Derin Dünya Devleti veya ‘Gizli Doktrinin Küresel Efendileri’ - Alparslan Aydar

Derin Dünya Devleti veya ‘Gizli Doktrinin Küresel Efendileri’

Hevâlarını ilâh edinen, akıllarını şeytani ihtiraslarıyla sınırlandıran ve derin dünya devletini kurmaya karar veren İlluminati Çetesinin liderleri; soğuk savaş döneminden sonra, üçüncü dalga teorisini ön plana çıkarmışlardır. Bu teoriye göre; ’insanın doğal özüne uygun olan düzenin; aklın batıl inançları, efsaneleri ve münzel kitaba dayanan dinleri ortadan kaldırmasıyla’ gerçekleşecektir. ABD dolarının üzerinde on üç basamaklı bir piramidin ve bu piramidin üstünde de Luzifer’in gözünün yer aldığı malûmdur. Satanizmin ve anarşizmin bütün dünyaya yayılmasını arzu eden Illuminati hareketi, küresel sermayenin beyni mesabesindedir. Dünyadaki bütün önemli gelişmeleri ‘Derin Güçler’in varlığı ile izah etmeye kalkmak Müslüman kimliğimizle çelişeceği gibi, yeryüzünde fesadın yayılması için gayret sarf eden şeytani güçlerin olmadığı iddiası da kimliğimizi inkâr anlamına gelir. Yazar Atilla Akar’ın kaleme aldığı ‘Derin Dünya Devleti’ isimli eser, küresel fesadın kaynağını tespit açısından önemli olan bir eserdir.

Derin Dünya Devleti veya ‘Gizli Doktrinin Küresel Efendileri’
Atilla Akar
Profil Yayıncılık
Mîsak Dergisi
Sayı: 259 / Haziran 2012

Büyük Fransız Devrimi’nden sonra Avrupa’da; bütün hükümlerin kaynağını akılla sınırlandıran ve dini ferdin vicdanına hapseden siyâsi akım gündeme girmiştir. Bu akıma aydınlanma felsefesi veya kısaca modernizm denilmiştir. Modernizmin temelinde; Rasyonalizm (akılcılık), Sciestime (bilimcilik), Rölativizm (izafiyet) ve Pozitivizm gibi ideolojileri görmek mümkündür.(1) Modernizmin ortaya çıkarttığı değişiklikler sadece Avrupa’yı değil tüm dünyayı etkilemiş, dolayısıyla İslâm dünyası da bu değişimden payını almıştır. Söz konusu değişimi ve sonuçlarını sağlıklı değerlendirebilmek için sadece İslâm dünyası üzerinden gerçekleştirilen bir değerlendirme sağlıklı olmayacaktır. Bu noktada Abdülvahid Yahya (Rene Guneon)’nın “Modern Batı’nın Hıristiyan olduğu söylenir, ama yanlıştır. Modern tavır temelde din düşmanı olduğu için, Hıristiyanlığa da düşmandır” (2) tesbitini hatırlamakta fayda vardır. Zira tanıtmaya çalıştığımız eser, tüm dünyadaki bu değişimin arka planında neler olduğunu ortaya koymaktadır. Adı geçen bu gizli örgüt ya da örgütler hakkında elde edilen bilgi kırıntıları gerçeğin ipuçlarını ortaya koymakta ve eğer ilk defa karşılaşmışsanız dünyaya ve olaylara bakış tarzınızı temelden değiştirecek kadar önem arz etmektedir.

Dünyadaki bütün önemli gelişmeleri ‘Derin Güçler’in varlığı ile izah etmeye kalkmak Müslüman kimliğimizle çelişeceği gibi, yeryüzünde fesadın yayılması için gayret sarf eden şeytani güçlerin olmadığı iddiası da kimliğimizi inkâr anlamına gelir. Bu inceliğe dikkat etmek gerekir.


Birinci Bölüm

Derin Devletin İlk Gladio’su: Templiyer Şövalyeleri
“Haçlılar kutsal Kudüs’ü ele geçirdiklerinde XII. yüzyılın başında Templiyer’in kuruluşu gerçekleşti. İlk isimleri ‘Süleyman Mâbedi’nin ve İsa’nın Yoksul Şövalyeleri’ydi. Görünen amaçları ‘Kutsal Topraklar’ı ziyarete gelen hacıları korumak, ticaret kervanlarının güvenliğini sağlamaktı.

Ancak Templiyerler’in görünen amaçları ‘Kutsal hac yolunu korumak’ olarak açıklansa da gerçekte böyle olmadığı söyleniyordu. Kimi iddia ve belgelere göre ‘görünmeyen amaç’ bambaşkaydı. Bu iddialar arasında şunlar mevcuttu: Eski Ahit’in Ezekiel bölümünde sözü edilen Süleyman Mabedi’ni yeniden inşa etmek, Hz. Musa zamanından kalma bazı kutsal belge ve eşyaları özellikle de ‘Ahit Sandığı’nı bulmak ve Hz. İsa’nın hayatının bilinmeyen kesitlerine dair belge ve bilgi toplamaktı.

Templiyerler, bir süre sonra bölgede öyle etkin bir güç oluşturdular ki onlara katılmak isteyen soylular, malvarlıklarını bağışlıyor, bir tür bankacılık faaliyeti yürütüyorlardı. Avrupa’nın ileri gelen birçok kraliyet ailesi ve soylusunun hem emanetçisiydiler hem de onlara borç veriyorlardı. Bütün bunların yanı sıra Avrupa kraliyet ailelerinin birçoğunun şahsi mücevherlerini ve kıymetli özel eşyalarını da koruma altına almışlardı. Templiyerler’in ticari sırlar konusunda son derece ‘ağzı sıkı’ olmaları onlara olan güveni arttıran bir unsurdu. Templiyerler, böylece kısa sürede inanılmaz zenginlikleri kontrol eder hale geldiler.” (Sh:31-33)

Haçlılar Kudüs’ü kaybedince; “Batıya dönmek zorunda kalan Templiyerler, başta prestijleri olmak üzere eski konumlarından çok şey kaybettiler. ‘Kudüs’ü Müslümanlara kaptırmakla’ suçlandılar. Varlıklarından rahatsız olan kesimler harekete geçti. Tasfiye, işkence ve idamlardan geriye kalanlar Fransa’dan Avrupa’nın farklı ülkelerine gizli yollardan kaçtılar.

Templiyerler’in bugün de yaşadıkları iddialarından tutun, arkasından başka bir örgütün mirası devraldığına, hatta masonluğa dönüştüğüne dair çeşitli yaklaşımlar öne sürülmektedir. Gerçekten de birçok mason teşkilatı daha ilk andan itibaren köklerini Templiyerler’e dayandırmışlar hatta onların bir devamı olduklarını ileri sürmüşlerdir: Dönemin birçok farmasonu kendilerinin öncülerinin Tapınak Şövalyeleri olduğunu belirtmişlerdir. Bazı masonik ‘ayin’ ve ‘ritüellerinin’ tapınak tarikatındakilerle aynı olduğu iddia edilmiştir. Ve masonlar ayinlerini ve sırlarını bu tarikattan almışlardır. Tapınak Şövalyeleri çevrelerini aydınlatan mecusi ve hikmetli, usta farmason, simyacı, gizli batınî üstatlar olarak ün salmışlardı. Bazı mason locaları ‘Tapınak Şövalyesi’ ismini kabul etmişlerdir, ayinlerinde bu unvanın kendilerine tarikatın ilk zamanlarından miras kaldığını belirtmişlerdir.” (Sh:42-59)


Prieuré de Sion (Sion Birliği)
“Dağılışlarından sonra Templiyerler’in misyonunu bir başka örgütün yüklendiği iddiaları da vardır. Bu örgüt Prieuré de Sion’ dur (Sion Birliği). Çeşitli araştırmacılar, bu örgütün 1090 yılında Kudüs’te Sion Tepesi denilen yerde bir Bizans kilisesinin kalıntıları üzerinde Godfroi de Bouillon tarafından kurulduğunu söylemektedir. Bu kişi, Haçlı seferi sonrası Kudüs Kralı olacaktı.” (Sh:59)

“Kutsal Kan Kutsal Kase’de belirtildiğine göre Sion Birliği ile Templiyerler arasındaki tek fark, birinin eski kabbalistik-grosnik inançlara sahip olması değil. Sion Birliği, etnik ve dini köken olarak Yahudi ağırlıklıyken Templiyerler, Katolik-Hıristiyan ve Avrupalıydılar. Bu anlamda olaya, Yahudi ağırlıklı Sioncuların Hıristiyan Templiyerler’i tasfiyesi olarak bakılabilir.” (Sh:61)

Aslında her şeyin arkasındaki yönlendirici irade (Prieuré de Sion-Siyasi Kanat), Templiyerler (Askeri Kanat)’in de kurulmasını sağlayan örgüttü. Fransız Devrimi’ni hazırlayan örgütün de Prieuré de Sion olduğu ileri sürülmüştür.” (Sh:62-63)

“Derinlerde görünmeyen bir yerde Sion Grubu adlı yönetici, zengin ve emperyalist bir grup vardı. Sion Grubu bugün de var ve artık Avrupa egemenliği üzerine kurulmuş bir dünya kontrolü ağlarını oluşturmaya çalışıyor, içeriğinde ise 700 yıllık bir tarikat saklı.” (Sh:66)

“Harcanan çabaların tamamı, Fransa soy zincirinin altüst edilip, yerine başında kutsal bir Rahip-Kral’ın getirildiği yeni tip monarşik bir sistem içindi. Avrupa bunu hedeflemiş gizli örgütlerle doluydu ve bunların en tepesindeki organize güç ise ‘Sion Birliği’ydi.

Temel hipotez şu olmaktaydı: ‘Amaçları arasında teokratik bir Avrupa Birleşik Devletleri vardı. Bu devlet Hz. İsa soyundan gelen bir hanedan tarafından yönetilen ve modern bir imparatorlukta toplanmış bir Pan-Avrupa veya Trans-Avrupa konfederasyonu olacaktı. Bu hanedan, politik veya dünyevi yönetim tahtını işgal etmenin yanında muhtemelen Aziz Petros’un da tahtını elinde tutacaktı. Yüksek otorite adı altında krallıklar ve prenslikler, hanedan ittifakı ve karşılıklı evlenmeler ile birbirleri arasında bir ağ oluşturacaklardı. Bir çeşit XX’nci yüzyıl ‘feodal sistemi’ oluşacaktı.’

Planlanan devlet öyle bir devletti ki kendisine Hz. İsa kanını kutsallık gerekçesi olarak temel dayanak yapacak, bütün yönetim kademelerini karışmış kan bağına dayalı bir hiper-soylu sınıfın birbiriyle koordineli şebekesinin ellerine teslim edecekti. Bu hiper-şebeke kendini yıllarca Hıristiyan gibi göstermiş ama aslen Yahudilik esaslarını koruyan Merovenj soyunun bir uzantısından başka bir şey olmayacaktı. Onu iktidara taşıyacak olan gizli partinin de adı tabii ki Sion Birliği olacaktı.” (Sh:82)


İkinci Bölüm

Tartışmalı Bir ‘Dünya Devleti’ Belgesi Siyon Protokolleri
“Protokoller, basılı bir metin olarak önce Çarlık Rusyası’nda 1905 yılında yayımlanmıştır. İddialara göre bu baskı Yahudiler tarafından toptan satın alınmış ve geniş kitlelere ulaşması engellenmiştir. Bir başka iddiaya göre ise Yahudi kökenli Kerensky’nin başbakanlığındaki hükümet tarafından toplatılmıştır. Bolşevikler iktidarı aldıktan sonra ise protokollerin bulundurulması bile yasaklanmış, ağır cezalara bağlanmıştır. Güney Afrika Cumhuriyeti’nde ise kitaba sahip olmak başlı başına ölüm cezası nedeni sayılmıştır. Ancak kitap, Rus göçmenler aracılığıyla Batı’ya götürüldüğünde başta İngiltere olmak üzere birçok kez basılmıştır. Sadece İngiltere’de bir milyon satmıştır. 1933’te İsviçre’de Yahudi birlikleri kitap aleyhine dava açmışlar ve kitabın sahteliğinin mahkemece teyit edilmesini istemişlerdir. Mahkeme, kararı 1937’de önce onaylamış sonra bozmuştur.” (Sh.88)


Üçüncü Bölüm

Derin Dünyanın Politbörosu: CFR (Council on Foreing Relations-Dış İlişkiler Konseyi)
“30 Mayıs 1919’da Paris Majestic Otel’de bir ‘Raund Table’ (Yuvarlak Masa) toplantısı yapıldı. Bu toplantıdan bir Uluslararası İlişkiler Enstitüsü (Institute of International Affaris) kurulması kararı çıktı. Kuruluşun başında ise Yahudi kökenli Astor ailesinin başı John Jakop Astor vardı. Söz konusu grup, 5 Haziran’da bir daha toplandı ve oluşumun tek bir organizasyon olarak değil de birbirine bağlı bir ağ olarak kurulmasının daha uygun olacağı sonucuna vardı. Toplantının sonunda bazı ‘think-tank’lerin kurulması kabul edildi. Bunlar arasında ABD merkezli Dış İlişkiler Konseyi-Council on Foreign Relations (CFR), Londra merkezli ‘Chatham House’ olarak da bilinen Kraliyet Uluslararası İlişkiler Enstitüsü- (Royal Institute of International Affairs - RIIA) vardı. (Cumhurbaşkanı Abdullah Gül 2010 yılında bu kuruluştan ödül almıştır.) CFR 21 Temmuz 1921’de New York’ta kurulmuştur. ABD’nin uluslararası bütün stratejisi önce CFR tarafından çizilmekte, zaten kendi üyeleri olan dışişleri bakanları tarafından da uygulanmaktadır.

Bazı araştırmacılara göre CFR, ‘masonluğun çağdaş, daha gelişkin, daha iddialı ve global bir türevi’nden başka bir şey değildi. Ancak CFR’ye alt kademeden değil, ülkelerin en seçkin localarından belli derecelerin üstündeki masonların üye kabul edildiği belirtiliyordu. Ne var ki gelişen dünya şartları ve küresel hâkimiyet planının aşamaları, CFR’yi tek başına yetmez kılıyordu. CFR, başlangıçta sadece ABD içinde ve ABD dış politikasını etkilemek için kurulmuşsa da giderek globalleşen dünyada daha yaygın alt kollara ihtiyaç duyuluyordu. İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde CFR, iki oluşumun daha ‘girişimcisi’ rolünü üstlendi. Bunlardan ilki, 1954 yılında kurulan Bilderberg Grup’tu. CFR’nin ikinci türevi ise David Rockefeller’ın bizzat özel girişimiyle 1974’te kurulan ve ABD-Avrupa-Japonya üçgenini kapsayan Trilateral Commission’du (Üçlü Komisyon).”(Sh:119-123)

“Söz konusu yapının belki de en önemli girişimi kendi hükümetlerini bile kendilerine borçlandırmalarıydı. Tabii henüz IMF ortada yoktu ve uluslararası borçlandırma operasyonlarına imza atamamışlardı. Peki, bu borç miktarını arttırmanın en kestirme yolu neydi? Tabii ki savaş çıkarmak ya da çıkmasını teşvik etmek. 1914’te I. Dünya Savaşı’nın çıkması ve ABD’nin bu savaşa katılımının sağlanmasıyla iç borç miktarı bir anda 1 milyar dolardan 25 milyara yükseltilmiş oluyordu.”(Sh:131)

“Wilson’un 1913’te başkan seçilebilmesi için zengin bir Yahudi banker olan Bernard Baruch tarafından büyük paralar harcandı. Birinci Dünya Savaşı, hem büyük bir ulusal borç hem de Wilson’ı destekleyenler için muazzam kazançlar doğurdu. Baruch, Savaş Sanayileri Kurulu’nun başı olarak atandı. Buradan da ulusal ekonomi üzerinde diktatoryal yetkiler kullandı. Baruch ve Rockefeller’ların savaş sırasında 200 milyon doların üzerinde para kazandıkları söylenmekteydi.” (Sh:132)

“CFR, Ekonomik Operasyonların da idari merkezi gibi çalışmıştır. Bu konuda yaşanan en son tartışma The Observer muhabirlerinden Gregory Palast tarafından gündeme getirildi. Palast, IMF ve Dünya Bankası’nın gizli belgelerini açıkladı. Söz konusu belgeler, IMF ve Dünya Bankası’nın kredi isteyen gelişmekte olan ülkeleri gizli anlaşmalar yapmaya zorladığını ve bu yolla bu ülkelerin kaynaklarının uluslararası sermayeye peşkeş çekildiğini göstermekteydi. Dünya Bankası, Palast’ın açıkladığı belgelerin önce sahte olduğunu iddia etti ama belgeler o kadar sağlamdı ki sonunda başkanı James Wolfenshon, belgelerin gerçek olduğunu kabul etmek zorunda kaldı. ‘The Best Democracy Money Can Buy (Paranın Satın Alabileceği En İyi Demokrasi) adlı kitabıyla tanınan İngiliz gazeteci-yazar Gregory Palast’ın bu açıklamaları Dünya Bankası ve IMF yönetiminde büyük rahatsızlık yarattı.” (Sh:144)

Bu bölümde CFR’nin kuruluşu, yapısı, hükümete etkisi, ortaya çıkarttığı demokratik totaliterizm, ABD’de şekillenişi, temel prensipleri, 1929 bunalımını nasıl oluşturdukları, gerçekleştirdikleri vergi oyunları, ABD’nin I.Dünya Savaşı’na girmesine sebep olan Lusitania Komplosu, Milletler Cemiyeti ve BM’nin kuruluşları ve üzerindeki etkileri ve CFR’nin Türkiye’ye bakışı incelenmiş. (Sh:109-148)


Dördüncü Bölüm

Kennedy’yi ‘Derin Dünya’cılar mı Öldürttü?
ABD’nin 35. Başkanı Demokrat Partili John F. Kennedy 22 Kasım 1963’te gerçekleştirilen suikast ile öldürülmüştür. Sebep ve sonuçları da ele alınarak incelenen (Sh:149-174) bu suikast, derin güçlerin gizli planlarını bozmak isteyenlerin sonlarının ne olacağını göstermesi açısından da dikkate değerdir.


Beşinci Bölüm

ABD Dolarının Üzerindeki Her Şeyi Gören ‘Ulu Göz’
“ABD Dolarının Üzerindeki bütün bu simgeler, masonik terminolojiyle ifade edecek olursak Evrenin Ulu Mimarı’nın ‘Ulu Göz’ü etrafında kurulmuş, kökeni bin yıllara ve Eski Ahit’e dayanan yeni bir dünya inşasının (Süleyman Mabedi’nin Yeniden İnşası) dışavurumudur. Bu anlamda bu örgütün her üyesi birer ‘Hiram Usta’dır. Dolayısıyla sırf ABD bir dolarındaki simgelere bakmak bile bu konuda onlarca sayfa yazı yazmaktan daha anlamlı ve açıklayıcıdır. ABD bir doları üzerinde yer alan simgeler, nasıl bir global komployla karşı karşıya bulunduğumuzun vesikası gibidir. Üstelik ABD Doları 1876 yılından beri dolaşımdadır. ( Derin Dünya Devleti’nin kurulma hazırlıkları için düğmeye basıldığı tarih) Dolayısıyla ortada basit bir para tasarımı söz konusu olmayıp, bir dolar adeta ‘Yeni Dünya Düzeni Devleti’nin kamuya açıklanmış simgesel manifestosu gibidir. Böylelikle ABD’ye hangi güçlerin hâkim olduğu, hangi güçler tarafından yönlendirildiği de ispata gerek kalmaksızın formüle edilmiştir.” (Sh:177)


Altıncı Bölüm

Derin Dünya’nın ‘Entelektüel’ Uğraşları
“Birçok kişi için edebiyat-sanat etkinlikleri siyaset dışı, sadece estetik bir uğraş gibi gelebilir. Ama gerçek böyle değil ve bunu da en çok derin dünyacılar biliyor. O yüzden derin dünyacı yapılar; başta Hollywood’un yapımcı, yönetmen, senarist ve artistleri üzerinde nüfuz oluşturmak kaydıyla sanat- edebiyat ve yayıncılık alanında da etkin faaliyet yürütüyor. (CIA’nın birçok paravan yayınevi, film şirketi, radyo istasyonu, televizyon kanalı kurdurduğu biliniyor.) Globalleşen film endüstrisi aracılığıyla tüm dünyayı ideolojik olarak manipüle edip, zihin kontrolünde bu faaliyetleri bir araç olarak kullanmaktadırlar.
Aynı mekanizmanın bir diğer uzantısı da ‘ödül’ sistemidir. Yine onların denetimindeki ‘jüri’ler tarafından ödüllendirilir, hatta ‘Nobel Edebiyat Ödülü’nü bile alabilirsiniz. Özetle bunların onayından geçmemiş hiçbir yazar ödül alamaz. Çoğu üçüncü sınıf yazarı sadece kendilerine yakın diye ödüle boğarlar, kamuoyuna pompalarlar.” (Sh:181-182)


Yedinci Bölüm

Derin Dünya’ya Yön Veren Aileler
“Bu tip ailelerin başında Rockefeller ailesinin olduğu iddia edilmektedir. Rockefeller’ların büyümesinin ardında Avrupalı Rotschild’ların kendilerine ABD’de bir ‘partner’ aramaları yatar. Özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrasındaki Amerikan politikası, tümüyle CFR’nin hedeflerine göre şekillendi. Bunu; örgüte üye yaptığı başkanlar, dışişleri bakanları, bazı bakanlar, istihbarat teşkilatlarının yöneticileri ve üst düzey bürokratlar sayesinde gerçekleştirdi. CFR, bu sayede basın ve akademik çevreler üzerinde de önemli bir nüfuz alanına sahip oldu. Bütün bu ilişkilerin odağında ise Rockefeller ailesi vardı. CFR demek Rockefeller’lar, Rockefeller’lar demek CFR demekti. (Sh:197-203)

Amerika’da Rockefeller ailesi ne ise Avrupa’ da da Rotschild ailesi odur. Hatta kimi yorumculara göre Rotschild’ler Rockefeller’lardan bile büyüktür. Rotschild’leri XIX’uncu yüzyıldan itibaren Yahudi bankacılar ailesi olarak Avrupa’nın para piyasalarında etkin bir isim olarak görüyoruz. O kadar ki birçok Avrupa hanedanı, borçlarını ödeyebilmek ve savaş giderlerini finanse edebilmek için Rotschild ‘lerin kapısını çalmaktaydı. ‘Eğer bir savaş çıkmıyorsa bu, henüz Rotschild’ler istemediği içindir’ sözü onlara atfen söylenmiştir. O kadar ki Avrupa yönetimleri bir savaşın yaklaşıp yaklaşmadığını Rotschild’ların mali operasyonlarını takip ederek tahmin edebiliyorlardı.” (Sh:205)

Texe Mars dünyayı aslında on kişinin yönettiği iddiasındadır. “Perde gerisindeki bu on kişi: ABD (iki), Kanada (bir), Fransa (üç), Avusturya (bir), İngiltere (bir), İspanya (bir) ve Güney Afrika(bir)’dan katılanların oluşturduğu iç çemberdir. Burada Rothschild üç koltuğu, Rockfeller ailesinin ise iki koltuğu olduğu kanaatindedir.” (3)


Sekizinci Bölüm

Bilderberg: Küresel Seçkinlerin Danışma Meclisi ve Derin Dünya’nın Avrupa Ayağı
“Bilderberg bir örgüt adı değildir. Bu adı alması Hollanda’nın Oosterberg şehrindeki aynı adı taşıyan otelden gelmektedir. Bilderberg grubu ilk toplantısını 1954 yılında bu otelde yapmış ve o tarihten bu yana da bu adla anılmaktadır. Dünyanın birçok ülkesinde her yıl genellikle mayıs ayının son haftasında düzenli toplantılarına devam etmektedir. Bilderberg’in kurucuları arasında Hollanda Prensi Bernhard, Unilever Başkanı Paul Rijkens ve Polonyalı haham/sosyolog Dr. Joseph Hieronim Retinger bulunmaktadır. Retinger, Bilderberg’in ‘fikir babası’ olarak bilinir. Prens Bernhard’ın ise ilginç bir geçmişi vardır. Eski bir Nazi ve SS mensubu olup, 1937’de Hollanda prensesiyle evlenmesi sayesinde bir anda yüksek bir statü kazanmıştır.

Aslında Bilderberg’i CIA kurmuştu. Tabii ki stratejisini CFR ve Rockefeller’lar belirlemek kaydıyla! 1952’de Avrupa Hareketi’nin Genel Sekreteri Joseph Retinger, uluslararası bir örgüt kurmanın gerekliliğini açıkladı. Savaşın yıkımından çıkmış Avrupa’nın zaten ABD’ye direnecek ne gücü ne de niyeti vardı. Böylelikle Avrupa’nın hem ABD hem de global komplonun bir parçası olarak yeniden inşası süreci başlatılmış oluyordu.

Bilderberg, görünürde dünyanın çeşitli sorunları üzerinde global fikir alışverişinde bulunan bir tür forum gibiydi. Ne var ki bu toplantıların son derece gizli koşullarda yapılıyor olması ve dışarıya kesinlikle bilgi sızdırılmaması örgütün farklı ve sivil amaçların ötesinde bir işlevi olduğuna dair kuşkuları güçlendirmektedir. Daha da ilginci, bu toplantılara birçok basın mensubu katıldığı halde toplantı sonuçlarından tek satır bile medyada yer almamaktadır. Yine ilginçtir ki bu grubun yasal statüsünü araştıran Robert Eringer, kitap yazmaya kalkıştığında toplantılara çeşitli tarihlerde katılmış dışişleri bakanlarına ve CIA’ya yazdığı mektuplara ‘Böyle bir grubun varlığı bilinmemektedir’ şeklinde cevap alıyordu.

Bilderberg gizlilik sınırına girildiği yerde Batı’nın meşhur ‘özgürlükler’ söylemi rafa kalkıyordu. Bu gibi durumlardan birini Financial Times yazarı G.Gordon Tether yaşadı. 6 Mayıs 1975 tarihinde sütununda Bilderbergi yazacak oldu ve yazısı Trilateral Komisyon üyesi editörü Mark Fisher tarafından engellendi. Gazeteci işinden olmak zorunda kaldı. Bilderberg’le ilgili 1966 yılında ‘Trajedi ve Umut’ adlı bir kitap yazmaya kalkan Dr. Carrol Quigley’in başına ilginç şeyler geliyor. Quigley’in kitabını hiçbir dağıtımcı dağıtmıyor. Bunun üzerine yazar inadına posta ile dağıtıma başlıyor. Ancak eline kitap ulaşan okuyucular zarfın açılmış ve 20 sayfasının koparılmış olduğunu görüyorlardı. Quigley’in akıbetine uğrayanlardan birisi de İspanyol istihbarat Örgütü üyelerinden Luis Gonzales Mata oldu. Mata, bu araştırmasını ‘Dünyanın Gerçek Efendileri’ adlı bir kitapta toplamıştır. Kitap 1975 yılında Paris’te Gressed Yayınevi tarafından yayımlanmıştır. Ne var ki, kitap bir süre sonra piyasadan toptan satın alınarak okuyucuya ulaşması engellenmiştir.” (Sh:217-219)

“Burada şu ayırımı koymakta yarar var: Bilderberg dâhil bu tip örgütlerin toplantılarına katılanların hepsi, bir fesat örgütünün üyesi ya da ‘vatan haini’ gibi algılanmamalıdır. Katılanların birçoğu, bu tip yapıların nihai amacından haberdar bile değildir. Çok dar bir çekirdek hariç, katılan birçok işadamı, şirket yöneticisi, akademisyen ve siyasetçi, bu tip toplantıları, birer ‘prestij’ vesilesi olarak gördükleri ya da yükselmelerine yardımcı olacağını düşündükleri, vb için katılmaktadır. Bu durum çeşitli kaynaklarda adı geçen Türk katılımcılar için de geçerlidir.” (Sh:221)

“Bilderberg katılımcılar listesinde her katılımcının ismine yer verilmediğini de biliyoruz. 1999 Bilderberg toplantısı Portekiz’de yapıldı. Ev sahibi Portekiz’in başbakanı Antonio Guterres’in ‘1994 Bilderberg toplantısına katıldığı’ bilgisi yer aldığı halde, Bilderberg’in o yıla ait katılımcılar listesinde Guterres ismine rastlanmıyor. Guterres, Bilderberg’e katıldıktan bir yıl sonra (1995) başbakanlığa tırmanmıştı.” (Sh:235)

Japonya başbakanı tek örgüte (Trilateral Komisyonu) üye olabilir. Türkler de, tek örgüte yani Bilderberg’e üye olabilir. Buna bugüne kadar yalnızca bir istisna var. Geçtiğimiz günlerde Rahmi Koç, CFR’ye üye olan ilk ve tek Türk oldu. Avrupalılar iki örgüt üyesi olabilir. Hem Trilateral hem Bilderberg üyesi olabilir. Amerikalılar üç gizli örgütün de üyesi olabilir. Bu örgütlerde hiyerarşi var, gizlilik var. Bir başka örgüt daha var. Bu örgüt yerli kişileri seçiyor, alıp götürüyor, ABD görüşleri doğrultusunda yetiştiriyor. Bu örgütün adı Eisenhower Exchange Fellowship (EEF) örgütü. EEF örgütü 1954 yılında kurulmuş. Süleyman Demirel hem Bilderberg hem de EEF üyesi.” (Sh:228)

Bilderberg’in yer ve tarihleri, IMF ve Bilderberg ilişkisi, Türk katılımcıların yapısı, Türkiye sorumlusu ve ilişkileri, Türkiye-Bilderberg ilişkilerinin geleceği, Bilderberg’in Türkiye üzerindeki operasyonları bu bölümde ele alınan konulardan.” (Sh:217-238)


Dokuzuncu Bölüm

Trilateral Komisyon: Neo-Emperyal Satrancın Üçüncü Taşı
“Derin Dünya Oluşumu’nun ilk ayağı CFR, ikinci ayağı Bilderberg ise üçüncü ayağı da Trilateral Komisyon’dur. ‘Üçlü Komisyon’ anlamındadır. Kuruluş tarihi itibarıyla da üçüncü ayağı oluşturur. Hedefin genişlemesine paralel olarak 1973 yılında kurulmuştur. Girişimin öncülüğünü David Rockefeller ve Zbigniew Brzezinski yapmıştır. Brzezinski, ayrıca derin dünyanın ideologlarından olarak ‘İki Çağ Arasında’ başlıklı kitabıyla Trilateral’in kuramsal altyapısını oluşturmuştu. Üyelerini Amerika, Avrupa ve Japon kökenli işadamları, bürokratlar ve fikir adamları meydana getirir. Sayıları 300 kadardır. Söz konusu üç bölge arasında ekonomik ve politik tekel oluşturmak amacıyla kurulmuştur.” (Sh:239-244)


Onuncu Bölüm

Küresel Kıskacın Diğer Organizasyonları
Illuminati; Aydınlanmışlar ya da ‘Kaostan Düzen’e!
“İlluminati /Aydınlanmışlar örgütüne dair aydınlanmamış birçok yön vardır. Bunların en başında da Illuminati’nin otonom bir örgüt mü, yoksa bütün bu faaliyetleri organize eden en tepedeki, işin merkezindeki yapı mı olduğu gelmektedir. Bu konuda muhtelif tartışmalar vardır. Kimileri için, Illüminati bir dizi ezoterik ritüelle perdelense de gerçekte ‘Derin Dünya Devleti’ organizasyonunun ruhani motoru, hatta ta kendisi olmaktadır. Kimileri için de asıl yapının dış bir tezahürü olup onu perdelemek için oluşturulmuş bir yapıdır.

Illuminati, 1Mayıs 1776’da Adam Weishaupt tarafından Almanya Bavyera’da kurulmuştur. Adam Weishaupt, (1748-1830) ilginç bir kişilikti. Koyu Katolik Cizvitler tarafından eğitilmiş ama daha genç yaştayken materyalizme kaymıştı. Öte yandan simya, büyü ve astrolojiyle de uğraştı. Sonunda ortaya içinde tüm dinlerden ve gizem kültürlerinden bir şeyler barındıran ilginç karışım çıktı. Illuminati’nin popülerliği belli çevrelerde olağanüstü bir hızla arttı. Üye sayısı kısa zamanda iki bini buldu ve neredeyse tüm Avrupa’ya yayıldı. Örgüt gizlilik kurallarına son derece bağlıydı. Üyelerin adları ve periyodik toplantıların yapılacağı yerler bir bir şifrelenmişti. Ne var ki bu gizlilik koşulları bile onları devletin hışmından koruyamadı. Örgüt şeklen dağıldıktan sonra silinmedi. Tam tersine çok daha organize, çok daha sinsi ve çok daha hedeflerini büyütmüş olarak yeniden toparlandı. Artık merkezi, Bavyera’ dan Paris’e kaymıştı. Illuminati’nin buradaki adı ‘Fransız Devrim Kulübü’ oldu. Giderek daha da radikalleşti ve ‘Jakobenler’ olarak tanındı. Sayıları 100 civarında, döneminin en seçkin aydınları ve etkili kişileri bu yapıya angaje oldu. Yakın hedefleri Fransız monarşisiydi. Uzak hedeflerinde ise ‘Yeni Dünya Düzeni’ ve ‘Evrensel Cumhuriyet’ vardı. Tüm masonik localar da Illuminati’ye bağlanmıştı. Ancak masonların bir kısmı hariç çoğunluğu gerçek amacın farkında bile değildi. Böylelikle tarihe ‘1789 Büyük Fransız İhtilali’ diye geçen olay gerçekleşti ve aslında bu bir Illuminati projesiydi.

Illuminati’nin temel sloganı ‘Ardo Ab Chao’dur. Yani kaostan düzen’! Bu, basit bir formülasyon ya da gelişigüzel seçilmiş bir slogan olmayıp, Illuminati’nin tarih boyunca bütün davranışlarına hâkim temel stratejisidir. Peki, ‘kaostan düzen’ ne demektir? Normal koşullarda ‘kaos’, ‘kargaşalık’ gibi durumlar toplumların hoşlandıkları şeyler değildir. Sadece Illuminati için kaos her zaman iyi bir şey olmuştur. Çünkü kaos, boşluk yaratır; onlar da doldurur! Sonra da ‘düzen’ gelir. Hele de o düzen iyi hazırlıklı, son derece gizli ve inisiyatif sahibi kadrolara dayalı birileri tarafından kurulacaksa! İşte bu yüzden Illuminati için kaos korkulan bir şey değil, kendileri tarafından yaratıldığı ve kontrol edebildikleri sürece tercih edilen bir şeydir. Çünkü her kaostan kârlı çıkmanın, konumlarını sağlamlaştırmanın yollarını bulmuşlardır. Bütün ihtisaslarını kaos yaratma ve komplo kurma üzerine yapmış bu adamlar için kaos ‘Yeni Dünya Düzeni’ni yaratmak için bulunmaz bir fırsattı.

Yarattıkları her kaos amaçlarına bir adım daha yaklaşmalarında bir araçtı. Kaos onlar için bir var olma yöntemiydi. Kısaca ‘kaos’ Illuminati’nin stratejisiydi. Bunun içindir ki XX’nci yüzyılın başından bu yana dünyadaki bütün savaşların, bütün ekonomik bunalımların, benzeri felaketlerin, siyasi ve sosyal krizlerin arkasında hep onları bulmak tesadüf olmasa gerek. İşin garibi, her kaos sonrası, batmış ülkelere, yıkılmış insanlığa ‘kurtuluş reçeteleri’ sunan da onlardır.
Bütün bunların sonunda onlar büyük bir pişkinlikle ‘kurtarıcı’ gibi ortaya çıkarak “Bizi izlerseniz her şey düzelir” mesajı verirler. İşin komiği düzeltirler de. Tabii ki bir başka kaos durumu yaratılana kadar!

Illuminati, komplolarını sürdürebilmek için kitlelerin psikolojisini de dikkate almaktaydı ve her kaosun kitlelerde yılgınlık, otorite arayışı ve inanç sistemlerinde kayma yarattığını biliyordu. Illuminati’nin ABD’ deki temsilcisi ve karabüyücü-satanist Albert Pike, örgütün dünyadaki lideri İtalyan Giuseppe Manzinni’ye yazdığı mektupta aynen şunları belirtiyordu: “Birinci Dünya Savaşı’nda ateist ve nihilistleri bırakacağız; büyük bir toplumsal kaos oluşturacağız. Bunun üzerine halk, dünyada ilk kez tanıtılacak olan ‘İblis’in saf öğretisini almaya müsait duruma gelmiş olacaktır. Hıristiyanlık ve ateizmin yok edilmesi, müteakip olarak ortaya çıkacak. Sonunda kendi şeytani projeleri doğrultusunda bir ‘dünya kralı’ çıkaracaklarını düşünüyorlar ve insanlığa bir sahte kurtarıcı (Yalancı Mesih-Deccal) sunmaya hazırlanıyorlar. Ruhani ve laik otoriteyi şahsında bütünleştirmiş bu Deccal- Kişi için Kudüs’ün başkent ve yıkılmış Süleyman Mabedi’nin yeniden inşa edilmiş halinin merkezde olduğu bir krallık tasarlıyorlar. O yüzden ki Illuminati ve uzantılarının her biri kendilerini birer ‘Hiram Usta’ olarak görüyor. Bu amaca varabilmek için insanlığı son ve kesin bir kaosa (Üçüncü Dünya Savaşı) sürüklemeleri gerekiyor.” (Sh:247-256)

Bu bölümde ayrıca; Rose Croix / Gül-Haç, Kurukafa ve Kemik, Bohemian Kulübü, De Molay, B’nai Brith, Opus Dei, P-2 Mason Locası ve Moonculuk incelenmiştir. (Sh:257-312)


On birinci Bölüm

Küresel Komplonun Nihai Hedefi Nedir?
“Mevcut komplocu yapının temel hedefi, ‘tek devlet, tek bayrak, tek millet’tir. Buna alt başlıklar olarak ‘Tek dil, tek kültür, tek ordu, tek para, tek hukuk, tek tarih, tek din’i de ekleyebiliriz. Sürecin adım adım bu yönde zorlandığı açıktır.

Tek devletten kasıt tüm dünya çapında merkezi bir hükümettir. Yasama, yürütme ve yargı yetkilerinin dünya çapında tek elde toplandığı bu global yapıyla dünya, merkezi olarak yönetilecektir. Bu merkezi yapının verdiği tüm kararlar dünya çapında bağlayıcı olacaktır. Global seçkinler böylelikle hiçbir ulusal direniş odağıyla karşılaşmadan dünya çapında at oynatabileceklerdir.
Ulusal devletler ve ulusal iradeler ortadan kalkacağı için ulusal bayraklar da olmayacaktır. Onların yerine muhtemelen üzerinde kökeni ezoterik-okült örgütlere dayanan simgeler olan bir bayrak dünyanın resmi bayrağı olarak kabul edilecektir. Bu bayrak ‘gizli kardeşliğin’ simgelerini barındıracaktır. Zaten Birleşmiş Milletler’i de gelecekte hükümetlerin yerini alacak bir dünya parlamentosu şeklinde tasarlamışlardı ama şimdi o da nihai amaca göre reorganize edilecektir.” (Sh:325)

Atilla AKAR, Türkiye’yi “Kurtuluş Savaşı geleneği üzerine kurulmuş, anti-emperyalist refleksleri hassas bir ülke” (sh.147), kendisini ise “sol gelenekten gelen aydın” olarak tanımlamaktadır. (Sh:331) Bu noktada iki hususa dikkat çekmek gerektiği kanaatindeyiz.

Birincisi: Dünyada olan biten hemen her şeyi komlo teorileriyle açıklamaya çalışan bir anlayışın; söz konusu ülke Türkiye ve kuruluşu olduğunda meseleyi ‘Kurtuluş Savaşı geleneği üzerine kurulmuş, anti-emperyalist refleksleri hassas bir ülke’ düzeyine indirmesi izaha muhtaç bir anlayıştır.

İkincisi: Kitabın son bölümünde ele alınan Yeni Dünya Düzenci’leri ile Marks’ın komünist fikirlerinin aslında uyuşmadığı üzerine öne sürdüğü fikirler, kitabında kaynak olarak sık sık başvurduğu iki eser tarafından gündeme getirilmiş olması yazarın çelişkilerindendir. Texe Marrs: “İlk olarak Vlademir Lenin’e maddi olanak sağlayarak, ona ve Bolşeviklere Rus çarını devirmesi için yardım ettiler. 1980’lerde bu iki zıt güç üzerinde oynadıkları oyun, artık bir kazanç getirmeyene ve bir tat vermeyene kadar, canavarı beslemeye devam ettiler.” (4) tesbitinde bulunur. Gary Allen daha da iddialıdır; “Bu kitap, komünizmin veya o isimle adlandırılan şeyin, Moskova veya Pekin’den değil de Londra, Paris ve New York’dan uzanan büyük bir komplonun kolları olduğuna dair deliller ortaya koyacaktır.” (5) Söz konusu iki eser bu konuda yazılmış en önemli eserlerdendir ve kesinlikle değerlendirilmelidirler.

Bizim ‘Derin Dünya Devleti’ isimli eseri tanıtmayı tercih etmemizin eseri ise meseleyi daha geniş ve derli toplu ele almış olmasıdır.


Mehmed Zahid Aydar
Mîsak Dergisi
Sayı: 259 / Haziran 2012

__________________
(1)       Hüsnü AKTAŞ, Türkiye’nin Siyasî ve İktisadî Manzarası, Mîsak Yay. Ank 2010, Sh:129-130
(2)       Yusuf Kerimoğlu, Kelimeler Kavramlar, İnkılâp Yay, İst 2004, Sh:17
(3)       Texe Marrs, İlluminati, Timaş Yay, İst 2011, Sh:21
(4)       Texe Marrs, İlluminati, Age, Sh:117
(5)       Gary Allen, Gizli Dünya Devleti, Milli Gazete Yay, İst:1996, Sh:14