Diyanet İşleri
Başkanlığı’nın doğu ve güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde; medrese eğitimini
tamamlamış bin civarında mollayı istihdam edeceğini açıklaması, medya
aydınlarının gündemini uzun süre işgal etmiştir. Molla ve ‘mele’ gibi
kavramları ilk defa duyan medya aydınları, keyfi yorumlarını ön plâna
çıkarmışlardır. Prof. Dr. M. Halil Çiçek tarafından kaleme alınan ‘Şark Medreselerinin
Serencamı’ isimli eser, medrese eğitiminin keyfiyetini ortaya
koymaktadır. Yazar kitabın önsözünde şu tesbitte bulunmuştur:
“Medreselerin,
hem kurum olarak hitap ettikleri bölge insanından, hem de İslamî ilimlerin
öğretiminde takip ettikleri yöntem ve üstlendikleri fonksiyonlar açısından ilim
adamlarından hak ettikleri ilgiyi gördükleri söylenemez. Nitekim bu kurumun söz
konusu kesimler tarafından tümüyle göz ardı edilmesi ve nerede ise bütünüyle
unutulmaya terk edilmesi bu savımızı kanıtlar niteliktedir. Bu nedenle biz, son
demlerine yetişip çokça istifade ettiğimiz medrese kurumuna bir vefa borcu
olarak, bu müessesenin işleyiş tarzı, eğitimdeki program ve yöntemi hakkındaki
düşüncelerimizi okuyucuyla paylaşmaya karar verdik. Bu kurumun içinde yetişen
bir kimse olarak müşahedelerimizi ve büyük oranda da görgü tanıklarının
beyanlarını dile getirmeye gayret ettik.”
![]() |
Şark
Medreselerinin Serencamı
Beyan Yayınları
Mîsak Dergisi
Sayı: 255 / Şubat 2012
|
Geçtiğimiz ay
medyayı meşgul eden meselelerden birisi de Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde bu
güne kadar faaliyetlerine devam etmiş olan medreselerdir. Doksanlı yıllarda PKK
baskısıyla bir kısmı kapanmak bir kısmı da Batıya göç etmek zorunda kalan
ulemânın getirdiği medreseleri daha iyi anlayabilmek için, bu medreselerde
yetişmiş Prof. Dr. M. Halil Çiçek tarafından kaleme alınan Şark
Medreselerinin Serencamı adlı eserin tahlil edilmesinde fayda vardır.
Yazar kitabın önsözünde kitabı kaleme alma sebebini şu şekilde izah eder:
“Medreselerin, hem kurum olarak hitap ettikleri
bölge insanından, hem de İslamî ilimlerin öğretiminde takip ettikleri yöntem ve
üstlendikleri fonksiyonlar açısından ilim adamlarından hak ettikleri ilgiyi
gördükleri söylenemez. Nitekim bu kurumun söz konusu kesimler tarafından
tümüyle göz ardı edilmesi ve nerede ise bütünüyle unutulmaya terk edilmesi bu
savımızı kanıtlar niteliktedir. Bu nedenle biz, son demlerine yetişip çokça
istifade ettiğimiz medrese kurumuna bir vefa borcu olarak, bu müessesenin
işleyiş tarzı, eğitimdeki program ve yöntemi hakkındaki düşüncelerimizi
okuyucuyla paylaşmaya karar verdik. Bununla insanların asırlar boyu ilme hizmet
etmiş bu kurum hakkında birinci elden doğru bilgi edinmesini hedefledik.
Çalışmamızda ulaştığımız sonuçlar ve ileri sürdüğümüz yargılar, öncelikle bu
kurumun içinde yetişen bir kimse olarak bizzat müşahedelerimize ve büyük oranda
da görgü tanıklarının beyanlarına dayanmaktadır.” (Sh:7-8)
“Modern eğitimli insanlar olarak -hoşumuza gitsin
veya gitmesin- şu hususu kabullenmek durumundayız: Modern insanlar olarak biz
fazilet ve güzel ahlâkla insanı kemale erdiren, ihlâs, feragat ve fedakârlıkla
insanı donatan yüce değerleri modern eğitimle insana veremedik. Yine bu modern
eğitimle; belki hiç farkında olmadan insanların azımsanamayan bir kısmı, büyük
ölçüde ulvî gayelerden ve yüksek hedeflerden yoksun bırakıldı. İnsan, deyim
yerindeyse sadece yiyen, içen ve üreyen bir nesne haline getirildi. Belki de
farkında olunmadan modern eğitimle insana sınırsız güç kullanımı, sınırsız şehvet
tatmini ve yine sınırsız tüketim arzusu aşılandı. Yine modem eğitim insana;
aşırı bir bencillik, aşırı bir menfaatperestlik ve aşırı bir kendini
beğenmişlik duygusu verdi. Modern eğitimin realiteye geçirdiği hedefleri hep bu
çizgilerde gerçekleşti. Kabul etmek gerekir ki, sevgi, saygı, şefkat,
yardımlaşma, dayanışma, dürüstlük, samimiyet, diğerlerinin hak ve
özgürlüklerine saygılı olma ve başkasını kendisine tercih edebilme noktalarında
‘modern eğitim’ resmen büyük bir iflas sürecini yaşamaktadır. Fakat medrese
eğitim sistemi ise her şeyden önce ahlâkiliği önceleyen ve manevi değerleri
içselleştiren bir anlayış ile kurulmuş ve şekillenmiştir.” (Sh:13-14)
“Pozitivist Batı uygarlığının küresel ölçekte
yaygınlık kazanmasıyla İslâmi mantalitenin dumura uğraması, İslâm âleminde
ithal rejimlerin her türlü din orijinli faaliyeti tarassut ve tasallut altına
alması ve bu faaliyetlerle, belli aralıklarla baskı ve şiddet uygulaması
sonucunda özellikle din eğitimi alanında yürütülen tüm kayıt dışı/gayri resmi
çalışmalar yakın gözlem altına alındı ve söz konusu rejimlerin kendilerine
uygun bulmadıkları bütün girişimler, yasaklar arasına konuldu. İşte bu süreçte
medrese de legaliteden illegaliteye kerhen geçirilmiş oldu ve böylece asırlar
boyu bölgenin belki de ülkenin maarif problemini giderme hususunda ciddi
gayretler gösteren medrese kurumu resmi makamlar nezdinde meşruiyetini ve
kendini ifade edebilme hakkını yitirmiş oldu.” (Sh:15)
“Medrese, bölge halkı içerisinde de yaygınlaşan ve
kökleşmeye yüz tutan sekülerleşmenin ağır darbelerine de aldırmayarak ayakta
kalma mücadelesini daha kararlı ve azimli bir şekilde verdi. Ancak seksenli
yıllarda karşısına ansızın sanki medreseye son vermek için birileri tarafından
dizayn edilmiş PKK ve HİZBULLAH ikilisinin çatışması çıkıverdi. Bu ikilinin
çatışması, zaten hasta olan medreseye öldürücü son darbeyi indirdi. Böylece
takriben bölgede 800 yıllık bir mazisi olan Şark Medresesi hayata veda ederek
tarihteki yerini almaya geçti.” (Sh:17-18)
“Karadeniz’in belli bir kesiminde bir zamanlarda
etkin bir eğitim faaliyetini deruhte eden Trabzon medreselerinin durumu da Şark
medreselerininkinden farklı değildir. Medrese orada da uzun yıllar önemli ilmi
ve içtimaî işlevlerde bulunmuştur. Ancak tıpkı Şark medreseleri gibi tarihi
kayıt ve tescil açısından kimse Karadeniz medreseleriyle de ilgilenmemiştir.” (Sh:19)
Çalışma’nın
İçeriği ve Yöntemi
“Çalışmamız iki ana bölümden müteşekkil olacaktır.
Birinci bölümde tarihi bir kurum olarak medreseyi tanıtmaya çalışacağız. İkinci
bölümde ise medreseyi eleştirel bir bakış açısıyla ele alacağız.” (Sh:25)
Birinci Bölüm
Bir Kurum
Olarak Medrese
1.1.
Medresenin coğrafyası:
“Şark Medreseleri tabiriyle her ne kadar biz
Türkiye’nin Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgeleri’nde faaliyet göstermiş
medreselere işaret etsek de gerçekte Şark medreseleri türü; ilmi ve ahlâki
faaliyet gösteren kurum olarak, sadece Türkiye’nin Doğu bölgelerinde değil;
bilakis Kürtlerin yoğunlukta olduğu tüm coğrafyada ve hâlâ da büyük bir
kısmında faaliyete devam etmektedirler.” (Sh:27)
1.2.
Medresenin tarihçesi:
“Bölgenin Hz. Ömer döneminde yaklaşık hicri 14-30
yılları arasında İyaz b. Ğenm’in komutasında Müslüman olmasıyla ilim tahsili de
bir şekilde bölgeye girmiştir. İlme olan rağbetin artmasıyla diğer bölgelerde
olduğu gibi doğu bölgelerimize de ilmin tahsil edilip öğretildiği ilmi kurumlar
tesis edilmiştir.
Bölge Osmanlı idaresine geçtikten sonra,
eğitim-öğretim kurumları hükümet merkezine daha yakın olan Batı ve İç Anadolu
bölgelerine kaydırıldı. Doğudaki medreseler ise yerel hükümetlerin desteği ile
ayakta kalmaya çalıştı. Ancak zamanla bu yerel hükümetlerin de desteğinin
azalmasıyla Şark Medreseleri kendileri için başka bir mecra arayışına geçti. Bu
nedenle medresenin daha velût olduğu şehir merkezlerinin yanında kendisine
yedek bir mecra olarak kırsal alanı seçtiğini ve bir kısım merkezlerini
buralara kaydırdığını müşahede etmekteyiz.
Nitekim cumhuriyetin ilanı ve 1924’te tevhid-i
tedrisatın yasalaşmasıyla artık medrese legal bir yapıdan illegal bir yapıya
itilmiş oldu. Bunun doğal sonucu olarak medresenin çağdaş ilim dünyasıyla
diyaloğa geçme imkânı ortadan kalkmış ve bir nevi kapalı devre sistemiyle
çalışma sitiline geçerek kendi müfredatını ve çalışma programlarını çağın
ihtiyaçlarına ve isteklerine uygun biçimde dizayn etme şansını da tamamen
yitirmiş oldu.” (Sh:34-35)
1.3.
Medresenin teşekkülü:
“Medresenin teşekkülü için evvel emirde bazı başat
unsurlar gerekir. Bunlar hoca, öğrenci, masraflarını karşılayacak bir sponsor
ve eğitim-öğretim faaliyetinin sürdürüleceği bir mekân. Bunların arasında en
önemli unsur hocadır. Hoca olduktan sonra diğerlerinin temini fazla zor
değildir. Çünkü ortada bürokratik bir işlem yoktu. Bütün iş hocanın öğrencileri
besleyecek ve kendi maişetini deruhte edecek bir köy veya mahallenin bulunması
ve köy/mahalle halkının her ikisinin masrafını deruhte etmesiydi. Çoğu zaman
hoca, medresenin mekânsal durumunu hiç dikkate almazdı. Çünkü caminin
bitişiğinde bir-iki odalık bir yer, o da bulunamazsa medrese yapılıncaya kadar
öğrenciler camide veya benzeri bir yerde idare edebilirlerdi.” (Sh:35-37)
1.4.
Medresenin işleyişi:
Medresede
günlük hizmetlerin yerine getirilme usulleri hakkında bilgi verilir. (Sh:40-45)
1. 5.
Medresenin müfredat programı:
“Şark medreseleri -Osmanlının dağılmasından
sonraki dönem itibarıyla- tek bir kurum veya mekanizma tarafından organize
edilmemelerine rağmen hemen hemen her tarafta aynı müfredatı takip ediyorlardı.
Medrese müfredatının ilim iskeletini şu ilim dalları oluşturuyordu:
A- Dil ilimleri: Sarf, Nahiv, Vazı’, İştikak,
Meâni, Beyân, Bedi’, Şiir ve Lügat.
B. Felsefe İlimleri: Mantık ve Felsefe.
C. Şer’i İlimler: Kelâm, Ahlâk, Fıkıh, Usûl-i
Fıkıh, İslâm Tarihi, Hadis ve Tefsir.
D. Münazara :(Tartışma usul ve adabı).
E- Hat: (yazı).
Bizden yaklaşık bir iki nesil öncesinde Matematik,
Felekiyat (Astronomi), Hadis Usûlü ve Tecvid de okunurdu. (Sh:46)
1. 5. 1. Alet ilimleri / sıra kitaplar: Bu bölümde
hangi kitapların(1) hangi
sıra ile okutulduğunu sebepleri ile izah eder. (Sh:46-70)
1. 5. 2. Diğer şer’î ilimler: Bizim kuşağımızda
sıra kitapları ile birlikte okutulan şer’î ilimler şunlardır: Fıkıh, hadis,
tefsir, İslâm tarihi/siyer, edebiyat, kelam ve usûl-u fıkıh. (Sh:70-78)
“Medreselerde özellikle bizim kuşakla bizden önceki bir-iki kuşakta Kur’an’ı
tashih-i hurufla okumak büyük bir problem teşkil ediyordu. Yani Arabî ilimlerde
yüksek düzeyde hoca yetiştiren birçok müderris, deyim yerindeyse namazı sahih
olacak bir şekilde bile Kur’an’ı tertîl ve tecvide riayet edecek şekilde
okuyamıyordu. Bunun farkında olan bazı hocalar tecvid öğretimine önem verdi ve
bunu medresede başat bir ders haline getirdi. Fakat medresenin yakın tarihinde
tecvid öğretimi geleneği yoktu.” (Sh:75)
1. 5. 3. Ders takriri: Hoca seçiciliği, öğrenci
için önemli bir öğretim ve eğitim avantajını sağladığı gibi medrese eğitim
sisteminde de büyük pozitif bir katkıya sahipti. Bu seçicilik medrese
eğitiminin en önemli karakteristik özelliklerinden biridir. (Sh:79)
Kanaatimizce
medresede ders takririni başarılı kılan unsurlar şunlardır:
a. Kavrama –
kavratma, b-Bire-bir anlatma, c- Yakın mekân unsuru ve d- Ana dilde eğitim.
(Sh:80-84)
1.6. Medresenin 24 saati:
Sabah şafağın
sökmesiyle başlayıp gece geç saatlere kadar devam eden program hakkında bilgi
verir. (Sh:85-100)
1.7. Medrese eğitiminin sistematik yapısı:
Medrese
eğitiminin resmî eğitimde olduğu gibi keskin çizgilerle birbirinden
ayrılmadığını bazı safhalardan oluştuğunu, bu ayrımın rölatif olduğunu ve
yazarın kişisel bir yaklaşımı olduğunu vurgulayarak bu safhalarda ne okutulduğunu
izah eder. (Sh:100-106)
Asırlar boyu
süre gelen medrese eğitiminde ön palana çıkan bu özellikler medrese eğitiminin
vazgeçilmez özellikleri haline geldi.
Bu özellikleri
şu şekilde resimlendirebiliriz:
1. Medrese
eğitimi hasbi olup hesabi değildir: Bu çalışmamızın farklı yerlerinde atıfta
bulunulduğu gibi medreselerde hoca verdiği derslere karşılık veya medresesinde
barındırdığı öğrencilere mukabil hiç kimseden bir ücret talep etmiyordu.
2. Medrese
eğitimi süreklidir süreli değildir: Mezuniyet için süre sınırlaması yoktur.
Talebenin çalışkanlığı ve yetenekleri bu süreyi belirlemektedir.
3. Medrese
eğitiminde seçicilik esastır: Medrese eğitimini farklı kılan en can alıcı
noktalardan biri de belki bu (hoca ya da öğrenci) seçiciliğidir.
4. Hoca -
öğrenci ilişkileri: Medrese eğitimine ciddi bir hususiyet kazandıran önemli
özelliklerin başında hoca-öğrenci ilişkilerindeki karşılıklı sevgi, hasbilik,
fedakârlık, ilmi verimlilik ve sürekliliktir.(2)
5. Öğretilen bilginin
kalıcılığı: Öğretilen bilginin öğrenci nezdinde kalıcı olması ve iyice
kavranmış olması medrese eğitiminde esastır. Bu kalıcılığın temininde ve
verilen bilgilerin iyice sindirilip meleke haline gelmesinde beş temel unsur
etkindir ki, bu temel unsurlar medrese eğitiminin bel kemiğini oluşturmaktadır.
Bu unsurlar şunlardır:
a. Ders alma,
b. Ders verme, c. Ezber yapma, d.Mütalaa etme, e. Müzakere yapma f. Ders
dinleme (Sema)
6- Ahlaki
Yapılanma: Herkes alabildiğine diğeri için mütevazı ve alçakgönüllü olurdu.
Medrese hocaları genellikle kendilerini beğenmişlikten, kibirden ve
bencillikten azami derecede kaçınırlardı. Hem hocaların hem de öğrencilerin
karşılıklı buluşmalarında herkes diğerini memnun etmek işin adeta yarışa
girerdi.
7- Medrese
öğrencilerinin birbirlerinden istifade etmelerinin sağlanması: Medrese
eğitimini bu günkü modern eğitimden ayıran en önemli özelliklerden birisi
öğrencilerin birbirlerinden istifade etmelerinin esas görülmesidir. Bu
istifade, genellikle müzakere şeklinde veya dersinden yahut okuduklarından
anlamadığı bir hususu/hususları kendisinden daha bilgili olan bir öğrenciden
öğrenmek suretiyle olurdu.
8- Sevgi ve
saygı: Özellikle hocaların öğrencilere olan sevgi ve şefkatleri takdire şayan
bir düzeydeydi. Kimi hocalar kendi çocuklarına bile göstermedikleri ilgiyi
öğrencilerine gösteriyorlardı.” (Sh:106-117)
1. 8.
Medresenin finans kaynağı:
“Medrese, faaliyet gösterdiği coğrafyanın tümüne
yayılmış durumdaydı. Kimi şehir mahallelerinden tutun en küçük köylere kadar
ders verebilecek hocanın olduğu irili ufaklı birçok medrese bulunmaktaydı.
Henüz kadrolu resmi imamların yaygınlaşmadığı dönemde bazı köy halkı, köye yeni
hoca alırken öğrenci okutmasını şart koşarlardı. Bu, genelde İslam’dan mülhem
olan “ilim tahsiline yardımcı
olmak Allah katında büyük bir fazilettir ve sevabı da büyüktür” inancının
bölge sathına iyice yayılıp yerleşmiş olmasından kaynaklanıyordu. Böyle olunca
herkes kendi imkânları ölçüsünde medreseye ve medreseyle ilgili unsurlara bir
şekilde yardımcı olmaya gayret ediyordu.” (Sh:117)
1. 9.
Medresenin bölge genelinde ilmi ve sosyal rolü:
Bölgenin ilmi
hayatında medresenin görülen bu etkin rolü, bölgenin dinî, ahlaki ve kültürel
yapılanmasında da yoğun bir şekilde görülmektedir. Dolayısıyla televizyon ile
PKK’nın bölgenin derinliklerine nüfûz ettiği seksenli yıllara kadar, bölgenin
en belirgin karakteristik özelliği dindar olmasıydı. Bunun en göz alıcı
belirtisi, dini hayatın günlük olaylarda belirleyici olmasıdır. Toplumun tüm
katmanlarında İslâmi ilkeler belirleyici bir özellik taşıyordu. (Sh:139)
“Günlük
alışverişlerde, vâki olan hukuki ve mali münazaalarda referans daima İslâm
fıkhı (hukuku) idi. Yakın tarihe kadar bölgede beşerî hukukla işleyen
mahkemelere başvuranlar azınlıktaydı. Mahkemelik olan hukuki olayların
genelinde 1970’li yıllara kadar İslâm Hukukuyla çözmek üzere bölgede fıkıh
otoriteleri olarak kabul edilen âlimlere başvuruluyordu. Bu âlimlerin
verecekleri kararın tarafsız, dürüst ve adil oluşuna kuşku duyulmuyordu.” (Sh:142)
1.10.
Medresenin ilişki ağı:
“Hocasıyla ve öğrencisiyle medrese mensupları,
çevrelerindeki insanlarla ilişki kurduklarında genellikle mesafe koyarak belli
bir resmiyet seviyesinde ama gayet samimî ve dostane bir şekilde ilişki
kuruyorlardı.” (Sh:154)
1.11.
Medresenin toplumsal algısı:
“Medrese: İlmi bir kurum, İslâm’a hizmet için
kendisini adayan bir müessese, irfan ve kültür kaynağı, fazilet ve ahlâkta
örnek bir eğitim merkezi, sosyal problemlerin bir çözüm yeri ve bölgede bir
barış gücüdür.” (Sh:165)
İkinci Bölüm
Medreseye
Eleştirel Bir Yaklaşım
“Özellikle modern zamanlarda medresenin rolünü
bitiren ve zaman içerisinde ortadan kalkmasına neden olan üç sebepten söz
edilebilir.
A- Medrese mensuplarının organize olamayıp bir
araya gelme kültürlerinin ve ortak tavır gösterme bilinçlerinin olmayışıdır.
B- Medresenin ekonomik bağımsızlığının olmayışı ve
halkın yardımıyla geçinmiş olmasıdır. C- Belki en önemlisi de devletin
medreseden desteğini çekip faaliyetlerini durdurması, ona alternatif kurum
olarak İmam-Hatip Liselerine sahip çıkması ve buralardan mezun olanlara iş
alanlarını açmış olup medrese mensuplarına iş alanını kapatmış olmasıdır.
Kanaatimizce, medresenin bitmesinin arkasında
duran en büyük sebep bu üç sebeptir.” (Sh:167)
2.1.
Medresenin saygınlığını kullanmaması:
“Şark Medreseleri mensupları, Uzak Doğunun medrese
tecrübesi üzerinde durmadı. Oysa bu medreselerden alınacak çok şey vardı. Zira
bu medreseler, modern toplumun ilmi, idari ve kültürel ihtiyaçlarını karşılamak
üzere kendi müfredat programlarını radikal diyebileceğimiz bir şekilde revize
etmişti. Şark Medreseleri bölgedeki saygınlığını kendi mensuplarının birinci
derecede ilmî seviyelerini ve yaşam standartlarını yükseltmek ve mezunlarına iş
alanlarını açmak için kullanmadı ve bu yönde modern zamanlarda doğabilecek
imkân ve fırsatlar üzerinde de hiç durmadı.” (Sh:168-169)
2.2.
Medresenin kendisini yenileyememesi:
“Tevhid-i tedrisat kanunu bahanesiyle bölge
âlimlerine yapılan baskılar sonucunda birçok âlim medresesini kapatmış,
kitaplarını yakmış veya toprak altına gömmüş durumdaydı. İnsanların sudan
bahanelerle nasıl asıldığını, öldürüldüğünü veya en hafifinden sürgüne
yollandığını herkes biliyordu. Bu kapalılığın somut bir sonucu olarak medrese,
Batının geçirmiş olduğu aydınlanma sürecinin akabinde ve özellikle de yirminci
asırda fırtına gibi esen değişim ve gelişim olgularına karşı kendisini
yenileyemedi.” (Sh:172-174)
2.3.
Medresenin değişime karşı direnmesi:
“Eski program da oldukça zaman isteyen birçok şerh
ve haşiye ile şişirilmiş bir programdı. Oysa bu zamanın yeni icapları, farklı
zaruretleri ve günümüzde zamanın kısıtlı olması gibi hususlar göz önüne
alınarak müfredat programı daha pratik daha seri bir hala getirilebilirdi. Bu
şerh ve haşiyelerin yerine daha pratik derli toplu eserler kullanılabilirdi.
Bunun için medresenin modem zamanlarda öncelikli olarak yapması gereken şey,
müfredat programını değiştirmesidir.” (Sh:176-177)
2. 4.
Medreselinin kendisini ifade edememesi:
“Medrese geleneğinde hoca ve öğrenci arası
ilişkiler köklü ve gönüllü bir sevgi ve saygıya dayalı ilişkilerdir. Tamamen
gönüllü bir saygının egemen olduğu bir ortamda kimi zamanlar hem öğrenci hem de
hoca bu saygının dozajını iyi ayarlayamadıkları için aşırı saygı, öğrencinin
kişiliğinde olumsuz yönde geri teper ve öğrencide kendini ifade edememe,
cesaretsizlik ve hatta kimi zamanlarda ürkeklik halini doğurur. Bölge genelinde
ilim ve irfanıyla ün yapmış bazı hocaların bir hutbe okumaya bile cesaret
edememesi bunun tipik bir örneğidir.” (Sh:177-178)
Sonuç
“Medreseyi modem eğitim kurumlarından ayıran en
büyük etken onun sahip olduğu çalışma programıdır. Bu programın en belirgin
özellikleri öğrenimde süreklilik, kalıcılık, seçicilik ve hasbiliktir.
Sürekliliğin sağlanması için uzun tatillere asla yer verilmediği gibi günün
yaklaşık 17 saati de eğitimle geçiyordu. Medresenin aktif olduğu ve tam
kapasiteyle çalıştığı dönemlerde mutat tatili olan hafta sonu (Perşembe günü
öğleden sonra ve Cuma günü gün batımına kadar) hariç öğrencinin zamanını boşa
geçirilmesine asla izin verilmiyordu. Kalıcılığın sağlanması için de medrese
eğitim ve öğretiminde ders, (alma-verme), ezberleme ders dinleme, müzakere ve
mütalaadan oluşan beşli bir sistem uygulanıyordu.
Medrese eğitim sistemini ayrıcalıklı kılan en
önemli hususiyetlerin arasında medresenin örnek ahlaki yapılanması, hoca ve
öğrencisinin İslami bir kişilik kazanması ve medrese elemanlarının arasında var
olan karşılıklı sevgi ve saygı ilişkisinin olmasıdır. Bu ilişki biçimi toplum
genelinde olumlu etkiler bırakmıştı.
Medrese mensupları -istisnaların dışında - bölge
insanı için örnek ve model oluyorlardı. Medresenin yaygın olduğu yörelerde
medrese mensuplarının davranışlarının halk içindeki olumlu yansımaları,
belirgin bir şekilde hissediliyordu. Zaten neticede hasbi bir kurum olan medresenin
bölgede bu denli uzun ömürlü olmasını sağlayan da bu örnek ilişki biçimidir.
Medrese hocaları ve öğrenciler düzeyinde görülen bu örnekliğin bir uzantısı
olarak medrese toplum genelinde itibar kazanmıştı ve saygın bir konumu vardı.
Bu saygınlık sonucunda sosyal yapılanmayı etkileyen gelişmelere damgasını
vuruyordu. Toplumun mazbut bir ahlak yapısına sahip olmasının ve dini hayatın
diri olmasının arkasında duran en önemli etken medreseydi.
Medreseli âlimler toplumun ıslahı, toplumsal
barışın, birlik ve beraberliğinin sağlanması noktalarında çok önemli görevler
icra ediyorlardı. Toplumun farklı katmanları üzerinde günün şartlarına göre
kalıcı ve derin izler bırakıyorlardı. Bu âlimlerden her biri bulunduğu yerde
hatırı sayılır bir itibara ve etkinliğe sahipti. Toplumun bireyleri kamuyu
ilgilendiren bir işe giriştiğinde bu âlimleri görmezlikten gelemezlerdi.” (Sh:181-185)
Van
Valiliği’nin 1999 yılında düzenlemiş olduğu Sosyal Bilimler Kavşağında Doğu ve
Güneydoğu Anadolu Bölgelerinde Dinî Eğitimin Rolü başlıklı tebliğ metnini
kitabın sonuna ekleyerek çalışmasını tamamlamıştır.
Tek parti
döneminin son Millî Eğitim Bakanı Tahsin Banguoğlu 3 Mart 1924 tarihinde
çıkarılan 430 sayılı Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nun manasını: “ Türkiye’de bundan
böyle bir tek umumi tahsil müessesesi, bir tek mektep yaratmak, bir tek terbiye
vermek ve bir tek zihniyet sahibi insanlar yetiştirmek, bu sayede de bir tek
bütün millet meydana getirmek” şeklinde açıklar. Herhangi bir okulun
kapatılması, kanunun kabul edildiği sıralarda düşünülmüyordu veya
milletvekillerinin büyük bir kısmı medreselerin kapatılacağını düşünmüyordu.
Maarif Vekili
Vasıf Çınar, Mayıs ayında yayınladığı bir genelgeyle bütün medreseleri
kapatmıştır. Maarif Vekilinin bu konuyu kamuoyuna “On altı bin asker
kaçağının ocağını söndürdüm. Bundan duyduğum zevk, milli mücadelenin o
heyecanlı devirlerinde duyduğum en yüksek zevklerden daha büyüktür.” şeklinde
yansıtması içinde bulunduğumuz halin tahlili açısından dikkate değerdir.
1982’ de
yürürlüğe giren Anayasa’nın 174. maddesiyle de, “Anayasa’ya aykırı
olduğu şeklinde anlaşılamaz ve yorumlanamaz” ifadesiyle sayılan sekiz
inkılâp kanunundan biri olarak koruma altına alınmıştır.(3)
Söze
başladıklarında; demokrasiden, insan haklarından, özgürlüklerden söz eden
çevrelerin, Tevhid-i Tedrisat söz konusu olduğunda gösterdikleri tepkilerin,
acıktıklarında helvadan yaptıkları putlarını yiyen müşriklerin tavırlarıyla
gösterdiği benzerlik, ibretle izlenmesi gereken bir noktadır.
Bu kadroların
medrese ve medreselilere karşı gösterdikleri tavrın sebebini anlayabilmek için
yurtdışından bir âlimin medrese kurumunu nasıl değerlendirdiğine bakmakta fayda
vardır.
Sri Lanka’da
önce klasik medreseden icazet alıp, daha sonra üniversiteden mezun olan ve hem
medreselerde hem üniversitelerde hocalık yapmakta olan Din Muhammed
Hocaefendi’nin “Edindiğim
tecrübeden hareketle söylemem gerekirse üniversite âlim çıkarmaz” tesbiti
önemlidir:
“Şer’î ilimler
bu medreselerde üniversitelerden çok daha derin bir şekilde okutuluyor. Ben
üniversiteden mezun bir âlim tahayyül edemiyorum ki babasından okumuş ya da
klasik medreseden mezun olmuş olmasın. Üniversitede başarı, ilim ve
istikamet üzere bulduğunuz hocalar üniversite öncesinde ya klasik medrese
okumuştur ya da Ezher’de klasik usûl üzere okumuştur. Çünkü Ezher-i Şerif’in
sâneviyye bölümünde öyle bir eğitim veriliyordu ki orada okuyan öğrencilerin
okuduğu metinleri doktora öğrencileri bile okuyamazdı. O zaman Ezher’in o
bölümünden mezun olan talebeler ‘imam’ kabul edilirdi. İstanbul medreseleri de
aynı şekilde ... Zahid el-Kevseri hoca nereden mezun oldu? Şeyhülislam Mustafa
Sabri Efendi, Paçacızade, Şeyhzade vd. ulema nereden mezun oldu? Hepsi bu gün
‘klasik medreseler’ dediğimiz yerlerden mezun oldular. Ama bu gün üniversite
hocaları, bu âlimlerin yazdığı ilmi derinlikte bir satır bile yazamazlar. Bana
bu asır boyunca üniversite hocalarının modern felsefe ve reddi konusunda
yazdıklarının hepsini getirin ve Şeyhülislam Mustafa Sabri’in Mevkifü’l-ilm
ve’l-Akl’ının yanına koyun bakalım, çok karikatüristik bir manzara çıkar ortaya
değil mi? Ya da Zahid el-Kevseri hocanın küçük bir risalesiyle bu gün
üniversitelerde yapılmış olan doktora çalışmalarını karşılaştırdığınızda ne
söylediğim daha net anlaşılır.” (4)
Anadolu’da da
son dönemde ilmiyle adından söz ettiren ulemanın medrese kökenli olması
yukarıdaki tesbitlerin bizde de fazlasıyla geçerli olduğunu ortaya koymaktadır.
Müfid Yüksel’in aktardığı son devirde (Bitlis’e bağlı) Norşin Medresesi’nde
yetişen ulemanın isimleri(5) örnek
gösterilebilir. Hatta zor olan aksi örnekler ortaya koyabilmektir.
Tanıtmaya
çalıştığımız kitap Cumhuriyet’in ilanıyla birlikte yok kabul edilen ve ilmi
ibadet telâkki eden insanların çektikleri sıkıntıları(6) birinci
elden tanıklar vasıtasıyla aktarıyor olması, yazarının medrese tecrübesi
yanında üniversite hocası olması ve bu tecrübeler yardımıyla medrese eğitimi,
mahiyeti ve çözüme yönelik önerileri sebebiyle dikkate alınmalıdır.
Mehmed Zahid Aydar Mîsak Dergisi
Sayı:255 / Şubat 2012
Mehmed Zahid Aydar Mîsak Dergisi
Sayı:255 / Şubat 2012
____________________
(1) Şark
Medreselerinde okutulan sıra kitapları bu bölümde ayrıntılarıyla tanıtılmakla
beraber genel olarak medreselerde okutulan ulûm-i aliye (alet
ilimleri) denilen dersler; Sarf, nahv, belâgat (beyan, bedi’
ve meâni), iştikak, lügat, inşa, kitâbet, hitabet ve mantık kısaca şu şekilde
izah edilebilir. Sarf (morfoloji), kelime bilgisi; nahv (sentaks)
ise, cümle bilgisidir. Belâgat, düzgün ve yerinde söz
söylemeyi öğreten ilimdir. Meanî, beyan ve bed’i olmak üzere üçe ayrılır. Beyan
ile, terkiblerin, maksada delâletteki açıklığı anlaşılır; hakîkat, mecaz,
kinâye, ta’rîz, teşbîh, istiâre gibi sanatlar üzerinde durulur. Bedi’, sözün
garib (alışılmadık) hitab ve kelimelerle söylenerek güzelleştirilmesidir. “Rahman,
arş üzerine istivâ etti’; yani gâlib oldu, ayetinde olduğu gibi. Yine
meselâ bir insanın çok misafirperver olduğunu anlatmak için, ocağında çok kül
vardır demek gibi. Meâni, sözün ve terkiblerin, muktezâ-yı hâl ve makama
mutâbık ve îcazlı söylenmesidir. Başın sağ olsun ile gözün aydın sözlerinin
nerede söyleneceğini bilmek gibi. İştikak, aynı kökten türemiş
birkaç kelimeyi bir araya getirmek demektir. Meselâ, mesîh kelimesinin, seyahat
veya mesh kelimesinden geldiğine dair ihtilaf vardır. İnşa’; taleb
ve haber, lafz ile mânânın münasebetini tesbit eden; edatları, haber ve dilek
sîgalarını (kiplerini) gösteren ilimdir. Kompozisyon için de inşa’ kelimesi
kullanılmıştır. Lügat, isim ve fiillerin değişik hallerine
dairdir. Mesela, sebîl ve tarîk yol manasına gelmekle beraber, birincisi
hayırda kullanılır. Lügat ilmini bilmek de, Arab lügatini ve bunun evda’ını,
sahîhini, mervîsini, mütevâtirini, red yollarını, mevdû’ lügatları, fasîh, redî
ve mezmûm şekillerini bilmek ve müfred, şâz, nâdir, müsta’mel, mühmel, mu’reb,
ma’rife, iştikak, hakîkat, mecâz, müşterek, ızdâd, mutlak, mukayyed, ibdâl,
kalb denilen lügat bilgilerinde üstad olmak demektir. Kitabet, usûlüne
uygun yazmak; hitâbet ise usûlüne uygun konuşmak
sanatıdır. Mantık ise, doğru muhakeme ve doğru düşünmeyi
öğreten ilimdir. (Ekrem Buğra Ekinci, İslâm Medreseleri Tarihine Bir Bakış,
Rıhle Dergisi, Ekim-Aralık 2011, Sayı:13, Sh:46)
(2) Prof.
Dr. İsmail Kara babası-hocası Mehmet Kara(Kutuz Hoca)’nın hatıralarını
aktardığı “Kutuz Hoca’nın Hatıraları” kitabının
giriş kısmında babası için bu kitabın “yalnızca hocalarının
tanınmasına, mübarek yüzlerinin temaşa edilmesine ve rahmetle anılmalarına
vesile olduğundan”(Sh: 8) büyük bir değere sahip olduğunu aktarır. Kutuz
Hoca iki yerde (Sh: 39 ve 44) hocalarından bahsederken gözyaşlarına engel
olamaz. (İsmail Kara, Kutuz Hoca’nın Hatıraları, Dergâh Yay, 3. Baskı, İst
2000) M. Sirâceddin Öztoprak benzer birkaç örnekten cesaret alarak aynı zamanda
hocası olan babası Sadreddin Öztoprak’a hatıralarını yazmasını
rica eder. Boşa çıkan tüm ısrarlarının sonunda nihayet bir gün babasına der ki:
“Baba, amacım sadece sizin hayatınızı yazmak değil, sizinle birlikte
arkadaşlarınızı ve muhterem hocalarınızın yüksek meziyetlerini de anlatıp
gelecek kuşaklara tanıtmak ve unutulmamalarını sağlamaktır.” Keşke bu amacımı
ta baştan arz etseydim. Babamın cevabı şu oldu: ‘Gerçekten hocalarım
anlatılmaya değer şahsiyetler idiler. Yazılmaya değer bir meziyetim varsa, o da
zevatın talebesi olabilmiş olmamdır. Cennetmekân hocalarımla aynı kitapta
benimde adımın geçmiş olması belki vesile-i necat olur.’ Bu cevap
teklifime yeşil ışık anlamına geliyordu...”(Sadreddin Öztoprak, Şark
Medreselerinde Bir Ömür, Beyan Yay, İst 2003)
(3) Prof.
Dr. Halis Ayhan, Türkiye’de Din Eğitimi, Dem Yay, İst 2004, Sh:50-57
(4) Din
Muhammed Hocayla Mülâkat, Rıhle Dergisi, Ekim-Aralık 2011, Sayı:13, Sh:64-84
(5) Müfit
Yüksel, Kürdistan’da Değişim Süreci, Sor Yay. Ank 1993, Sh:213-215
(6) İlim
tedrisinin çileli olduğu malumdur. Son dönemde konu ile ilgili hatırat
kitapların yayınlanmış olması memnuniyet vericidir. Hemen hepsinin ortak tarafı
satır aralarında fazlasıyla hissettiğiniz ihlâstır. İlgilenenler için şu
kitaplar dikkate değerdir. İsmail Kara, Kutuz Hoca’nın Hatıraları, Dergâh Yay,
3. Baskı, İst 2000, Sadreddin Öztoprak, Şark Medreselerinde Bir Ömür, Beyan
Yay, İst 2003, Ahmet Muhtar Büyükçınar, Hayatım İbret Aynası (4 cilt), Marifet
Yay. İst 1996-1997, Ali Ulvi Kurucu, Hatıralar (3 cilt),Kaynak Yay. İst 2007
Ayrıca ulemanın ilim uğruna katlandığı fedakârlıklar için bakınız: Abdulfettah
Ebû Gudde, İlim Yolunda, Erkam Yay, İst 2011