İslam İktisadında Selem - Alparslan Aydar

İslam İktisadında Selem

Selem akdi, muamelat fıkhında önemli konuma sahip olan üç akitten biri olarak kabul edilir. Bu akitlerden ilki aynın deyn karşılığı yani belirli bir malın bedel karşılığında satımı demek olan satım (bey') akdi, ikincisi menfaatin satımı demek olan kira (icâre) akdi, üçüncüsü ise mevcut olmayan (ma'dum) ancak vasıfları, miktarı, vadesi belirlenmiş bir malın peşin bedelle satımı demek olan selem akdidir.

İslam İktisadında Selem
Salih Ülev, Mervan Selçuk (Editörler)
İktisat Yayınları
Mîsak Dergisi
Sayı: 387 / Şubat 2023


Önsöz

İslam İktisadında Selem kitabı altı bölümden oluşuyor. Kitapta ilk olarak, selemin İslam borçlar hukukundaki yeri izah ediliyor. Selem'in tanımı, selemin rükünleri ve şartları, selem akdinin meşruiyetine ilişkin deliller yer alıyor. İkinci bölümde, selem'in günümüzde kullanım örnekleri ele alınıyor. Çeşitli ülkelerdeki İslami bankaların selem uygulamaları incelenerek dünya uygulamaları okuyucuya sunuluyor. Üçüncü bölümde Türkiye'deki finansal ekosistem gözetilerek selemin çiftçilerin finansman ihtiyacını karşılama potansiyeli tartışılıyor ve gerek katılım bankaları gerek ürün ihtisas borsaları aracılığıyla kullanılabilecek modeller öneriliyor. Dördüncü bölüm, selem'in iktisadi etkilerine odaklanarak arz ve talep dengesine olan etkisini tartışıyor. Beşinci bölümde, tarihteki ve günümüzdeki selem uygulamalarının fıkhi değerlendirmesi yapılıyor. Altıncı ve son bölümde ise katılım bankalarının selem'i kullanması durumunda AAOIFI (İslami Finans Kuruluşları Muhasebe ve Denetim Kuruluşu / 1991) standartlarına göre nasıl muhasebeleştirmesi gerektiği aktarılıyor. Kitabın EKLER kısmında ise çalıştay metinlerinden oluşan bölümlerle ilgili müzakereler yer alıyor.

Kitabın İslam iktisadı ve finansı alanında çok fazla tartışılmayan bir konuyu ele alması açısından literatüre katkı sunacağını düşünüyoruz. Tarımın, İslami finans araçlarıyla finansmanı konusunda yapılacak yeni çalışmalar için de ufuk açıcı olmasını ümit ediyoruz.

Salih Ülev - Mervan Selçuk

 

Selem Akdi ve Fıkhi Mahiyeti

Selem akdi, muamelat fıkhında önemli konuma sahip olan üç akitten biri olarak kabul edilir. Bu akitlerden ilki aynın deyn karşılığı yani belirli bir malın bedel karşılığında satımı demek olan satım (bey') akdi, ikincisi menfaatin satımı demek olan kira (icâre) akdi, üçüncüsü ise mevcut olmayan (ma'dum) ancak vasıfları, miktarı, vadesi belirlenmiş bir malın peşin bedelle satımı demek olan selem akdidir (Kahya, 2012, s. 2). Selem akdi, diğer iki akitten farklı olarak mevcudun değil ma'dumun satımını konu edinmesi ve ma'dumun satımının yasak olması kuralından istisna edilerek ihtiyaca binaen caiz kabul edilmesi hasebiyle önem arz etmektedir. Nitekim selem, finansmana ihtiyaç duyan üreticilerin bu ihtiyacını İslam'a uygun bir şekilde temin etmesini sağlayan bir akittir. Önceki dönemlerde genellikle tarımsal ürünler üzerinden yapılan selem akdi Sanayi Devrimi'nden sonra gelişen makineleşme ile birlikte standart bir şekilde üretilebilen her türlü mal üzerinden yapılabilir hale gelmiştir. Yüzyıllar boyunca zirai ve ticari hayatta kullanılan selem akdi günümüzde halen kullanılmaya devam etmektedir. Katılım bankaları tarafından seleme dayalı olarak geliştirilen selem sukûk ürünü veya alt selem uygulaması bu faizsiz finansman yönteminin günümüzde de kullanılabileceğine işaret etmektedir.

Selem, hasattan veya üretimden önce birtakım maliyetlere katlanmak zorunda olup yaptığı hasat veya üretimden başka geliri olmayan kesimlerin hem bu maliyetlerini gidermesi hem de geçimlerini temin etmesi için ihtiyaca binaen geliştirilmiş faizsiz bir akittir. Zaten selem akdinin İslam hukuku tarafından meşru addedilmesinin sebebi de insanların bu akde duydukları ihtiyaçtır. Ancak selem akdinin geçmiş dönemlerde yaygın olarak kullanılmasının bazı olumsuz sonuçları da olmuş ve İslam hukukçuları bu olumsuzluklardan bahsetmiştir. Özellikle, Osmanlı tatbikatında selem'in olumsuz yönlerine dikkat çeken Ebussuud Efendi padişaha arz ettiği Maruzat'ında, birtakım kimselerin ifrata kaçarak insaftan ayrıldıklarını hatta bazı köylerin bu akit sebebiyle harap olduğunu söylemektedir. Zira tüccarlar ihtiyaç içinde olan çiftçilerden mallarını selem akdi ile ederinin çok aşağısında bir fiyattan aldıkları için çiftçilerin bütün hayatlarını borçla ikame etmesine yol açmıştır. Bu duruma dikkat çeken İbn Abidin köylünün mahsulünü çok düşük fiyattan satarak zor duruma düşmesini engellemek için devletin birtakım düzenlemeler yapması gerektiğini, köylünün muâmele-i şer'iyye ile borç almasının bile selemden daha avantajlı olduğunu ifade etmiştir (İbn Âbidin, 1994, 7/398). Seydişehri de İbn Abidin'den nakille; selem'in devletin belirlediği üst oranın üzerinde muamele-i şer'iyye yapmaktan daha kötü bir uygulama olduğunu, bazı köylerin selem yüzünden harap olduğunu söylemektedir (İbn Âbidin, 1994, 7/398). Geçmiş tecrübeden hareketle gerekli hukuki düzenlemeler yapılmadan ve sağlam bir alt yapıyla desteklenmeden uygulanan selem akdinin olumsuz sonuçlara yol açabileceğini söylemek mümkündür. Bu sebeple günümüzde selem akdine dayanılarak geliştirilecek herhangi bir finansal ürünün hukuki alt yapısının sağlam ve taraflar arasında anlaşmazlığa yol açmayacak şekilde şeffaf olması gerekmektedir.

Bütün bu açıklamalardan anlaşıldığı üzere selem sadece fıkıh kitaplarında yer almış teorik bir akit değil bilakis pratikte yaygın olarak kullanılmış bir akittir. Günümüzde de hâlen kullanılmakta ve katılım bankalarının ürünleri arasında yer almaktadır. Önceki dönemlerde selem akdi ile daha ziyade zirai üretim yapan kesimlerin ihtiyaçları finanse edilirken bugün selem akdi ile pek çok iş kolunun ihtiyaçlarını finanse etmek mümkün hâle gelmiştir. Nitekim ziraat sektörünün yanı sıra endüstri ve ticaret alanlarında küçük /büyük ölçekte yatırımları olan firmaların veya kişilerin işlerini yürütebilmek için ihtiyaç duydukları nakdi veya ayni sermayenin selem yoluyla temin edilmesi mümkündür (AAOIFI, 2012, s. 234). Selem akdinin üreticiler için faizsiz finansman sağlama aracı olması bu akdin ticari hayattaki önemine işaret etmektedir. Bu sebeple çalışmada hem fıkıh mirasımızda hem de ticari hayatta önemli bir yer tutan selem akdi genel esasları itibariyle incelenmeye çalışılmıştır. Makalenin birinci bölümünde selem akdinin tanımı yapılmış, ikinci bölümde bu akdin hukuki dayanakları açıklanmış, üçüncü bölümde selem akdinin unsurları ve şartlarına yer verilmiş, dördüncü bölümde selem akdinin istisnâ akdi ile mukayesesi yapılmıştır.

 

Selem Akdinin Tanımı

Selem, sözlükte ‘teslim etmek’, ‘teslim olmak', ‘peşin bedelle vadeli mahsul satmak’ gibi anlamlara gelmektedir. Fıkıh terimi olarak ise nitelikleri ve miktarı belirlenen misli (standart) bir malın belirli bir vadede peşin bedelle satımını ifade etmektedir (Aybakan, 2009). Bir başka ifadeyle müşterinin akdin bedelini satıcıya teslim etmesine karşılık satıcının zimmetinde sabit olan nitelikleri belirlenmiş malı, müşteriye vadeli olarak teslim etmeyi taahhüt etmesi üzerine yapılmış akde selem denir. Bu tanımlardan selemin sözlük anlamı ile terim anlamı arasında bir alakanın olduğu anlaşılmaktadır. Selem akdinde peşin ödemeyi yapan malın alıcısı konumundaki kişiye ‘sahibu’s-selem’ veya ‘rabbu’s-selem’, veresiye bir şekilde malı teslim edecek kişiye ‘müslemün ileyh’, selem akdine konu olan mala ‘müslemün fih’, akit esnasında ödenen peşin paraya ise ‘resülmal-i selem’ denmektedir (Erdoğan, 2010, 5.56).

Selem sözcüğünün yerine aynı anlamı ifade eden selef sözcüğünün de kullanıldığı kaynaklarda görülmektedir. Mâverdi, selem kelimesinin Hicaz ehli tarafından, selef kelimesinin ise Irak ehli tarafından kullandığı ve bunların tek bir manaya delalet eden iki lafız olduğunu ifade etmektedir (Zeyd, 1996, 8.14).

Selem'in birbirine benzer pek çok tanımı bulunmaktadır. Ancak Hanefi mezhebine mensup âlimler tarafından kabul gören selem tanımları arasında en yaygın olanı ve hakkında itiraz bulunmayanı ‘Selem, vadeliyi, peşin karşılığında satmaktır’ şeklindeki tanımdır (Kahya, 2012; Halebi, 1998, s.137; Meydâni, 2010, 2/42). Mecelle'de de selem akdi buna yakın bir şekilde tanımlanmıştır: ‘Selem, müecceli muaccele satmak yani peşin para ile veresiye mal almaktır.’ (Ali Haydar, 1911). Tanımlardan da anlaşıldığı üzere selem akdi, kendine has birtakım özellikleri bulunan bir tür satım akdidir. Selem akdinin günlük hayatta çok sık kullanılan veresiye satımdan farkı; veresiye satımda malın peşin, paranın vadeli olması esas iken selemde malın veresiye paranın peşin olmasıdır. Zikredilen tanımlardan hareketle selem akdini şu şekilde örneklendirmek mümkündür:

Ağustos ayının sonunda hasat edeceği fındığı olan Mehmet Bey'in, hasat zamanı gelmeden hem fındık bahçesine yapması gereken masrafları karşılaması hem de hayatını idame ettirmesi için nakit ihtiyacı hâsıl olmaktadır. Hasat edeceği fındıktan başka geliri olmayan Mehmet Bey 5 ay sonra teslim etmek üzere nitelikleri ve miktarı belirlenmiş olan fındık üzerine selem akdi yapar. Piyasada bugünkü değeri, örneğin kilosu 20 lira olan fındığı, müşteri kilosu 18 lira ve belirlenen vadede teslim almak üzere satın alır, akdin akabinde ödemesini peşin olarak yapar. Anlaşmanın 10 ton nitelikleri belirlenmiş fındık üzerinden yapıldığını düşünürsek müşteri 180 bin lirayı peşin olarak Mehmet Bey'e ödeyerek 5 ay sonra istediği niteliklere sahip fındığı teslim alacaktır. Böylece fındık üreticisi, bahçesinin bakımını yapmak ve geçimini temin etmek üzere istediği nakdi faizsiz bir şekilde temin etmiş olacak, müşteri ise parayı peşin ödeyerek o günkü piyasa fiyatından daha düşük bir bedelle fındığı satın alma imkânını elde edecektir.

Selem akdi, satım akdinin bir alt türünü oluşturmakla birlikte aralarında iki önemli fark bulunmaktadır (Aybakan, 2009). Bunlardan ilki, akde konu olan malın, satım akdinde ferden muayyen hale getirilirken selem akdinde nev'an muayyen hale getirilmesidir. Ferden muayyen hale getirilmiş olan mallar, maddi varlığı ve birtakım özellikleri ile diğer mallardan ayırt edilebilen, el ile gösterilip göz ile görülebilen mallardır, Örneğin şu bahçe, şu fındık çuvalı, şu patos gibi. Nevan muayyen mallar ise ferdiyle değil nitelikleri ile belirlenmiş mallardır. Bu malları şu fındık çuvalı şeklinde göstermek mümkün değilken 20 kilo 50 randıman Giresun fındığı olarak özelliklerini belirlemek mümkündür. Yani burada kastedilen akit meclisinde bulunan bir çuval fındık değil özellikleri belirlenen herhangi bir çuval fındıktır. İkinci farka gelince satım akdinde bedel vadeli olabilirken selem akdinde bedel peşin olmak zorundadır. Zira akdin bedelinin akit meclisi dağılmadan teslim edilmesi Malikiler dışındaki çoğunluk fukahaya göre gerekli görülen bir şarttır. Malikilere göre ise selemde akdin bedelinin peşin olarak ödenmesi zorunlu değildir. Onlara göre bedelin teslimindeki 2-3 günü aşmayan bir gecikme ile de selem akdi sahih olur (Hammad, 1993, s. 40).

 

Selem Akdinin Meşruiyeti

Yukarıda da zikredildiği üzere selem akdinin meşru kılınmasındaki hikmet, bu akit vasıtasıyla insanların finansman ihtiyaçlarını faizsiz bir şekilde gidermeleri yani bu akde ihtiyaç duymalarıdır. Önceki dönemlerde genellikle ziraat alanında kullanılan selem akdi, çiftçilerin tarla veya bahçelerinin bakımlarını yapabilmelerinin yanında geçimlerini de temin etmelerini sağlamaktaydı, İşte selem akdinin ‘yanında olmayan şeyin satılması batıldır’ kaidesinden istisna edilerek Kur'an, Sünnet ve icma ile temellendirilmesi ve caiz kabul edilmesinin sebebi de bu durumdur (Ebü Dâvûd, 2009, ‘Buyû’, 68). Aksi takdirde her zaman faizsiz borç bulamayan insanların faize yönlendirilmesi gibi olumsuz bir durum söz konusu olacaktır. Selem akdi, genel olarak ziraat alanında kullanılan bir sözleşme olmakla birlikte meşruiyeti bu alan ile sınırlı değildir. Endüstri ve ticaret sektörlerinde de şartlarına riayet edildiği sürece selem akdi ile iş yapmak meşrûdur.

İbn Abbas, müdâyene ayeti olarak isimlendirilen Bakara suresinin 282. ayetinde geçen ‘Ey iman edenler! Muayyen bir vadeye kadar birbirinize borç verdiğiniz zaman, onu yazın’ ifadesinde kastedilenin selem akdi olduğu şeklinde bir tefsirde bulunmuştur (Taberi, 1995, 3/158; Mevsılî, 1937, 1/288; Sâbînî, 1981, 1/252; Kurtubî, 1964, 3/377). Müfessirler tarafından ayetin Arapça ibaresinde geçen deyn sözcüğünün, selem'i de içine alan üst bir kavram olduğu şeklinde açıklamalar yapılmıştır (Râzi, 1990,4/116-117; Aybakan, 2009). Zikredilen ayet selem akdinin meşruiyetine delil olarak gösterilse de selemin meşru olduğuna dair sünnette daha açık ibareler bulunmaktadır. Mezheplerin çoğu bazı nakillerde ufak farklılıklar olsa da selemin meşruiyeti hususunda Kütüb-i Sitte'de yer alıp İbn Abbas tarafından rivayet edilen ‘Peygamber efendimiz (s.a.v.) Medine'ye geldiğinde, insanlar hurmada bir, iki ve üç yıl vade ile selef (selem) yapıyorlardı. Peygamber efendimiz (s.a.v.) de şöyle buyurdu: Bir şey için selef (selem) yapan belirli ölçüde ve belirli tartıda, belirli bir vadeye kadar yapsın.’ hadisini delil olarak zikretmektedirler (Buhâri, 2001, ‘Selem’ 2; Müslim, 2010, ‘Müsâkât’, 22; Ebu Davud, 2009, ‘İcâre’, 21; Tirmizi, 1975, ‘Buyû’ 70; Nesâi, 1986, ‘Buyû’ 63; İbn Mâce, 2013, ‘Ticârât’, 59).

Hadisten de açık bir şekilde anlaşıldığı üzere selem akdi Araplar tarafından bilinen ve uygulanan bir akittir. Bu hadisin, uygulanagelen selem akdinin birtakım problemler içerdiği ve bu problemlerin giderilmesi neticesinde akdin meşruiyetini sağlamak için düzenleme (tâdil) maksadıyla zikredilmiş olabileceği düşünülebilir. Hadiste selem ile ilgili yapılan kısıtlamalar fakihler tarafından genellikle şart olarak algılanmakla beraber mezhepler arasında bazı farklı yorumlamalara neden olmuştur. Zira Hanefiler hadiste geçen ölçü ve tartı ifadeleri ile Zahirîlerin iddia ettiği gibi selemin sadece ölçülebilen ve tartılabilen şeylerle sınırlı olmadığını, hadisteki ifadenin örnek kabilinden olduğunu belirtmişlerdir. Nitekim onlara göre ölçülemeyen veya tartılamayan dahi olsa sıfatları belirlenebilen (misli olan) her türlü mal selem akdine konu olabilmektedir. Şafiiler ise hadisteki ‘belirli ölçüde ve belirli tartıda’ ifadesinden hareketle selem konusu malın ölçülebilen olduğunda ölçü ile, tartılabilen olduğunda ise tartı ile miktarının tespit edileceğini ifade etmişlerdir. Diğer ihtilaf noktası ise ‘belirli bir vadeye kadar’ ifadesidir. Hanbeli âlim İbn Kayyim ve Şafii âlim İbn Dakik, selem akdi ile ilgili olarak bedelin peşin olarak akit meclisinde ödenmesi, akde konu malın niteliklerinin belirlenmesinin gerektiği ve vadeli selem'in meşruluğu hususunda ittifak olduğunu ancak Şafii mezhebi ile diğer üç mezhep arasında vadenin şart olup olmadığı meselesinde ihtilaf olduğunu ifade etmişlerdir. Şafiiler genel olarak selem konusu malın vadeli olarak teslim edilmesinin şart olmadığı şeklinde görüş ileri sürmüşlerdir. (1)

Günümüzde halen uygulanmakta olan selem akdinin meşruiyeti icma ile de temellendirilmiştir. İslam âlimleri tarafından selem akdi yukarıda zikredilen hadis ve ayet ışığında meşru kabul edilmiştir. Selem'in meşru olduğuna dair deliller İslam âlimleri tarafından hadis, fıkıh ve tefsir kitaplarında zikredilmiştir. İslam âlimleri selem akdinin genel kural olan kıyasa aykırı olarak caiz olduğunu ifade ederken Efendimizin, mevcut olmayan şeyin satımının yasak olduğuna dair zikrettiği ‘Nebi (s.a.v.) insanın elinde bulunmayan bir şeyi satmasını yasaklamış, selem'e ise ruhsat vermiştir’ (Serahsi, 1978, 6/124; Merğinâni, 2015, 3/70; Mevsili, 1937, 1/288) hadisinden yola çıkmaktadırlar. Selem akdinin de hâlihazırda olmayan bir malın satımının söz konusu olması hasebiyle aslında caiz olmaması gerekmektedir. Zira mevcut olmakla birlikte, satıcının mülkiyetinde bulunmayan ve özellikleri bilinmeyen bir malın satımının bile yasak olması düşünüldüğünde, henüz hiç var olmamış bir malın satımının kesinlikle yasak olması gerekmektedir. Ancak kitap, sünnet ve ümmetin icması ile selem akdi, mevcut olmayan malın satımının yasak olması genel kuralından istisna edilerek caiz kabul edilmiştir. Serahsi, akit konusu malın teslimine engel olan bir sebep yani ademiyet bulunduğu halde Hz. Peygamber'in malın satıcının mülkiyetinde var olduğunu kabul ettiğini ve vadeyi malın yerine saymak suretiyle yapılan bu akde ruhsat olarak cevaz verdiğini ileri sürmektedir. Çünkü kişinin elinde malın bulunması onun teslimine güç yetirebileceğinin göstergesidir. Vade ise kişinin elinde bulunmayan malı teslime güç yetirebilmesini belirleyen unsurdur. Nitekim henüz elinde bulunmasa bile vade, mal kazanmak veya hasat vaktinin gelmesi gibi yollarla kişiyi malı teslim etmeye kadir hale getirebilir (Serahsi, 1974, 7/124).

Kısaca ifade edecek olursak, selem akdinin Kur'an'dan delili Bakara suresinin 282. ayeti, sünnetten delili ise yukarıda zikredilen hadisler ve bu hadislerin farklı rivayetleridir. Bu deliller neticesinde belli şartları taşıyan selem akdinin yüzyıllardır uygulanması ve İslam âlimlerinin bu uygulamaları caiz görmeleri de icma delilidir.

Son olarak selem akdinin meşruiyeti hususunda herhangi bir farklı görüş bulunmamakla beraber mezhepler arasında selem'in mahiyeti noktasında birtakım farklılıkların bulunduğunu söylemek mümkündür. Nitekim mezhepler selem'in bedelli bir akit olduğu, selem'e konu olan malın niteliklerinin belirlenmiş, bilinmezliği ortadan kaldıracak şekilde tanımlanmış ve vasıflarıyla zimmette sabit olan bir deyn (borç) olması gerektiği hususlarında görüş birliği içerisindedirler. Mezheplerin selem akdi ile ilgili görüş farklılıklarının olduğu noktalar ise selem konusu malın tesliminde vadenin şart olup olmadığı ve akit anından selem bedelinin kabzının mahiyeti noktasındadır.

 

Selem Akdinin Rükünleri ve Şartları

Akitlerin kurulabilmesi ve sahih bir şekilde geçerlilik kazanabilmesi için belli rükün ve şartların yerine getirilmesi gerekmektedir. Selem akdi, bedelli akitlerin üst çerçevesi olan satım akdinin bir alt türünü oluşturduğu için satım akdinin rükünleri, aynı zamanda selem akdinin de rükünlerini oluşturmaktadır. Akdin kurulabilmesi için gerekli unsur demek olan rükün konusunda Hanefiler ile diğer mezhepler arasında görüş ayrılığı bulunmaktadır. Hanefilere göre akdin rüknü, karşılıklı irade beyanı demek olan icap ve kabuldür. İcap ve kabulle, akdin kurulabilmesi (in'ikad) için de akit yapmaya ehil tarafların ve akit yapmaya uygun bir konunun bulunması şarttır. Diğer üç mezhep temsilcileri ise böyle bir ayrıma gitmemiş olup icap-kabul, taraflar, akdin konusu ve bunlara ait şartları akdin rüknü olarak kabul etmişlerdir (Karaman, 1989).

 

Satım akdinin sahih olabilmesi için ileri sürülen şartlar genel olarak selem akdi için de geçerlidir. Ancak selem akdinin diğer akitlerle birtakım farklılıklarının olması doğal olarak kendine özgü bazı sıhhat şartlarının da olmasını beraberinde getirmiştir. Aşağıda selemin sıhhat şartları her iki bedelde de ortak olan şartlar, akdin bedeli ile ilgili şartlar ve akit konusu mal ile ilgili şartlar olmak üzere üç ayrı başlık altında ele alınacaktır.

 

Her İki Bedelde de Ortak Olan Şartlar

Mütekavvim Olmaları

Mütekavvim, dinen yararlanılması mübah olan mal anlamındaki fıkıh terimidir. Selem akdinde, karşılıklı bedellerin yani müslemün fih ve resülmalın mütekavvim mal olması, sıhhat şartlarından sayılmaktadır (Hammad, 1993, s. 32; Aybakan, 2009, s. 403). Buna göre domuz eti ve hamr gibi şer'an mal addedilmeyen şeylerin selem akdine de konu olması caiz görülmemektedir.

 

Faize Yol Açmamaları

Selem akdinde diğer tüm akitlerde olduğu gibi karşılıklı bedellerin faize (ribâ) yol açacak şekilde mübadele edilmeleri yasaklanmıştır. Ancak selem akdinin veresiye yapısı özellikle ribe'n-nesie (veresiye faizi) noktasında daha hassas olunmasını gerektirmektedir. Fıkıh mezheplerinin faizin illeti konusundaki ihtilafları, ribevi malların karşılıklı bedeller olarak seleme konu olmaları durumunda nasıl sonuçlar meydana getireceği noktasında birtakım pratik sonuçlar doğurmaktadır. Hanefi ve Hanbeliler, ribânın illetini cins ve kadr (ölçü) birliği (keyli veya vezni olmaları) olarak kabul etmektedirler (Zebidt, 2006, s. 488; Özsoy, 1995). Bu iki vasıftan her ikisi veya biri karşılıklı bedellerde ortak olarak bulunursa ribâ cereyan etmektedir. Örneğin, selem akdi anında peşin olarak ödenen bedelin (re’sü'l-mâl) 10kg belli bir cins fındık, selem akdine konu olup vadeli olarak teslim edilecek malın (müslemün fih) da aynı cinsten 10 veya 11kg fındık olduğu bir selem akdi fasittir. Çünkü burada karşılıklı bedeller arasında cins ve ölçü birliği mevcuttur. Dolayısıyla böyle bir muamelede faizin ortaya çıkmaması için mübadelenin eşit ve peşin olması gerekir. Aksi takdirde mübadele peşin olmazsa veresiye faizi (ribe'n-nesie), eşit olmazsa fazlalık faizi (ribe'l-fadl) ortaya çıkar. Aynı şekilde selem bedelinin (resü'lmâl) 100 kg gübre, selem konusu malın (müslemün fih) da 10 kg fındık olduğu bir selem akdi de faiz sebebiyle fasittir. Nitekim cins birliği olmayıp ölçü birliği olan malların mübadelesinde faizin ortaya çıkmaması için bedeller farklı olabilse de mübadelenin peşin olması gerekir. Bu örnekte karşılıklı bedeller arasında cins birliği olmasa da aralarında ölçü birliği olması dolayısıyla peşin olarak mübadele edilmeleri gerekmektedir.

Özetle, selem akdine konu olacak malların cins ve ölçü noktasında birliklerinin olmaması gerekmektedir. Maliki ve Şafiilere göre ise faizin illeti o malın saklanıp depolanabilen bir gıda maddesi olup olmamasıdır (Özsoy, 1995). Buna göre seleme konu olan mal bir gıda maddesi ise cinsine veya ölçü birliğine bakılmaksızın veresiye olarak hiçbir şekilde mübadele edilememektedir. Bu durumda yukarıda verilen örneklerden ilkinde Maliki ve Şafiilere göre de faiz meydana gelirken, ikinci örnekte (gübre ve fındık örneğinde) Hanefi ve Hanbelilerin aksine bir tarafın gıda maddesi olmamasından dolayı bu mallar selem akdine konu olup veresiye olarak mübadele edilebilmektedirler ve faiz da meydana gelmemektedir.

 

Re'sü'l-mâl ile İlgili Şartlar

Selem akdinin sahih bir şekilde meydana gelebilmesi için re'sü’l-mâlda yani selem akdi anında peşin olarak ödenen bedelde iki şart aranmaktadır; malum ve peşin olması.

 

Malum Olması

Selem akdinde peşin olarak ödenen bedelin (re'sü'l-mal) malum olması, cins, tür, sıfat ve miktar (ölçülüp tartılabilen mallarda) bakımından belirlenmiş olmasını ifade etmektedir. Resü'l-mâl; para, misli (standart mal) veya kıyemi (standart olmayan) mal olabilmektedir. Aynı zamanda akit esnasında mevcut olup olmamasına göre nitelikleri belirlenmiş zimmette sabit bir deyn olabildiği gibi (akit meclisinde kabz gerçekleşmesi şartı ile) akit meclisinde bizzat görülen mevcut bir mal da olabilmektedir. Buna göre resü'l-mâlın, akit esnasında görülmeyip 1000 TL, 100 kg 50 randıman Giresun fındığı veya belirli bir ağıldaki siyah koyun olduğu bir selem akdinde, resü'l-mâl kendisi için öngörülen malum olma şartını sahih bir şekilde yerine getirmiş olmaktadır. Akit meclisinde bizzat müşahede edilen mevcut bir malın ne şekilde malum hale geleceği noktasında ise ihtilaf vardır. Başka bir ifade ile akit meclisinde mevcut olan resü'l-mâlı göstermek veya işaret etmek, o maldaki cehaletin ortadan kalkıp malum hale gelmesi için yeterli midir yoksa gösterme ve işaret etmeye ek olarak niteliklerinin de belirtilmesi mi gerekmektedir? Bu noktada üç farklı görüşten söz edilebilir: Birinci görüş İmam Ebu Hanife'ye ve bazı Malikilere aittir. Bu görüşe göre akit meclisinde mevcut olan malın cins, tür ve sıfatlarının belirlenmesi her durumda gerekmemektedir. Ancak standart (misli) mallarda resü'l-mâlın miktarının açıkça belirtilmesi gerekmektedir. Standart olmayan (kıyemi) mallarda ise miktarın belirlenmesine lüzum yoktur, sadece müşahede ve işaret yeterli olmaktadır. İkinci görüş Malikilere, İmameyn'e ve bazı Hanbelilere aittir. Bu görüşe göre akit meclisinde mevcut olan mal ister misli ister kıyemi olsun cins, tür, sıfat ve miktarının belirlenmesine lüzum yoktur. Müşahede ve işaret her halükârda yeterlidir. Üçüncü ve son görüş Hanbelilere ve bazı Şafiilere ait olup bu görüşe göre resü'l-ml, akit meclisinde mevcut olsa bile niteliklerinin ve miktarının mutlaka belirtilmesi gerekmektedir (Hammad, 1993, ss. 34-37).

 

Peşin Olması

Selem akdinde re’sü’l-mâlın, peşin olarak akit meclisinde teslim-tesellümünün gerçekleşmesi şart koşulmuştur. Akit meclisi dağılmadan kabz gerçekleşmemiş olursa akit geçersiz kabul edilmektedir (Mevsıli, 1937, 1/288). Mecelle'nin 387. maddesinde söz konusu şart şu şekilde ifade edilmektedir; ‘Sıhhati selemin bekasında, semenin meclis-i akitte teslimi şarttır. Ve âkideyn kable't-teslim iftirak ederlerse akdi selem münfesih olur’ (Ali Haydar, 1330, md. 137). Re’sü’l-mâlın akit meclisi dağılmadan teslim edilmesi, Malikiler dışındaki çoğunluğa göre gerekli görülen bir şarttır. Mâlikilere göre ise resü'l-mâl peşin olmak zrunda değildir. Teslimdeki 2-3 günü aşmayan bir gecikme ile de selem akdi sahih olur (Aybakan, 2009; Hammad, 1993, s. 40).

 

Selem Konusu Mal (Müslemün Fih) ile İlgili Şartlar

Zimmette Sabit Bir Deyn Olması

Selem akdinde, müslemün fih'in, müslemün ileyhin zimmetinde sabit, nitelikleri belirlenebilir (mevsûf) bir deyn olması şart koşulmaktadır (Hammad, 1993, s. 45). Hanefilere göre bu şartın ifade ettiği şey müslemün fih'in sadece misli mallar (mekîlât, mevzûnât, mezrûât, adediyyât-ı mütekaribe) olabileceği iken diğer mezhepler açısından bu şart sadece misli malların değil aynı zamanda nitelikleri belirlenebilir olan kıyemi malların da müslemün fih olabileceğini ifade etmektedir (Zebidi, 2006, s. 499-500; Kahya, 2012, 8. 105-106).

Müslemün fihin zimmette sabit bir deyn olması, ferden muayyen, mevcut şeylerin selem akdinin konusu olamayacağını da ifade etmektedir. Bu noktada fukaha arasında herhangi bir ihtilaf bulunmamaktadır. Nitekim selem akdinden maksat peşin karşılığında veresiye satmaktır. Müslemün fihin ferden muayyen hâle gelmiş mevcut bir mal olması zaten peşin de satılabileceği manasına geldiğinden dolayı selemin gayesini ortadan kaldırmaktadır. O hâlde kıyemi mal olan koyun (Hanefilere göre), ferden muayyen olarak bulunan nitelikleri belli bir fındık müslemün fih olamazken, zimmette sabit deyn olan ve nitelikleri belirlenmiş bir fındık müslemün fih olabilmektedir (Hammad, 1993, s. 46).

Nakit paranın seleme konu olup olamayacağı da fukahanın ihtilaf ettiği bir diğer meseledir. Hanefiler dışında fukahanın çoğunluğuna göre ribe'n-nesie'ye yol açmadığı taktirde nakit para da müslemün fih olabilmektedir. Hanefilere göre ise nakit para seleme konu olamaz. Çünkü müslemün fih, müsmen yani akitte semen karşılığı verilen şey olmalıdır. Nakit para ise mudvaza akitlerinde semendir. O hâlde nakit para selem akdinde müslemün fih olamamaktadır (Hammad, 1993, 5.48).

 

Malum Olması

Selem akdi re’sü'l-mâl'ın (selem akdinde peşin olarak ödenen bedel) peşin, müslemün fih'in (seleme konu olan mal) ise veresiye olduğu bir akit türü olması dolayısıyla seleme konu olan malın taraflar arasında anlaşmazlığa yol açmayacak şekilde her türlü cehaletten uzak olması büyük önem arz etmektedir. Bu nedenle selem akdinde, akde konu olan malın cins, tür, sıfat ve miktar gibi niteliklerinin belirlenmiş olması gerekmektedir (Mevsıli, 1937, s. 289-290). Burada cins, tür, sıfat ve miktarın ne olduğuna dair bilgilere daha önce değinildiği için tekrar yer verilmeyecektir. Ancak fakihler arasında seleme konu olan malın malum olması konusunda problem olarak görülen birtakım meseleler vardır. Bunlardan ilki, seleme konu olan malın birden fazla cinsten oluşup selem bedelinin tek cinsten oluşmasının akde tesir edip etmeyeceği meselesidir. Buradaki problem selem konusu malın birden fazla olup olmamasında değil birden fazla olduğu durumda akit anında ödenen bedelin, müslemün fih'teki cinslerden her birine tekabül eden kısımlarının belirtilmesinin hükmü ile ilgilidir. Eğer resü'-mâl, kıyemi bir mal ise müslemün fih'teki cinslerin her birinin resü'-mal'daki karşılığının belirtilmesi gerektiği noktasında fakihler arasında bir ihtilaf yoktur. Ancak resü'l-mâl misli bir mal ise bu durumda Ebu Hanife ve Hanbelilere göre her bir cinsin karşılığı yine belirtilmelidir. İmameyn ve Malikilere göre ise böyle bir belirlemeye lüzum yoktur. Bu problemlerden ikincisi ise müslemün fih'in miktarının belirlenmesi noktasındadır. Bu konuda dört farklı yoldan bahsedilebilir; Keyl (ölçü), vezn (tartı), zer’ (uzunluk) ve adet (mütekaribe olması gerekir). Her ne kadar öne sürdükleri miktar belirleme yollarını dört farklı yol ile sınırlamış olsalar da zamanın değişmesi ile her bir malın miktar belirleme yolunun değişebileceğini veya yeni miktar belirleme yolarının ortaya çıkabileceğini de ifade etmektedirler. Kısacası miktarların belirlenmesinde örfün belirleyici bir unsur olduğunu vurgulamaktadırlar. Buna göre asıl olan tarafların nizaa sebebiyet verecek her türlü cehaleti ortadan kaldırmış olmalarıdır (Kahya, 2012, s. 64-65).

 

Müeccel Olması ve İfa Zamanının Belli Olması

Seleme konu olan malın (müslemün fih) müeccel yani vadeli olması Hanefiler, Malikiler ve Hanbeliler tarafından selem akdinin sıhhat şartları arasında görülmektedir. Şafiiler ise böyle bir durumun akdin sıhhat şartı olmayacağını, aksine tarafların tercihine bırakılan bir husus olduğunu savunmaktadırlar, Bu hususta selem konusu malın vadeli olmasının şart olduğunu savunanların en temel delili Hz. Peygamber'in ‘Kim selem yaparsa belli bir ölçü ve belli bir tartı ile belli bir vadeye (ecel) kadar yapsın’ şeklindeki ifadesidir. Bu hadisten vadenin belli olması gerektiği sonucu çıkarılarak selem konusu mal için vadeli olma şartı konmuştur. Aynı zamanda müslemün fih'in vadeli olmaması durumunda selem akdinin gayesinin de gerçekleşmemiş olacağı ifade edilmektedir. Şafiiler ise yukarıda zikredilen hadis-i şeriften müslemün fih'in müeccel olmasını değil aksine tarafların tercihine bırakılmış olduğu sonucunu çıkarmaktadırlar. Aynı zamanda Şafiilere göre selem akdinin vadeli olması, vadeli olmaması durumuna göre akitte garar meydana getirmeye daha müsait bir yapıdadır. Bu nedenle garara sebep olma ihtimali daha fazla olan durum caiz ise garara sebep olma ihtimali daha düşük olan durum evleviyetle caiz olmalıdır. Taraflar arasında görüş ayrılığı olsa da ortak olan nokta selem akdine konu olan malın vadeli olabileceğidir. Vadeli olduğu durumda vadenin üst veya alt sınırının olup olmadığı noktasında da farklı görüşler vardır. Zahirilerden İbn Hazm'a göre ecel en az 1 saat demektir. Hanbeliler, Hanefiler ve bir kısım Şafiilerin de ecel konusunda farklı görüşleri bulunsa da en çok zikredilen görüş ecelin en az 1 ay veya 1 ay civarında olmasıdır. En az 1 ay olması gerektiği yönündeki görüşler, selem akdinin bir gayesinin de borçlu olan kişiye (müslemün ileyh) zaman tanınarak kolaylık sağlanması ve bu kolaylığın da en az 1 ay gibi bir sürede hasıl olacağı şeklinde temellendirilmektedir. Malikilerde, çoğunluğun kabulü, vadenin en az 15 gün olması gerektiği yönünde olsa da bu konuda belirleyici olanın örf olduğunu ifade etmektedirler (Hammad, 1993, s. 54-57).

Seleme konu olan malın teslim zamanının yani vadenin taraflar arasında anlaşmazlık ihtimalini ortadan kaldıracak şekilde belirlenmiş (malum) olması konusunda ittifak vardır. Teslim tarihi ‘3 ay sonra’, ‘6 ay sonra’ şeklinde ay olarak belirlenebileceği gibi ‘Ramazan'ın 3'ü’ gibi net tarih olarak da belirlenebilmektedir (Hammad, 1993, s. 58).

 

Makduru't-Teslim Olması (Piyasada Mevcut Olması)

Selem akdine konu olan malın (müslemün fih), ifa vakti geldiğinde teslim edilebilir (makduru't-teslim) hâlde olması gerekmektedir. Bu noktada fakihler arasında herhangi bir ihtilaf yoktur (Aybakan, 1989, s. 404; Hammad, 1993, s. 58). Ancak müslemün fih'in akdin yapıldığı esnada ve ifa vakti gelene kadar geçen sürede teslim edilebilir hâlde olup olmaması yani piyasada mevcut olup olmaması meselesi ihtilaflıdır. Bu konuda selem akdinin sınırlarını en dar tutanlar Hanefilerdir. Hanefilere göre akde konu olan malın akit esnasında, akit esnasından ifa vaktine kadar sürede ve ifa vaktinde piyasada bulunması gerekmektedir. Seleme konu olan malın ifa vakti gelmeden önce borçlunun vefat etmesi ihtimalinden dolayı böyle bir şart ileri sürülmüştür. Nitekim borçlu, ifa vakti gelmeden önce vefat ederse akit için belirlenmiş olan müddet sona erecek ve borcun ifası için borçlu olan tarafın terekesine başvurulacaktır. Eğer akit esnasında piyasada mevcut olmayan bir mal üzerine selem yapıldıysa müslemün fih'in teslim edilebilir olma şartı ihlal edilmiş olacaktır. Böyle bir ihtimalin önünü kesmek için Hanefiler tarafından bu şart ileri sürülmüştür (Kasani, 1997, s. 138-140). Buna göre akit esnasında piyasada mevcut ancak ifa vaktinde mevcut olmayan, akit esnasında piyasada mevcut olmayıp ifa vaktinde mevcut olan, akit esnasında ve ifa vaktinde mevcut olup ikisi arasındaki vakitte mevcut olmayan, aradaki vakitte mevcut olup akit esnasında ve ifa vaktinde mevcut olmayan mallar üzerine selem yapmak caiz değildir (Serahsi, 1978, s.134). Şafii , Maliki ve Hanbelilere göre ise müslemün fih'in ifa vaktinde mevcut olması yeterli görülmektedir. Akit esnasında ve ifa vaktine kadar geçen sürede piyasada mevcut olmayan mallar üzerine de selem yapılabilmektedir.

İbn Kudame'nin selem konusu malın akdin ifasına kadar kesintisiz bir şekilde piyasada bulunması şartına niçin ihtiyaç duyulduğuna dair açıklaması da dikkat çekicidir. İbn Kudame, ihtiyaca binaen selem akdinde bazı garar türlerinin görmezden gelindiğini, akdin ifasını engellememesi açısından daha fazla garara tahammül edilemeyeceğini söyler (İbn Kudâme, 1968, 4/221). Bu açıklamadan da anlaşıldığı üzere İbn Kudame'ye göre zaten belli ölçülerde garar unsuru içeren selem akdinin daha fazla garar içermemesi için böyle şart ileri sürülmüştür. Bu sebepten dolayı artık başka bir garara tahammül kalmadığını söyler. Yani ‘gararın daha fazla olmaması ve akdin ifasını engellememesi açısından daha fazla garara tahammül edilemez.’ demektedir.

 

İfa Yerinin Belli Olması

Selem akdinde akde konu olan malın ifa yerinin belirlenmesinin şart olup olmadığı ihtilaflı bir meseledir. Hanefilere göre eğer selem konusu malın tesliminde herhangi bir külfet (nakliyat, hammal ücreti gibi) yoksa o takdirde ifa mekânının belirlenmesi şart değildir. Ancak ifasında herhangi bir külfet veya zorluk varsa o takdirde Ebu Hanife'ye göre ifa mekânı belirlenmelidir. İmameyn'e göre ise yine ifa mekânının belirlenmesi gerekmez. Şafii ve Hanbelilere göre genel kural olarak ifa mekânının belirlenmesi şarttır. Ancak ifa mekânı çöl gibi teslime uygun bir mekân değilse veya teslimde herhangi bir külfet veya zorluk varsa o takdirde ifa mekânının belirlenmesi gerekir. Malikiler ise mekân tayin etmenin şart olmadığını savunsalar da her ihtimale karşı yine bir mekânın belirlenmesinin güzel bir davranış olacağını ifade etmektedirler (Aybakan, 1989, s. 404; Hammad, 1993, s. 61-63).

 

Selem Akdinin İstisnâ' Akdi ile Mukayesesi

Selem akdinin nitelikleri ve miktarı belirlenen misli bir malın belirli bir vadede peşin bedelle satımını ifade ettiğin daha önce ifade etmiştik (Aybakan, 1989, s. 402). Hâlihazırda olmayan bir malın satımını konu edinen istisnâ’ akdi de bu özelliği sebebiyle selem akdine benzemektedir. İstisnâ’ kelimesi sözlükte, ‘sanat ve mahareti gerektiren bir şey yapmak’, ‘imal etmek’, ‘meydana getirmek’, ‘üretmek’ gibi anlamlara gelmektedir (Mecmau'-Luğati'l-Arabiyye, 2004, s. 525). Örfte ise ‘bir sanatkârdan sanatıyla ilgili bir şeyi imal etmesini istemek, sanatkâra siparişte bulunmak’ manasına gelmektedir (Aktan, 2001, s. 393). Mecelle'de istisnâ’ akdi, ‘bir şey yapmak üzere ehl-i san'at ile akd-i mukavele etmek’ şeklinde tanımlanmıştır. Malı imal eden işçiye sâni, siparişi veren müşteriye musta'ni ve imal edilen mala masnu' denmektedir (Mecelle, md. 124). Mecelle'nin 388. maddesinde ise istisnâ’ akdi bir örnek üzerinden ‘bir kimse ehl-i sanayi'den birine bana şu kadar kuruşa şöyle bir şey yap deyip o dahi kabul etse istisnaen bey mün'akid olur’ şeklinde açıklanmıştır. Yani kişinin bir imalatçı veya sanat erbabına özellikleri belirlenmiş bir ürün sipariş etmesi ve tarafların anlaşmalarıyla istisna akdi kurulmuş olur.

 

Mecelle şarihi Ali Haydar Efendi de istisnâ’ akdini şöyle bir örnek üzerinden açıklamıştır:

“Müşteri pabuççuya ayağını göstererek filan nevi sahtiyandan şu kadar guruşa bana bir çift pabuç yap deyip o dahi kabul etse yahut marangoz ile tul ve arzını ve evsaf-ı lazimesini beyan ederek bir kayık yahut gemi yapmak üzere pazarlık etse, istisna’ mün'akid olur. Kezalik tul ve hacmi ve sair evsaf-ı lazımesi beyan olunarak her biri şu kadar guruşa olmak üzere bir fabrikacı ile şu kadar iğneli tüfek yapmak üzere pazarlık olunsa, istisna mün'akid olur (Ali Haydar Efendi, 1330, s. 656.-657).”

Bütün bu tanımlardan da anlaşıldığı üzere istisnâ' akdi nitelikleri belirlenmiş bir malın sanatkâr tarafından yapılmasının talep edildiği bir akittir. Ancak bu akitte ısmarlanan şeyin ham maddesi sanatkârdan olmak zorundadır, aksi takdirde akit istisnâ'dan çıkmakta ve icâre-i âdemi olmaktadır (Ali Haydar Efendi, 1330, s. 691). Bu durumu bir örnekle şu şekilde açıklayabiliriz:

Elinde bir elbiseye yetecek kadar kumaşı olan bir bayanın bu kumaşı terziye verip kendisine elbise dikmesini talep etmesi bir kira akdidir. Kişi burada terzinin sadece emeğine ücret ödemektedir. Ancak bu bayan terziye gidip terzinin raflarındaki kumaşlardan birini beğenir ve o kumaştan kendisine elbise dikmesini talep ederse bu durumda akit, istisnâ' akdi olur.

İstisnâ’da akde konu olan şeyin iş ve sanat mı yoksa imal edilecek mal mı olduğu konusunda fakihler arasında ihtilaf bulunmaktadır. Hanefilerden azınlık bir görüş akdin konusunun iş ve sanat olduğunu ileri sürmektedir. Buna göre müşteri tarafından sipariş verilen eseri akdin tarafı olan sanatkârın bizzat kendisi yapmalıdır, aynı vasfa sahip olsa bile başkasından temin ettiği eseri müşteriye veremez. Ancak çoğunluğa göre akdin konusu iş ve emek değil, nitelikleri belirlenmiş ayn yani sipariş edilen eserdir. Bu durumda sanatkârın aynı vasfa sahip eseri başkasından temin edip müşteriye teslim etmesi mümkündür. Zira sanatkâr kendisinden istenen vasıflara sahip malı teslim etmekle taahhüdünü yerine getirmiş olmaktadır. Fakat özel maharet isteyen sanat dalları için aynı durum söz konusu değildir. Böyle olunca sanatkârın bizzat kendisinin sanatı ve mahareti önemli olduğundan akdin konusu iş ve emek olmaktadır (Aktan, 2001, 8. 394-395).

Hanefiler istisnâ' akdini müstakil bir akit kabul ederlerken Şafii ve Maliki mezhepleri istisnâ'yı müstakil bir akit olarak görmeyip selem kapsamında değerlendirirler. Hanbeliler ise ‘Kişinin yanında olmayan bir malı selem akdi dışında kalan bir usulle satmasıdır’ şeklinde tanımlayarak selem ile istisnâ'nın farklı bir akit olduğunu vurgulamışlardır (Aktan, 2001, s. 393). İstisnâ akdi de selem akdinde olduğu gibi ma'dum olan bir şeyin satımını konu edinmesine rağmen Hz. Peygamber'in ‘Yanında bulunmayan malı satma’ (Ebâ Dâvûd, 2009, ‘Buyû’, 68) şeklindeki hadisinden istisnâ edilerek caiz kabul edilmiştir. Nitekim insanlar selem akdine duydukları ihtiyaç kadar bu akde de ihtiyaç duymaktadırlar. Hz. Peygamber döneminden bu yana istisnâ’ akdi, cevazı konusunda ihtilaf olmaksızın uygulana gelmiş ve hakkında icmâ hasıl olmuştur. Nitekim Efendimiz'in Mescid-i Nebevi için minber, kendisi için de yüzük yaptırdığı hadis kitaplarında yer almaktadır (Buhari, 64, 32, 46; Müslim, 56).

Selem akdi ile istisnâ’ akidinin arasındaki temel farkın daha iyi anlaşılabilmesi için şöyle bir örnek vermek mümkündür:

Bahçesini sürmek, ürünlerini taşımak gibi işlerini görmek için traktöre ihtiyaç duyan Ahmet Bey, X marka motor ve traktör fabrikası tarafından üretimi yapılan, maksimum donanımlı Z serisi, mavi renk, 4 silindirli turbo intercooler motora sahip, yerli, 115 beygir bir traktör almak istemektedir. Bunun için gittiği X marka traktör bayisi Ahmet Bey'e istenilen özelliklerdeki traktörün ellerinde kalmadığını ancak 2 ay sonra yeni üretim sonucunda bu traktörü kendilerine teslim edebileceklerini söylemiştir. Bunun üzerine Ahmet Bey, gerekli evrakları doldurup yukarıda zikredilen özelliklere sahip traktörü sipariş vermiş ve anlaşılan miktardaki ödemeyi peşin olarak yapmıştır. 2 ay sonra X marka traktör bayisi Ahmet Bey'in istediği model traktörü teslim etmiştir. Bu akitte Ahmet Bey tarafından sipariş edilen traktör standart bir donanıma sahip olduğu ve bu traktörün aynısı piyasadaki başka bayilerde de mevcut bulunduğu için Ahmet Bey ile X marka traktör bayisi arasında yapılan akit selem akdi olmaktadır. Ahmet Bey'in aynı özelliklere sahip traktörü başka bir X marka traktör bayisinden de sipariş verebilmesinin mümkün olması akdin selem akdi olduğunu göstermektedir. Ancak Ahmet Bey sipariş edeceği traktörün standart donanımının üzerinde birtakım donanıma sahip olması için bayiden Z serisi traktöre, ekstra ücret karşılığında süspansiyon desteği, kuvvetlendirilmiş kabin, led far, siyah cam gibi birtakım özellikler eklenmesini talep etse bu sefer akit istisnâ' akdine dönecektir. Nitekim istisnâ’ akdinin konusu selem akdinde olduğu üzere standart mallar değildir. Bilakis Ahmet Bey'in talep ettiği ekstra özelliklere sahip bu traktör, fabrikada sadece kendisi için üretilecektir. Ahmet Bey'in talep ettiği özelliklere sahip traktör piyasada mevcut olmadığından akit selem değil istisnâ’ olmaktadır. İstisnâ’ akdinde daha önce de ifade edildiği üzere ücret peşin, peyderpey veya mal teslim alındığı anda ödenebilmektedir. Ancak selem akdinde paranın peşin ödenmesi şarttır.

 

M. Emin Durmuş, İsmail Bektaş

---------------------------------------------

1- Ayrıntılı bilgi için bkn. Hatice Kübra Kahya, İslam Borçlar Hukukunda Selem Akdi, (İstanbul: Marmara Üniversitesi, Yüksek lisans tezi, 2012), 20-24, Soner Duman, ‘Hanefi Usulcülerinin İmam Şafiî'nin Kıyas Anlayışına Yönelik Eleştirileri’, Usûl: İslam Araştırmaları Dergisi, 1 (2008), S.18.