Başta Kâbe-i Muâzzama olmak üzere
cami ve mescidlerde yapılan ibâdetler; Allah’ın (cc)rızasını kazanmak niyetiyle
edâ edildiği için, bu mekânlara “Allah’ın” (Li’llâh) denilmiştir. Peygamberimiz
Efendimiz’in (sav)’in: “Mescidler, Allah’a (cc) ibadet, zikir ve
hüküm vermek için binâ edilir” buyurduğu malûmdur. Hanefi
fûkahası, bu hadis-i şerifi esas almış ve “Peygamberimiz Efendimiz
(sav) müslümanlar arasındaki ihtilâfları mescidde dinliyor ve davaları hükme
bağlıyordu. Hülâfa-i Raşidiyn döneminde de aynı tatbikat devam etmiştir.
Davaların mescidde hükme bağlanması müstehâptır” hükmünde ittifak
etmiştir. Asr-ı saadette Mescid-i Nebevi’nin; eğitim (ehl-i suffa) istişare ve
karar merkezi olarak kullanıldığı malûmdur. Sünnetle sabit olan işlerden birisi
de nikâhın mescidde kıyılması, bunun için hutbe okunması ve ilân edilmesidir.
Tanıtımını yaptığımız ‘Hz. Muhammed (sav) Devrinde
Mescid ve Fonksiyonları’ isimli eser, İslâmi hareketin kalbi mesabesinde olan
ibadet mekânlarının önemini ortaya koyan bir eserdir.
![]() |
Hz. Muhammed
(sav) Devrinde Mescid ve Fonksiyonları
Mustafa Ağırman
Ravza Yayınları
Mîsak Dergisi
Sayı: 257 / Nisan 2012
|
Yaşadığımız coğrafyanın; umutlarımızı arttıran
gelişmeler olmasına rağmen, mü’minlerin kendilerini güvende hissettiği bir
belde olma imkânına henüz kavuşamadığı ortadadır. İrtica adı altında İslâm
fıkhıyla mücadele eden ve adeta Müslümanları yeni rejimin en amansız düşmanı
kabul eden askeri ve sivil bürokrasinin işlediği cürümler, aradan geçen onca
zamana rağmen dönem dönem gündeme gelen ve rejimin geçmişiyle yüzleşmesi olarak
değerlendirilebilecek açılımlarda kendine yer bulamamıştır. Fıtrata karşı
ortaya konan bu zulümden mescidler ve vakfiyeleri de paylarını almış ve
vakıflara el konulmuştur. Türkiye’de çoğunluğu oluşturan ve ehl-i sünnet
itikadını benimseyen Müslümanların gasp edilen haklarının bırakın iadesini,
konunun gündemde yer bulmak gibi bir “imtiyaza” (!) kavuşamamış olması da
manidardır.
Süregelen uygulamalar Türkiye’deki rejimin laikliği
değil, devletin dini kontrol altında tuttuğu Bizantinizm’i
esas aldığını göstermektedir. Resmi ideoloji Müslümanların İslâm’ı nasıl
anlamaları gerektiğine karar vermekte kendini tartışmasız otorite
vehmettiğinden, tüm uygulamalar, bu hastalıklı anlayışın tezahürü olarak ortaya
çıkmakta ve hemen her alanda olduğu gibi cami ve mescidlere karşı takındığı
tavırda da kendini göstermektedir.
Çoğunluğu Müslüman olan vatandaşların neye ve nasıl
inanması gerektiği noktasında Diyanet İşleri Başkanlığı’nın sivil ve askeri
bürokratlara sunduğu imkânlar sebebiyle rejim, Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan
vazgeçememiştir. Okunacak hutbe ve vaazların tek tipleştiği uygulamaların
özellikle de darbe dönemlerine rastlaması manidardır. Bu uygulamaların halkın
İslâm’ı yanlış öğrenmesini engellemekle ilgisinin olmadığı, yine aynı dönemde
televizyonlarda boy gösteren ve Ramazan aylarında daha da artan tartışma
programları göz önünde bulundurulduğunda daha iyi kavranacaktır. Bu
programlarda halkın İslâm anlayışı tahkir edilmiş, ortaya konan karmaşa ile
İslâm’ın insanlara telkin ettiği itminan tahrip edilmek istenmiştir. O dönemde
medyada boy gösteren bir avuç ilahiyatçının zinde güçlere telkin ettiği güveni
Diyanet İşleri Başkanlığı’nda görevli imamlar telkin edememiş olacak ki
kendilerine konuşma izni verilmemiş, vaazlar merkezileşmiştir.
“Geçtiğimiz aylarda gündeme gelen ‘dindar nesil’
tartışmaları üzerine düşünmekte fayda vardır. “Laiklik ideolojisine göre dizayn
edilen devletin ‘dindar nesil yetiştiremeyeceğini’ ileri süren zinde güçlerin
din eğitimine karşı gösterdikleri tahammülsüzlüğün sebebi nedir? Hâlbuki
Müslümanlar, mecburi temel eğitim müfredatını hazırlayan ve çağdaş nesil
yetiştirme iddiasıyla çocuklarını ‘modern-ulusal devlet anlayışının
mankurtları’ haline getiren zihniyete, yıllarca tahammül etmişlerdir.
Meselenin bir diğer boyutu şudur: Yürürlükteki Anayasa Hukuku’na göre (madde:
24) herkes din ve vicdan özgürlüğüne sahiptir. Bu ifadede yer alan ‘Herkes’
kelimesinin kapsamına, hiç şüphesiz çocuklar da dâhildir. Aynı düzenleme,
Türkiye’nin taraf olduğu BM Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi (madde: 18) ile
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde de (madde: 9) mevcuttur. Yine Türkiye’nin
taraf olduğu BM Çocuk Hakları Sözleşmesi’ne göre (madde: 14) çocukların din ve
vicdan özgürlüğü hakları vardır. Türkiye’nin imzaladığı (onayladığı)
uluslararası sözleşmeler tarafından tanınan bu ‘din ve vicdan özgürlüğü’ Türk
Medeni Kanunu’nda (madde: 341) ‘çocuğun dini eğitimini belirleme
hakkının anne-babaya ait olduğu’ şeklinde ifade edilmiştir. Bu hukuki
durum, ‘mecburi temel eğitim’ müfredatının değiştirilmesini ve gönüllü eğitim
sisteminin kurulmasını beraberinde getiren bir durumdur.” (1)
Askeri ve sivil bürokrasinin demokrasi söylemleri göz
boyamadan ibaret değilse, rejim dini ve dindarları kontrol etme alışkanlığını
terk etmeli, isteyen Müslümanların, kendi mescid ve medreselerini açabilmeleri
önündeki yasal engellemeler kaldırılmalıdır.
Emanet ve Ehliyet’te meselenin bir başka yönüne temas
edilmiştir: “Kur’an-ı
Kerim’de meâlen:“Muhakkak ki mescidler Allahû Teâla(cc)‘nındır. Onun
içinde Allah ile birlikte başka birine (hiçbir şeye, hiçbir
kimseye) ibadet etmeyin“ ( El Cinn Sûresi:18) hükmü
beyan buyurulmuştur. Başta Kabe-i Muazzama olmak üzere cami ve mescidlerde
yapılan ibadetler; Allahû Teâla(cc)‘ya kulluk niyetiyle yapıldığı için bu
mekânlara‚ Allahû Teâla(cc)‘nın‘ (Li‘llâh) denilmiştir.
İslâm ûleması mescid yapılırken
Kadı‘nın (Şer‘i şerifle hükmeden hakimin) müsaadesi ve izni hususunda
hassasiyetle durmuştur. Zira daha Rasûl-i Ekrem (sav) döneminde münafıklar,
mescid inşaa etmek suretiyle mü‘minlere tuzak kurmayı planlamışlardır.
Kur‘an-ı Kerim‘de meâlen: ”Bir
de mü‘minlere zarar vermek, küfrü kuvvetlendirmek, mü‘minler arasında tefrika
düşürmek için ve bundan evvel Allah‘a ve Rasûlü‘ne savaş açan kimseyi beklemek
maksadıyla bir mescid yaptılar. Ve ‚Biz bu mescidi ancak iyilik için bina
ettik“ diye yemin edeceklerdir. Allah şehadet eder ki; onlar
yeminlerinde yalancıdırlar.“ ( Et Tevbe Sûresi: 107) hükmü beyan
buyurulmaktadır. Muteber tefsirlerin bir çoğunda ”Dırar Mescidi‘ni“
Ebû Amir‘in emrinde olan on iki münafığın yaptırdığı kaydedilmektedir. Kur‘an-ı
Kerim‘de Rasûl-i Ekrem (sav)‘e hitaben; ”O mescid-i dırar‘da
ebediyyen namaz kılma“ (Et Tevbe Sûresi: 108) emri verilmiştir.
Bilindiği gibi Usûl-i Tefsir‘de kaidelerden birisi de ”Sebebin hususi
olması hükmün umumi olmasına mani değildir“ şeklinde ifade olunmuştur.
İmam-ı Suyuti: ”Bir sebebe bağlı olarak nazil olan ayetlerin,
sebeblerin gayrisine de şamil olmasında ittifak edilmiştir“ hükmünü zikreder. Dolayısıyle
kafirler tarafından inşaa edilen; mü‘minlere zarar vermek ve tefrikayı artırmak
ve ideolojilerini yayarak küfrü güçlendirmek niyetiyle meydana çıkan her mescid
”Dırar“ dır. Tabii bunun tesbit edilebilmesi için de; mü‘minlerin velâyetine
haiz olan ”Ulû‘lemr“ veya görevlendirdiği ”Kadı‘lara“ ihtiyaç vardır. Maalesef
günümüzde bu imkânlara da sahip değiliz.
Rasûl-i Ekrem (sav)‘in Sahabe-i
Kiram‘dan Ma‘an b. Adi, Malik b. Ed Dehşemi, Amr b. Yeşküri ve Vahşi‘yi
(Hepsinden Allahû Teâla (cc) razı olsun) yanına çağırıp; ”Halkı
zalim olan şu mescide gidin, onu yıkın ve enkazını ateşe verin“ buyurduğu
bilinmektedir. Günümüzde dahi, ”Dırar Mescidi‘nin“ arsası çöplük olarak
kullanılmaktadır. İslâm ûleması, mescidlerin temellerinin takvaya dayanması
hususunda müttefiktirler. Mü‘minler bu hususta çok titiz olmak; mescidlerini
ancak ‘Helâl‘ mal ile sırf Allahû Teâla (cc)‘nın rızası için inşaa etmek
zorundadırlar.“ (2)
Tanıtmaya çalışacağımız eser Prof. Dr. Mustafa
Ağırman’ın “Hz. Muhammed(s.a.v.) devrinde Mescid ve Fonksiyonları” adlı
eseri olup, yazar Peygamber Efendimiz(s.a.v.)’in ve Ashab-ı Kiram’ın
örnekliğinden hareketle ‘Mescid ve Fonksiyonları’nı açıklamaya gayret
etmiştir.
Kitabın Giriş Bölümü’nde; Mabed, mescid ve cami hakkında bilgi verilmiştir. “Boyun eğmek, kulluk
etmek, itaat etmek manalarına gelen ibadet ve ubudiyet kökünden bir mekân ismi
olan mabed, mabuda kulluğun arz edildiği yer demektir. Yeryüzünde yapılan ilk
mabed de Allah(c.c.) adına ve O’na kulluk etmek için yapılmıştır. Demek ki,
ibadet için belli bir mekânın tahsis ve tanzimi ilk insan ve ilk peygamberden
beri devam edegelmektedir.” (Sh:18)
“Mescid, Arapça’da ‘eğilmek, alnı tevazu ile yere
koymak’ manasına gelen sücud ‘secde edilen yer’ anlamında bir
mekân ismidir. Secde namazın rükünleri içinde en önemlisi, Kur’an-ı Kerim’e
göre insanın daha ilk yaradılışında şahid olduğu hürmet ifadesidir. Hz.
Peygamber (s.a.v.)’in bildirdiğine göre kulun Allah(c.c.)’a en yakın olduğu an
secde anıdır. Mescid kelimesi Kur’an-ı Kerim’de yirmi sekiz yerde geçmektedir.
Bu ayet-i kerimelerde mescidlerin ne maksatla ve kimler tarafından
yaptırılabileceği ve nasıl kullanılabileceği hususları beyan edilmiştir.
Mescidler, içlerinde Kur’an okunmak, Allah(c.c.)’ı zikretmek ve namaz kılmak
için yapılır.” (Sh:23-24)”
“Arapça ‘cem’ kökünden gelen ‘toplayan, bir araya
getiren’ manasındaki cami kelimesi, başlangıçta sadece Cuma namazı kılınan
büyük mescidler için kullanılan ‘el-Mescidü’l-Câmi’ (cemaati toplayan mescid)
tamlamasının kısaltılmış şeklidir. Zamanla içinde Cuma namazı kılınan ve
hatibin hutbe okuması için minberi bulunan mescidler ‘cami’, minberi bulunmayan
yani Cuma namazı kılınmayan küçük mabedler ise mescid olarak anılır
olmuşlardır. Ancak, Mescid-i Haram, Mescid-i Nebevi ve Mescid-i Aksa gibi mabedlere
mescid ifadesinin ıtlâk edilmesi devam edegelmiştir. Osmanlılar döneminde de
padişahlar tarafından inşa ettirilen büyük camilere ‘Selâtin Camileri’ vezirler
ve diğer devlet ricali tarafından yaptırılan orta büyüklükteki camilere
banisinin adına izafeten sadece cami, küçük olanlara da mescid denilmiştir.
Mescidlerde Cuma namazı kılınmazdı. Mescidin Cuma namazı kılınan camiye tahvili
ise berat ve izinle olmaktaydı. Çünkü Hz. Peygamber zamanında da Mescid-i
Nebevi’den hariç dokuz tane ayrı mescid olmasına rağmen buralarda vakit namazı
kılınır, Cuma namazı kılınmazdı. Asr-ı saadette Medine’de Cuma namazı sadece
Mescid-i Nebevi’de kılınmaktaydı.” (Sh:28-29)
Birinci Bölümde mescidin tarihçesi ele alınmaktadır.
Hz. Peygamber(sav)’in Medine’ye hicreti ve mescidin
yerinin tayini, mescidin arsasının alınması, arsanın durumu ve tesviye
edilmesi, mescid inşaatında kullanılan malzemenin hazırlanması, inşaatın
başlaması, Hz. Peygamber (sav) ve sahabenin çalışmalara katılması ve mescidin
tamamlanması başlıkları altında mescidin yapılışı açıklanmıştır. (Sh:33-56)
Daha sonra kıblenin değişmesi, minber, mescidin
aydınlatılması, mescidin temizliği ve en son 1953-1955 arasında
gerçekleştirilen son ilaveye kadar gerçekleştirilen ilaveler hakkında bilgi
verilerek bölüm tamamlanır. (Sh:57-79)
İkinci Bölümde mescidin mimari yapısı ele alınmaktadır.
Hz. Peygamber(s.a.v.)’in, hicretten hemen sonra
Medine’de yaptırdığı mescid ufak çapta bir külliye şeklinde idi. Mescid, namaz
ibadetinin eda edilmesi gereken bir mekân olmakla beraber daha başka
fonksiyonların icra edilmesi icap eden bir yer olarak düşünülmüştür. Mescid
yapılırken bu husus göz önünde bulundurulmuş ve üç bölüm halinde yapılmıştır.
Bugün Mescidü’n-Nebi olarak adlandırılan bu camide birbirinden ayrı üç makam
vardır. Birincisi: Namaz kılmak için geniş bir boşluk. İkincisi, suffa yahut
zula (üstü örtülü yer, gölgelik) denen ve okul ihtiyaçları için kullanılan
mahal. Üçüncüsü, Rasulullah(s.a.v.)’in zevcelerine tahsisi olunmuş birkaç
odadan ibaret ayrı bir kısım. (Sh:83-84)
“Suffa, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in evi, Ebu Eyyub
(r.a.)’a misafir olması, ev halkını Medine’ye getirmesi, mescidin inşaatı ile
birlikte yapılan odalar, bu odalara sonradan yapılan ilaveler, odaların yapısı,
Hz. Peygamber(s.a.v.)in vefatından sonra odaların durumu, Hücre-i Saadet ve
devlet hazinesinin saklandığı meşrebe bölümleri tanıtılır.” (Sh:85-106)
“Hz. Peygamber(s.a.v.) Veda Haccı’ndan iki ay sonra
rahatsızlandı. Rahatsızlığı biraz artınca diğer hanımlarının izni ile Hz. Aişe
(ranha)’nin odasında kalmaya karar verdi. Rahatsızlığının şiddetli günleri bu
odada geçen Hz Peygamber (s.a.v.), Allah(cc)’ın sonsuz rahmetine de burada
kavuştu. Mübarek cesedi Hz Ebu Bekir(ra)’in ‘Peygamberler öldükleri yere
defnedilirler’ uyarısıyla son nefesini verdiği yere defnedilmişti.
Bu odanın bütün eşyası bir sedir, bir hasır, bir yatak, bir yastık, un ve hurma
koymak için iki çanak, bir su kabı, su içmek için bir kâseden ibaretti. Bir nur
kaynağı olan bu odada iki kişi ikamet ediyordu.” (Sh:101-102)
Hz. Peygamber(s.a.v.)’in vefatından sonra
mescidin bitişiğindeki odalar hanımlarına kaldı. Hanımları da vefat edince
kendi yakınlarına miras olarak intikal ediyordu. Hz Muaviye(ra) bu odaların
birçoğunu Hz. Peygamber(s.a.v.)’in hanımlarının akrabalarından satın almıştır.
Bu odalar zamanın tahribatına mukavemet etmiş ve Emevi Halifelerinden Veid b.
Abdülmelik zamanına kadar ayakta kalabilmişlerdir. Medine valisi Ömer b.
Abdülaziz(rh.a) Halife Velid’in emri ile Hz. Peygamber (s.a.v.)’in kabrini
ihtiva eden Hz. Aişe(ranha)’nin odasından başka diğer odaları alıp yıkmış ve
mescide ilave etmişti. Bu odaların yıkıldığı gün bütün Medine halkı Hz.
Peygamber(s.a.v.)’in devrinden kalma bir hatıranın ortadan kalkmasından dolayı
matem tutmuştu. İbn Sa’d bu odaların yıkılmasını şöyle anlatır.
Mu’az b. Muhammed el-Ensari’den: Bir gün
Ata’u’l-Horosanî, Medine mescidinde oturuyordu. İmran b. Ebî Üneys de oradaydı.
Atâ şöyle dedi: Hz. Peygamber (s.a.v.)’in hanımlarının odalarına yetiştim.
Tavanları hurma dallarındandı. Kapıları da siyah kıldan yapılmış birer çuldu.
Velid b. Abdulmelik’in bu odaların yıktırılıp camiye katılmalarını emreden
mektubu geldiği zaman ben bu mescidde idim. Medine halkını bir yas havası
bürümüştü. O güne kadar insanların böyle çok ağladığını görmemiştim. İşittim
ki, Said b. El-Müseyyeb (rh.a) şöyle demiş: ‘Vallahi, ben isterim ki bu odalar
asli halleri üzerinde bırakılsaydı da gerek Medine’liler gerek dışarıdan
gelenler Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in ne kadar sade bir hayat yaşadığını
gözleri ile görüp dünyaya bu kadar önem vermeselerdi’ (Sh.99-100)
Üçüncü Bölümde mescidin fonksiyonları ele alınmaktadır.
Bu bölümde mescid; fonksiyonları açısından iki temel
başlık altında incelenmiştir.
a-Dini açıdan: İbadet ve
eğitim merkezi
b-Sosyal açıdan: Mesken,
elçilerin kabul merkezi, hastane, sosyal yardımlaşma merkezi, adalet merkezi ve
toplantı yeri olarak ele alınmıştır. (Sh:111-187)
‘Mescidde Namaz’ başlığı altında şu hususlara da
değinir. “Abdullah b. Ümm-i Mektum (ra) şöyle anlatıyor: Rasulullah (sav) bir
gün mescide geldi, namaza gelen cemaatı az buldu ve şöyle buyurdu: ‘Ben
namazın cemaatle kılınmasına son derece önem veriyorum; çıkıp mescide
geliyorum. Cemaate gelmeyen herkesi evinden alıp namaza getirmem mümkün değil.
Ezanı duyup da cemaate gelmeyenin evini başına yıkmak istiyorum.’
‘Ya Rasulullah! Ben âmâyım, evimle mescid arasında da
hurmalıklar, ağaçlıklar var. Her zaman da beni mescide getirecek birisini
bulamıyorum. Namazı evimde kılmama müsaade eder misiniz?’ dedim. ‘Ezanı
işitiyor musunuz?’ diye sordu.’Evet’ diye cevap verdim. ‘Öyle ise
sen de cemaate gel’ buyurdu. (Sh:112-113)
Çeşitli sebeplerden ve makul mazeretlerden dolayı
namaz vakti mescide gelemeyenlerin bulundukları yerde cemaat teşkil etmelerini
ve topluca namaz kılmalarını istemekte ve bu hususta şöyle buyurmaktadır: “Köyde
veya kırda olsun üç kimse bir arada bulunduğu halde, orada cemaatle namaz
kılmazsa, muhakkak şeytan onlara musallat olur. Binaenaleyh cemaate devam
ediniz. Muhakkak sürüden ayrılan koyunu kurt yer.” Sahabe de bu
konuda çok titizdi. Abdullah b. Mes’ud (ra) şunları söylüyor: “Ben
apaçık münafık olanların ve hasta olanların dışında bizden kimsenin cemaate
gelmezlik ettiğini hatırlamam. O kadar ki, hasta olanlar bile iki kişinin
koluna girerek cemaate gelirlerdi. Rasulullah (sav) bize hidayet yollarını
gösterdi. Beş vakit ezan okunan mescidde kılınan namaz da bu hidayet
yollarındandı.” Bu konuda Abdullah b. Ömer(ra) şöyle diyor: ‘Biz
sabah ve yatsı namazlarında bir adamı mescidde göremediğimiz zaman, onun hakkında
kötü zanda bulunurduk.’ Yani münafık olduğundan şüphe ederdik demek
istiyor. (Sh:112-115)
Mescidin bir dini eğitim merkezi olduğu hususu, namaz
talimi, Kur’an talimi ile vaaz, nasihat ve sohbet konu başlıkları altında
incelenir.
‘Mescidin
Sosyal Fonksiyonları’ başlığı
altında ele alınan bazı noktalar şunlardır:
“Medine toplumunun en büyük problemlerinden birisi
dışarıdan Medine’ye gelen insanların iâşe ve ibate problemiydi. Yukarıda beyan
ettiğimiz gibi Hz. Peygamber(sav) bu problemleri ilk zamanlar muâhât yoluyla
çözmüştü. Fakat ne var ki Medine’ye muhacir akını devam ediyordu. Üstelik
sadece Mekke’den değil, Arap yarımadasının her tarafından gelenler oluyordu.
Gelenler arasında evli ve çocuk sahibi olanlar olduğu gibi bekâr olanlar da
vardı. Bunlar içinde Medine’ye yerleşmek isteyenler olduğu gibi bir müddet
kalıp geri dönmek isteyenler de vardı. İşte bu problemin zuhur edeceğini daha
önceden bilen Hz. Peygamber(sav) mescidin bir köşesinde Suffa’yı yaptırmıştı.
Suffa talebeler için bir yurt, misafirler için misafirhane mesabesindeydi.”
(Sh:146)
“Mekke’nin fethinden sonra Araplar fevc fevc gelip
İslâm’ı kabule başlamışlardı. Bu elçilerin Medine’ye gelişi hicretin dokuzuncu
yılında cereyan ettiği için, bu seneye ‘Elçiler Yılı’ (Senet’ul-Vûfûd) denilmiştir.
Medine’ye gelen bu elçiler önce hayatın merkezi olan mescide uğruyorlardı.
Çünkü hayatın merkezi orasıydı.” (Sh:158-159)
“Uhud Savaşı’ndan sonra mescidde bir çadır kurulduğu
ve yaralıların bu çadırda tedavi edildiği bilinmektedir.” (Sh:166)
“Medine İslâm devletinin gelirleri çeşitli kalemlerden
ibaretti. Zekât, öşür, cizye ve ganimet bu kalemlerden birkaçını oluşturur. Hz.
Peygamber(sav) zamanında toplanan bu devlet gelirleri mescidde depo edilirdi.
Mescidde toplanan bu yardımları depolamak için kullanılan hususi odaya Meşrebe,
Ğurfe veya Hızâne denilirdi. İki katlı olan bu odada gıda maddeleri, silahlar
ve daha başka eşyalar muhafaza edilirdi.” (Sh:168)
“Medine’de bütün hukukî meseleler Hz. Peygamber(sav)’e
arz edilirdi. O da pek çok hukuki meseleyi mescidde hallederdi. Kazâ organı
olarak kendisine iletilen davalarda davalı ve davacıyı dinlemede mescidi
mahkeme salonu olarak kullanırdı.“ (Sh:173)
“Mescid, Hz. Peygamber(sav)’in sahabeye şekil verdiği
kıyamete kadar bir benzerinin gelmeyeceği altın nesli yetiştirdiği yerdi. Öyle
bir mescid ki, temeli taş, duvarı kerpiç, sütunları hurma gövdeleri, tavanı
hurma dal ve yaprakları ile örtülü bir mescid. Burası bir yıkanma, arınma, bir
dolup taşma merkezi. Edep, hayâ, olgunluk burada öğreniliyor. Burda kimse kimseyi
rahatsız etmiyor. Cemaati rahatsız edecek şekilde girmek yasak buraya. Hz.
Peygamber (sav) soğan, sarımsak yiyenlerin mescide gelmemesini tavsiye ediyor.
İçeri girenlerin kendilerine çeki düzen vermelerini tavsiye ediyor. Hz
Peygamber(sav) mescidde bağırıp çağırarak konuşmayı da yasaklıyor. Kayıp olan
her hangi bir şeyin mescidde ilân edilmesi, kınından sıyrılan kılıçla mescidde
gezilmesi, okların sivri uçlarının açıkta bırakılması da yasak olan şeylerden.
Yani mescide giren insan maddi ve manevi bütün sıkıntılardan emin hissediyor
kendisini.
Bu mescid kendisinden sonra yapılan mescidler ve büyük
camiler üzerinde tesir icra etmiştir. Bu mescidin icra ettiği her fonksiyon
sonraki yıllarda ayrı bir müessese olarak ortaya çıkmıştır.
Fethedilen yerlerde hemen bir mescid yapmak
Rasulullah(sav)’tan kalan bir adet ve sünnet olarak devam etmiştir. Yapılan bu
mescidlerde eğitim-öğretim faaliyetleri başlatılıp o yerlerin İslâmlaştırılması
temin ediliyor, bu mescidler de bu işin merkezi oluyorlardı.” (Sh:184-185)
“Mescidin tüm bu görevleri üstlenmiş olması Medine
İslâm Devleti’nin kuruluş aşamasında zarurete binaen olsa bile, toplumu ayakta
tutan ahlâkî, siyâsi, ictimâî tüm bu işlerin câmi merkezli yapılmasının
gerekliliğini vurgulaması açısından oldukça dikkat çekicidir. Yani imkânlar
genişledikçe adı geçen bu görevler, câmi dışında değişik yer ve merkezlerde
yapılsa bile, mutlaka câmide yapılıyorcasına İslâmi ölçülere uygun olarak icra
edilmelidir.” (3)
Geçen yüzyılın başlarında iktidardan uzaklaşmak
zorunda kalan Müslümanların kaybettiklerini tekrar elde etme uğruna
giriştikleri mücadeleyi “İslâmcılık” olarak adlandırmak da mümkündür. Şimdiye
kadar üzerinde çok konuşulmuş olan “İslâmcılık” hareketinin kanaatimce en bariz
zaafı dini ideoloji gibi algılama hastalığıdır. Bu anlayış, konferans
salonlarının camii ve mescidlere tercih edilmesi gibi problemli bir durum
ortaya çıkartmıştır. Türkiyeli Müslümanların önceliklerinden birisi mescidlerin
ihya edilmesi olmalıdır. Zira mescidler İslâm cemaatinin kalbi mesabesindedir.
Mehmed Zahid Aydar
Mîsak Dergisi
Sayı: 257 / Nisan 2012
----------------------------
1- Hüsnü Aktaş, Mîsak Dergisi, Mart 2012, Sayı:256,
Sh:4-5
2- Yusuf Kerimoğlu, Emanet ve
Ehliyet, C-1, Sh:271-274
3- Yrd. Doç. Dr. Ali AKPINAR, Mîsak Dergisi, Sayı:69, Sh:43)