Hevâlarını ilâh edinen, akıllarını
şeytani ihtiraslarıyla sınırlandıran ve derin dünya devletini kurmaya karar
veren İlluminati Çetesinin liderleri; soğuk savaş döneminden sonra, üçüncü
dalga teorisini ön plana çıkarmışlardır. Bu teoriye göre; ’insanın
doğal özüne uygun olan düzenin; aklın batıl inançları, efsaneleri ve münzel
kitaba dayanan dinleri ortadan kaldırmasıyla’ gerçekleşecektir. ABD
dolarının üzerinde on üç basamaklı bir piramidin ve bu piramidin üstünde de
Luzifer’in gözünün yer aldığı malûmdur. Satanizmin ve anarşizmin bütün
dünyaya yayılmasını arzu eden Illuminati hareketi, küresel sermayenin beyni
mesabesindedir. Dünyadaki bütün önemli gelişmeleri ‘Derin Güçler’in
varlığı ile izah etmeye kalkmak Müslüman kimliğimizle çelişeceği gibi,
yeryüzünde fesadın yayılması için gayret sarf eden şeytani güçlerin olmadığı
iddiası da kimliğimizi inkâr anlamına gelir. Yazar Atilla Akar’ın kaleme aldığı
‘Derin Dünya Devleti’ isimli eser, küresel fesadın kaynağını tespit açısından
önemli olan bir eserdir.
Derin Dünya
Devleti veya ‘Gizli Doktrinin Küresel Efendileri’
Atilla Akar
Atilla Akar
Profil Yayıncılık
Mîsak Dergisi
Sayı: 259 / Haziran 2012
|
Büyük Fransız Devrimi’nden sonra Avrupa’da; bütün
hükümlerin kaynağını akılla sınırlandıran ve dini ferdin vicdanına hapseden
siyâsi akım gündeme girmiştir. Bu akıma aydınlanma felsefesi
veya kısaca modernizm denilmiştir. Modernizmin
temelinde; Rasyonalizm (akılcılık), Sciestime (bilimcilik), Rölativizm
(izafiyet) ve Pozitivizm gibi ideolojileri görmek mümkündür.”(1) Modernizmin
ortaya çıkarttığı değişiklikler sadece Avrupa’yı değil tüm dünyayı etkilemiş,
dolayısıyla İslâm dünyası da bu değişimden payını almıştır. Söz konusu değişimi
ve sonuçlarını sağlıklı değerlendirebilmek için sadece İslâm dünyası üzerinden
gerçekleştirilen bir değerlendirme sağlıklı olmayacaktır. Bu noktada Abdülvahid
Yahya (Rene Guneon)’nın “Modern Batı’nın Hıristiyan olduğu söylenir,
ama yanlıştır. Modern tavır temelde din düşmanı olduğu için, Hıristiyanlığa da
düşmandır” (2) tesbitini
hatırlamakta fayda vardır. Zira tanıtmaya çalıştığımız eser, tüm dünyadaki bu
değişimin arka planında neler olduğunu ortaya koymaktadır. Adı geçen bu gizli
örgüt ya da örgütler hakkında elde edilen bilgi kırıntıları gerçeğin ipuçlarını
ortaya koymakta ve eğer ilk defa karşılaşmışsanız dünyaya ve olaylara bakış
tarzınızı temelden değiştirecek kadar önem arz etmektedir.
Dünyadaki bütün önemli gelişmeleri ‘Derin Güçler’in
varlığı ile izah etmeye kalkmak Müslüman kimliğimizle çelişeceği gibi,
yeryüzünde fesadın yayılması için gayret sarf eden şeytani güçlerin olmadığı
iddiası da kimliğimizi inkâr anlamına gelir. Bu inceliğe dikkat etmek gerekir.
Birinci Bölüm
Derin Devletin İlk Gladio’su: Templiyer Şövalyeleri
“Haçlılar kutsal Kudüs’ü ele geçirdiklerinde XII.
yüzyılın başında Templiyer’in kuruluşu gerçekleşti. İlk isimleri ‘Süleyman
Mâbedi’nin ve İsa’nın Yoksul Şövalyeleri’ydi. Görünen amaçları ‘Kutsal
Topraklar’ı ziyarete gelen hacıları korumak, ticaret kervanlarının güvenliğini
sağlamaktı.
Ancak Templiyerler’in görünen amaçları ‘Kutsal
hac yolunu korumak’ olarak açıklansa da gerçekte böyle olmadığı
söyleniyordu. Kimi iddia ve belgelere göre ‘görünmeyen amaç’ bambaşkaydı. Bu
iddialar arasında şunlar mevcuttu: Eski Ahit’in Ezekiel bölümünde sözü edilen
Süleyman Mabedi’ni yeniden inşa etmek, Hz. Musa zamanından kalma bazı kutsal
belge ve eşyaları özellikle de ‘Ahit Sandığı’nı bulmak ve Hz. İsa’nın hayatının
bilinmeyen kesitlerine dair belge ve bilgi toplamaktı.
Templiyerler, bir süre sonra bölgede öyle etkin bir
güç oluşturdular ki onlara katılmak isteyen soylular, malvarlıklarını
bağışlıyor, bir tür bankacılık faaliyeti yürütüyorlardı. Avrupa’nın ileri gelen
birçok kraliyet ailesi ve soylusunun hem emanetçisiydiler hem de onlara borç
veriyorlardı. Bütün bunların yanı sıra Avrupa kraliyet ailelerinin birçoğunun şahsi
mücevherlerini ve kıymetli özel eşyalarını da koruma altına almışlardı.
Templiyerler’in ticari sırlar konusunda son derece ‘ağzı sıkı’ olmaları onlara
olan güveni arttıran bir unsurdu. Templiyerler, böylece kısa sürede inanılmaz
zenginlikleri kontrol eder hale geldiler.” (Sh:31-33)
Haçlılar Kudüs’ü kaybedince; “Batıya dönmek zorunda
kalan Templiyerler, başta prestijleri olmak üzere eski konumlarından çok şey
kaybettiler. ‘Kudüs’ü Müslümanlara kaptırmakla’ suçlandılar. Varlıklarından
rahatsız olan kesimler harekete geçti. Tasfiye, işkence ve idamlardan geriye
kalanlar Fransa’dan Avrupa’nın farklı ülkelerine gizli yollardan kaçtılar.
Templiyerler’in bugün de yaşadıkları iddialarından
tutun, arkasından başka bir örgütün mirası devraldığına, hatta masonluğa
dönüştüğüne dair çeşitli yaklaşımlar öne sürülmektedir. Gerçekten de birçok
mason teşkilatı daha ilk andan itibaren köklerini Templiyerler’e dayandırmışlar
hatta onların bir devamı olduklarını ileri sürmüşlerdir: Dönemin birçok
farmasonu kendilerinin öncülerinin Tapınak Şövalyeleri olduğunu
belirtmişlerdir. Bazı masonik ‘ayin’ ve ‘ritüellerinin’ tapınak
tarikatındakilerle aynı olduğu iddia edilmiştir. Ve masonlar ayinlerini ve
sırlarını bu tarikattan almışlardır. Tapınak Şövalyeleri çevrelerini aydınlatan
mecusi ve hikmetli, usta farmason, simyacı, gizli batınî üstatlar olarak ün
salmışlardı. Bazı mason locaları ‘Tapınak Şövalyesi’ ismini kabul
etmişlerdir, ayinlerinde bu unvanın kendilerine tarikatın ilk zamanlarından
miras kaldığını belirtmişlerdir.” (Sh:42-59)
Prieuré de Sion (Sion Birliği)
“Dağılışlarından sonra Templiyerler’in misyonunu bir
başka örgütün yüklendiği iddiaları da vardır. Bu örgüt Prieuré de Sion’ dur
(Sion Birliği). Çeşitli araştırmacılar, bu örgütün 1090 yılında Kudüs’te Sion
Tepesi denilen yerde bir Bizans kilisesinin kalıntıları üzerinde Godfroi de
Bouillon tarafından kurulduğunu söylemektedir. Bu kişi, Haçlı seferi sonrası
Kudüs Kralı olacaktı.” (Sh:59)
“Kutsal Kan Kutsal Kase’de belirtildiğine göre Sion
Birliği ile Templiyerler arasındaki tek fark, birinin eski kabbalistik-grosnik
inançlara sahip olması değil. Sion Birliği, etnik ve dini köken olarak
Yahudi ağırlıklıyken Templiyerler, Katolik-Hıristiyan ve Avrupalıydılar. Bu
anlamda olaya, Yahudi ağırlıklı Sioncuların Hıristiyan Templiyerler’i tasfiyesi
olarak bakılabilir.” (Sh:61)
Aslında her şeyin arkasındaki yönlendirici irade
(Prieuré de Sion-Siyasi Kanat), Templiyerler (Askeri Kanat)’in de kurulmasını
sağlayan örgüttü. Fransız Devrimi’ni hazırlayan örgütün de Prieuré de Sion
olduğu ileri sürülmüştür.” (Sh:62-63)
“Derinlerde görünmeyen bir yerde Sion Grubu adlı
yönetici, zengin ve emperyalist bir grup vardı. Sion Grubu bugün de var ve
artık Avrupa egemenliği üzerine kurulmuş bir dünya kontrolü ağlarını
oluşturmaya çalışıyor, içeriğinde ise 700 yıllık bir tarikat saklı.” (Sh:66)
“Harcanan çabaların tamamı, Fransa soy zincirinin
altüst edilip, yerine başında kutsal bir Rahip-Kral’ın getirildiği yeni tip
monarşik bir sistem içindi. Avrupa bunu hedeflemiş gizli örgütlerle doluydu ve
bunların en tepesindeki organize güç ise ‘Sion Birliği’ydi.
Temel hipotez şu olmaktaydı: ‘Amaçları arasında
teokratik bir Avrupa Birleşik Devletleri vardı. Bu devlet Hz. İsa soyundan
gelen bir hanedan tarafından yönetilen ve modern bir imparatorlukta toplanmış bir
Pan-Avrupa veya Trans-Avrupa konfederasyonu olacaktı. Bu hanedan, politik veya
dünyevi yönetim tahtını işgal etmenin yanında muhtemelen Aziz Petros’un da
tahtını elinde tutacaktı. Yüksek otorite adı altında krallıklar ve prenslikler,
hanedan ittifakı ve karşılıklı evlenmeler ile birbirleri arasında bir ağ
oluşturacaklardı. Bir çeşit XX’nci yüzyıl ‘feodal sistemi’ oluşacaktı.’
Planlanan devlet öyle bir devletti ki kendisine Hz.
İsa kanını kutsallık gerekçesi olarak temel dayanak yapacak, bütün yönetim kademelerini
karışmış kan bağına dayalı bir hiper-soylu sınıfın birbiriyle koordineli
şebekesinin ellerine teslim edecekti. Bu hiper-şebeke kendini yıllarca
Hıristiyan gibi göstermiş ama aslen Yahudilik esaslarını koruyan Merovenj
soyunun bir uzantısından başka bir şey olmayacaktı. Onu iktidara taşıyacak olan
gizli partinin de adı tabii ki Sion Birliği olacaktı.” (Sh:82)
İkinci Bölüm
Tartışmalı Bir ‘Dünya Devleti’ Belgesi Siyon
Protokolleri
“Protokoller, basılı bir metin olarak önce Çarlık
Rusyası’nda 1905 yılında yayımlanmıştır. İddialara göre bu baskı Yahudiler
tarafından toptan satın alınmış ve geniş kitlelere ulaşması engellenmiştir. Bir
başka iddiaya göre ise Yahudi kökenli Kerensky’nin başbakanlığındaki hükümet
tarafından toplatılmıştır. Bolşevikler iktidarı aldıktan sonra ise
protokollerin bulundurulması bile yasaklanmış, ağır cezalara bağlanmıştır.
Güney Afrika Cumhuriyeti’nde ise kitaba sahip olmak başlı başına ölüm cezası
nedeni sayılmıştır. Ancak kitap, Rus göçmenler aracılığıyla Batı’ya
götürüldüğünde başta İngiltere olmak üzere birçok kez basılmıştır. Sadece
İngiltere’de bir milyon satmıştır. 1933’te İsviçre’de Yahudi birlikleri kitap
aleyhine dava açmışlar ve kitabın sahteliğinin mahkemece teyit edilmesini
istemişlerdir. Mahkeme, kararı 1937’de önce onaylamış sonra bozmuştur.” (Sh.88)
Üçüncü Bölüm
Derin Dünyanın Politbörosu: CFR (Council on Foreing
Relations-Dış İlişkiler Konseyi)
“30 Mayıs 1919’da Paris Majestic Otel’de bir ‘Raund
Table’ (Yuvarlak Masa) toplantısı yapıldı. Bu toplantıdan bir Uluslararası
İlişkiler Enstitüsü (Institute of International Affaris) kurulması kararı
çıktı. Kuruluşun başında ise Yahudi kökenli Astor ailesinin başı John Jakop
Astor vardı. Söz konusu grup, 5 Haziran’da bir daha toplandı ve oluşumun tek
bir organizasyon olarak değil de birbirine bağlı bir ağ olarak kurulmasının
daha uygun olacağı sonucuna vardı. Toplantının sonunda bazı ‘think-tank’lerin
kurulması kabul edildi. Bunlar arasında ABD merkezli Dış İlişkiler
Konseyi-Council on Foreign Relations (CFR), Londra merkezli ‘Chatham
House’ olarak da bilinen Kraliyet Uluslararası
İlişkiler Enstitüsü- (Royal Institute of International Affairs - RIIA)
vardı. (Cumhurbaşkanı Abdullah Gül 2010 yılında bu kuruluştan ödül almıştır.)
CFR 21 Temmuz 1921’de New York’ta kurulmuştur. ABD’nin uluslararası bütün
stratejisi önce CFR tarafından çizilmekte, zaten kendi üyeleri olan dışişleri
bakanları tarafından da uygulanmaktadır.
Bazı araştırmacılara göre CFR, ‘masonluğun
çağdaş, daha gelişkin, daha iddialı ve global bir türevi’nden başka bir şey
değildi. Ancak CFR’ye alt kademeden değil, ülkelerin en seçkin
localarından belli derecelerin üstündeki masonların üye kabul edildiği
belirtiliyordu. Ne var ki gelişen dünya şartları ve küresel hâkimiyet planının
aşamaları, CFR’yi tek başına yetmez kılıyordu. CFR, başlangıçta sadece ABD
içinde ve ABD dış politikasını etkilemek için kurulmuşsa da giderek globalleşen
dünyada daha yaygın alt kollara ihtiyaç duyuluyordu. İkinci Dünya Savaşı
sonrası dönemde CFR, iki oluşumun daha ‘girişimcisi’ rolünü üstlendi. Bunlardan
ilki, 1954 yılında kurulan Bilderberg Grup’tu. CFR’nin
ikinci türevi ise David Rockefeller’ın bizzat özel girişimiyle 1974’te
kurulan ve ABD-Avrupa-Japonya üçgenini kapsayan Trilateral
Commission’du (Üçlü Komisyon).”(Sh:119-123)
“Söz konusu yapının belki de en önemli girişimi kendi
hükümetlerini bile kendilerine borçlandırmalarıydı. Tabii henüz IMF ortada
yoktu ve uluslararası borçlandırma operasyonlarına imza atamamışlardı. Peki, bu
borç miktarını arttırmanın en kestirme yolu neydi? Tabii ki savaş çıkarmak ya
da çıkmasını teşvik etmek. 1914’te I. Dünya Savaşı’nın çıkması ve
ABD’nin bu savaşa katılımının sağlanmasıyla iç borç miktarı bir anda 1 milyar
dolardan 25 milyara yükseltilmiş oluyordu.”(Sh:131)
“Wilson’un 1913’te başkan seçilebilmesi için zengin
bir Yahudi banker olan Bernard Baruch tarafından büyük paralar harcandı.
Birinci Dünya Savaşı, hem büyük bir ulusal borç hem de Wilson’ı destekleyenler
için muazzam kazançlar doğurdu. Baruch, Savaş Sanayileri Kurulu’nun başı olarak
atandı. Buradan da ulusal ekonomi üzerinde diktatoryal yetkiler kullandı.
Baruch ve Rockefeller’ların savaş sırasında 200 milyon doların üzerinde para
kazandıkları söylenmekteydi.” (Sh:132)
“CFR, Ekonomik Operasyonların da idari merkezi gibi
çalışmıştır. Bu konuda yaşanan en son tartışma The Observer muhabirlerinden
Gregory Palast tarafından gündeme getirildi. Palast, IMF ve Dünya Bankası’nın
gizli belgelerini açıkladı. Söz konusu belgeler, IMF ve Dünya
Bankası’nın kredi isteyen gelişmekte olan ülkeleri gizli anlaşmalar yapmaya
zorladığını ve bu yolla bu ülkelerin kaynaklarının uluslararası sermayeye
peşkeş çekildiğini göstermekteydi. Dünya Bankası, Palast’ın
açıkladığı belgelerin önce sahte olduğunu iddia etti ama belgeler o kadar
sağlamdı ki sonunda başkanı James Wolfenshon, belgelerin gerçek olduğunu kabul
etmek zorunda kaldı. ‘The Best Democracy Money Can Buy (Paranın Satın
Alabileceği En İyi Demokrasi) adlı kitabıyla tanınan İngiliz gazeteci-yazar
Gregory Palast’ın bu açıklamaları Dünya Bankası ve IMF yönetiminde büyük
rahatsızlık yarattı.” (Sh:144)
Bu bölümde CFR’nin kuruluşu, yapısı, hükümete etkisi,
ortaya çıkarttığı demokratik totaliterizm, ABD’de şekillenişi, temel
prensipleri, 1929 bunalımını nasıl oluşturdukları, gerçekleştirdikleri vergi
oyunları, ABD’nin I.Dünya Savaşı’na girmesine sebep olan Lusitania Komplosu,
Milletler Cemiyeti ve BM’nin kuruluşları ve üzerindeki etkileri ve CFR’nin
Türkiye’ye bakışı incelenmiş. (Sh:109-148)
Dördüncü Bölüm
Kennedy’yi ‘Derin Dünya’cılar mı Öldürttü?
ABD’nin 35. Başkanı Demokrat Partili John F. Kennedy
22 Kasım 1963’te gerçekleştirilen suikast ile öldürülmüştür. Sebep ve sonuçları
da ele alınarak incelenen (Sh:149-174) bu suikast, derin güçlerin gizli planlarını
bozmak isteyenlerin sonlarının ne olacağını göstermesi açısından da dikkate
değerdir.
Beşinci Bölüm
ABD Dolarının Üzerindeki Her Şeyi Gören ‘Ulu Göz’
“ABD Dolarının Üzerindeki bütün bu simgeler, masonik
terminolojiyle ifade edecek olursak Evrenin Ulu Mimarı’nın ‘Ulu Göz’ü etrafında
kurulmuş, kökeni bin yıllara ve Eski Ahit’e dayanan yeni bir dünya inşasının
(Süleyman Mabedi’nin Yeniden İnşası) dışavurumudur. Bu anlamda bu örgütün her
üyesi birer ‘Hiram Usta’dır. Dolayısıyla sırf ABD bir dolarındaki
simgelere bakmak bile bu konuda onlarca sayfa yazı yazmaktan daha anlamlı ve
açıklayıcıdır. ABD bir doları üzerinde yer alan simgeler, nasıl bir
global komployla karşı karşıya bulunduğumuzun vesikası gibidir. Üstelik
ABD Doları 1876 yılından beri dolaşımdadır. ( Derin Dünya Devleti’nin kurulma
hazırlıkları için düğmeye basıldığı tarih) Dolayısıyla ortada basit bir para
tasarımı söz konusu olmayıp, bir dolar adeta ‘Yeni Dünya Düzeni
Devleti’nin kamuya açıklanmış simgesel manifestosu gibidir. Böylelikle
ABD’ye hangi güçlerin hâkim olduğu, hangi güçler tarafından yönlendirildiği de
ispata gerek kalmaksızın formüle edilmiştir.” (Sh:177)
Altıncı Bölüm
Derin Dünya’nın ‘Entelektüel’ Uğraşları
“Birçok kişi için edebiyat-sanat etkinlikleri siyaset
dışı, sadece estetik bir uğraş gibi gelebilir. Ama gerçek böyle değil ve bunu
da en çok derin dünyacılar biliyor. O yüzden derin dünyacı yapılar; başta
Hollywood’un yapımcı, yönetmen, senarist ve artistleri üzerinde nüfuz
oluşturmak kaydıyla sanat- edebiyat ve yayıncılık alanında da etkin faaliyet
yürütüyor. (CIA’nın birçok paravan yayınevi, film şirketi, radyo istasyonu,
televizyon kanalı kurdurduğu biliniyor.) Globalleşen film endüstrisi
aracılığıyla tüm dünyayı ideolojik olarak manipüle edip, zihin kontrolünde bu
faaliyetleri bir araç olarak kullanmaktadırlar.
Aynı mekanizmanın bir diğer uzantısı da ‘ödül’
sistemidir. Yine onların denetimindeki ‘jüri’ler tarafından ödüllendirilir,
hatta ‘Nobel Edebiyat Ödülü’nü bile alabilirsiniz. Özetle
bunların onayından geçmemiş hiçbir yazar ödül alamaz. Çoğu üçüncü sınıf yazarı
sadece kendilerine yakın diye ödüle boğarlar, kamuoyuna pompalarlar.”
(Sh:181-182)
Yedinci Bölüm
Derin Dünya’ya Yön Veren Aileler
“Bu tip ailelerin başında Rockefeller ailesinin olduğu
iddia edilmektedir. Rockefeller’ların büyümesinin ardında Avrupalı
Rotschild’ların kendilerine ABD’de bir ‘partner’ aramaları yatar. Özellikle
İkinci Dünya Savaşı sonrasındaki Amerikan politikası, tümüyle CFR’nin hedeflerine
göre şekillendi. Bunu; örgüte üye yaptığı başkanlar, dışişleri bakanları, bazı
bakanlar, istihbarat teşkilatlarının yöneticileri ve üst düzey bürokratlar
sayesinde gerçekleştirdi. CFR, bu sayede basın ve akademik çevreler üzerinde de
önemli bir nüfuz alanına sahip oldu. Bütün bu ilişkilerin odağında ise
Rockefeller ailesi vardı. CFR demek Rockefeller’lar, Rockefeller’lar demek CFR
demekti. (Sh:197-203)
Amerika’da Rockefeller ailesi ne ise Avrupa’ da da
Rotschild ailesi odur. Hatta kimi yorumculara göre Rotschild’ler
Rockefeller’lardan bile büyüktür. Rotschild’leri XIX’uncu yüzyıldan itibaren
Yahudi bankacılar ailesi olarak Avrupa’nın para piyasalarında etkin bir isim
olarak görüyoruz. O kadar ki birçok Avrupa hanedanı, borçlarını ödeyebilmek ve
savaş giderlerini finanse edebilmek için Rotschild ‘lerin kapısını
çalmaktaydı. ‘Eğer bir savaş çıkmıyorsa bu, henüz Rotschild’ler
istemediği içindir’ sözü onlara atfen söylenmiştir. O kadar ki Avrupa
yönetimleri bir savaşın yaklaşıp yaklaşmadığını Rotschild’ların mali
operasyonlarını takip ederek tahmin edebiliyorlardı.” (Sh:205)
Texe Mars dünyayı aslında on kişinin yönettiği
iddiasındadır. “Perde gerisindeki bu on kişi: ABD (iki), Kanada (bir),
Fransa (üç), Avusturya (bir), İngiltere (bir), İspanya (bir) ve Güney
Afrika(bir)’dan katılanların oluşturduğu iç çemberdir. Burada Rothschild üç
koltuğu, Rockfeller ailesinin ise iki koltuğu olduğu kanaatindedir.” (3)
Sekizinci Bölüm
Bilderberg: Küresel Seçkinlerin Danışma Meclisi ve
Derin Dünya’nın Avrupa Ayağı
“Bilderberg bir örgüt adı değildir. Bu adı alması
Hollanda’nın Oosterberg şehrindeki aynı adı taşıyan otelden gelmektedir.
Bilderberg grubu ilk toplantısını 1954 yılında bu otelde yapmış ve o tarihten
bu yana da bu adla anılmaktadır. Dünyanın birçok ülkesinde her yıl genellikle
mayıs ayının son haftasında düzenli toplantılarına devam etmektedir.
Bilderberg’in kurucuları arasında Hollanda Prensi Bernhard, Unilever Başkanı
Paul Rijkens ve Polonyalı haham/sosyolog Dr. Joseph Hieronim Retinger
bulunmaktadır. Retinger, Bilderberg’in ‘fikir babası’ olarak bilinir. Prens
Bernhard’ın ise ilginç bir geçmişi vardır. Eski bir Nazi ve SS mensubu olup,
1937’de Hollanda prensesiyle evlenmesi sayesinde bir anda yüksek bir statü
kazanmıştır.
Aslında Bilderberg’i CIA kurmuştu. Tabii ki
stratejisini CFR ve Rockefeller’lar belirlemek kaydıyla! 1952’de Avrupa
Hareketi’nin Genel Sekreteri Joseph Retinger, uluslararası bir örgüt kurmanın
gerekliliğini açıkladı. Savaşın yıkımından çıkmış Avrupa’nın zaten ABD’ye
direnecek ne gücü ne de niyeti vardı. Böylelikle Avrupa’nın hem ABD hem de
global komplonun bir parçası olarak yeniden inşası süreci başlatılmış oluyordu.
Bilderberg, görünürde dünyanın çeşitli sorunları
üzerinde global fikir alışverişinde bulunan bir tür forum gibiydi. Ne var ki bu
toplantıların son derece gizli koşullarda yapılıyor olması ve dışarıya
kesinlikle bilgi sızdırılmaması örgütün farklı ve sivil amaçların ötesinde bir
işlevi olduğuna dair kuşkuları güçlendirmektedir. Daha da ilginci, bu
toplantılara birçok basın mensubu katıldığı halde toplantı sonuçlarından tek
satır bile medyada yer almamaktadır. Yine ilginçtir ki bu grubun yasal
statüsünü araştıran Robert Eringer, kitap yazmaya kalkıştığında toplantılara
çeşitli tarihlerde katılmış dışişleri bakanlarına ve CIA’ya yazdığı mektuplara
‘Böyle bir grubun varlığı bilinmemektedir’ şeklinde cevap alıyordu.
Bilderberg gizlilik sınırına girildiği yerde Batı’nın
meşhur ‘özgürlükler’ söylemi rafa kalkıyordu. Bu gibi durumlardan birini
Financial Times yazarı G.Gordon Tether yaşadı. 6 Mayıs 1975 tarihinde sütununda
Bilderbergi yazacak oldu ve yazısı Trilateral Komisyon üyesi editörü Mark
Fisher tarafından engellendi. Gazeteci işinden olmak zorunda kaldı.
Bilderberg’le ilgili 1966 yılında ‘Trajedi ve Umut’ adlı bir kitap yazmaya
kalkan Dr. Carrol Quigley’in başına ilginç şeyler geliyor. Quigley’in kitabını
hiçbir dağıtımcı dağıtmıyor. Bunun üzerine yazar inadına posta ile dağıtıma
başlıyor. Ancak eline kitap ulaşan okuyucular zarfın açılmış ve 20 sayfasının
koparılmış olduğunu görüyorlardı. Quigley’in akıbetine uğrayanlardan birisi de
İspanyol istihbarat Örgütü üyelerinden Luis Gonzales Mata oldu. Mata, bu
araştırmasını ‘Dünyanın Gerçek Efendileri’ adlı bir kitapta toplamıştır. Kitap
1975 yılında Paris’te Gressed Yayınevi tarafından yayımlanmıştır. Ne var ki,
kitap bir süre sonra piyasadan toptan satın alınarak okuyucuya ulaşması
engellenmiştir.” (Sh:217-219)
“Burada şu ayırımı koymakta yarar var: Bilderberg
dâhil bu tip örgütlerin toplantılarına katılanların hepsi, bir fesat örgütünün
üyesi ya da ‘vatan haini’ gibi algılanmamalıdır. Katılanların birçoğu, bu tip
yapıların nihai amacından haberdar bile değildir. Çok dar bir çekirdek hariç,
katılan birçok işadamı, şirket yöneticisi, akademisyen ve siyasetçi, bu tip
toplantıları, birer ‘prestij’ vesilesi olarak gördükleri ya da yükselmelerine
yardımcı olacağını düşündükleri, vb için katılmaktadır. Bu durum çeşitli
kaynaklarda adı geçen Türk katılımcılar için de geçerlidir.” (Sh:221)
“Bilderberg katılımcılar listesinde her katılımcının
ismine yer verilmediğini de biliyoruz. 1999 Bilderberg toplantısı Portekiz’de
yapıldı. Ev sahibi Portekiz’in başbakanı Antonio Guterres’in ‘1994 Bilderberg
toplantısına katıldığı’ bilgisi yer aldığı halde, Bilderberg’in o yıla ait
katılımcılar listesinde Guterres ismine rastlanmıyor. Guterres, Bilderberg’e
katıldıktan bir yıl sonra (1995) başbakanlığa tırmanmıştı.” (Sh:235)
“Japonya başbakanı tek örgüte (Trilateral
Komisyonu) üye olabilir. Türkler de, tek örgüte yani Bilderberg’e üye olabilir.
Buna bugüne kadar yalnızca bir istisna var. Geçtiğimiz günlerde Rahmi
Koç, CFR’ye üye olan ilk ve tek Türk oldu. Avrupalılar iki örgüt üyesi
olabilir. Hem Trilateral hem Bilderberg üyesi olabilir. Amerikalılar üç gizli
örgütün de üyesi olabilir. Bu örgütlerde hiyerarşi var, gizlilik var.
Bir başka örgüt daha var. Bu örgüt yerli kişileri seçiyor, alıp götürüyor, ABD
görüşleri doğrultusunda yetiştiriyor. Bu örgütün adı Eisenhower Exchange
Fellowship (EEF) örgütü. EEF örgütü 1954 yılında kurulmuş. Süleyman
Demirel hem Bilderberg hem de EEF üyesi.” (Sh:228)
Bilderberg’in yer ve tarihleri, IMF ve Bilderberg
ilişkisi, Türk katılımcıların yapısı, Türkiye sorumlusu ve ilişkileri,
Türkiye-Bilderberg ilişkilerinin geleceği, Bilderberg’in Türkiye üzerindeki
operasyonları bu bölümde ele alınan konulardan.” (Sh:217-238)
Dokuzuncu Bölüm
Trilateral Komisyon: Neo-Emperyal Satrancın Üçüncü
Taşı
“Derin Dünya Oluşumu’nun ilk ayağı CFR, ikinci ayağı
Bilderberg ise üçüncü ayağı da Trilateral Komisyon’dur. ‘Üçlü Komisyon’
anlamındadır. Kuruluş tarihi itibarıyla da üçüncü ayağı oluşturur. Hedefin
genişlemesine paralel olarak 1973 yılında kurulmuştur. Girişimin öncülüğünü
David Rockefeller ve Zbigniew Brzezinski yapmıştır. Brzezinski, ayrıca derin
dünyanın ideologlarından olarak ‘İki Çağ Arasında’ başlıklı kitabıyla
Trilateral’in kuramsal altyapısını oluşturmuştu. Üyelerini Amerika, Avrupa ve
Japon kökenli işadamları, bürokratlar ve fikir adamları meydana getirir.
Sayıları 300 kadardır. Söz konusu üç bölge arasında ekonomik ve politik tekel
oluşturmak amacıyla kurulmuştur.” (Sh:239-244)
Onuncu Bölüm
Küresel Kıskacın Diğer Organizasyonları
Illuminati; Aydınlanmışlar ya da ‘Kaostan Düzen’e!
“İlluminati /Aydınlanmışlar örgütüne dair
aydınlanmamış birçok yön vardır. Bunların en başında da Illuminati’nin otonom
bir örgüt mü, yoksa bütün bu faaliyetleri organize eden en tepedeki, işin
merkezindeki yapı mı olduğu gelmektedir. Bu konuda muhtelif tartışmalar vardır.
Kimileri için, Illüminati bir dizi ezoterik ritüelle perdelense de
gerçekte ‘Derin Dünya Devleti’ organizasyonunun ruhani motoru,
hatta ta kendisi olmaktadır. Kimileri için de asıl yapının dış bir tezahürü
olup onu perdelemek için oluşturulmuş bir yapıdır.
Illuminati, 1Mayıs 1776’da Adam Weishaupt tarafından
Almanya Bavyera’da kurulmuştur. Adam Weishaupt, (1748-1830) ilginç bir
kişilikti. Koyu Katolik Cizvitler tarafından eğitilmiş ama daha genç yaştayken
materyalizme kaymıştı. Öte yandan simya, büyü ve astrolojiyle de uğraştı.
Sonunda ortaya içinde tüm dinlerden ve gizem kültürlerinden bir şeyler
barındıran ilginç karışım çıktı. Illuminati’nin popülerliği belli çevrelerde
olağanüstü bir hızla arttı. Üye sayısı kısa zamanda iki bini buldu ve neredeyse
tüm Avrupa’ya yayıldı. Örgüt gizlilik kurallarına son derece bağlıydı. Üyelerin
adları ve periyodik toplantıların yapılacağı yerler bir bir şifrelenmişti. Ne
var ki bu gizlilik koşulları bile onları devletin hışmından koruyamadı. Örgüt
şeklen dağıldıktan sonra silinmedi. Tam tersine çok daha organize, çok daha
sinsi ve çok daha hedeflerini büyütmüş olarak yeniden toparlandı. Artık
merkezi, Bavyera’ dan Paris’e kaymıştı. Illuminati’nin buradaki adı ‘Fransız
Devrim Kulübü’ oldu. Giderek daha da radikalleşti ve ‘Jakobenler’ olarak
tanındı. Sayıları 100 civarında, döneminin en seçkin aydınları ve etkili
kişileri bu yapıya angaje oldu. Yakın hedefleri Fransız monarşisiydi. Uzak
hedeflerinde ise ‘Yeni Dünya Düzeni’ ve ‘Evrensel
Cumhuriyet’ vardı. Tüm masonik localar da Illuminati’ye bağlanmıştı.
Ancak masonların bir kısmı hariç çoğunluğu gerçek amacın farkında bile değildi.
Böylelikle tarihe ‘1789 Büyük Fransız İhtilali’ diye geçen olay
gerçekleşti ve aslında bu bir Illuminati projesiydi.
Illuminati’nin temel sloganı ‘Ardo Ab Chao’dur.
Yani ‘kaostan düzen’! Bu, basit bir formülasyon ya da
gelişigüzel seçilmiş bir slogan olmayıp, Illuminati’nin tarih boyunca bütün
davranışlarına hâkim temel stratejisidir. Peki, ‘kaostan düzen’ ne demektir?
Normal koşullarda ‘kaos’, ‘kargaşalık’ gibi durumlar toplumların hoşlandıkları
şeyler değildir. Sadece Illuminati için kaos her zaman iyi bir şey olmuştur.
Çünkü kaos, boşluk yaratır; onlar da doldurur! Sonra da ‘düzen’ gelir. Hele de
o düzen iyi hazırlıklı, son derece gizli ve inisiyatif sahibi kadrolara dayalı
birileri tarafından kurulacaksa! İşte bu yüzden Illuminati için kaos korkulan
bir şey değil, kendileri tarafından yaratıldığı ve kontrol edebildikleri sürece
tercih edilen bir şeydir. Çünkü her kaostan kârlı çıkmanın, konumlarını
sağlamlaştırmanın yollarını bulmuşlardır. Bütün ihtisaslarını kaos yaratma ve
komplo kurma üzerine yapmış bu adamlar için kaos ‘Yeni Dünya Düzeni’ni yaratmak
için bulunmaz bir fırsattı.
Yarattıkları her kaos amaçlarına bir adım daha
yaklaşmalarında bir araçtı. Kaos onlar için bir var olma yöntemiydi. Kısaca
‘kaos’ Illuminati’nin stratejisiydi. Bunun içindir ki XX’nci yüzyılın başından
bu yana dünyadaki bütün savaşların, bütün ekonomik bunalımların, benzeri
felaketlerin, siyasi ve sosyal krizlerin arkasında hep onları bulmak tesadüf
olmasa gerek. İşin garibi, her kaos sonrası, batmış ülkelere, yıkılmış
insanlığa ‘kurtuluş reçeteleri’ sunan da onlardır.
Bütün bunların sonunda onlar büyük bir pişkinlikle
‘kurtarıcı’ gibi ortaya çıkarak “Bizi izlerseniz her şey düzelir” mesajı
verirler. İşin komiği düzeltirler de. Tabii ki bir başka kaos durumu yaratılana
kadar!
Illuminati, komplolarını sürdürebilmek için kitlelerin
psikolojisini de dikkate almaktaydı ve her kaosun kitlelerde yılgınlık, otorite
arayışı ve inanç sistemlerinde kayma yarattığını biliyordu. Illuminati’nin ABD’
deki temsilcisi ve karabüyücü-satanist Albert Pike, örgütün dünyadaki lideri
İtalyan Giuseppe Manzinni’ye yazdığı mektupta aynen şunları belirtiyordu:
“Birinci Dünya Savaşı’nda ateist ve nihilistleri bırakacağız; büyük bir
toplumsal kaos oluşturacağız. Bunun üzerine halk, dünyada ilk kez tanıtılacak
olan ‘İblis’in saf öğretisini almaya müsait duruma gelmiş olacaktır.
Hıristiyanlık ve ateizmin yok edilmesi, müteakip olarak ortaya çıkacak. Sonunda kendi
şeytani projeleri doğrultusunda bir ‘dünya kralı’ çıkaracaklarını düşünüyorlar
ve insanlığa bir sahte kurtarıcı (Yalancı Mesih-Deccal) sunmaya
hazırlanıyorlar. Ruhani ve laik otoriteyi şahsında bütünleştirmiş bu Deccal-
Kişi için Kudüs’ün başkent ve yıkılmış Süleyman Mabedi’nin yeniden inşa edilmiş
halinin merkezde olduğu bir krallık tasarlıyorlar. O yüzden ki Illuminati ve
uzantılarının her biri kendilerini birer ‘Hiram Usta’ olarak görüyor. Bu amaca
varabilmek için insanlığı son ve kesin bir kaosa (Üçüncü Dünya Savaşı)
sürüklemeleri gerekiyor.” (Sh:247-256)
Bu bölümde ayrıca; Rose Croix / Gül-Haç, Kurukafa ve
Kemik, Bohemian Kulübü, De Molay, B’nai Brith, Opus Dei, P-2 Mason Locası ve
Moonculuk incelenmiştir. (Sh:257-312)
On birinci Bölüm
Küresel Komplonun Nihai Hedefi Nedir?
“Mevcut komplocu yapının temel hedefi, ‘tek
devlet, tek bayrak, tek millet’tir. Buna alt başlıklar olarak ‘Tek
dil, tek kültür, tek ordu, tek para, tek hukuk, tek tarih, tek din’i de
ekleyebiliriz. Sürecin adım adım bu yönde zorlandığı açıktır.
Tek devletten kasıt tüm dünya çapında merkezi bir
hükümettir. Yasama, yürütme ve yargı yetkilerinin dünya çapında tek elde
toplandığı bu global yapıyla dünya, merkezi olarak yönetilecektir. Bu merkezi
yapının verdiği tüm kararlar dünya çapında bağlayıcı olacaktır. Global
seçkinler böylelikle hiçbir ulusal direniş odağıyla karşılaşmadan dünya çapında
at oynatabileceklerdir.
Ulusal devletler ve ulusal iradeler ortadan kalkacağı
için ulusal bayraklar da olmayacaktır. Onların yerine muhtemelen üzerinde
kökeni ezoterik-okült örgütlere dayanan simgeler olan bir bayrak dünyanın resmi
bayrağı olarak kabul edilecektir. Bu bayrak ‘gizli kardeşliğin’ simgelerini
barındıracaktır. Zaten Birleşmiş Milletler’i de gelecekte hükümetlerin yerini
alacak bir dünya parlamentosu şeklinde tasarlamışlardı ama şimdi o da nihai amaca
göre reorganize edilecektir.” (Sh:325)
Atilla AKAR, Türkiye’yi “Kurtuluş Savaşı geleneği
üzerine kurulmuş, anti-emperyalist refleksleri hassas bir ülke” (sh.147),
kendisini ise “sol gelenekten gelen aydın” olarak tanımlamaktadır. (Sh:331) Bu
noktada iki hususa dikkat çekmek gerektiği kanaatindeyiz.
Birincisi: Dünyada
olan biten hemen her şeyi komlo teorileriyle açıklamaya çalışan bir anlayışın;
söz konusu ülke Türkiye ve kuruluşu olduğunda meseleyi ‘Kurtuluş Savaşı
geleneği üzerine kurulmuş, anti-emperyalist refleksleri hassas bir ülke’
düzeyine indirmesi izaha muhtaç bir anlayıştır.
İkincisi: Kitabın
son bölümünde ele alınan Yeni Dünya Düzenci’leri ile Marks’ın komünist
fikirlerinin aslında uyuşmadığı üzerine öne sürdüğü fikirler, kitabında
kaynak olarak sık sık başvurduğu iki eser tarafından gündeme
getirilmiş olması yazarın çelişkilerindendir. Texe Marrs: “İlk olarak
Vlademir Lenin’e maddi olanak sağlayarak, ona ve Bolşeviklere Rus çarını
devirmesi için yardım ettiler. 1980’lerde bu iki zıt güç üzerinde oynadıkları
oyun, artık bir kazanç getirmeyene ve bir tat vermeyene kadar, canavarı
beslemeye devam ettiler.” (4) tesbitinde
bulunur. Gary Allen daha da iddialıdır; “Bu kitap, komünizmin veya o
isimle adlandırılan şeyin, Moskova veya Pekin’den değil de Londra, Paris ve New
York’dan uzanan büyük bir komplonun kolları olduğuna dair deliller ortaya
koyacaktır.” (5) Söz konusu iki eser bu konuda
yazılmış en önemli eserlerdendir ve kesinlikle değerlendirilmelidirler.
Bizim ‘Derin Dünya Devleti’ isimli eseri tanıtmayı
tercih etmemizin eseri ise meseleyi daha geniş ve derli toplu ele almış
olmasıdır.
Mehmed Zahid Aydar
Mîsak Dergisi
Sayı: 259 / Haziran 2012
__________________
(1) Hüsnü
AKTAŞ, Türkiye’nin Siyasî ve İktisadî Manzarası, Mîsak Yay. Ank 2010,
Sh:129-130
(2) Yusuf
Kerimoğlu, Kelimeler Kavramlar, İnkılâp Yay, İst 2004, Sh:17
(3) Texe
Marrs, İlluminati, Timaş Yay, İst 2011, Sh:21
(4) Texe
Marrs, İlluminati, Age, Sh:117
(5) Gary
Allen, Gizli Dünya Devleti, Milli Gazete Yay, İst:1996, Sh:14