Milli Eğitim Bakanlığı 10 Nisan 2018 tarihinde Merkezi
Sınavla Öğrenci Alan Ortaöğretim Kurumları Listesi'ni yayınladı.
Liste incelendiğinde ilk dikkat çeken nokta, Anadolu
Liselerinin azlığı ve Meslek Liseleri ile İmam Hatip Liselerinin fazlalığıdır.
Başka bir yazının konusu olmakla birlikte, Meslek
Liselerine tanınan bu imkân belki de bu son uygulamanın en olumlu tarafıdır.
İmam Hatip Liseleri...
İdris Küçükömer'in İslamcı-Doğulu cephe olarak
tanımladığı "Beyaz Zenciler" için, İmam Hatipler
kurulduğu dönemde can simidi olmuştur.
İlk dönem hangi fedakârlıklarla açıldığı ve
yaşatıldığı ehlince malumdur. Dileyen dönemi yansıtan hatıratlara bakabilir.
O kadrolar şimdilerde devletin, başta Cumhurbaşkanlığı
olmak üzere tüm üst düzey kurumlarında kilit noktalardadır.
Sağ-sol arasındaki kavganın sun'î olduğunun farkına
varıp, devlet ile millet ya da çevre ile merkez arasındaki uçurumu ortadan
kaldırmaya karar vermiş olan o kadrolar, her türlü engelleme girişimlerine
rağmen milletle kucaklaşma yolunda adım adım ilerlemektedirler.
Fakat; aile, eğitim ve kültür…
İnsana bakan karnemiz dökülüyor...
Problemi tesbit edebildiğimizi söylemek ise çok zor.
Milletin desteğini almış ve 15 Temmuz gibi büyük bir
musibetle çetin bir sınav vermiş olan mevcut iktidar, bürokrasi karşısında aciz
kalmaktadır.
Millet, canıyla ve kanıyla bedel ödeyerek sağladığı
kazanımları masada kaybediyor.
Dönem dönem Sayın Cumhurbaşkanı'nın da rahatsızlığını
ısrarla dile getirdiği üzere millet bürokrasiden muzdarip.
Görünen o ki bürokrasinin geçmişin alışkanlıklarını
tevarüs eden kanadı 2019 seçimleri öncesi son kozlarını oynamaktadır.
Biraz geriden alalım;
FETÖ'nün nüfûz etmekte zorlandığı ve dolayısıyla
rahatsız olduğu İmam Hatipler, 28 Şubat Süreci'nde hedef tahtası haline
getirildi. Zira İmam Hatipler işlevini yitirdiğinden millet çocuklarını
birçoğumuzun sonradan fark ettiği bu ihanet şebekesine teslim etmek zorunda
kalmıştı.
Sonraları pek çoğu ellerinin arasından kayıp giden ve
sesine ses vermeyen evlatlarının halen ağıdını yakmakta.
Tezgâh kusursuzdu.
28 Şubat'ı kurgulayanlar, pek çok vakıf, dernek ve
cemaate operasyon yaparken FETÖ'nün önünü açıyor, gençliği bu yapının kollarına
itiyordu.
Ders almayacaksak eğer, sabah akşam FETÖ'ye
küfretmenin bürokraside rant devşirmekten başka kime ne faydası olabilirdi?
Sonra, çok sonra, yargının tüm engelleme girişimlerine
rağmen İmam Hatip Ortaokulları (İHO) tekrar açıldığında
akademik anlamda başarılı öğrencilerin tercih ettiği okullar haline geldi.
Fakat İmam Hatip Liseleri
(İHL) bu öğrencilerin özellikle de sayısal alanda akademik hedeflerini
gerçekleştirebileceği altyapıdan oldukça uzaktı.
Oysa bu okulları tercih eden öğrencilerin büyük
çoğunluğunun amacı din görevlisi olmak değil, temel dini bilgilerini almış,
mühendis, doktor, mimar, avukat... olmaktı.
Görmezden, duymazdan bilmezden gelindi.
Ancak, Hayrettin Karaman ortaokuldan
mezun olan bu gençlerin neden İmam Hatip Liseleri'ni tercih etmediğini dönem
dönem köşesinde sorgulamaya başladıktan sonra ilgililer harekete geçebildi.
Bu öğretim yılının başında söz konusu eksiklikler
kısmen de olsa giderildi.
Bu vakte kadar ders saatlerinin düzenlenmesi birileri
tarafından engellenmediyse eğer, söz konusu gecikmeyi neyle izah edebiliriz?
Oysa hayat devam ediyordu. Algı hakikatin önüne geçmiş,
atı alan Üsküdar'ı çoktan geçmişti.
İHL'ler adına büyük bir fırsat heba edilmiş ve İHL'ler
tercih edilen okullar olmaktan çıkmıştı.
Yapılması gereken, bir yandan gerekli altyapı
hazırlıklarını tamamlayıp, diğer taraftan sayılarını tedricen arttırarak,
kapısında sıraya geçilen kurumlar haline getirmekti.
MEB bürokrasisi milleti anlamakta zorlanıyordu. TEOG
sisteminin değiştirilme gerekçesi izah edilirken, TEOG sisteminin aslında
merkezi bir sınav olmadığının millete anlatılamadığı, en yetkili ağızlardan
dile getiriliyor ya da itiraf ediliyordu.
Millet masa başında alınan kararlara itibar etmiyordu.
Algı önemli hem de çok önemliydi.
Mutfaktan gelmeyip bu gerçeklerin farkında olmayanlar,
amirlerine yaranmak maksadıyla ve "Ne olursan ol gel"
mantığıyla çok sayıda İmam Hatip Lisesi açmayı marifet bildi.
Kendi ellerimizle İmam Hatip Liselerini akademik
anlamda tükettik.
Muhalefet mi? Olan biten her şeyin farkında. Muhalefet
edermiş gibi görünmeyi tercih ederek, batmakta olan sistemi büyük bir keyifle
izlemekte.
(Bu noktada bir umut vesilesi olan proje okullarının
ayrıca değerlendirmesi gerektiğini de hatırlatalım.)
Oysa sahada yaşanmakta olan asıl problem bambaşkadır.
9. ve 10. sınıflardaki tüm okul türlerinde (İHL, Fen
Lisesi, Anadolu Lisesi ...) görülen derslerin tamamı neredeyse ortaktır. Alan
eğitimi ağırlıklı olarak 11. ve 12. sınıflarda verilmektedir.
Fakat memleketin içinde bulunduğu şartlar sebebiyle
kaldırmamızın mümkün olmadığı sınav gerçeği ihmal edilmeden meselenin
değerlendirilmesi eksik kalacaktır.
Öğrencilerin asıl alan eğitimini alacağı son iki yıl,
özellikle de son yıl İHL'ler kültür öğretmenleri ile meslek dersleri
öğretmenleri arasında yaşanan gerginliklere sahne olmaktadır.
Hele bir de işinden asla taviz vermeyen ve
ciddiyetle yapan bir meslek dersleri öğretmeniyseniz.
Veliyi, idareyi, ve öğrencileri ve öğrencileri sınava
hazırlamayı kendine dert edinmiş kültür öğretmenlerini karşınıza almak
zorundasınız demektir.
Kimin haklı, kimin haksız olduğundan çok, mevcut
alışkanlıklarımızdan sıyrılarak şu basit soruyu sormak gerekmez mi?
Çıktısı, sonuçları ve hayattaki karşılığı
değerlendirilmeden, TEOG’dan vazgeçip yeni bir sisteme rahatlıkla geçebilen MEB
bürokrasisi bu yeni sistemi kurgularken neyin hesabını yapmıştır?
Cidden meraka muciptir.
Fakat soru sormak tehlikelidir.
Ne de olsa İmam Hatipler bir davanın adıdır.
Üzerine söz söyleyen zinhar haindir.
Ah güzel ülkem...
Bir kısım muhalefet ise İmam Hatipli (dindar) olmanın
başlı başına bir başarısızlık sebebi sayılması gibi sığ bir tez ile oyalanmayı
tercih etmektedir.
Yazık, cidden yazık.!
Oysa ne İmam Hatipli olmak tek başına dindarlığın ne
de olmamak aksinin göstergesidir...
Hissetmeye başladığımız bu algı çok ama çok
tehlikelidir. Bütün okullar ve bütün gençler bizim ve geleceğimizin
teminatıdır.
Gelin şimdi filmlerdeki gibi basit ve klasik bir
yöntem deneyelim:
Yaşadığımız şehrin büyükçe bir haritasını duvarımıza
asalım..
Merkezi Sınavla Öğrenci Alan Ortaöğretim Kurumlarının
konumlarını kırmızı ile işaretleyelim.
Sonrada Özel Öğretim Kurumları'nın fakat özellikle de
zincir okullara sahip olan güçlü kurumları ihmal etmemek şartıyla tamamının
konumlarını mavi ile işaretleyelim.
2017 TEOG sonuçlarına göre açıklanan listede olması
gereken fakat söz konusu listede yer bulamayan okullar için de uygun gördüğünüz
ayrı bir renk kullanmayı ihmal etmeyelim.
İlginç bir ayrıntı dikkatinizi çektiyse eğer,
bürokrasiden ümidini kesmiş ve gözü Beştepe’de olan milletin bir ferdi olarak
şu basit soruyu önce kendimize sonra Sayın Cumhurbaşkanımıza soralım:
İmam Hatipler Neyi Örter?
MEB tarafından 26.03.2018 tarihinde yayınlanan
Ortaöğretime Geçiş Yönergesi'nde "Yerel yerleştirme, ortaöğretim
kayıt alanı, okulların türü, okulların kontenjanı, okulların bulundukları yer,
okulların pansiyon durumu ile öğrencilerin ikamet adresleri, öğrencilerin okullarda
bulunuşlukları, tercihler, okul başarı puanları, devam-devamsızlık ve
yaş gibi kriterler göz önünde bulundurularak yapılır." Hükmü geçmektedir.
Bir liseye müracaat kontenjanın 3-5 katı olduğununda
zannedildiği gibi isteyen istediği okula yerleşemeyecek, daha önce sistemin
tıkanmasına sebep olan "okul başarı puanı" yeni
krizlerin doğmasına sebep olacaktır.
FETÖ'nün, en heybetli dönemlerinde öğrencileri
dershanelere yönlendirmek için, (kendileri farkında olsun ya da olmasın)
dönemin bürokrasisi eliyle yaptığı düzenlemeleri ilk yazımızda anlatmaya
çalışmıştık.
Benzer şekilde mevcut düzenleme ile Özel Öğretim
Kurumları sayısının artacağı kanaatindeyiz.
Özel Öğretim Kurumlarının sayıların artması mevcutlar
içerisindeki alternatifleri arttıracağından eğitimde kalite çıtasını
yükselteceğinde şüphe yok.
Fakat...
İzlenen yöntem vicdanları yaralamakta.
Sayın Cumhurbaşkanımızın TEOG'un kaldırılma
gerekçesini izah ederken söylediklerini (hazırladığımız haritayı gözlerimizin
önünden ayırmadan) hatırlatalım:
"Yapmamız gereken şey nedir?
Bir: okullardaki seviyeyi yükseltmek. Başbakanlığım
döneminde de bunun talimatını verdim. Hafta sonlarında biz bazı okullarımızda
Milli Eğitim'in kendi öğretmenleri vasıtasıyla takviye dersleri verelim. Bu
öğretmenlerimize bunun karşılığında da bir bedel ödeyelim. Hem öğretmenlerimiz
bunun karşılığında 3-5 kuruş daha fazla bir imkân elde etmiş olur hem de bu
takviye kurslarına gelmek isteyen öğrenciler gelir, seviyelerini daha da
yükseltirler. Öyle gidip 'Birilerine imkân sağlayalım, avanta sağlayalım?'
Böyle bir şey olmayacak. Bunu da Nabi Bey'in döneminde başlattık.
Bunun şimdi yine aynı şekilde yürümesi lazım. Durup dururken birilerini
ihya etmenin anlamı yok. Kendi öğretmenlerimiz bize yeter. Devlet
olarak da bizim devletimiz bunu karşılayacak güçtedir. Hiç birilerini
abad etmenin, ihya etmenin yolu da yok." (15.09.2017 Sabah)
Yaşamakta olduğumuz, bir "akıl tutulması"ndan
başka ne ile izah edilelebilir?
Meselenin bir başka boyutuna değinmeden geçmek resmin
tamamını görmemize engel olabilir.
MEB'de kaliteyi arttırma adına "Öğretmen
Performans Değerlendirme ve Aday Öğretmenlik İş ve İşlemleri Yönetmeliği
Taslağı" yayınlandı.
Sayıları bir milyonu bulan eğitim camiasının hepsinin
cennetlik olduğunu iddia etmek nasıl mümkün değilse, hepsinin mesleki anlamda
yeterli olduğunu iddia etmek de elbette mümkün değildir.
Bir başka ifadeyle bulunduğu konumu hak etmeyen
öğretmenlerin olmasından daha doğal ne olabilir?
Bu makul gerekçelerden hareketle meselenin aslını
bilmeyen velilerin söz konusu düzenlemeye destek vermesi de anlaşılabilir.
Fakat bu gerçekler hemen her kurum için geçerlidir.
Mevcut düzenlemenin devletin başka bir kurumunda değil
de yalnızca MEB'de yürürlüğe konmak istenmesinin izahı ne olabilir?
Sayın Cumhurbaşkanı'nın dönem dönem açıkladığı ve
MEB'i başarısız bulduğu bilinmekteyken yapılan düzenlemenin MEB bürokrasisinin
hedef saptırma çalışmasından başka bir anlam ifade edip etmediği de
sorgulanmalıdır.
Öğretmenlik her şeyden önce bir gönül mesleğidir.
MEB, yaşanan tüm olumsuzluklara rağmen büyük bir sevda
ve özveri ile çalışan öğretmenler sayesinde ayaktadır.
Gerçekleştirilmesi planlanan düzenleme ile bir
öğretmene öğrencilerin not vermesi planlanmaktadır.
Bu yaklaşım, "akıl tutulması"ndan
başka ne ile izah edilebilir?
Şöyle ifade edelim. Bir kurum, idarecisi kadardır.
İdareciye düşen ise mevcut imkânları en verimli şekilde kullanmaktır.
Bunun da yolu huzurdan geçer.
Bir öğretmen okuluna giderken ayakları geri geri
gidiyorsa konuşulacak bir şey kalmamış demektir.
Mevcut düzenlemenin kısmi faydaları elbette olacaktır.
Fakat öncelikle okullardaki iç huzuru dinamitleyeceğinden, zararının
faydasından çok olacağından şüphe edilmemelidir.
Tüm yönleriyle kamuoyunda tartışılmayan düzenlemelerin
getirdiği sonuçlar ortadadır.
Değiştirilen YGS ve LYS nin yazboz tahtasına dönüşmüş
olmasından çıkarılması gereken dersler yok mudur?
Söz konusu düzenlemenin de ölçme değerlendirme açısından
tam bir felaket olduğunu, soru sayılarının azlığı sebebiyle üst dilimde
yığılmalar yaşanacağını ve TEOG tecrübesinden hareketle öğrencileri Özel
Öğretim Kurumları'na yönlendirmek amacıyla düzenlendiğini düşündüğümüzü
belirtmiş olalım.
Daha önce söylediğimiz gibi:
Cumhurbaşkanı'nın yalnızlığı MEB'de de kendini
hissettiriyor.
Bir hikâye ile bitirelim:
“Bir gün yaralı bir kuş Hz. Süleyman’a gelerek,
kanadını bir dervişin kırdığını söyler.
Hz. Süleyman, dervişi hemen huzuruna çağırtır ve ona
sorar:
“Bu kuş senden şikâyetçi, neden kanadını kırdın?”
Derviş kendini savunur:
“Sultanım, ben bu kuşu avlamak istedim, önce kaçmadı,
yanına kadar gittim, yine kaçmadı. Ben de bana teslim olacağını düşünerek
üzerine atladım. Tam yakalayacağım sırada kaçmaya çalıştı, o esnada kanadı
kırıldı”.
Bunun üzerine Hz. Süleyman kuşa döner ve der ki;
"Bak bu adam haklı. Sen niye kaçmadın? O sana
sinsice yaklaşmış. Sen hakkını savunabilirdin. Şimdi kolum kanadım kırıldı diye
şikâyet ediyorsun?”
Kuş kendini savunur.
“Efendim, ben onu derviş kıyafetinde gördüğüm için
kaçmadım. Avcı olsaydı hemen kaçardım. Derviş olmuş birinden bana zarar gelmez,
bunlar Allah’tan korkarlar diye düşündüm ve kaçmadım.”
Hz. Süleyman bu savunmayı doğru bulur ve kısasın
yerine getirilmesini ister.
“Kuş haklı, hemen dervişin kolunu kırın”
diye emreder.
Kuş o anda; “Efendim, sakın öyle bir şey
yaptırmayın” diyerek öne atılır.
“Neden” diye sorar Hz. Süleyman.
Kuş sebebini şöyle açıklar:
“Efendim, dervişin kolunu kırarsanız, kolu iyileşince
yine aynı şeyi yapar…
Siz en iyisi mi, bunun üzerindeki derviş hırkasını
çıkartın…
Çıkartın ki, benim gibi kuşlar bundan sonra
aldanmasın.” (1)
Yeni Akit 16 Nisan 2018
Yeni Akit 16 Nisan 2018
(1)(Prof. Dr.
Mustafa Gündüz, Eğitim Tarihimiz Tecrübesinde Müderristen Muallime, Muallimden
Öğretmene: Öğretmenliğin İtibar, Statü ve Değeri, Eğitime Bakış, Sayı:41, S,17)