Hz. Muhammed (sav) Devrinde Mescid ve Fonksiyonları - Alparslan Aydar

Hz. Muhammed (sav) Devrinde Mescid ve Fonksiyonları

Başta Kâbe-i Muâzzama olmak üzere cami ve mescidlerde yapılan ibâdetler; Allah’ın (cc)rızasını kazanmak niyetiyle edâ edildiği için, bu mekânlara “Allah’ın” (Li’llâh) denilmiştir. Peygamberimiz Efendimiz’in (sav)’in: “Mescidler, Allah’a (cc) ibadet, zikir ve hüküm vermek için binâ edilir” buyurduğu malûmdur. Hanefi fûkahası, bu hadis-i şerifi esas almış ve “Peygamberimiz Efendimiz (sav) müslümanlar arasındaki ihtilâfları mescidde dinliyor ve davaları hükme bağlıyordu. Hülâfa-i Raşidiyn döneminde de aynı tatbikat devam etmiştir. Davaların mescidde hükme bağlanması müstehâptır” hükmünde ittifak etmiştir. Asr-ı saadette Mescid-i Nebevi’nin; eğitim (ehl-i suffa) istişare ve karar merkezi olarak kullanıldığı malûmdur. Sünnetle sabit olan işlerden birisi de nikâhın mescidde kıyılması, bunun için hutbe okunması ve ilân edilmesidir.

Tanıtımını yaptığımız ‘Hz. Muhammed (sav) Devrinde Mescid ve Fonksiyonları’ isimli eser, İslâmi hareketin kalbi mesabesinde olan ibadet mekânlarının önemini ortaya koyan bir eserdir.

Hz. Muhammed (sav) Devrinde Mescid ve Fonksiyonları
Mustafa Ağırman
Ravza Yayınları
Mîsak Dergisi
Sayı: 257 / Nisan 2012

Yaşadığımız coğrafyanın; umutlarımızı arttıran gelişmeler olmasına rağmen, mü’minlerin kendilerini güvende hissettiği bir belde olma imkânına henüz kavuşamadığı ortadadır. İrtica adı altında İslâm fıkhıyla mücadele eden ve adeta Müslümanları yeni rejimin en amansız düşmanı kabul eden askeri ve sivil bürokrasinin işlediği cürümler, aradan geçen onca zamana rağmen dönem dönem gündeme gelen ve rejimin geçmişiyle yüzleşmesi olarak değerlendirilebilecek açılımlarda kendine yer bulamamıştır. Fıtrata karşı ortaya konan bu zulümden mescidler ve vakfiyeleri de paylarını almış ve vakıflara el konulmuştur. Türkiye’de çoğunluğu oluşturan ve ehl-i sünnet itikadını benimseyen Müslümanların gasp edilen haklarının bırakın iadesini, konunun gündemde yer bulmak gibi bir “imtiyaza” (!) kavuşamamış olması da manidardır.

Süregelen uygulamalar Türkiye’deki rejimin laikliği değil, devletin dini kontrol altında tuttuğu Bizantinizm’i esas aldığını göstermektedir. Resmi ideoloji Müslümanların İslâm’ı nasıl anlamaları gerektiğine karar vermekte kendini tartışmasız otorite vehmettiğinden, tüm uygulamalar, bu hastalıklı anlayışın tezahürü olarak ortaya çıkmakta ve hemen her alanda olduğu gibi cami ve mescidlere karşı takındığı tavırda da kendini göstermektedir.

Çoğunluğu Müslüman olan vatandaşların neye ve nasıl inanması gerektiği noktasında Diyanet İşleri Başkanlığı’nın sivil ve askeri bürokratlara sunduğu imkânlar sebebiyle rejim, Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan vazgeçememiştir. Okunacak hutbe ve vaazların tek tipleştiği uygulamaların özellikle de darbe dönemlerine rastlaması manidardır. Bu uygulamaların halkın İslâm’ı yanlış öğrenmesini engellemekle ilgisinin olmadığı, yine aynı dönemde televizyonlarda boy gösteren ve Ramazan aylarında daha da artan tartışma programları göz önünde bulundurulduğunda daha iyi kavranacaktır. Bu programlarda halkın İslâm anlayışı tahkir edilmiş, ortaya konan karmaşa ile İslâm’ın insanlara telkin ettiği itminan tahrip edilmek istenmiştir. O dönemde medyada boy gösteren bir avuç ilahiyatçının zinde güçlere telkin ettiği güveni Diyanet İşleri Başkanlığı’nda görevli imamlar telkin edememiş olacak ki kendilerine konuşma izni verilmemiş, vaazlar merkezileşmiştir.

 “Geçtiğimiz aylarda gündeme gelen ‘dindar nesil’ tartışmaları üzerine düşünmekte fayda vardır. “Laiklik ideolojisine göre dizayn edilen devletin ‘dindar nesil yetiştiremeyeceğini’ ileri süren zinde güçlerin din eğitimine karşı gösterdikleri tahammülsüzlüğün sebebi nedir? Hâlbuki Müslümanlar, mecburi temel eğitim müfredatını hazırlayan ve çağdaş nesil yetiştirme iddiasıyla çocuklarını ‘modern-ulusal devlet anlayışının mankurtları’ haline getiren zihniyete, yıllarca tahammül etmişlerdir. Meselenin bir diğer boyutu şudur: Yürürlükteki Anayasa Hukuku’na göre (madde: 24) herkes din ve vicdan özgürlüğüne sahiptir. Bu ifadede yer alan ‘Herkes’ kelimesinin kapsamına, hiç şüphesiz çocuklar da dâhildir. Aynı düzenleme, Türkiye’nin taraf olduğu BM Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi (madde: 18) ile Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde de (madde: 9) mevcuttur. Yine Türkiye’nin taraf olduğu BM Çocuk Hakları Sözleşmesi’ne göre (madde: 14) çocukların din ve vicdan özgürlüğü hakları vardır. Türkiye’nin imzaladığı (onayladığı) uluslararası sözleşmeler tarafından tanınan bu ‘din ve vicdan özgürlüğü’ Türk Medeni Kanunu’nda (madde: 341) ‘çocuğun dini eğitimini belirleme hakkının anne-babaya ait olduğu’ şeklinde ifade edilmiştir. Bu hukuki durum, ‘mecburi temel eğitim’ müfredatının değiştirilmesini ve gönüllü eğitim sisteminin kurulmasını beraberinde getiren bir durumdur.” (1)

Askeri ve sivil bürokrasinin demokrasi söylemleri göz boyamadan ibaret değilse, rejim dini ve dindarları kontrol etme alışkanlığını terk etmeli, isteyen Müslümanların, kendi mescid ve medreselerini açabilmeleri önündeki yasal engellemeler kaldırılmalıdır.

Emanet ve Ehliyet’te meselenin bir başka yönüne temas edilmiştir: “Kur’an-ı Kerim’de meâlen:“Muhakkak ki mescidler Allahû Teâla(cc)‘nındır. Onun içinde Allah ile birlikte başka birine (hiçbir şeye, hiçbir kimseye) ibadet etmeyin“ ( El Cinn Sûresi:18) hükmü beyan buyurulmuştur. Başta Kabe-i Muazzama olmak üzere cami ve mescidlerde yapılan ibadetler; Allahû Teâla(cc)‘ya kulluk niyetiyle yapıldığı için bu mekânlara‚ Allahû Teâla(cc)‘nın‘ (Li‘llâh) denilmiştir.
İslâm ûleması mescid yapılırken Kadı‘nın (Şer‘i şerifle hükmeden hakimin) müsaadesi ve izni hususunda hassasiyetle durmuştur. Zira daha Rasûl-i Ekrem (sav) döneminde münafıklar, mescid inşaa etmek suretiyle mü‘minlere tuzak kurmayı planlamışlardır.

Kur‘an-ı Kerim‘de meâlen: ”Bir de mü‘minlere zarar vermek, küfrü kuvvetlendirmek, mü‘minler arasında tefrika düşürmek için ve bundan evvel Allah‘a ve Rasûlü‘ne savaş açan kimseyi beklemek maksadıyla bir mescid yaptılar. Ve ‚Biz bu mescidi ancak iyilik için bina ettik“ diye yemin edeceklerdir. Allah şehadet eder ki; onlar yeminlerinde yalancıdırlar.“ ( Et Tevbe Sûresi: 107) hükmü beyan buyurulmaktadır. Muteber tefsirlerin bir çoğunda Dırar Mescidini“ Ebû Amir‘in emrinde olan on iki münafığın yaptırdığı kaydedilmektedir. Kur‘an-ı Kerim‘de Rasûl-i Ekrem (sav)‘e hitaben; ”O mescid-i dırar‘da ebediyyen namaz kılma“ (Et Tevbe Sûresi: 108) emri verilmiştir. Bilindiği gibi Usûl-i Tefsir‘de kaidelerden birisi de ”Sebebin hususi olması hükmün umumi olmasına mani değildir“ şeklinde ifade olunmuştur. İmam-ı Suyuti: ”Bir sebebe bağlı olarak nazil olan ayetlerin, sebeblerin gayrisine de şamil olmasında ittifak edilmiştir“ hükmünü zikreder. Dolayısıyle kafirler tarafından inşaa edilen; mü‘minlere zarar vermek ve tefrikayı artırmak ve ideolojilerini yayarak küfrü güçlendirmek niyetiyle meydana çıkan her mescid ”Dırar“ dır. Tabii bunun tesbit edilebilmesi için de; mü‘minlerin velâyetine haiz olan ”Ulû‘lemr“ veya görevlendirdiği ”Kadı‘lara“ ihtiyaç vardır. Maalesef günümüzde bu imkânlara da sahip değiliz.

Rasûl-i Ekrem (sav)‘in Sahabe-i Kiram‘dan Ma‘an b. Adi, Malik b. Ed Dehşemi, Amr b. Yeşküri ve Vahşi‘yi (Hepsinden Allahû Teâla (cc) razı olsun) yanına çağırıp; ”Halkı zalim olan şu mescide gidin, onu yıkın ve enkazını ateşe verin“ buyurduğu bilinmektedir. Günümüzde dahi, ”Dırar Mescidi‘nin“ arsası çöplük olarak kullanılmaktadır. İslâm ûleması, mescidlerin temellerinin takvaya dayanması hususunda müttefiktirler. Mü‘minler bu hususta çok titiz olmak; mescidlerini ancak ‘Helâl‘ mal ile sırf Allahû Teâla (cc)‘nın rızası için inşaa etmek zorundadırlar.“ (2)

Tanıtmaya çalışacağımız eser Prof. Dr. Mustafa Ağırman’ın “Hz. Muhammed(s.a.v.) devrinde Mescid ve Fonksiyonları adlı eseri olup, yazar Peygamber Efendimiz(s.a.v.)’in ve Ashab-ı Kiram’ın örnekliğinden hareketle ‘Mescid ve Fonksiyonları’nı açıklamaya gayret etmiştir.

Kitabın Giriş Bölümü’nde; Mabed, mescid ve cami hakkında bilgi verilmiştir. “Boyun eğmek, kulluk etmek, itaat etmek manalarına gelen ibadet ve ubudiyet kökünden bir mekân ismi olan mabed, mabuda kulluğun arz edildiği yer demektir. Yeryüzünde yapılan ilk mabed de Allah(c.c.) adına ve O’na kulluk etmek için yapılmıştır. Demek ki, ibadet için belli bir mekânın tahsis ve tanzimi ilk insan ve ilk peygamberden beri devam edegelmektedir.” (Sh:18)

“Mescid, Arapça’da ‘eğilmek, alnı tevazu ile yere koymak’ manasına gelen sücud ‘secde edilen yer’ anlamında bir mekân ismidir. Secde namazın rükünleri içinde en önemlisi, Kur’an-ı Kerim’e göre insanın daha ilk yaradılışında şahid olduğu hürmet ifadesidir. Hz. Peygamber (s.a.v.)’in bildirdiğine göre kulun Allah(c.c.)’a en yakın olduğu an secde anıdır. Mescid kelimesi Kur’an-ı Kerim’de yirmi sekiz yerde geçmektedir. Bu ayet-i kerimelerde mescidlerin ne maksatla ve kimler tarafından yaptırılabileceği ve nasıl kullanılabileceği hususları beyan edilmiştir. Mescidler, içlerinde Kur’an okunmak, Allah(c.c.)’ı zikretmek ve namaz kılmak için yapılır.” (Sh:23-24)”

“Arapça ‘cem’ kökünden gelen ‘toplayan, bir araya getiren’ manasındaki cami kelimesi, başlangıçta sadece Cuma namazı kılınan büyük mescidler için kullanılan ‘el-Mescidü’l-Câmi’ (cemaati toplayan mescid) tamlamasının kısaltılmış şeklidir. Zamanla içinde Cuma namazı kılınan ve hatibin hutbe okuması için minberi bulunan mescidler ‘cami’, minberi bulunmayan yani Cuma namazı kılınmayan küçük mabedler ise mescid olarak anılır olmuşlardır. Ancak, Mescid-i Haram, Mescid-i Nebevi ve Mescid-i Aksa gibi mabedlere mescid ifadesinin ıtlâk edilmesi devam edegelmiştir. Osmanlılar döneminde de padişahlar tarafından inşa ettirilen büyük camilere ‘Selâtin Camileri’ vezirler ve diğer devlet ricali tarafından yaptırılan orta büyüklükteki camilere banisinin adına izafeten sadece cami, küçük olanlara da mescid denilmiştir. Mescidlerde Cuma namazı kılınmazdı. Mescidin Cuma namazı kılınan camiye tahvili ise berat ve izinle olmaktaydı. Çünkü Hz. Peygamber zamanında da Mescid-i Nebevi’den hariç dokuz tane ayrı mescid olmasına rağmen buralarda vakit namazı kılınır, Cuma namazı kılınmazdı. Asr-ı saadette Medine’de Cuma namazı sadece Mescid-i Nebevi’de kılınmaktaydı.” (Sh:28-29)


Birinci Bölümde mescidin tarihçesi ele alınmaktadır.
 Hz. Peygamber(sav)’in Medine’ye hicreti ve mescidin yerinin tayini, mescidin arsasının alınması, arsanın durumu ve tesviye edilmesi, mescid inşaatında kullanılan malzemenin hazırlanması, inşaatın başlaması, Hz. Peygamber (sav) ve sahabenin çalışmalara katılması ve mescidin tamamlanması başlıkları altında mescidin yapılışı açıklanmıştır. (Sh:33-56)

Daha sonra kıblenin değişmesi, minber, mescidin aydınlatılması, mescidin temizliği ve en son 1953-1955 arasında gerçekleştirilen son ilaveye kadar gerçekleştirilen ilaveler hakkında bilgi verilerek bölüm tamamlanır. (Sh:57-79)


İkinci Bölümde mescidin mimari yapısı ele alınmaktadır.
Hz. Peygamber(s.a.v.)’in, hicretten hemen sonra Medine’de yaptırdığı mescid ufak çapta bir külliye şeklinde idi. Mescid, namaz ibadetinin eda edilmesi gereken bir mekân olmakla beraber daha başka fonksiyonların icra edilmesi icap eden bir yer olarak düşünülmüştür. Mescid yapılırken bu husus göz önünde bulundurulmuş ve üç bölüm halinde yapılmıştır. Bugün Mescidü’n-Nebi olarak adlandırılan bu camide birbirinden ayrı üç makam vardır. Birincisi: Namaz kılmak için geniş bir boşluk. İkincisi, suffa yahut zula (üstü örtülü yer, gölgelik) denen ve okul ihtiyaçları için kullanılan mahal. Üçüncüsü, Rasulullah(s.a.v.)’in zevcelerine tahsisi olunmuş birkaç odadan ibaret ayrı bir kısım. (Sh:83-84)

 “Suffa, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in evi, Ebu Eyyub (r.a.)’a misafir olması, ev halkını Medine’ye getirmesi, mescidin inşaatı ile birlikte yapılan odalar, bu odalara sonradan yapılan ilaveler, odaların yapısı, Hz. Peygamber(s.a.v.)in vefatından sonra odaların durumu, Hücre-i Saadet ve devlet hazinesinin saklandığı meşrebe bölümleri tanıtılır.” (Sh:85-106)

“Hz. Peygamber(s.a.v.) Veda Haccı’ndan iki ay sonra rahatsızlandı. Rahatsızlığı biraz artınca diğer hanımlarının izni ile Hz. Aişe (ranha)’nin odasında kalmaya karar verdi. Rahatsızlığının şiddetli günleri bu odada geçen Hz Peygamber (s.a.v.), Allah(cc)’ın sonsuz rahmetine de burada kavuştu. Mübarek cesedi Hz Ebu Bekir(ra)’in ‘Peygamberler öldükleri yere defnedilirler’ uyarısıyla son nefesini verdiği yere defnedilmişti. Bu odanın bütün eşyası bir sedir, bir hasır, bir yatak, bir yastık, un ve hurma koymak için iki çanak, bir su kabı, su içmek için bir kâseden ibaretti. Bir nur kaynağı olan bu odada iki kişi ikamet ediyordu.” (Sh:101-102)

 Hz. Peygamber(s.a.v.)’in vefatından sonra mescidin bitişiğindeki odalar hanımlarına kaldı. Hanımları da vefat edince kendi yakınlarına miras olarak intikal ediyordu. Hz Muaviye(ra) bu odaların birçoğunu Hz. Peygamber(s.a.v.)’in hanımlarının akrabalarından satın almıştır. Bu odalar zamanın tahribatına mukavemet etmiş ve Emevi Halifelerinden Veid b. Abdülmelik zamanına kadar ayakta kalabilmişlerdir. Medine valisi Ömer b. Abdülaziz(rh.a) Halife Velid’in emri ile Hz. Peygamber (s.a.v.)’in kabrini ihtiva eden Hz. Aişe(ranha)’nin odasından başka diğer odaları alıp yıkmış ve mescide ilave etmişti. Bu odaların yıkıldığı gün bütün Medine halkı Hz. Peygamber(s.a.v.)’in devrinden kalma bir hatıranın ortadan kalkmasından dolayı matem tutmuştu. İbn Sa’d bu odaların yıkılmasını şöyle anlatır.

Mu’az b. Muhammed el-Ensari’den: Bir gün Ata’u’l-Horosanî, Medine mescidinde oturuyordu. İmran b. Ebî Üneys de oradaydı. Atâ şöyle dedi: Hz. Peygamber (s.a.v.)’in hanımlarının odalarına yetiştim. Tavanları hurma dallarındandı. Kapıları da siyah kıldan yapılmış birer çuldu. Velid b. Abdulmelik’in bu odaların yıktırılıp camiye katılmalarını emreden mektubu geldiği zaman ben bu mescidde idim. Medine halkını bir yas havası bürümüştü. O güne kadar insanların böyle çok ağladığını görmemiştim. İşittim ki, Said b. El-Müseyyeb (rh.a) şöyle demiş: ‘Vallahi, ben isterim ki bu odalar asli halleri üzerinde bırakılsaydı da gerek Medine’liler gerek dışarıdan gelenler Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in ne kadar sade bir hayat yaşadığını gözleri ile görüp dünyaya bu kadar önem vermeselerdi’ (Sh.99-100)


Üçüncü Bölümde mescidin fonksiyonları ele alınmaktadır.
Bu bölümde mescid; fonksiyonları açısından iki temel başlık altında incelenmiştir.

a-Dini açıdan: İbadet ve eğitim merkezi
b-Sosyal açıdan: Mesken, elçilerin kabul merkezi, hastane, sosyal yardımlaşma merkezi, adalet merkezi ve toplantı yeri olarak ele alınmıştır. (Sh:111-187)

‘Mescidde Namaz’ başlığı altında şu hususlara da değinir. “Abdullah b. Ümm-i Mektum (ra) şöyle anlatıyor: Rasulullah (sav) bir gün mescide geldi, namaza gelen cemaatı az buldu ve şöyle buyurdu: ‘Ben namazın cemaatle kılınmasına son derece önem veriyorum; çıkıp mescide geliyorum. Cemaate gelmeyen herkesi evinden alıp namaza getirmem mümkün değil. Ezanı duyup da cemaate gelmeyenin evini başına yıkmak istiyorum.’

‘Ya Rasulullah! Ben âmâyım, evimle mescid arasında da hurmalıklar, ağaçlıklar var. Her zaman da beni mescide getirecek birisini bulamıyorum. Namazı evimde kılmama müsaade eder misiniz?’ dedim. ‘Ezanı işitiyor musunuz?’ diye sordu.’Evet’ diye cevap verdim. ‘Öyle ise sen de cemaate gel’ buyurdu. (Sh:112-113)

Çeşitli sebeplerden ve makul mazeretlerden dolayı namaz vakti mescide gelemeyenlerin bulundukları yerde cemaat teşkil etmelerini ve topluca namaz kılmalarını istemekte ve bu hususta şöyle buyurmaktadır: “Köyde veya kırda olsun üç kimse bir arada bulunduğu halde, orada cemaatle namaz kılmazsa, muhakkak şeytan onlara musallat olur. Binaenaleyh cemaate devam ediniz. Muhakkak sürüden ayrılan koyunu kurt yer.” Sahabe de bu konuda çok titizdi. Abdullah b. Mes’ud (ra) şunları söylüyor: “Ben apaçık münafık olanların ve hasta olanların dışında bizden kimsenin cemaate gelmezlik ettiğini hatırlamam. O kadar ki, hasta olanlar bile iki kişinin koluna girerek cemaate gelirlerdi. Rasulullah (sav) bize hidayet yollarını gösterdi. Beş vakit ezan okunan mescidde kılınan namaz da bu hidayet yollarındandı.” Bu konuda Abdullah b. Ömer(ra) şöyle diyor: ‘Biz sabah ve yatsı namazlarında bir adamı mescidde göremediğimiz zaman, onun hakkında kötü zanda bulunurduk.’ Yani münafık olduğundan şüphe ederdik demek istiyor. (Sh:112-115)

Mescidin bir dini eğitim merkezi olduğu hususu, namaz talimi, Kur’an talimi ile vaaz, nasihat ve sohbet konu başlıkları altında incelenir.

‘Mescidin Sosyal Fonksiyonları’ başlığı altında ele alınan bazı noktalar şunlardır:

“Medine toplumunun en büyük problemlerinden birisi dışarıdan Medine’ye gelen insanların iâşe ve ibate problemiydi. Yukarıda beyan ettiğimiz gibi Hz. Peygamber(sav) bu problemleri ilk zamanlar muâhât yoluyla çözmüştü. Fakat ne var ki Medine’ye muhacir akını devam ediyordu. Üstelik sadece Mekke’den değil, Arap yarımadasının her tarafından gelenler oluyordu. Gelenler arasında evli ve çocuk sahibi olanlar olduğu gibi bekâr olanlar da vardı. Bunlar içinde Medine’ye yerleşmek isteyenler olduğu gibi bir müddet kalıp geri dönmek isteyenler de vardı. İşte bu problemin zuhur edeceğini daha önceden bilen Hz. Peygamber(sav) mescidin bir köşesinde Suffa’yı yaptırmıştı. Suffa talebeler için bir yurt, misafirler için misafirhane mesabesindeydi.” (Sh:146)

“Mekke’nin fethinden sonra Araplar fevc fevc gelip İslâm’ı kabule başlamışlardı. Bu elçilerin Medine’ye gelişi hicretin dokuzuncu yılında cereyan ettiği için, bu seneye ‘Elçiler Yılı’ (Senet’ul-Vûfûd) denilmiştir. Medine’ye gelen bu elçiler önce hayatın merkezi olan mescide uğruyorlardı. Çünkü hayatın merkezi orasıydı.” (Sh:158-159)

“Uhud Savaşı’ndan sonra mescidde bir çadır kurulduğu ve yaralıların bu çadırda tedavi edildiği bilinmektedir.” (Sh:166)

“Medine İslâm devletinin gelirleri çeşitli kalemlerden ibaretti. Zekât, öşür, cizye ve ganimet bu kalemlerden birkaçını oluşturur. Hz. Peygamber(sav) zamanında toplanan bu devlet gelirleri mescidde depo edilirdi. Mescidde toplanan bu yardımları depolamak için kullanılan hususi odaya Meşrebe, Ğurfe veya Hızâne denilirdi. İki katlı olan bu odada gıda maddeleri, silahlar ve daha başka eşyalar muhafaza edilirdi.” (Sh:168)

“Medine’de bütün hukukî meseleler Hz. Peygamber(sav)’e arz edilirdi. O da pek çok hukuki meseleyi mescidde hallederdi. Kazâ organı olarak kendisine iletilen davalarda davalı ve davacıyı dinlemede mescidi mahkeme salonu olarak kullanırdı.“ (Sh:173)

“Mescid, Hz. Peygamber(sav)’in sahabeye şekil verdiği kıyamete kadar bir benzerinin gelmeyeceği altın nesli yetiştirdiği yerdi. Öyle bir mescid ki, temeli taş, duvarı kerpiç, sütunları hurma gövdeleri, tavanı hurma dal ve yaprakları ile örtülü bir mescid. Burası bir yıkanma, arınma, bir dolup taşma merkezi. Edep, hayâ, olgunluk burada öğreniliyor. Burda kimse kimseyi rahatsız etmiyor. Cemaati rahatsız edecek şekilde girmek yasak buraya. Hz. Peygamber (sav) soğan, sarımsak yiyenlerin mescide gelmemesini tavsiye ediyor. İçeri girenlerin kendilerine çeki düzen vermelerini tavsiye ediyor. Hz Peygamber(sav) mescidde bağırıp çağırarak konuşmayı da yasaklıyor. Kayıp olan her hangi bir şeyin mescidde ilân edilmesi, kınından sıyrılan kılıçla mescidde gezilmesi, okların sivri uçlarının açıkta bırakılması da yasak olan şeylerden. Yani mescide giren insan maddi ve manevi bütün sıkıntılardan emin hissediyor kendisini.

Bu mescid kendisinden sonra yapılan mescidler ve büyük camiler üzerinde tesir icra etmiştir. Bu mescidin icra ettiği her fonksiyon sonraki yıllarda ayrı bir müessese olarak ortaya çıkmıştır.
Fethedilen yerlerde hemen bir mescid yapmak Rasulullah(sav)’tan kalan bir adet ve sünnet olarak devam etmiştir. Yapılan bu mescidlerde eğitim-öğretim faaliyetleri başlatılıp o yerlerin İslâmlaştırılması temin ediliyor, bu mescidler de bu işin merkezi oluyorlardı.” (Sh:184-185)

“Mescidin tüm bu görevleri üstlenmiş olması Medine İslâm Devleti’nin kuruluş aşamasında zarurete binaen olsa bile, toplumu ayakta tutan ahlâkî, siyâsi, ictimâî tüm bu işlerin câmi merkezli yapılmasının gerekliliğini vurgulaması açısından oldukça dikkat çekicidir. Yani imkânlar genişledikçe adı geçen bu görevler, câmi dışında değişik yer ve merkezlerde yapılsa bile, mutlaka câmide yapılıyorcasına İslâmi ölçülere uygun olarak icra edilmelidir.” (3)

Geçen yüzyılın başlarında iktidardan uzaklaşmak zorunda kalan Müslümanların kaybettiklerini tekrar elde etme uğruna giriştikleri mücadeleyi “İslâmcılık” olarak adlandırmak da mümkündür. Şimdiye kadar üzerinde çok konuşulmuş olan “İslâmcılık” hareketinin kanaatimce en bariz zaafı dini ideoloji gibi algılama hastalığıdır. Bu anlayış, konferans salonlarının camii ve mescidlere tercih edilmesi gibi problemli bir durum ortaya çıkartmıştır. Türkiyeli Müslümanların önceliklerinden birisi mescidlerin ihya edilmesi olmalıdır. Zira mescidler İslâm cemaatinin kalbi mesabesindedir.

Mehmed Zahid Aydar
Mîsak Dergisi
Sayı: 257 / Nisan 2012

----------------------------  
1- Hüsnü Aktaş, Mîsak Dergisi, Mart 2012, Sayı:256, Sh:4-5
2- Yusuf Kerimoğlu, Emanet ve Ehliyet, C-1, Sh:271-274
3- Yrd. Doç. Dr. Ali AKPINAR, Mîsak Dergisi, Sayı:69, Sh:43)