Hesap
gününe hazırlanan müslümanlar, kendilerine tevdi edilen maddi ve manevi
nimetleri kullanırken başı-boş bırakılmadıklarının farkındadırlar. Bu nimetleri
Allah’ın (cc) rızasına muvafık bir şekilde kullanmak mecburiyetinde olduğunu
her mükellefin asla unutmaması gerekir. Müslümanlar olarak zor günler
geçirdiğimizi itiraf etmeliyiz. İbadetlere vesile kılınan vakit nimetini, iyi
değerlendirmemiz gerekir. İmam-ı Suyuti ‘Dürru’l Mensur’ isimli eserinde, şu
habere yer vermiştir:
‘Akıllı kişi vaktini üç kısma ayırır.
Bir kısmında Rabbine ibadet ve tâatta bulunur. Bir bölümünde yaptığı işlerin
muhasebesini yapar. Bir kısmında ise helal yoldan rızkını temin eder.’
Bu sayımızda Nureddin Yıldız Hocaefendi’nin ‘İşi Vaktinden Çok Olanlar’ kitabını tanıtmaya gayret edeceğiz.
![]() |
İşi Vaktinden Çok OlanlarNureddin YıldızTahlil YayınlarıMisak DergisiSayı: 267 / Şubat 2013 |
Kırık bir kum saati düşünün... Üstten akan
kum tanecikleri, saatin alttaki bölmesine değil de, dışarı dökülüyor. Bu akış
başladıktan sonra bir daha durmayacak ve geçen her bir anın telafisi asla
mümkün olmayacak. Bu gerçeği bizlere hatırlatmak amacıyla kaleme aldığı Vakit
Disiplini adlı eserinde Dr. Özcan Hıdır şu tesbitlerde bulunur:
“Hayatın sırrını anlayan insan, bu
nimetlerin, bir gün gelip hesabı verilecek ‘emanetler’ zümresinden
olduğunun şuuruyla yaşar. Sahip olduğu maddi ve manevi nimetleri kullanırken
tamamen serbest bırakılmadığını bilir. Bu nimetleri rızâ-yı bârîye muvafık bir
şekilde kullanmak mecburiyetinde olduğunun farkındadır. Nitekim Cenab-ı Hakk bu
gerçeği şu şekilde açıklıyor: “Nihayet o gün (dünyada
faydalandığınız) nimetlerden elbette ve elbette hesaba çekileceksiniz.” (Tekâsür
Sûresi:102/8)
İnsanoğluna bahşolunmuş en önemli nimetler
arasında yer alan zaman nimeti, Kur’an’da bildirildiği üzere, ‘geçici’ (Nâziât
Sûresi:79/46), ‘ertelenmesi ve bir daha geri döndürülmesi mümkün
olmayan’ (Münafîkûn Sûresi: 63/11) ve boşa geçirildiğinde uhrevi
sorumluluğu büyük olan bir nimettir. Zira insanın en büyük sermayesi olan
vaktin, boşa geçirilmesi halinde, hiç bir sermayeyle telafisi mümkün değildir.
Kur’an-ı Kerim’de zamanla alakalı olarak,
öncelikle, insanın ömrünün her anından hesaba çekileceği, verilen hayat
sermayesini hangi yolda, nasıl harcadığının sorulacağı açık ifadelerle beyân
edilir: ‘İnsan kendisinin başıboş bırakılacağını mı sanır!’ (Kıyâme
Sûresi:75/36) Yine Kur’an, insanın hayatı boyunca işlediği her şeyin, gözcü
melekler tarafından kaydedildiğini şu ayetleriyle bize bildirmiştir:
“Hem şüphesiz
üzerinizde, elbette (amellerinizi) muhâfaza
edici (melek)ler vardır. Kirâmen kâtibîn (şerefli
yazıcılar)! Her ne yaparsanız bilirler!” (İnfitâr Sûresi:82/10-12)
Ayrıca Allah Teâlâ, ‘hayır
olsun şer olsun, yapılan işlerin zerre miktarının dahi muhasebe dışı
bırakılmayacağını’ (Zilzâl Sûresi: 99/6-8) belirtir. İnsan için
bu ‘hesap gününün ona; oğlunu, ailesini, kardeşini ve sülalesini
unutturacak’ (Meâric Sûresi: 70/11-14), ‘çocukları bir
anda ak saçlı ihtiyarlara döndürecek’ kadar çetin ve dehşetli
geçeceğini (Müzzemmil Sûresi: 73/13) bildirir. Bütün bu ayetler, bir taraftan,
dünyada insanoğluna bahşedilmiş en önemli sermaye olan vaktin uhrevi
mesuliyetinin büyük olduğunu haber verirken, diğer taraftan da bizlere, bu
sorumluluğun altından kalkabilecek bir yaşam tarzı geliştirmemizi öğütler.
Çoğu zaman insanoğlunun Allah’ı
hatırlayacak, hatta ailelerine ayıracak küçük zamanları dahi kalmıyor.
İnsanların bir arada oturup Allah-u Teâlâ’yı anmaya, hayır kelâm etmeye, en
ufak fırsat ve ortamları olmuyor. Bu itibarladır ki, Peygamberimiz (sav): “Kişinin
kendisini ilgilendirmeyen (faydasız) şeyleri terk
etmesi, Müslümanlığının güzel olmasındandır.” (Tirmizî: Zühd, 11)
buyurmuştur.
Ayrıca Cenab-ı Hak, kurtuluşa eren
müminlerin bir vasfının da, vakitlerini boş işlerle tüketmemek olduğunu
bildirerek şöyle buyurmaktadır: “Onlar, boş ve faydasız şeylerden
yüz çevirirler.” (Mü’minûn Sûresi: 23/3)
Bir diğer ayet-i kerimede ise Allahu
Zü’l-Celâl, “...Boş söz ve işlere rastladıklarında, vakarla oradan
geçip giderler” (Furkan Sûresi: 25/72) buyurur.
Peygamber Efendimiz (sav), her alanda
olduğu gibi, zamanın ehemmiyeti ve zaman tanzimi konusunda da bizler için en
güzel örnektir. O’nun sîretinde ve hadislerinde, dinimizce zamana verilen
ehemmiyet çok daha sarih olarak öne çıkar. O (sav) müminleri uyarı sadedinde,
insanların en çok gaflet gösterdiği iki önemli nimetten bahseder: “İki
nimet vardır ki, insanların çoğu bu nimetleri kullanmakta aldanmıştır: Sıhhat
ve boş vakit.” (Buhari: Rikak, 1)
Efendimiz (sav) vakti, ebedi hayat
sermayesi olacak ‘hayırlı amellerin’ vesilesi olarak vasfeder.
O (sav) boşa harcanan vaktin en büyük pişmanlık sebeplerinden olacağını haber
vererek şöyle buyurur:”Cennet halkı, başka bir şeye değil, sadece dünyada
Allah’ı zikretmeksizin geçirdikleri anlara, hasret ve pişmanlık duyacaktır.” (Heysemî,
Mecmau’z-Zevâid, c. X, s. 73-74)
Yine, zamanın kıymetini anlayıp, onu kalbi
bir teyakkuzla değerlendirmenin gereğini şu sözleriyle dile getirir. Peygamber
Efendimiz (sav): “Beş şey gelmeden önce, beş şeyin kıymetini bil:
İhtiyarlığından önce gençliğinin, hastalanmadan önce sıhhatinin, fakirliğinden
önce zenginliğinin, meşgul zamanlarından önce boş vakitlerinin ve ölümden önce
hayatının.” (Buhârî: Rikak, 3; Tirmizî: Zühd, 25)
Başka bir hadisinde ise Fahr-i Kâinat
Efendimiz (sav), “Kıyamet gününde beş şeyden sorgulanmadıkça, kulun
ayakları yerinden kımıldamaz” buyurmuş ve bu beş şeyi şöyle
sıralamıştır: “Ömrünü ne ile geçirdiğinden, gençliğini nerede ve ne
ile geçirdiğinden, malını nereden kazandığı ve nereye harcadığından ve ilmini
nasıl kullandığından.” (Tirmizi, Kıyfıme, 1)
Peygamberimiz (sav)’in vaktini
kullanırken, günlük meşgalelerini belli bir tertip ve nizam içerisinde
gerçekleştirdiğini ve ashabını da buna teşvik ettiğini görüyoruz. Kendisine Ebû
Zer el-Gıfârî (r.a.)’in; ‘Ey Allah’ın Rasûlü! Hz. İbrahim’e indirilen
Suhuf’ta neler vardı?’ şeklindeki sorusuna, Rasul-i Ekrem Efendimiz
(sav) ‘in verdiği cevap önceki peygamberlere verilen kitaplarda da, vakti iyi
değerlendirme konusunda uyarı ve tavsiyelerin bulunduğunu gösterir. Ayrıca
böyle bir yanıt, müminler için bir özendirme ve teşvik niteliği de taşır. “...Akıllı
kişi vaktini üç kısma ayırır. Bir kısmında Rabbine ibadet ve tâatta bulunur.
Bir bölümünde yaptığı işlerin muhasebesini yapar. Bir kısmında ise helal yoldan
rızkını temin eder...” (Suyûtî, Dürru’l-Mensûr, c. VI, s.341)
Bizim için seçkin bir örnek nesil olan
sahâbe-i kiram, vakit kullanımı ve zamanı faydalı değerlendirme konusunda da
ayrı bir yere sahiptir. Onların, kendilerini öylece zamanın bulanık akışına
bırakmaksızın, yaşamlarını zamanın yaratıcısı ‘Hak Teâlâ’nın rızasına
erme’ gayesiyle geçirdiklerini görüyoruz.
Fahr-i Kâinat (sav)’in rahle-i tedrisinde
yetişen, Ashab-ı Kiram içerisindeki dört Abdullah’tan (abâdile) biri olan Hz.
Ömer’in oğlu Abdullah b. Ömer (r.a.) bir müminin taşıdığı sorumluk duygusunun,
kurtarıcı pırıltılarını şöyle dile getirir:
‘Akşama eriştin mi,
sabahı bekleme (yapacağını
yap ve o anı değerlendir). Sabaha da eriştin mi de, akşamı bekleme (o
an yapacağını yap). Sıhhatli olduğun zaman hastalığın için, sağ iken
ölümün için hazırlık yap’. (Buhârî,
Rikâk, 3)
Sahabe sonrası neslin (tâbiûn)
büyüklerinden Hasan-ı Basrî hazretleri, ‘Ey Âdemoğlu! Muhakkak senin dünyada
sayılı günlerin var; bir günün geçtiğinde bu günlerin birazı geçip gitmiş
demektir’ der ve sonra sözlerine şöyle devam eder: ‘Ben öyle
insanları tanıdım ki, vakitlerini değerlendirme konusunda, sizin şimdi dirhem
ve dinarlarınızı korumadaki hırsınızdan daha hırslıydılar.’
İmam-ı Şafii (rahmetullahi aleyh) de,
vakit tanziminin ehemmiyetinden söz ederken, mutasavvıfların bu husustaki
titizliklerinden bahisle şöyle der: Sûfilerle arkadaşlık ettim ve
onlardan; ‘Vakit kılıçtır; sen onu kesmezsen o seni keser’ düsturu
ile ‘nefsini Hakk’ a yöneltirsen ne âlâ; yoksa o seni batıla
yöneltir’ düsturu olmak üzere, iki önemli prensip edindim.” (1)
Zor günler geçiriyoruz. Vahyin bereketine
her zamankinden çok daha fazla muhtacız. Günlük hayatın koşturmacası içerisinde
ne kendimize, ne de ailelerimize yeterince vakit ayıramıyoruz. Ümmetin
büyükleri her konuda olduğu gibi bu konuda da bizler için birer rehber
niteliğinde. Allahû Teâlâ(cc)’nın ömrümüzü bereketlendirmesi temennisiyle ‘Nureddin
Yıldız’ın ‘İşi Vaktinden Çok Olanlar’ kitabını
tanıtmaya gayret edeceğiz. Fakat daha önce bu kitabı tanıtmamıza sebep olan bir
başka hususu izah etmeye gayret edelim.
“Allahû Teâlâ(cc)’nın insanları davranış
örnekleri ile eğitimi, onun genel eğitim metodlarından biridir. Çünkü Kur’ân-ı
Kerim’de, insanlara çeşitli davranış şekillerini zaman zaman örnek olarak
vermekte, insanların onları taklit etmesini istemektedir. Böylece bilgiyi
nazarî olmaktan çıkarmakta, pratiğe çok yaklaştırmaktadır. Bu yöntemle öğrenme
olayının gerçekleşebileceğini Kur’ân bize, Rasûlullah(s.a.v.)’ın
davranışlarından İslâm’ı öğrenebileceğimizi, onun hayatının bize örnek olduğunu
belirtmek suretiyle anlatır: ”And olsun ki sizin için, Allah’a
ve âhiret gününe kavuşmayı uman ve Allah’ı çok zikreden kimseler için Allah’ın
Resûlünde güzel bir örnek vardır.” (Ahzâb Sûresi: 33/21)
Âyette belirtildiğine göre, Rasûlullah
(s.a.v.) bize İslâm’ı sadece teorik olarak öğretmemiş, aynı zamanda hayatın
bütün safhalarında, ne şekilde tatbikata konacağını bizzat kendi davranışları
ile göstermiştir. Böylece örnek hareketlerle Müslümanlara ders vermiştir.” (2)
“Çocuk eğitimi hususunda da davranış
örnekleri göstermenin önemli bir yeri vardır. Çünkü çocukta öğrenmenin ilk
şekli, ilk yolu çevresinde gördüğü davranışları taklittir. Öğrenmeye ilk
adımını bu mekanizma ile atar. Bundan dolayı çocuğun çevresinde bol miktarda
iyi davranış örnekleri meydana getirmeye dikkat edilmelidir.
Çocuk, taklid edeceği hareketleri ilk defa
yakın çevresinden, kendi üzerinde etkisi olan kişilerden seçecektir. Şüphesiz
bu kişiler de ilk planda ana ve babadır. İşte çok bilinen bu özelliği kullanmak
suretiyle çocuk eğitiminde büyük mesafeler kat edilebilir.
Özdeşleşme (aynîleşme: bireyin/gencin
taklit ettiği modele, kişiliğini benzetme süreci) ile sonuçlanan davranışlar,
başlangıçta şuurlu ve iradeli değildir. Zamanla neyin ne olduğu ve neden dolayı
yapıldığı idrak edilince bu hareket, şuurlu bir karakter kazanır. Önceleri
düşünceye dönüşmeden, direkt olarak taklid edilen hareketler, taklid çoğaldıkça
çocuğun iç dünyasında şekillenir. Böylece çocuk dış taklidden iç taklide geçmiş
olur.” (3)
“10 yaşında bir genç iken Hz.
Muhammed(sav)’in eğitim ve hizmetine arz edilen Enes b. Malik onun bu konudaki
tutumunu şu cümlelerle ifade eder: ‘Hz. Peygamber(sav)’ e yedi yahut dokuz sene
hizmet ettim. Resûlullah(sav) benim yaptığım bir şey için ‘Bunu
niçin yaptın?’, yapmadığım bir şey için de ‘Niçin yapmadın?’ demedi.’
Enes b. Malik’in bu sözlerinden anlıyoruz ki, Hz. Muhammed(sav), ergenlik
döneminde terbiyesine verilen bu genci nasihat ve sözlü eğitimden çok, örnek
davranışlarıyla etkileyerek, onun dinî ve din dışı konuları kendi kendine
düşünme, karar verme ve anlama kabiliyetlerini geliştirmesine yardımcı olan
özdeşleşme yoluyla öğrenmesine imkân sağlamıştır.
Hz. Muhammed(sav)’in Enes’e bu şekilde
davranması onun her tür davranışlarına göz yumduğu anlamına gelmemektedir. Bu
sözleriyle Enes b. Malik, Hz. Muhammed(sav)’in şefkat ve merhametle kendisine
en iyi örnek teşkil ettiğini vurgulamak istemiştir.” (4)
“Okul öncesi dönemde çocuk için en önemli
özdeşleşme modelleri anne ve babadır. Çocuğun okula başlamasıyla birlikte
anne-babasıyla özdeşleşmesinde çözülme görülmeye başlar. Çünkü çocuğun artan
yaşı ile birlikte sosyal hareket kabiliyetleri gelişmektedir. Artık o, aile
dışı modelleri daha fazla görmekte ve onlarla ilişki kurmaktadır. Bu modellerin
artan bir şekilde etkisinde kaldığı için de onları kendine örnek almaya
başlamaktadır.” (5)
“Ergenlik çağında gencin yaşının
ilerlemesiyle artan bilgi kaynakları yeni ve farklı gerçeklik yorumlarını da
arttırmaktadır. Gencin aile dışındaki modelleri gözleme ve onlardan etkilenme
sonucu bu modellerle özdeşleşmesinde artış görülmektedir. Kişiliğini
gerçekleştirme çabası içinde olan ergenler, bu hızlı geçiş döneminde yakın
çevrelerinde arkadaşlarını, öğretmenlerini, tarihi şahsiyetleri veya uzak
çevrelerinde güçlü ve başarılı gördükleri kimseleri örnek alırlar.” (6)
“Çocuk ve gençlerin kendi kendilerini
eğitmede bu kimselerin hayat hikâyelerinin öğrenilmesi olumlu yönde etkili
olmaktadır. Bu kahramanların hareketleri, davranış şekilleri çocuk ve gençlerin
günlük hayatlarında da model olarak benimsenmektedir. İnsanların bu psikolojik
özellikleri sebebiyle Kur’an’da ve hadislerde insanların hayat hikâyelerini
anlatan olaylara sıkça yer verilmektedir. Gençler bu kıssa kahramanlarıyla da
geçici olarak özdeşleşmekte, hayatta gerçekleştiremedikleri emellerinin bir
kısmını, ya da tamamını bu şekilde gerçekleştirme fırsatı bulmaktadırlar. Bazan
da bu kimselerin davranış ve hareketlerini model alarak gerçek hayatta
uygulamaktadırlar.” (7)
3-4 yaşlarında anne-babalarını namaz
kılarken büyük bir zevkle taklid eden yavrularımız orta öğretim çağından
itibaren adeta yuvadan uçmakta; anne-babaların iltifat ve beğenileri yerini,
arkadaş çevresinin beğeni ve övgülerine bırakmaktadır. Yapılması gereken
öncelikle bu doğal sürecin farkında olmak, sonra onlara uygun arkadaş çevreleri
ayarlamaktır. Bu sebeple; hangi okula devam ettiği, okul ve sokaktaki arkadaş
çevrelerinin kimlerden oluştuğu çok önemlidir. Bir başka ifadeyle çocuklarımız
kendilerine yeni rol modeller aramaktadırlar. Bu modellerin yakın
çevresindekilerden oluşturulması önceliğimiz olmakla birlikte çocuklarımız,
gençlerimiz ve bizlerin her birimizi yanıltmayacak örnekliklere ihtiyacının
olduğu da ortadadır.
Sosyal Doku Derneği Genel Başkan
Yardımcısı Av. Hüseyin Tepe kitabın yayınlanma amacını şu şekilde açıklıyor:
“Unutulmuş, unutulmasa bile daha iyi takdir edilmesi gereken seçkin insanları
tekrar hatırlayalım/hatırlatalım istedik. Onlardan ve izlerinden etkilenmeyi,
yaşadığımız zamanı bereketlendirecek işler için bize örnek olmalarını temenni
ettik. Bu sebeple Nureddin YILDIZ hocamızın, ders ve seminer çalışmalarında
hayatlarını anlattığı ‘kudve’ şahsiyetleri bir araya
getirerek hazırladığımız bu kitapta, konuların işleniş zamanına göre bir sıra
tertip ettik.”(c-1, Sh:6)
Nureddin YILDIZ Hocaefendi kitaba yazdığı
önsözde şu hususlara değinir:
“Bizim, gelecek nesillere bırakacağımız
şeyler kesinlikle, bizden öncekilerden aldıklarımızdan daha fazla ve daha
değerli olmalıdır. Onların zamanı değerlendirme azimlerini, himmetlerini aşmak
zorundayız. Onlar kendi zamanlarını kendi imkânlarıyla kullandılar.
Yapabildikleri ve yapmaları gereken arasındaki dengenin muhasebesi Allah’a
kalmıştır. Biz onları güzel görüp güzel anıyoruz. Bizim imkânlarımız
onlarınkinden farklıdır. Sorunlarımız da onların sorunlarından farklıdır
şüphesiz. Himmet ve gayretimiz ise daha üstün olmayacaksa bari onlar kadar
olmalıdır.
Sınırlı ve sorunlu vaktimizi, bize ve
bizden sonrakilere rahmet kaynağına dönüştürmek bir lütuf olarak görülmemeli,
borç bilinmelidir. Önümüzde duran örneklerimiz -ki hamdolsun, sayıları
azımsanamayacak kadar çoktur- kendilerinden beklenenden fazlasını
vermişlerdir.
Yarınkilerin önünde izzetli bir duruşla
durabilmemiz, iyi tahliller ve dengeli bir çalışmayla mümkün olabilecektir. Bu
nedenle, yapılacak çalışmada belki de ilk bitirmemiz gereken işimiz, bizden
öncekilerden, önde duranları iyi anlamak olacaktır. Onları anıp, anıldıkları
ortama rahmet inmesini sağlamak durumundayız. İyi bir iz bırakıp gitmiş ümmetin
büyüklerinde hemen hemen ortak denebilecek temel karakterler şöyle
sıralanabilir:
1- Olaylardan ve
zamandan büyük oldular: Olaylar
onları sürükleyemedi, zaman darlığından şikâyet etmediler. Fani bir hayatı
yaşadıklarını, zamanın hesabını vereceklerini bilerek yaşadılar.
2- Büyük himmetli
idiler: Allah’ın rızasını
kazanmak en büyük arzuları idi. O rızayı gözlerinde öyle büyüttüler ki dünya ve
dünyada ne varsa her şey onlar için basit kaldı.
3- Dünyanın esiri
olmamaya çalıştılar: Ömer
bin Abdülaziz’in üzerindeki kıyafet dilencilere uygun görülüyordu. Orduları
ise, Endelüs’ e ulaşmıştı. Herkes almak için uğraşırken, onlar vermeye
çalıştılar. Ömer bin Hattab (radıyallahu anh) yamalı cübbesiyle imparatorluk
yıktı. Altın dolu hazinelerin yanında aç, açık uyudular.
4- Reklamcı olmadılar: İhlâs en önemli düsturları oldu: ‘Herkesin
amelinin niyetine göre değerlendirileceğine’ iman ettiler. Kimin ne
dediğine, ne diyebileceğine aldırmadılar. Kimseden çekinmediler; ama
meleklerden hayâ edip çok şeyi yapmaktan geri durdular. Onlardan pek çoğu,
yaptıkları büyük işlerin bilinmesini bile istemediler.
5- Dengeli oldular: Aynı anda âlim, âbid, mücahid, tacir, hatib,
zâhid olabildiler.
6- İnsan eksenli ve
insan yoğunluklu çalıştılar: ‘Bir kişinin hidayetine vesile olmak’ bir dünya kurmaktan önemliydi onların gözünde.
7- İlimsiz kalmaya razı olmadılar: Kitap, defter, kalem bulamadılar. Fakat
duyduklarını ezberleyip yürüyen kütüphaneler gibi yaşadılar. İlmin zorluklarına
katlandılar. Bir defter doldurmaz bilgi için yüzlerce kilometre yolu yol olarak
görmediler. İlme ve âlime derin hürmetlerinin bereketi olarak, bildikleriyle
amel ettiler.
İşi vaktinden çok olan bu mübarek
insanların tamamı sahabi değildir. Sadece bin yıllık geçmişten de söz
etmiyoruz. Binlerce yıl öncesinden ses bırakanları var. Kimi on dört asır
öncesinden ses veriyor. Kimi on iki asır öncesinden parıldıyor. Sekiz asır
öncesinden de Selahaddin var. Daha yakınlardan nefesi gelenler var. Kulağımızın
dibinden sesi duyulan var. Kahire’ deki kahvehanelerde dolaşıp, uyuyan bir
ümmeti uyandırmaya çalışan ve ‘İşimiz vaktimizden çoktur’ diyen
Hasan el-Benna var. (c-1, Sh:7-11)
Ümmetin örnekleri ile tanışmak,
ailelerimizi ve evlatlarımızı tanıştırmak için bu sese kulak verelim...
Mehmed Zahid Aydar
Mîsak Dergisi
Sayı:267
/ Şubat 2013
_________________
(1) Dr.
Özcan Hıdır, İslâm Kültüründe Vakit Disiplini, Erkam Yay, İst 2006, Sh:17-52
(2) Doç.
Dr Abdurrahman Dodurgalı, Sevgi Peygamberi Ve Yetişkin Din Eğitimi, Rağbet
Yayınları: 36-40
(3) Y.
Doç. Dr. Abdurrahman Dodurgalı, Ailede Çocuğun Din Eğitimi, İfav Yayınları:
90-95
(4) M.
Akif Kılavuz, Gençlik Din ve Değerler Psikolojisi, DEM Yay, İst 2006,
Ergenlerde Özdeşleşme ve Din Eğitimi Bölümü, Sh:257
(5) M.
Akif Kılavuz, a.g.e. Sh:282
(6) M.
Akif Kılavuz, a.g.e Sh:259)
(7) M.
Akif Kılavuz, a.g.e. Sh:300-301