D. Mehmet Doğan, "Yüzyılın Soykırımı" isimli eserinde Anadolu'ya sığınmak zorunda kaldığımız dehşetli
günleri Prof. Dr. Justin Mc Carty'den özetle aktarır.
Ölüm ve Sürgün, Osmanlı
Müslümanların kıyımı ve Anadolu'ya sığınmamızın hikâyesi olup ibretliktir.
"Bulgaristan müslümanları ya çatışmalarda
öldüler, ya da Bulgarlar ve Rus birlikleri tarafından öldürüldüler. Açlık ve
hastalık yüzünden verilen kayıplar da önemli nisbetteydi. Rusların sivil halkı
katliama tabi tutmalarının sebebi Türk köylüleri arasında dehşet salmak ve
onları ilerleyen Rus ordularının önü sıra kaçırmak, böylece Osmanlı ordusunun
ayağına dolanmalarını sağlamaktı. İstedikleri sonuca ulaştılar."
(Yüzyılın Soykırımı, S. 37)
Ömer Seyfettin, Balkanlardaki müslüman katliamının mantığını İsviçre'de hukuk tahsil etmiş
Bulgar komitacının ağzından şöyle ifade eder:
"Türkler...nasılsa ellerine geçirdikleri
yerlerdeki kavimleri temizlemediler. Onları yutmadılar: Türk yapmadılar...
asırlarca evvel yaptıkları budalalıkların cezasını bugün görmeye başlayan bu
sersem Türklerin hali işte bize bir derstir." (Yüzyılın
Soykırımı, S. 51)
Bu vahşet, Anadolu irfanın yakînen tanıdığı ve asla
unutamadığı bir tuğyanın resmidir.
D. Mehmet Doğan ömrünü bir davaya vakfetti.
Dil, Kültür ve Yabancılaşma...
Kulak verelim:
"Yüz yıldır maruz kaldığımız katliamlar,
soykırımlar, etnik temizlikler, bedenlerimizin yok edilmesiyle son bulmamıştı.
Esasen bedenlerimizin yok edilmesinin de asıl sebebi onu insan eden, farklı
kılan, kişilik sahibi yapan kültürümüzdü. Bu kültüre sahip olmasa idik, onları
rahatsız eden bir kimliğimiz olmayacaktı." (Yüzyılın Soykırımı S. 57)
Yedi düvel bir olmuş, üzerimize çullanmış ve biz
Anadolu'ya sığınmak zorunda kalmıştık.
Fakat tek dişi kalmış canavara hayrandık.
Pragmatizmin öncülerinden John Dewey'i dönemin Eğitim
Bakanı'nın (Vasıf Çınar) davetiyle ağırlamıştık. (1924)
Onlar gibi olmak istiyorduk.
Yaşadığımız bir kimlik bunalımıydı.
Yabancılaşma...
Köy Enstitüleri bu ziyaretin meyvelerindendi. Oysa
Aydınlanma hareketinin "Gelenek"le problemi vardı.
Yaptıkları hatayı yine kendileri fark etti.
Modernleşmenin yolu kentleşmeden geçiyordu.
Güçlü sosyal bağlar kırılmalı, aile bitirilmeli, birey
cemaatin yerini almalıydı...
27 Mayıs'ta inşa edilen yeni düzen 12 Eylül'de tahkim
edilmişti.
Askeri ve sivil vesayet halka güvenmiyordu.
Seçimler göstermelikti.
Tercihlerimizi onların istemediği şekilde
kullandığımızda başımıza nelerin geleceğini hepimiz biliyorduk.
O vesayet döneminde ne mi oldu?
Oktay Sinanoğlu'na kulak
verelim:
"Türk biliminin Türkiye'de
gelişmesini önleyecek bir büyük engel de, eğitim düzenimizin gitgide ve
hızla yabancılaşmış, adeta misyonerlerin yaptırdığı bir eğitime dönüşmüş
olmasıdır. 1953 yılından başlayarak Türk okullarının pek çoğunda yabancı dille,
özellikle İngilizce olarak eğitim yapılır olmuştur. 1953'ten önce sadece St.
Joseph gibi, Robert Kolej gibi misyoner okullarında böyle bir eğitim
uygulanıyordu. 1953'te Türk Eğitim Derneği'nin gerçek bir milli eğitim amacıyla
1930'larda kurulmuş olan Yenişehir Lisesi, İngilizce ile eğitim yapan Ankara
kolejine dönüştürüldü. Bu işi örgütleyen İngiliz MK Browning, yirmi yıl
sonra İngiltere Kraliçesi'nden madalya aldı. Çünkü başlanan yabancı (dil) oyunu
tuttu ve hızla Türkiye'de yayıldı. Öğrenmeye, ilerlemeye büyük
iştiyakı olan halkımız, çocuklarımız yabancı dil
öğrensin diye aldatıldı. Hâlbuki kendi ana dilini bir kenara atıp
ortaokuldan itibaren dersleri yabancı dilde okumak şeklinde bir yabancı dil
öğrenme yönetimi hiçbir aklı başında ülkede yoktur. Bugün dışarıda,
özel yöntemlerle bir yabancı dil birkaç ayda yoğun kurslarda öğretilebiliyor.
Bunun için kendi dilini dosdoğru konuşamayan, gitgide yarı Türkçe, yarı
İngilizce konuşup, bununla böbürlenen nesiller yetiştirmeğe hiç lüzum yok.
Türkiye içerdeki ve dışarıdaki düşmanları tarafından
tarihte eşi görülmemiş bir oyuna getirilmiştir. Hiçbir zaman sömürge olmamış,
büyük devletler kurmuş bir millete sömürge eğitimi aşılanmıştır." (Bye Bye Türkçe S.112)
"Şimdi gençler yıllardır bu küçük Amerika düzenine
tepki göstermektedirler. Bağımsızlıktan, sömürgelerden, vs. söz etmektedirler.
Buna şaşmalı mı? Yalnız şaşılacak olan, Amerikan kültür emperyalizmine karşı
çıkanlardan pek çoğunun illa da yalnız ve yalnız İngilizce olarak her şeyi
okumakta ve okutmakta ısrar etmeleri, çoğunun Amerika'ya belirli ABD vakıf
bursları ile gitmeleri özel kesimin İngilizce olarak verilmeye başlayan
ve ODTÜ yada BÜ (Bilkent Ün.) mezunlarını tercih eden basın ilanlarına tepki göstermemeleridir." (Bye Bye Türkçe S.92)
ODTÜ tanıtım toplantılarında mezunlarının uluslararası
şirketlerde nasıl rahat iş bulduğu anlatılır.
Memleketin en cins kafaları bir süre sonra bu
memlekette yaşanmaz ya da bilim olmaz tekerlemeleri arasında kendilerini uluslararası
sermayenin nitelikli çalışanı olarak bulurlar.
Devrimcilik paraya kavuşuncaya karardır.
Gençlere tavsiyemiz, Oktay Sinanoğlu ve D. Mehmet
Doğan'ı birlikte ve dikkatli okumalarıdır.
Hayır Diyebilen Türkiye...
Ne olduysa hayır demeye başladıktan sonra oldu.
İçerden ve dışardan kullanışlı tüm piyonlarıyla tekrar
saldırmaya başladılar.
MİT Krizi, GEZİ, 17-25 Aralık, Çukur Terörü, Patlayan
Bombalar ve 15 Temmuz...
Çözüm sürecinde yapılması ve söylenmesi gereken ne varsa
yapıldı, söylendi.
O gün yapılanları zaaf olarak niteleyenlere bu
mücadelenin kürtlerle değil yeryüzü müstekbirlerinin taşeronluğuna soyunan
terör örgütleriyle yapıldığını hatırlatmış olalım.
Şimdi, söz tükendiği için Afrin'deyiz.
PYD beş bin TIR silah yardımını ABD’den aldığında
susanlar, bugün barış naraları atmakta...
O barış naraları atanları bu millet MİT Krizi'nden bu
güne daha bir dikkatle ve ibretle izlemekte.
Her şey gözlerimizin önünde tüm çıplaklığıyla
yaşanmakta.
Ruhunu işgalcilerine satmış sömürge aydınları...
Şimdi dikkat.!
Nüfusunun neredeyse tamamı müslüman olan bu memlekette
her müslüman öğrenciye 5. sınıfta haftada 18 saat Kur'an-ı Kerim dersini
zorunlu yapsaydık neler olurdu?
"Efendim, önemli olan anlamı.." diye
başlayan cümleleri şimdilik bir kenara koyalım.
Sadece namazlarını ikame edebilecek ve büyüklerinin
ardından eksiksiz ve hatasız okuyabilecekleri kadarını kasdediyoruz.
Kimi eğitim sendikalarının, meslek odalarının ve
partilerin tepkilerini hayal edelim...
Aynı çevrelerin Afrin ile ilgili tepkilerini de
hatırlayalım.
Oysa, 5. sınıfta haftada 18 saat okutulacak olan ders
Kur'an-ı Kerim değil, İngilizce...
Kur'an-ı Kerim söz konusu olduğunda ortalığı birbirine
katacak olan cenahtan ya da FETÖ'den ses yok...
Kültür Emperyalizmi bu olsa gerek.!
MEB 5. Sınıfı "Yabancı Dil Ağırlıklı" hale
getirmeyi planlamakta.
Eğitim Bir Sen konu ile
ilgili "5. Sınıfın Yabancı Dil Ağırlıklı Hale Getirilmesi:
Zorluklar, Riskler ve Alternatifler" (Ekim 2016) başlığıyla önemli bir
rapor hazırladı.
Raporda olası teknik aksaklıklar gündeme getirilmiş.
Mevcut İngilizce öğretmeni sayısıyla bu işin içinden çıkmamızın mümkün olmadığı
vurgulanmış.
Sabah akşam FETÖ'ye küfrederek bürokraside
yükselen MEB bürokratlarına tüm dünyadaki FETÖ okullarında Türkçe değil de
İngilizce eğitim verildiğini hatırlatmış olsak suç mu işlemiş oluruz?
Ya da aradaki farkı sorgulamaya kalksak...
Bu durumda keyiflerini kaçırdığımız için bürokrasi
içinden FETÖ yöntemleriyle hakkımızda dosya hazırlamaya başlayan birileri çıkar
mı?
Bu topraklarda tebessümün acısı makbuldür.
Fakat görünen o ki MEB Mevlana'nın Pergel Metaforunu
yanlış anlamış ve pergelin sabit ayağını İngiltere'ye yerleştirmiş.
Kanaatimiz odur ki tüm 5. sınıf öğrencilerine
İngilizce ağırlıklı eğitim kararı bu toz duman yatışıp, ortalık sakinleştiğinde
işin mutfağında görev alan bürokratların başını yiyecektir.
Zira memleket Teoman Duralı'nın tabiriyle
İngiliz-Yahudi Medeniyeti'nin bu topraklar üzerindeki etkisini kırmanın
mücadelesini vermekte...
Saldırılar karşısında nefes almakta zorlanıyor olsak
da, her hamlelerinde zincirlerinden teker teker kurtulmakta olan Anadolu
dirilmekte.
Elbet sıra bu garipliklere de gelecek.
Müstemleke ülkesi olmadığımıza ve de her dilin kendi
kültürünü beraberinde getirdiği (dayattığı) de gün gibi ortada olduğuna göre,
bize düşen sabırla beklemek ve yapılan yanlıştan vazgeçilmesi için gayret
etmektir.
Bu topraklar; Suriye'de kalıp savaşanları terörist, bu
topraklara sığınan Suriyelileri vatan haini ilan edenlerin dedeleri için de son
sığınaktı.
Recep Tayyip Erdoğan boğaz sularının üzerinden
yürüyerek geçse yüzme bilmiyor diye eleştirmeye odaklanmış çevreler, tüm 5.
sınıf öğrencilerine verilmesi planlanan İngilizce ağırlıklı eğitim kararı
karşısında sessizler.
Bu sessizlik garip değil mi?
Yapılması gereken çözüme odaklanmaktır. Çözümü
öteleyip, erteleyerek üzerini kapatmak günü kurtarmaya çalışmak, bir nesli daha
heba etmek gibi bir sonuç doğurabilir.
MEB kendisine ayrılan onca bütçe ve sunulan onca
imkâna rağmen, mevcut bürokratik yapısıyla umutlarımızı örseliyor.
Harcadığınız milli servettir.
Fakat asıl servetimiz evlatlarımızdır.
Konuştuğumuz geleceğimiz...
Yeni Akit 28 Ocak 2018
Yeni Akit 28 Ocak 2018
