İslâm toprakları bir asır önce Batılı güçler tarafından işgal edildi. Daha sonra da Müslüman halkların arasına mösyöler tarafından cetvellerle yapay sınırlar çizildi. Tarihi, coğrafi ve sosyolojik açıdan hiçbir gerçekliği olmadığı halde bir zamanlar Ümmet Coğrafyası’nda yaşayan insanlar ulus devletlere bölündüler. Yapay kimliklerle mahkûm edildiler.
![]() |
Ümmet
Coğrafyası
Adem Özköse Pınar Yayınları Mîsak Dergisi Sayı:274 / Eylül 2013 |
Emperyalistler eliyle her ulus için bir
taraftan sahte kahramanlar üretilirken, diğer taraftan da tamamen kurgu olan
inkılâp tarihleri yazıldı. Özellikle tarihin bu şekilde kurgulanmasının amacı
cetvellerle çizilen sınırların zihinlere de yerleşmesinin istenmesiydi. Her şey
bir projeydi ve bu projeler sayesinde bir zamanlar sadece Müslüman olmakla
övünen insanlara kavimleriyle övünmeyi öğrettiler. Coğrafyamız birden
Türklüğüyle, Kürtlüğüyle, Araplığıyla övünen insanlarla doldu. Yapılmak
istenilen, İstanbul’un ellerini Şam-ı Şerif’ten, Kudüs’ün ellerini İsfahan’dan,
Saraybosna’nın ellerini Prizren’den, Tanca’nın ellerini Trablusgarp’dan
ayırmaktı. Batılı emperyalistler İslâm dünyasını terk ederken arkalarında da
yerli dostlarını bıraktılar. İslâm toprakları yıllarca bu diktatörler eliyle
esir alındı. Müslümanların tarihi, kültürü, değerleri aşağılandı, hakir
görüldü. Topraklarımızdaki zenginliklerimiz yağmalandı, sömürüldü. Ümmet-i
Muhammed’in kutsalları çiğnendi, özgürlüklerine prangalar vuruldu.”(Önsöz)
“Ümmet Coğrafyası kitabı, farklı ülkelere
yapılan seyahatler esnasında gerçekleştirilen birbirinden önemli görüşmelerin
bir araya getirilmesiyle oluştu. Kitapta İslâm coğrafyasında neler olup
bittiği, Müslümanların neler yaşadıkları, tecrübeleri, hangi imkân ve zaaflara
sahip oldukları, Müslüman toplulukların umutları, beklentileri, gelecek
perspektifleri, Türkiye’ye nasıl baktıkları konu ediliyor. Kitap bu yönüyle
ümmetten haberler getiren bir çalışma özelliği taşıyor. Kitabın hedeflerinden
bir diğeri de Arap isyanlarıyla başlayan süreçle ilgili okuyucuya bizzat
kaynağından, bu sürecin önemli aktörlerinden doğru bilgiler aktarmak, İslâm
dünyasının (bugünlere) nerelerden geldiğini, hangi acıları çektiğini, hangi
bedelleri ödediğini hatırlatarak içinden geçtiğimiz günlerin daha iyi
anlaşılmasını sağlamak.” (arka kapak)
Kitaptaki ilk röportaj Ebu
Garip cezaevinde çekilen fotoğrafı (başına çuval geçirilmiş, bir
kutunun üzerinde eller yana açık ve elektrik kabloları ellerine bağlı)
işkencenin sembolü haline gelmiş olan Hacı Ali Kaysi ile gerçekleştirilmiş.
(Sh:15-21, Mart 2006)
Hacı Ali Kaysi:“. İşgalden önce Şiilerle Sünniler arasında herhangi
bir ayrışma yoktu. Şiiler Sünnilerden, Sünniler Şiilerden kız alıp veriyorlar,
birbirimize her konuda yardımcı oluyorduk. Hepimiz Şii veya Sünni değil; Iraklı
ve Müslüman’dık. Fakat ABD uyguladığı sinsi politikalarla Şiileri Sünni
düşmanı, Sünnileri de Şii düşmanı yaptı.”
---
Gazze’de Şeyh Ahmet Yasin’den sonra Hamas’ın başına geçen
Dr. Abdülaziz Rantisi, 17Nisan 2004’de İsrail savaş uçaklarından atılan
bombalar sonucu şehit düştü. Dr. Rantisi’nin oğlu Ahmet Rantisi ile Suriye’nin
başkenti Şam’da bir röportaj gerçekleştirdik.(Sh:23-35, Nisan 2010)
Ahmet Rantisi:“Şehit babam Dr. Rantisi toplam on seneden fazla
cezaevinde kaldı. Aslında babamın cezaevi hayatı daha da uzayacaktı. Fakat
Gazzeliler bunu engellediler. Filistin özerk yönetimine bağlı askerler babamı
tekrar tutuklamak için eve geldiler. Arafat’a bağlı iki yüzden fazla asker
evimizin etrafını sardı ve babamın dışarı çıkmasını istediler. Babam askerlere,
‘Asla evden çıkıp size teslim olmayacağım. Bu evden ancak tabutum çıkar’ dedi.
Askerler evimizin kapısını kırmak için hamlede bulundukları an Gazze’deki
mescidlerden tekbirler eşliğinde, ‘Dr. Rantisi’nin evi askerler tarafından
sarıldı. Ey Müslümanlar, kardeşiniz Rantisi’yi koruyun’ şeklinde çağrılar
yapılmaya başlandı, Binlerce Gazzeli evimize girmeye çalışan askerlerin
etrafında toplandı. Arafat’a bağlı askerler kısa bir zaman sonra daha da
kalabalık bir şekilde geri döndüler. Fakat babamı seven Gazzelilerin dik ve
kararlı duruşları nedeniyle askerler evimize yaklaşmaya cesaret edemedi. O gün
binlerce insan sabah namazına kadar babamı korumak için evimizin önünden
ayrılmadı. Babamın tutuklanmasını engellemek için oluşturulan kalabalığın en
önünde yoksul Gazzeliler vardı. Babam bu yoksul insanlara yıllarca sevgi ve
nezaketle yaklaşmış, onların yardımına koşmuştu.”
---
Tayland’ın güneyindeki Malezya sınırında 2
milyondan fazla Müslüman’ın yaşadığı bir ülke Patani.
İngiltere’nin işgal altında tuttuğu Patani topraklarından 1902’de çekilirken
ülkeyi Tayland yönetimine devretmesiyle, tıpkı Ortadoğu’da olduğu gibi
Güneydoğu Asya’da da cetvellerle sınırlar çizmesiyle başladı Patani halkının
sıkıntılı günleri... O günlerden bugüne kadar da Patanililere yönelik zulüm
aralıksız devam ediyor. PNYS isimli öğrenci grubuna başkanlık eden Siyasal
Bilgiler Fakültesi öğrencisi Atıf ve arkadaşları ile
görüştük.(Sh:38-45, Kasım 2009)
---
Yazar Habbap Çetin Akdeniz’in
yaşadıkları İslâm dünyasında yaşanan işkenceleri, Ebu Garipleri, Guantanamoları
bir kez daha tüm çıplaklığıyla gözler önüne seriyor. Kaleme alacağı yeni kitabı
hakkında araştırma yapmak için Pakistan’a gider. Bir yanlışlık sonucu gözaltına
alınan ve her günü çile dolu 6 ayı Pakistan zindanlarında geçiren Akdeniz’in
anlattıkları öyle çarpıcı, öyle ilginç ki… Habbap Çetin Akdeniz, Türkiye’den,
Yemen’den, Mali’den ve daha birçok ülkeden gelen insanların inanılmaz
hikâyelerini ‘Guantanamo Pakistan’ adıyla 2012
yılında kitaplaştırmış. (Sh:48-58, Ekim 2009)
---
Filipinlerin güneyindeki Mindanao ve Mora adalarının
çevresinde büyük bir nüfuza sahip olan Müslümanlar, 1970’ten beri Filipinler
yönetimine karşı bağımsızlık mücadelesi veriyorlar. İlk defa Selamet Haşimi
tarafından kurulan İslâmi Cephe’nin liderliğini bugün ise Hacı Murat İbrahim
yürütüyor. Morolu Müslümanlar tarafından bilge bir lider olarak görülen Hacı
Murat İbrahim, ilk eğitimini babasından almış. Adada direniş başlayınca
üniversiteyi son sınıfta bırakıp Müslüman direnişçilere katılmış. 22 yaşından
beri dağlarda yaşadığını söyleyen İslâmi Cephe’nin lideri; katıldığı
operasyonlar esnasında birçok kez de yaralanmış. Hacı Murat İbrahim ile
Mindanao Adası’ndaki Hz. Ebubekir Sıddık Kampı’nda görüştük. Silahların
gölgesinde gerçekleşen görüşmede ilerlemiş yaşına rağmen heyecanından, mücadele
azminden hiçbir şey kaybetmemiş büyük bir mücahitle bir arada olmanın zevk ve
mutluluğunu yaşadık. (Sh:60-67, Ocak 2013)
Bu kadar yoğun bir şekilde örgütlenmeyi
nasıl başardınız?
Hacı Murat İbrahim :“Moro İslâmi Kurtuluş Cephesi kurulduktan sonra halkın
her kesimini kapsayacak bir çalışma başlattık. Dağlarda, şehirlerde, askeri
kamplarda medreseler açtık. Bu medreselerde gençlere İslâm’ı, tarihimizi ve
cihadı anlattık. Önce 200 bine yakın genç bu medreselerde eğitimden geçti.
Adada gençler arasında yeni bir İslâmi uyanış başladı.”
---
Abdulhakim Belhac ismi hem Libya devrimini
yakından takip edenler, hem de dünyadaki cihad hareketlerini tanıyanlar
açısından hiç de yabancı bir isim değil. Hayatının büyük bir kısmını Afganistan
ve Libya dağlarında savaşarak geçiren Belhac 2010 yılında Cezaevinden çıkınca
gizlice örgütünü tekrar toparladı ve 17 Şubat devrimi başlar başlamaz da
adamlarıyla birlikte Kaddafi’ye karşı silaha sarıldı. Daha sonra Trablus Askeri
Konseyi’nin başına geçti. Trablus’un Kaddafi güçlerinden alınmasında büyük rol
oynadı. Bugün Libyalılar tarafından devrimin kahramanlarından biri olarak kabul
edilen Belhac, devrimden sonra Hizbul Vatan Partisi’ni kurarak siyasete girdi.
El Kaide’nin kurucusu Usame bin Laden’le yakın arkadaş olduğunu ve başta Suriye
olmak üzere dünyadaki direniş gruplarına askeri destek verdiğini saklamayan
Belhac’la Libya’nın başkenti Trablus’da bir araya geldik. Belhac bir hayli uzun
süren sohbetimiz esnasında başta Libya devrimi, NATO’nun yardımı ve El Kaide
olmak üzere birçok konuda önemli açıklamalarda bulundu. (Sh:70-82, Nisan 2013)
Abdulhakim Belhac: “Bazı dönemler İslâmi grupların araçları,
yöntemleri amaç haline geliyor ve İslâmi usul ve mücadele tarzından sapmalar
başlıyor. Biz de cezaevinde bulunduğumuz dönemlerde Libya İslâmi Savaşçılar
grubu olarak İslâm dünyasının kabul ettiği Ehli Sünnet âlimlerinden yardım
istedik. Selman Avde, Yusuf el Kardavi gibi âlimlere sizler bizim
âlimlerimizsiniz. Fikirlerimizde, mücadele tarzımızda herhangi bir yanlış,
sapma varsa düzeltin. Bize nasihatte bulunun dedik. Onlar da bu çağrımıza kulak
verdiler ve yaptığımız bazı yanlışlar konusunda bize tavsiyelerde bulundular.
Bu tavsiyeleri göz önünde bulundurarak bazı noktalarda görüşlerimizi düzelttik
ve bunun büyük faydasını gördük. Bence El Kaide de acilen usul ve cihad
metodunu âlimlere sunmalı ve onların tavsiyelerine uymalıdır.”
---
Doksanlı yıllarda İslâm dünyasının en çok
gündeminde olan ülkelerden biri de Cezayir’di. Abbas Medeni
ve Ali Belhac liderliğindeki İslâmi Selamet Cephesi’nin girdiği seçimlerde
yüzde seksenin üzerinde oy alması Cezayir’de ve İslâm dünyasının farklı
coğrafyalarında büyük bir sevince neden olmuştu. Fakat bu sevinç kısa sürdü.
Fransa destekli Cezayir ordusu İslâmcıların iktidara gelmesini engellemek için
askeri bir darbe yaptı. Bu darbe sonuncunda da binlerce FİS mensubu
cezaevlerine, toplama kamplarına gönderildi.
Toplumsal Barış Partisi’nin Lideri Ebu
Cerrah Sultani ile bir araya gelme imkânı bulunca Sultani’ye
özellikle de doksanlı yıllarda yaşanan İslâmi Selamet Cephesi tecrübesini ve
Cezayir İslâmi Hareketi’nin bugün dünyaya nasıl baktığını anlamaya çalıştım.
Düşünce olarak İhvan-ı Müslimin’e yakın bir isim olan Sultani ile yaptığımız
sohbetin sonunda ortaya üzerinde kafa yorulması gereken bir röportaj çıktı.”
(Sh:84-90, Ekim 2010)
---
“Direniş hakkında uzaktan yapılan
spekülasyonların artık bir son bulması için Ahraruş Şam’ın
komutanlarından Ebu Mahmud’la bir röportai gerçekleştirdik. Suriye direnişi
hakkında sorduğumuz sorulara kısa ve net cevaplar veren Ebu Mahmud, haklarında
basında çıkan haberlerin birçoğunun doğru olmadığını ifade etti. Kendileriyle
ilgili gerçekleri öğrenmek isteyen herkesle konuşmaya hazır olduklarının da
altını çizdi.” (Sh.92-100, Ocak 2013)
Devrim süreci başladığında sokaklarda
gösteriler yapıyordunuz. Fakat daha sonra silahlı mücadeleye başladınız. Niçin
silahlara sarıldınız?
Ebu Mahmud :“Barışçıl gösteriler 7-8 ay boyunca sürmesine rağmen
yönetim ilk günden itibaren halka karşı güç kullandı. Göz yaşartıcı bombalarla,
silahlarla göstericilere saldırdılar. Devrimin başladığı ilk günden itibaren
göstericiler öldürülmeye başlandı. Yönetim halka karşı saldırılarını her geçen
gün daha da şiddetlendirdi. Suriye halkı silaha sarılmamak için uzun süre
bekledi. Fakat halk gördüğü şiddet nedeniyle yönetime karşı kendini korumak
için silah kullanmak zorunda kaldı. Başka çaremiz de yoktu.”
---
“Hamas’ın elde ettiği
başarının sırrı anlaşılmak isteniyorsa her şeyden önce hareketin kurucusu olan
Şeyh Ahmet Yasin’in anlaşılması, onun daha yakından tanınması gerekiyor. Biz de
Şeyh’i daha yakından tanımak için oğlu Abdülhamid Yasin’le Şeyh’in Gazze’deki
mütevazı evinde bir röportaj gerçekleştirdik.” (Sh:102-110, Şubat 2009)
Bize Şeyh Ahmet Yasin’in hareket metodunu
anlatır mısınız?
Abdülhamid Yasin: “Şeyh, İhvan’ın kurucusu olan Hasan el Benna’yı çok
iyi anlamıştı. Önce Filistin’de bir İslâm cemaati oluşturmaya çalıştı. Bu
cemaatin toplumun bütün kesimlerini kapsayan bir cemaat olmasına özen gösterdi.
Bu nedenle mescidlerde kadınlara, gençlere ve çocuklara dersler verdi. Babam
kadınların eğitimine de büyük önem veriyordu. Kadınların cahil bırakılmasına
şiddetle karşı çıkıyordu ve onların İslâmi hareket içindeki etkilerinin artması
gerektiğini savunuyordu. Şeyh ayrıca İslâmi davetin merkezinin mescidler olması
gerektiğini savunuyordu. Mescidde bir kişi bile olsa ona saatlerce İslâm’ı,
İslâmi hareketi anlatırdı. Yıllar süren çalışmaların sonucunda Filistin’de bir
İslâmi cemaat meydana geldi ve bu cemaat Filistin halkı tarafından benimsendi.
Daha sonra ikinci safhaya geçildi ve Siyonist işgale karşı mücadele vermek için
İzzettin Kassam Birlikleri oluşturuldu. Şeyhin mücadele metodunun özeti önce
davet daha sonra ise cihaddan oluşmaktadır.”
---
“Osmanlı’nın bölgeden çekilmesiyle
birlikte sıkıntılı günler yaşamaya başlayan Balkan Müslümanları yaklaşık
yüzyıldır İslâmi kimlikleriyle var olabilmek için mücadele ediyorlar.
Bosna’da, Kosova’da, Sancak’da, Arnavutluk
ve Makedonya’da büyük bir özveriyle sürdürülen bu mücadelenin günümüzdeki en
önemli isimlerinden biri de Balkan Müslümanlarının ‘Hoca’ diye hitap
ettikleri Adnan İsmaili... Üniversite yıllarında ünlü
Üsküplü âlim merhum Hafız İdris İbrahim Hocaefendi’den dersler alan İsmaili,
daha sonra Arapçasını geliştirmek için Suud’un başkenti Riyad’a gitti. Şu an
Kalkandelen Üniversitesi’nde bölüm başkanı olan Adnan İsmaili’nin gerek
düşünceleri, gerekse de öncülük ettiği ilmi, kültürel ve siyasi
faaliyetler Makedonya’da yeni bir neslin doğmasına yol
açıyor. Adnan İsmaili ile Osmanlı zamanında telgrafhane olarak kullanılan, daha
sonra ise Balkan Üniversitesi’ne dönüştürülen Üsküp’deki tarihi binada zevkli
bir sohbet gerçekleştirdik.” (Sh:112-122, Mart 2013)
---
Eserleri kırka yakın ülkede yayınlanan ve
fikirlerine katılanların olduğu gibi karşı çıkanların da olduğu Ali Şeriati’yi
daha yakından tanımak için eşi Puran Şeriati’yi İran’ın
başkenti Tahran’daki evinde ziyaret ettik. Kendisi de bir akademisyen olan Puran
Hanımla hem İran, hem de Ali Şeriati üzerine güzel bir sohbet gerçekleştirdik.”
(Sh:124-131, Şubat 2008)
---
Güneydoğu Asya’yı, özellikle de Malezya’yı
Türkiye’de en iyi bilen isimlerden biri olan Doç. Dr. Serdar Demirel, Malezya
Uluslararası İslâm Üniversitesi’nde dünyanın dört bir yanından gelen
öğrencilere Kur’an, Sünnet ve İslâmi dünya görüşü üzerine dersler veriyor. Biz
de Serdar Hoca ile Malezya Müslümanlarını, Malezya İslâmi hareketini ve
Güneydoğu Asya Müslümanlarıyla Osmanlı arasındaki ilişkileri konuştuk.”
(Sh:134-142, Eylül 2009)
Dr. Serdar Demirel: “Malay halkı daha önce 450 seneye yakın bir
zaman İngilizlerin sömürgesi altında yaşadı. Nesillerde işgali içselleştirme
psikolojisi vardır. Malezya gençliği de İngilizleri çok seviyor ve İngilizlere
karşı büyük bir hayranlık duygusu taşıyor…
Malezyalılar mahkemelerde kendi
istedikleri hukuk sistemine göre de yargılanabiliyorlar. Mahkemelerde başta
Müslümanlar olmak üzere Malezyalıların büyük bir Çoğunluğu İngiliz hukuk
sistemini tercih ediyor.”
---
“Tunus’daki diktatörlüğün
yıkılmasının ardından ülkedeki en etkili siyasi hareket haline gelen Nahda’nın
lideri Raşid el-Gannuşi 1993 yılında Tunus’u terk etmek
zorunda kaldı. Gannuşi yirmi üç yıl süren sürgün hayatını genellikle Sudan ve
İngiltere’de geçirdi. Yıllarca Tunus’un diktatör yöneticilerine karşı mücadele
ettikten sonra ülkesine zaferle dönen Gannuşi’nin sorularımıza verdiği cevaplar
aslında devrimlerden sonra bölgede oluşan yeni konsepti de özetliyor...”(
Sh:144-151, Ocak 2012)
---
2008 yılında İsrail’in Dökme Kurşun
operasyonu adı altında Gazze’ye yönelik düzenlediği
saldırılarda 313’ü çocuk, 116’sı kadın olmak üzere toplam 1417 Filistinli
hayatını kaybetmişti.
Denizden, havadan ve karadan Gazze’yi
kuşatan İsrail ordusu beklemediği sertlikte bir direnişle karşılaşmış,
direnişçilerin kararlı mücadeleleri sayesinde ise geri çekilmek zorunda
kalmıştı. Öte yandan 22 gün süren savaşta özellikle iki isim ön plana çıkmış,
adeta savaşın sembolü haline gelmişlerdi. Bu isimlerden birisi Hamas
Hükümeti’nin İçişleri Bakanı Said Siyam, diğeri de Prof. Dr. Nizar Reyyan’dı.
Nizar Reyyan’ın oğlu Bilal Reyyan babasını, şehit anne ve kardeşlerini
anlatırken zaman zaman gözyaşlarını tutamadı. 11çocuğu ve 4 eşiyle birlikte
İsrail bombardımanı sonucu şehit düşen Nizar Reyyan, Hadis konusunda
Filistin’deki en büyük otorite olarak kabul ediliyor, şehadetinden önce de
Gazze İslâm Üniversitesi’nde dersler veriyordu. Nizar Reyyan’ın oğlu Bilal
Reyyan’dan Suriye’nin başkenti Şam’a yaptığı bir ziyaret esnasında babasını
dinleme imkânı bulduk.” (Sh:154-161, Ağustos 2009)
Bilal Reyyan: “Yaklaşık bir sene önce İsrail ordusu evini terk
etmediği takdirde bizim de yakın komşumuz olan bir Filistinlinin evini
bombalama tehdidinde bulunmuştu. Bu tehdidi haber alan babam tek başına
bombalanacak evin teras katına çıktı. Bunun üzerine 20 bine yakın Gazzeli
babama destek olmak için komşumuzun evinin etrafında toplandı. Evin teras katı
da insanlarla dolmuştu. Apaçiler evi bombalamak için gelince büyük bir
kalabalıkla karşılaştılar. Ev bombalandığı takdirde binlerce insan bir anda
ölecekti. İsrail uçakları bunu göze alamadılar ve geri çekildiler. İsrail
uçaklarının babam ve arkadaşlarının cesur tavrı nedeniyle geri çekilmesi
Gazze’de büyük bir sevince neden oldu. Babam İsrail’in tehditleri nedeniyle
Filistinlilerin evlerini veya topraklarını terk etmelerine karşı çıkıyordu ve
ölsek de topraklarımızı ve evlerimizi ikinci bir sefer asla terk etmeyeceğiz
diyordu.”
---
Aralık 2010’da Tunuslu Muhammed Buazizi
isimli gencin kendisini ateşe vermesiyle başlayan Arap uyanışı özelde Ortadoğu
ve Kuzey Afrika’yı, genelde ise İslâm dünyasını yeniden şekillendirmeye devam
ediyor. Öfkeli Arap gençleri yıllardır kendilerini ezen diktatörlerin zulüm
saraylarını yerle bir ederken; hürriyet, adalet ve ittihad-ı islam ideali Arap
sokaklarında her geçen gün daha bir güç kazanıyor. Fakat herkesin, hepimizin
merak ettiği bir konu var... Arap halkları başlarındaki diktatörleri yıkmak
için ayaklanırken diktatörlüğün en katı biçimde uygulandığı Suudi
Arabistan’da niçin etkili bir ayaklanma olmuyor? Bölgeyi alt üst eden
bu ayaklanmalar Suud’a ne zaman sıçrayacak? İşte biz de bu soruların cevabını
almak için yıllardır Suudi Arabistan’da yaşayan Türkiyeli gazeteci İsmail
Yaşa’nın kapısını çaldık. Arap dünyasını, özellikle de Suud’u Türkiye’de en iyi
bilen isimlerden biri olan İsmail Yaşa Medine İslâm Üniversitesi
mezunu...(Sh.164-171, Şubat 2013)
İsmail Yaşa: “Diktatörlerin devrildiği ülkelerde halk
iradesinin sandığa yansımasına ve İslâmcıların yükselişine engel olamayanlar,
askeri darbe ve yargı müdahalesi gibi seçenekler devre dışı kalınca farklı bir
yönteme yöneldiler. Bu yöntem toplumsal karmaşa çıkarmak ve halkı galeyana
getirmek, yaşanan her olumsuz gelişmeden devrimin ardından gelen hükümeti
sorumlu tutmak. Devrik rejimin kalıntılarının tam olarak temizlenemediği Mısır
ve Tunus’ta yaşanan gelişmeler ve karşı maçı sonrası patlak veren kanlı olaylar
ve Tunus’ta muhalif lider Şükrü Belıyd’in evinin önünde öldürülmesi Arap
baharını kışa çevirme ve karşı devrim çabalarıyla birlikte okunmalı. Arap
baharına, bölgede esen devrim rüzgârlarına karşı çok ciddi bir psikolojik savaş
yürütülüyor. Suriye’de de bunu görüyoruz. Bu devrimlere karşı çıkan odaklar
tıpkı sahadaki şiddetli çatışmalar gibi basın ve medya üzerinden büyük bir
savaş yürütüyorlar. Dezenformasyonun, yanlış yönlendirmenin en uç örneklerini
sergiliyorlar. Medya üzerinden yürütülen bu psikolojik harbin farkında olmadan
bölgedeki devrim süreçlerini anlamaya çalışırsak hatalı bir okuma yapmış
oluruz. Devrimlerin yaşandığı ülkelerde bütün hesaplar şu an İslâmi partilerin
yükselişini engelleme üzerine yapılıyor. Fakat bu yükselişi engellemeleri artık
çok zor…”
---
Nepal, Güney Asya’da Çin ve Hindistan’ın arasında kalan 29
milyon nüfusa sahip bir ülke ... Dünyanın en yüksek tepesi olan Everest
Tepesi’ne ve meşhur Himalaya Dağları’na ev sahipliği yapan Nepal Hinduizm ve
Budizm gibi dinlerin de merkezlerinden biri sayılıyor. Bugün nüfusları 2
milyonu aşan ve daha çok ülkenin güney sınır boylarında yaşayan Nepal’li
Müslümanlar Hindu ve Budistlere karşı İslâm kültürünü korumak için büyük bir
uğraş veriyorlar. Biz de Nepal’i Nepal Müslümanlarını daha yakından tanımak
için Cemaat-i İslâmi’nin Nepal’deki lideri Nazrul Hasan ile
başkent Katmandu’da gerçekleştirdiğimiz görüşmenin sonunda Nepal Müslümanları
ve Cemaat-i İslâmi ile ilgili birçok yeni şey öğrendik.” (Sh:174-182, Ağustos
2011)
---
Şu an Fas’daki iktidar
partisi olan Adalet ve Kalkınma Partisi de Tevhid ve Islah Hareketi’nin siyasi
kanadını oluşturuyor. Fikir ve yöntem olarak İhvan’ı kendine örnek alan Tevhid
ve Islah Hareketi toplumu davet, kültürel faaliyet ve siyasi çalışma yönüyle
dönüştürmeyi hedefliyor. Tevhid ve Islah Hareketi’nin liderliğini Fas’ın
başkenti Rabat’ta bir araya gelme imkânı bulduğumuz Muhammed Hamdavi yapıyor.
Lise yıllarından beri Fas İslâmi hareketinin çeşitli kademelerinde görev alan
Hamdavi düşünür kimliği ile de tanınıyor. Son derece sıcak, sempatik ve nazik
bir adam olan Hamdavi kendisiyle yaptığımız röportaj esnasında bir taraftan
Müslümanlara birlik çağrısı yaparken, diğer taraftan da Arap İslâmi
hareketlerin demokrasiye nasıl baktıklarını anlattı.” (Sh:184-191, Ocak 2013)
Muhammed Hamdavi: “Bizim demokrasiden kastımız şûradır. Bölgede
yönetime artık ümmet hâkim olmalıdır. Çünkü yönetimin sahibi ümmettir. Namazda
bile imam yanlış yaptığında cemaat onu düzeltir. Biz şu an ümmetin görüşünün
yönetime yansımasını istiyoruz. Çünkü bu ümmet İslâm’ı istiyor. Ümmetin görüşü
yönetime yansımaya başladığı andan itibaren İslâm’ın görüşü de yönetime
yansımaya başlayacak. Biz demokrasiden ümmetin görüşünün yönetime yansımasını
anlıyoruz. Ve bu gayri İslâmi değil; bilakis İslâmi’dir. Müslüman gruplar
sadece ben doğruyum, diğerleri yanlıştır diye düşünmemelidir. Çünkü hiçbir grup
hakikatin tamamını temsil edemez, bilakis hakikatin belli bir kısmını temsil
eder. Bir Müslüman’ın sadece kendi görüşünü mutlak hakikat olarak görmesi;
diğer kardeşinin görüşünü ise tamamen batıl olarak görmesi büyük bir hatadır.”
---
Yemen’deki halk isyanının manevi lideri olarak kabul edilen
Abdulmecid Zindani çocukluğundan itibaren islami ilimlerle meşgul oldu.
Kahire’de olduğu dönemlerde İhvan Hareketi’nden etkilendi, İhvan’ın düşünce ve
metodunu benimsedi. İhvan’la olan ilişkisi tespit edilince de Mısır yönetimi
Zindani’yi tutuklattı. Belli bir süre sonra da Zindani Mısır dışına çıkarıldı.
Yemen’e döndükten sonra İhvan’ın Yemen kolunu oluşturan Zindani Ruslar
Afganistan’a girince de Afganistan’a gidip Ruslara karşı savaştı. Daha sonra
tekrar Yemen’e dönen Zindani, Yemen’deki meşhur İman Üniversitesi’ni kurdu.
İman Üniversitesi’nin rektörlüğünü de yürüten Yemenli âlim ayrıca ABD’nin
tutuklanacaklar listesinde bulunuyor. (Sh:194-202, Mayıs 2013)
Abdulmecid Zindani: “İslâm dünyasının çöküşü Hilafet’in yıkılmasıyla
başlamıştır. Hilafet Türkiye’de kaldırıldı ve İslâm ülkeleri tek tek sömürgeci
Batılı devletler tarafından işgal edildi. Türklerin ve Arapların içinden bazı
kimseler de Hilafet’i yıkmak için Batılı devletlere destek oldular, onlarla
işbirliği yaptılar. Müslümanlar başsız, halifesiz kalınca büyük bir felaketle
karşı karşıya kaldılar. Sömürgeci güçler İslâm dünyasını birbirinden ayırdı.
Bir ve bütün olan İslâm topraklarında küçücük, yeni devletler kuruldu. Bu
devletlerin başına da bizimle aynı isimleri taşıyan, aynı dili konuşan; fakat
Batılıların maslahatları için uğraşan yöneticiler getirildi. Bu yöneticiler
Müslümanları dinlerinden uzaklaştırmak için yıllarca uğraştılar. İslâm
dünyasının seksen-doksan senesi diktatör yöneticilerle uğraşarak geçti.
Müslümanlar çok acılar çektiler, zulümler gördüler. Fakat sonunda İslâmi uyanış
ve başkaldırı başladı.
…“Bizi yaratan Allah kitabında yeryüzünü
hangi değerlere göre yöneteceğimizi de bildirmiştir. Müslümanların Batılıların
demokrasisine ihtiyacı yok. Müslümanların asıl ihtiyaç duydukları yol Kur’an ve
Sünnet’e dönmektir. İslâm’ın kendi sistemi, kendi yönetim şekli var. İnsanlar
gerçek hürriyeti, onurlu yaşamı, fikir özgürlüğünü ancak İslâm’ın sisteminde
bulabilirler. Ahlaksızlığın her türlüsüne destek veren, İslâm ülkelerinin
işgalini onaylayan Batılı demokratik sistemlerde değil. Biz demokrasinin
İslâm’la uyuşmadığını düşünüyoruz.
Çünkü demokraside merci kaynağı insan,
İslâm’daki merci kaynağı ise insanı yaratan Allah’tır. İnsanlığa gerçek hak,
hukuk ve özgürlüğü verecek olan da Allah’ın şeriatıdır.
Allah Kuran’da hüküm verici olanın ancak
kendisi olduğunu ve insanların kendisi dışında hiçbir şeye tapmamalarını
söylüyor. Bundan dolayı her Müslüman İslâm nizamını istemeli; ülkesinin İslâm
şeriatı ile yönetilmesi için çalışmalıdır.
…“İran İslâmi duygularla değil; mezhebi
duygularla hareket ediyor. İran çok büyük bir imtihanın içine girdi ve bu
imtihanı kaybetti. Baas yönetimi bugün Siyonistlerden çok daha fazla
Müslümanlara zulmediyor. Allah için size soruyorum, Baascı askerlerin
Müslümanlara yaptıkları zulümlerle Yahudi askerlerin yaptıkları arasında
herhangi bir fark var mı? Hatta Baas’ın yaptığı zulümler Yahudi askerlerinin
Müslümanlara yaptıkları zulümleri geçti. Biz aptal mıyız, İran’ın zalimleri
nasıl desteklediklerini görmüyor muyuz? Allah İran’ın yöneticilerine hikmet
versin, onları ıslah etsin.”
---
Bangladeş, Burma ve Hint Okyanusu ile
komşu olan Arakan bir Güneydoğu Asya ülkesidir. Bir zamanlar 50 bin kilometre
karelik topraklarında kendilerine ait bir İslâm devletine sahip olan Arakanlılar
bugün ise Myanmar yönetiminin işgali altındalar. Myanmar
yönetimi Müslüman nüfusu azaltıp terk edilen topraklara Budistleri yerleştirmek
için Arakanlıları katlediyor, işkencelerden geçiriyor, baskı altında tutuyor.
Yıllardır Arakan üzerine araştırmalar yapan, onlarca kez İHH adına bölgeye
giden, Türkiye’de Arakan konusunu en iyi bilen kişi olan Said Demir’in
Arakanla ilgili anlattıkları gerçekten çok çarpıcı...(Sh:204-212, Mayıs 2010)
---
Bir Balkan ülkesi olan Kosova’nın
nüfusunun yüzde doksan altısı Müslümanlardan oluşuyor. 2008 yılında
bağımsızlığına kavuşan Kosova, bugün ise Batı’nın siyasi ve kültürel işgaliyle
karşı karşıya ... Kosova’da neler olup bittiğini, ülkenin nereye doğru
gittiğini bir süre önce kurulan İslâmi Hareket’e Katıl Partisi’nin lideri olan
Fuad Ramiqi ile konuştuk. Bayrağı Kelime-i Tevhid olan İslâmi Hareket’e Katıl
Partisi’nin kurucusu Fuad Ramiqi ile Kosova’nın başkenti Priştina’da gerçekleştirdiğimiz
röportajı ilgiyle okuyacağınızı düşünüyorum. (Sh:214-222, Haziran 2013)
Fuad Ramiqi:“2008 yılında Batı tarafından getirilen bu bağımsızlık
gerçek bir bağımsızlık değildir. Kosova Sırp işgalinden kurtuldu; fakat bunun
karşılığında Batı tahakkümüne girdi. Bağımsızlık sonrası İslâmi kimliğimiz
tamamen yok edilmek istendi. Avrupa Birliği, ABD ve Kosova hükümeti el birliği
yaparak laik bir sistem oluşturdular. İslâm’ın kamusal alana girmesi
engellenmeye, resmi dairlerde de sıkı bir şekilde başörtüsü yasağı uygulanmaya
başlandı. Şu an laiklik adeta topluma dayatılıyor. Biz ise buna karşı
çıkıyoruz, laikliğin İslâm’a aykırı olduğunu savunuyoruz. Bundan dolayı da
medya bizi topluma fanatikler olarak göstermeye çalışıyor. Kosova hükümeti
uluslararası alanda kendini daha fazla kabul ettirmek için laik yaşam biçimini
topluma dayatıyor.”
---
Son Patani sultanının
torunu olan Kebir Abdurrahman Tenvira ile ilk kez 2008
yılında Şam’da tanışmıştık. Tanışma esnasında Tenvira çok hastaydı ve
ziyaretçileriyle zorlukla konuşabiliyordu. Patanililer arasında adeta bir
efsaneye dönüşen bu büyük özgürlük savaşçısıyla daha fazla vakit geçirmeyi,
ondan Patani halkının yıllardır sürdürdüğü özgürlük mücadelesini daha fazla
dinlemeyi aslında ne kadar da çok isterdim. Fakat Tenvira tanışmamızdan kısa
bir süre sonra Hakk’ın rahmetine kavuştu. Tenvira ilk tanışmamızda bana
‘Osmanlı Ümmet-i Muhammed için özgürlüktü’ demişti. Bu cümleyi kurduktan sonra
da gözyaşlarına boğulmuştu. O anı her hatırlayışımda içim bir tuhaf oluyor ve
Tenvira’yı bir kez daha rahmetle anıyorum. Patani Müslümanlarının efsane önderi
Kebir Abdurrahman Tenvira’yı tanımak; bu mazlum halkı anlamak için iyi bir
başlangıç olabilir diye düşünüyorum. Ve sizleri bir kahramanın, benim
kahramanlarımdan birinin hayatıyla baş başa bırakıyorum” dedikten sonra Kebir
Abdurrahman Tenvira’nın kısa hayat hikâyesini aktarır. Daha sonra Kebir
Abdurrahman Tenvira’nın vefatının ardından eşi Hamide Nur ile
Şam’da yaptığı röportaj yer alır.(Sh:224-239, Ağustos 2008)
---
Son bölümde ise Latin Amerika’da
sayıları hızla artan Müslümanların hikâyelerine değinir.(Sh.242-248)
Emperyalist zorbaların İslâm topraklarını
terk ederken çizdikleri yapay sınırlar artık anlamsızlaşıyor. Zira o sınırların
başına yerleştirdikleri yerli işbirlikçiler son demlerini yaşıyor. Bedeli ağır
da olsa, ümmet diriliyor…
Mehmed Zahid Aydar
Mîsak Dergisi
Sayı:274 / Eylül 2013
