herkes biliyordu. Bu kapalılığın somut bir sonucu olarak medrese, Batının geçirmiş olduğu aydınlanma sürecinin akabinde ve özellikle de yirminci asırda fırtına gibi esen değişim ve gelişim olgularına karşı kendisini yenileyemedi.” (Sh:172-174)


2.3. Medresenin değişime karşı direnmesi:

“Eski program da oldukça zaman isteyen birçok şerh ve haşiye ile şişirilmiş bir programdı. Oysa bu zamanın yeni icapları, farklı zaruretleri ve günümüzde zamanın kısıtlı olması gibi hususlar göz önüne alınarak müfredat programı daha pratik daha seri bir hala getirilebilirdi. Bu şerh ve haşiyelerin yerine daha pratik derli toplu eserler kullanılabilirdi. Bunun için medresenin modem zamanlarda öncelikli olarak yapması gereken şey, müfredat programını değiştirmesidir.” (Sh:176-177)


2. 4. Medreselinin kendisini ifade edememesi:

“Medrese geleneğinde hoca ve öğrenci arası ilişkiler köklü ve gönüllü bir sevgi ve saygıya dayalı ilişkilerdir. Tamamen gönüllü bir saygının egemen olduğu bir ortamda kimi zamanlar hem öğrenci hem de hoca bu saygının dozajını iyi ayarlayamadıkları için aşırı saygı, öğrencinin kişiliğinde olumsuz yönde geri teper ve öğrencide kendini ifade edememe, cesaretsizlik ve hatta kimi zamanlarda ürkeklik halini doğurur. Bölge genelinde ilim ve irfanıyla ün yapmış bazı hocaların bir hutbe okumaya bile cesaret edememesi bunun tipik bir örneğidir.” (Sh:177-178)



Sonuç

“Medreseyi modem eğitim kurumlarından ayıran en büyük etken onun sahip olduğu çalışma programıdır. Bu programın en belirgin özellikleri öğrenimde süreklilik, kalıcılık, seçicilik ve hasbiliktir. Sürekliliğin sağlanması için uzun tatillere asla yer verilmediği gibi günün yaklaşık 17 saati de eğitimle geçiyordu. Medresenin aktif olduğu ve tam kapasiteyle çalıştığı dönemlerde mutat tatili olan hafta sonu (Perşembe günü öğleden sonra ve Cuma günü gün batımına kadar) hariç öğrencinin zamanını boşa geçirilmesine asla izin verilmiyordu. Kalıcılığın sağlanması için de medrese eğitim ve öğretiminde ders, (alma-verme), ezberleme ders dinleme, müzakere ve mütalaadan oluşan beşli bir sistem uygulanıyordu.

Medrese eğitim sistemini ayrıcalıklı kılan en önemli hususiyetlerin arasında medresenin örnek ahlaki yapılanması, hoca ve öğrencisinin İslami bir kişilik kazanması ve medrese elemanlarının arasında var olan karşılıklı sevgi ve saygı ilişkisinin olmasıdır. Bu ilişki biçimi toplum genelinde olumlu etkiler bırakmıştı.

Medrese mensupları -istisnaların dışında - bölge insanı için örnek ve model oluyorlardı. Medresenin yaygın olduğu yörelerde medrese mensuplarının davranışlarının halk içindeki olumlu yansımaları, belirgin bir şekilde hissediliyordu. Zaten neticede hasbi bir kurum olan medresenin bölgede bu denli uzun ömürlü olmasını sağlayan da bu örnek ilişki biçimidir. Medrese hocaları ve öğrenciler düzeyinde görülen bu örnekliğin bir uzantısı olarak medrese toplum genelinde itibar kazanmıştı ve saygın bir konumu vardı. Bu saygınlık sonucunda sosyal yapılanmayı etkileyen gelişmelere damgasını vuruyordu. Toplumun mazbut bir ahlak yapısına sahip olmasının ve dini hayatın diri olmasının arkasında duran en önemli etken medreseydi.

Medreseli âlimler toplumun ıslahı, toplumsal barışın, birlik ve beraberliğinin sağlanması noktalarında çok önemli görevler icra ediyorlardı. Toplumun farklı katmanları üzerinde günün şartlarına göre kalıcı ve derin izler bırakıyorlardı. Bu âlimlerden her biri bulunduğu yerde hatırı sayılır bir itibara ve etkinliğe sahipti. Toplumun bireyleri kamuyu ilgilendiren bir işe giriştiğinde bu âlimleri görmezlikten gelemezlerdi.” (Sh:181-185)


Van Valiliği’nin 1999 yılında düzenlemiş olduğu Sosyal Bilimler Kavşağında Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinde Dinî Eğitimin Rolü başlıklı tebliğ metnini kitabın sonuna ekleyerek çalışmasını tamamlamıştır.


Tek parti döneminin son Millî Eğitim Bakanı Tahsin Banguoğlu 3 Mart 1924 tarihinde çıkarılan 430 sayılı Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nun manasını: “ Türkiye’de bundan böyle bir tek umumi tahsil müessesesi, bir tek mektep yaratmak, bir tek terbiye vermek ve bir tek zihniyet sahibi insanlar yetiştirmek, bu sayede de bir tek bütün millet meydana getirmek” şeklinde açıklar. Herhangi bir okulun kapatılması, kanunun kabul edildiği sıralarda düşünülmüyordu veya milletvekillerinin büyük bir kısmı medreselerin kapatılacağını düşünmüyordu.


Maarif Vekili Vasıf Çınar, Mayıs ayında yayınladığı bir genelgeyle bütün medreseleri kapatmıştır. Maarif Vekilinin bu konuyu kamuoyuna “On altı bin asker kaçağının ocağını söndürdüm. Bundan duyduğum zevk, milli mücadelenin o heyecanlı devirlerinde duyduğum en yüksek zevklerden daha büyüktür.” şeklinde yansıtması içinde bulunduğumuz halin tahlili açısından dikkate değerdir.


1982’ de yürürlüğe giren Anayasa’nın 174. maddesiyle de, “Anayasa’ya aykırı olduğu şeklinde anlaşılamaz ve yorumlanamaz” ifadesiyle sayılan sekiz inkılâp kanunundan biri olarak koruma altına alınmıştır.(3)


Söze başladıklarında; demokrasiden, insan haklarından, özgürlüklerden söz eden çevrelerin, Tevhid-i Tedrisat söz konusu olduğunda gösterdikleri tepkilerin, acıktıklarında helvadan yaptıkları putlarını yiyen müşriklerin tavırlarıyla gösterdiği benzerlik, ibretle izlenmesi gereken bir noktadır.


Bu kadroların medrese ve medreselilere karşı gösterdikleri tavrın sebebini anlayabilmek için yurtdışından bir âlimin medrese kurumunu nasıl değerlendirdiğine bakmakta fayda vardır.

Sri Lanka’da önce klasik medreseden icazet alıp, daha sonra üniversiteden mezun olan ve hem medreselerde hem üniversitelerde hocalık yapmakta olan Din Muhammed Hocaefendi’nin “Edindiğim tecrübeden hareketle söylemem gerekirse üniversite âlim çıkarmaz” tesbiti önemlidir:

“Şer’î ilimler bu medreselerde üniversitelerden çok daha derin bir şekilde okutuluyor. Ben üniversiteden mezun bir âlim tahayyül edemiyorum ki babasından okumuş ya da klasik medreseden mezun olmuş olmasın. Üniversitede başarı, ilim ve istikamet üzere bulduğunuz hocalar üniversite öncesinde ya klasik medrese okumuştur ya da Ezher’de klasik usûl üzere okumuştur. Çünkü Ezher-i Şerif’in sâneviyye bölümünde öyle bir eğitim veriliyordu ki orada okuyan öğrencilerin okuduğu metinleri doktora öğrencileri bile okuyamazdı. O zaman Ezher’in o bölümünden mezun olan talebeler ‘imam’ kabul edilirdi. İstanbul medreseleri de aynı şekilde ... Zahid el-Kevseri hoca nereden mezun oldu? Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi, Paçacızade, Şeyhzade vd. ulema nereden mezun oldu? Hepsi bu gün ‘klasik medreseler’ dediğimiz yerlerden mezun oldular. Ama bu gün üniversite hocaları, bu âlimlerin yazdığı ilmi derinlikte bir satır bile yazamazlar. Bana bu asır boyunca üniversite hocalarının modern felsefe ve reddi konusunda yazdıklarının hepsini getirin ve Şeyhülislam Mustafa Sabri’in Mevkifü’l-ilm ve’l-Akl’ının yanına koyun bakalım, çok karikatüristik bir manzara çıkar ortaya değil mi? Ya da Zahid el-Kevseri hocanın küçük bir risalesiyle bu gün üniversitelerde yapılmış olan doktora çalışmalarını karşılaştırdığınızda ne söylediğim daha net anlaşılır.”  (4) 

Anadolu’da da son dönemde ilmiyle adından söz ettiren ulemanın medrese kökenli olması yukarıdaki tesbitlerin bizde de fazlasıyla geçerli olduğunu ortaya koymaktadır. Müfid Yüksel’in aktardığı son devirde (Bitlis’e bağlı) Norşin Medresesi’nde yetişen ulemanın isimleri(5) örnek gösterilebilir. Hatta zor olan aksi örnekler ortaya koyabilmektir.

Tanıtmaya çalıştığımız kitap Cumhuriyet’in ilanıyla birlikte yok kabul edilen ve ilmi ibadet telâkki eden insanların çektikleri sıkıntıları(6) birinci elden tanıklar vasıtasıyla aktarıyor olması, yazarının medrese tecrübesi yanında üniversite hocası olması ve bu tecrübeler yardımıyla medrese eğitimi, mahiyeti ve çözüme yönelik önerileri sebebiyle dikkate alınmalıdır.

Mehmed Zahid Aydar Mîsak Dergisi
Sayı:255 / Şubat 2012

____________________

(1)     Şark Medreselerinde okutulan sıra kitapları bu bölümde ayrıntılarıyla tanıtılmakla beraber genel olarak medreselerde okutulan ulûm-i aliye (alet ilimleri) denilen dersler; Sarf, nahv, belâgat (beyan, bedi’ ve meâni), iştikak, lügat, inşa, kitâbet, hitabet ve mantık kısaca şu şekilde izah edilebilir. Sarf (morfoloji), kelime bilgisi; nahv (sentaks) ise, cümle bilgisidir. Belâgat, düzgün ve yerinde söz söylemeyi öğreten ilimdir. Meanî, beyan ve bed’i olmak üzere üçe ayrılır. Beyan ile, terkiblerin, maksada delâletteki açıklığı anlaşılır; hakîkat, mecaz, kinâye, ta’rîz, teşbîh, istiâre gibi sanatlar üzerinde durulur. Bedi’, sözün garib (alışılmadık) hitab ve kelimelerle söylenerek güzelleştirilmesidir. “Rahman, arş üzerine istivâ etti’; yani gâlib oldu, ayetinde olduğu gibi. Yine meselâ bir insanın çok misafirperver olduğunu anlatmak için, ocağında çok kül vardır demek gibi. Meâni, sözün ve terkiblerin, muktezâ-yı hâl ve makama mutâbık ve îcazlı söylenmesidir. Başın sağ olsun ile gözün aydın sözlerinin nerede söyleneceğini bilmek gibi. İştikak, aynı kökten türemiş birkaç kelimeyi bir araya getirmek demektir. Meselâ, mesîh kelimesinin, seyahat veya mesh kelimesinden geldiğine dair ihtilaf vardır. İnşa’; taleb ve haber, lafz ile mânânın münasebetini tesbit eden; edatları, haber ve dilek sîgalarını (kiplerini) gösteren ilimdir. Kompozisyon için de inşa’ kelimesi kullanılmıştır. Lügat, isim ve fiillerin değişik hallerine dairdir. Mesela, sebîl ve tarîk yol manasına gelmekle beraber, birincisi hayırda kullanılır. Lügat ilmini bilmek de, Arab lügatini ve bunun evda’ını, sahîhini, mervîsini, mütevâtirini, red yollarını, mevdû’ lügatları, fasîh, redî ve mezmûm şekillerini bilmek ve müfred, şâz, nâdir, müsta’mel, mühmel, mu’reb, ma’rife, iştikak, hakîkat, mecâz, müşterek, ızdâd, mutlak, mukayyed, ibdâl, kalb denilen lügat bilgilerinde üstad olmak demektir. Kitabet, usûlüne uygun yazmak; hitâbet ise usûlüne uygun konuşmak sanatıdır. Mantık ise, doğru muhakeme ve doğru düşünmeyi öğreten ilimdir. (Ekrem Buğra Ekinci, İslâm Medreseleri Tarihine Bir Bakış, Rıhle Dergisi, Ekim-Aralık 2011, Sayı:13, Sh:46)

(2)     Prof. Dr. İsmail Kara babası-hocası Mehmet Kara(Kutuz Hoca)’nın hatıralarını aktardığı “Kutuz Hoca’nın Hatıraları” kitabının giriş kısmında babası için bu kitabın “yalnızca hocalarının tanınmasına, mübarek yüzlerinin temaşa edilmesine ve rahmetle anılmalarına vesile olduğundan”(Sh: 8) büyük bir değere sahip olduğunu aktarır. Kutuz Hoca iki yerde (Sh: 39 ve 44) hocalarından bahsederken gözyaşlarına engel olamaz. (İsmail Kara, Kutuz Hoca’nın Hatıraları, Dergâh Yay, 3. Baskı, İst 2000) M. Sirâceddin Öztoprak benzer birkaç örnekten cesaret alarak aynı zamanda hocası olan babası Sadreddin Öztoprak’a hatıralarını yazmasını rica eder. Boşa çıkan tüm ısrarlarının sonunda nihayet bir gün babasına der ki: “Baba, amacım sadece sizin hayatınızı yazmak değil, sizinle birlikte arkadaşlarınızı ve muhterem hocalarınızın yüksek meziyetlerini de anlatıp gelecek kuşaklara tanıtmak ve unutulmamalarını sağlamaktır.” Keşke bu amacımı ta baştan arz etseydim. Babamın cevabı şu oldu: ‘Gerçekten hocalarım anlatılmaya değer şahsiyetler idiler. Yazılmaya değer bir meziyetim varsa, o da zevatın talebesi olabilmiş olmamdır. Cennetmekân hocalarımla aynı kitapta benimde adımın geçmiş olması belki vesile-i necat olur.’ Bu cevap teklifime yeşil ışık anlamına geliyordu...”(Sadreddin Öztoprak, Şark Medreselerinde Bir Ömür, Beyan Yay, İst 2003)

(3)     Prof. Dr. Halis Ayhan, Türkiye’de Din Eğitimi, Dem Yay, İst 2004, Sh:50-57

(4)     Din Muhammed Hocayla Mülâkat, Rıhle Dergisi, Ekim-Aralık 2011, Sayı:13, Sh:64-84

(5)     Müfit Yüksel, Kürdistan’da Değişim Süreci, Sor Yay. Ank 1993, Sh:213-215

(6)     İlim tedrisinin çileli olduğu malumdur. Son dönemde konu ile ilgili hatırat kitapların yayınlanmış olması memnuniyet vericidir. Hemen hepsinin ortak tarafı satır aralarında fazlasıyla hissettiğiniz ihlâstır. İlgilenenler için şu kitaplar dikkate değerdir. İsmail Kara, Kutuz Hoca’nın Hatıraları, Dergâh Yay, 3. Baskı, İst 2000, Sadreddin Öztoprak, Şark Medreselerinde Bir Ömür, Beyan Yay, İst 2003, Ahmet Muhtar Büyükçınar, Hayatım İbret Aynası (4 cilt), Marifet Yay. İst 1996-1997, Ali Ulvi Kurucu, Hatıralar (3 cilt),Kaynak Yay. İst 2007 Ayrıca ulemanın ilim uğruna katlandığı fedakârlıklar için bakınız: Abdulfettah Ebû Gudde, İlim Yolunda, Erkam Yay, İst 2011