100 Soruda Doğu Türkistan - Alparslan Aydar

100 Soruda Doğu Türkistan

Doğu Türkistan’da bugün yaşananları ve muhtemelen gelecekte yaşanacakları anlamanın yolu meselenin tarihi arka planının bilinmesiyle mümkün olabilir. Ayrıca 11 Eylül saldırılarından sonra geliştirilen ‘teröre karşı küresel savaş stratejileri’nin dikkatle irdelenmesi de Doğu Türkistan meselesinin anlaşılması açısından faydalı olacaktır. Öte yandan radikal terör gruplarının Doğu Türkistan meselesine kimler tarafından ve ne amaçla dâhil edilmek istendiği bahsi de aydınlatılması da zaruridir. Tanıtımını yaptığımız '100 Soruda Doğu Türkistan' isimli eser, yaşanan siyasi gelişmeleri değişik açılardan ortaya koyan bir eserdir. Son yıllarda Doğu Türkistanda yaşanan gelişmeler gerçek manada bir kültürel asimilasyon olarak değerlendirilebilir. Yurt dışında ikamet eden Doğu Türkistanlıları tehdit, şantaj ve korkutma ile başlayan ve Doğu Türkistan’a dönmelerini amaçlayan bu süreç, dönmeyen veya dönmemekte ısrar eden Doğu Türkistanlıların yakınlarının hapse atılmasıyla devam etmiştir.

100 Soruda Doğu Türkistan
Ömer Kul
Rumuz Yayınları
Mîsak Dergisi
Sayı: 366 / Mayıs 2021

Doğu Türkistan’da bugün yaşananları ve muhtemelen gelecekte yaşanacakları anlamanın yolu meselenin tarihi arka planının bilinmesiyle mümkün olabileceği kanaatindeyiz. Bu bağlamda Çin’in bölgeyle teması, Yakub Han Ba-Devlet’in iktidarı, Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti ile ilişkileri hem Çarlık hem Sovyet Rusyası’nın hem de 1991 sonrası Rusya Federasyonu’nun bölgeyle ilişkilerine de bu çalışma ile değinilmiştir. 1911-1949 arasında Doğu Türkistan’ı genel valiler eliyle yöneten Guo-Min-Dang (Milliyetçi Çin Partisi) idaresinin akabinde Çin’de iktidara gelen Mao Ze-dong (komünist idare) döneminde yaşananların bilinmesinin de bugünkü durumu anlamada önemli bir veri olacağına inanıyoruz. Ayrıca 1949 yılında ‘vatan için vatandan ayrılmak’zorunda bırakılan Doğu Türkistanlıların, memleket davaları uğruna hariçte yaptıklarının gün yüzüne çıkarılması ise bizim nazarımızdan meselenin sağlıklı değerlendirilmesi adına diğer önemli bir husustur. Yine Doğu Türkistan’da komünist idare tarafından halkın dini ve milli hassasiyetlerine karşı uygulama sahasına konulan göç siyaseti, zorunlu kürtaj gibi çeşitli yaptırımlarla gözetilen amaç ve hedeflerin bilinmesi de hâlihazırdaki durumun ve muhtemel yaşanacakların yorumlanmasını kolaylaştıracaktır.

11 Eylül saldırılarından sonra dünya devletlerince geliştirilen ‘teröre karşı küresel savaş stratejileri’nin dikkatle irdelenmesi de Doğu Türkistan meselesinin anlaşılması açısından faydalı olacaktır. Öte yandan radikal terör gruplarının Doğu Türkistan meselesine kimler tarafından ve ne amaçla dâhil edilmek istendiği bahsi de aydınlatılması gerekli olan bir konudur.

ABD’nin Hindistan başta olmak üzere bölge devletlerini stratejik ortak olarak ifade etmesi ve askeri işbirlikçilerini artırma yoluna gitmesi çalışmamız dâhilinde dikkate değer bir diğer ayrıntı olarak okuyucunun nazarına sunulmuştur. Çin’in Güney Çin Denizi’nde suni adalar oluşturma projesiyle gelişen ekonomik ve askeri gücünün Doğu Türkistan meselesine etkilerini bu çalışmada görmek mümkün olacaktır.

Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra Türkistan’da ortaya çıkan bağımsız Türk devletlerinin durumu, Şangay İşbirliği Örgütü’nün kurulması ve çalışma şartlarıyla gelinen son noktanın değerlendirilmesi de eserimizde Doğu Türkistan meselesi ile alakalı olarak üzerinde durulan başka bir konu olmuştur. Yine Çin’in bir iç problem olarak gördüğü Tibet, İç Moğolistan, Hong Kong, Folungong Ruhani Hareketi ve Demokratik Çinlilerin komünist rejime karşı hareketleri de Doğu Türkistan meselesinin anlaşılması adına değinilen önemli noktalardandır. Suriye iç savaşına Çin’in ilgisi, tarihi İpek Yolu’nu yeniden ihya projesi, Kazakistan üzerinden Avrupa’ya otoban yapılması projesi, Türkiye-Çin ilişkilerine Çin’in bakışı ve benzeri konular hakkında da bilgiler verilmiştir. Çalışmada bu konulara ilaveten Doğu Türkistan İslâm Hareketi ile Türkistan İslâm Partisi hareketlerinin de Doğu Türkistan meselesi ile ilgileri değerlendirilmiş, DAEŞ terör örgütü ile Taliban ve El-Kaide örgütlerinin sözde Uygur cihatçılarıyla irtibatları da mercek altına alınmıştır.

Bahsi geçen konular alt başlıkları ve ilavelerle beraber ele alındığında 100 Soruda Doğu Türkistan isimli bu çalışmamızla Doğu Türkistan meselesine dair Türkiye başta olmak üzere İslâm dünyasının, Türk dünyasının ve diğer dünya devletlerinin, uluslararası teşkilatların ve sivil toplum kuruluşlarının ilgi ve alakalarını değerlendirme fırsatı bulunmuştur.

 

Doğu Türkistan’a neden bu isim verilmektedir, Batı Türkistan ve/veya Türkistan neresidir?

Türkistan terminolojisi İran dilinden tevatür eden Türklerin yurdu (memleketi/ili/ülkesi) manasına gelmektedir. Türkistan uzun zamandan beri Türk kavimlerinin ana vatanı olmuştur ve günümüzde de birçok Türk kavmi (Kazak, Kırgız, Özbek, Türkmen, Uygur vd.) burada yaşamaya devam etmektedir. Tarihçilerin verdiği bilgilere göre Türkistan sözü Sakalar (İskitler) devrinden kalan abidelerde (M.Ö. XII. ve M.S. II. asırlar) ‘Türkistanak’ olarak ifade edilmiştir. Arap seyyahı Yakubi 891 senesinde yazdığı ‘Kitabü’1-Buldan’ adlı eserinde Türkistan deyimiyle İdil Nehri’nden (bugünkü Volga) itibaren Tanrı Dağlarının doğu tarafında kalan toprakları tarif etmektedir. ‘Avesta’ya göre Tanrı Dağlarının doğusundaki İdil Nehri’yle Seyhan (bugünkü Sir Derya) ve Ceyhun (Amu Derya) arasından Horasan’a kadar uzanan topraklar Turan veya Türkistan’dır. VIII. asırda Türkistan’da İslâmiyet’in yayılmaya başlamasıyla birlikte Araplar bölgeye ‘Biladü’l-Türk’ ismini vermişlerdir. Bu da Türk yurdu yani Türkistan manasına gelmektedir. Kâşgarlı Mahmut ‘Divan-ı Lugati’t-Türk’ adlı eserinde Türkistan’ın sınırlarını Çin’den Hazar Denizi’ne, Bizans, Kıpçak ve Rus topraklarına kadar devam eden bölge şeklinde tarif etmektedir.

Geniş topraklara sahip olan Türkistan’ın hudutları zaman zaman değişiklikler göstermiştir. Türkistan, Hunlar ve Göktürkler zamanından beri dünya Türklüğünün merkezi olarak tarih sahnesinde rol almıştır. Karahanlılar Devleti zamanında kullanılan ‘Turan’ sözü Türkistan manasını taşımaktadır. Fakat Turan ismi fazla yaygınlık kazanmamış, X. asırdan sonra bölge tamamıyla Türkistan şeklinde tarif edilmiştir. Türkistan birçok tarihi olaya sahne olmuş bir bölgedir. İskender, İran, Arap, Moğol, Çin istilaları bunun çeşitli misalleridir. Türkistan bahsi geçen istilalardan kurtulmuş, daha sonra yeniden Rusların ve Çinlilerin tuzağına düşştürRusya, 1716'dan itibaren Batı Türkistan'ı işgal etme siyasetine başlamıştır. Çinlilerse 1753-65 yıllarında Doğu Türkistan'ı işgal etmeye başlamıştır. Doğu Türkistan 18 Kasım 1884’den beri Çin hâkimiyetinde bulunmaktadır. Bu zamandan beri Batı Avrupalı bilim adamları Doğu Türkistan’ı ‘Xin-jiang’ şeklinde tarif etmektedir. Doğu Türkistan deyimi nadiren bazı Avrupalı yazarlar tarafından da kullanılmaktadır. Rusya 1865 yılına gelindiğinde Türkistan bölgesinin Çin işgalinde kalan kısmının dışındaki yerleri işgal etmiştir. Ruslar 12 Şubat 1865 tarihinde de Issık Göl’ün batısıyla Ural Nehri arasındaki bölgeleri ‘Türkistan Vilayeti’ adıyla Orenburg Valiliğine bağlamıştır. Bu suretle Türkistan, coğrafi bir tabir veya Türklerin yurdu anlamından kayarak ilk defa idari bir bölge adı yapılmıştır. 1867’de ise Türkistan vilayetinin adı ‘Türkistan Genel Valiliği’ şeklinde değiştirilmiştir. Böylece Rusların bilerek veya bilmeyerek koydukları ‘Türkistan Genel Valiliği’ deyimi, Türkistan tabirinin terminolojik olarak da olsa yaşamasına zemin hazırlarken Çinliler ise Türk’e, İslâm’a atıf yaptığı korkusuyla Doğu Türkistan’ın hiçbir bölgesinde Türkistan tabirini kullanmamıştır.

XIX. asrın başlarında İngiliz araştırmacıların Türkistan (Turkestan) deyimini kullanmaları neticesinde diğer Avrupalı bilim adamları da bu terminolojiyi benimsemiştir. Diğer taraftan ne Avrupa ne de Rus edebiyatında Batı Türkistan sözü kullanılmamıştır. Rus edebiyatında XIX. asır başlangıcından itibaren Doğu Türkistan deyimine rastlamak mümkündür. Fakat bu tabir tarih, coğrafya ve etnografya terimi olarak kullanılmamıştır. XX. asırda özellikle 1930’lardan sonra bazı Türkistanlı münevverler tarafından Doğu Türkistan tabiri kullanılmaya başlanmıştır. Böylece Doğu Türkistancılık fikriyle birlikte Türkistan tabirinde ikililik (batı ve doğu) ortaya çıkmıştır…

Rus liderlerin bir kısım Türkistanlı komünistlerin de desteğini sağlayarak Lenin’in talimatına göre Türkistan’ı bölme faaliyetlerini aksatmadan devam ettirmişlerdir. Sovyetler Birliği resmi makamları 1924’ten sonra Türkistan yerine Orta Asya tabirini kullanmaya başlamıştır.

II. Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa ve ABD’de ‘Orta Asya, Merkezi Asya/Central Asia’ terminolojisini kullanma fikri ileri sürülmüştür. Bu işin liderliğini de Londra’da kurulmuş olan ‘Orta Asya Araştırmaları Merkezi’ yapmıştır. Türkiye’de de Türkistan terimi yerine Orta Asya veya Orta Asya Türkleri deyimleri yaygın olarak kullanılmaktadır. Bunun sebebi olarak Türkistan teriminin gelişiminin araştırılmamış olmasıdır, denilebilir. Diğer taraftan Barthold’un 1927’lerde İstanbul Üniversitesinde verdiği ‘Orta Asya Türkleri Tarihi’ derslerinin bu hususta etkili olduğu söylenebilir. Bu konuda o günkü Rus, Çin ve Batı merkezli anlayışın tesirini de yabana atmamak gerekir. Eğer Türkiye’de Türkistan adının doğru kullanımı mümkün olmazsa bu deyimin Türklerin yaşadığı vatan anlamına geldiğini dünya genelinde savunmak çok zorlaşacaktır.

Türkistan ismi meselesi bir milletin varlığını, adını, şerefini, atideki kimliğini tayin etmek meselesidir. Bu sebeple bugün için milli davanın çok önemli bir parçası olarak üzerinde hassasiyetle durulmalıdır. Sovyetler kendi işgallerindeki Batı Türkistan’a ısrarla Orta Asya dedikleri hâlde Çin işgali altındaki Doğu Türkistan’ı Çinlilerin tabiriyle Xin-jiang değil, ‘Doğu Türkistan’ şeklinde zikretmektedirler. Görüldüğü gibi Batı Türkistan’ı Orta Asya diye tarif etme eğilimi Batı dünyasında hatta bir kısım Doğu Türkistanlılar arasında da yayılmaktadır. Türkistan terminolojisinin kullanılmamasını sağlayan düşüncelerin altında siyasi sebepler de vardır. Sovyet Rusya’nın bu konudaki niyetleri ortadaydı, Rusya Federasyonunu da bundan ari şünmemek gerekir. Sonuç olarak günümüzde Çin işgali altında bulunan coğrafyaya ‘Doğu Türkistan’, Sovyet döneminde Rusya’nın işgal ettiği bölgelere ise ‘Batı Türkistan’ denmektedir. Türkistan tabirinden başta Çin ve Rusya olmak üzere Batı dünyası da ön yargılı olarak uzak durmaktadır. Bunun muhtemel sebebi Türk ve İslâm düşmanlığı olarak ifade edilebilir. Bu tabirin zikredilen bölgelerdeki Türk kavimlerini birleştirecek bir araç olmasından çekinilmektedir.

 

Doğu Türkistan tarihinin kronolojisi hakkında ne söyleyebilirsiniz?

Doğu Türkistan’da son yüz elli sene zarfında meydana gelen olaylar asıl sorunun neler olduğunu da ortaya koymaktadır. Bu durum aynı zamanda Doğu Türkistan’ın kadim bir Türk-İslâm yurdu olduğunu da göstermektedir. Doğu Türkistan tarihinde kronolojik olarak yaşanan olayları şu şekilde özetlemek mümkündür:

M.Ö. 300 - M.S. 93: Doğu Türkistan’da Büyük Hun İmparatorluğu dönemi yaşandı.

522: Doğu Türkistan Göktürk Devleti’nin hâkimiyeti altına girdi.

744: Uygur Devleti kuruldu.

747-759: Uygur Devleti Moyençor Kağan’ın hükümdarlığı altında parlak dönemlerinden birini yaşadı.

840: Karahanlılar Devleti Hükümdarı Satuk Buğra Han, İslâmiyet’i seçti.

1205: Doğu Karahanlılar yıkıldı.

1212: Batı Karahanlılar yıkıldı.

1206-1250: Moğol İmparatorluğu bölgeye hâkim oldu.

1251-16. asır arası: Çağatay Hanlığı bölgenin hâkimiydi.

1514-1762: Saidiye Hanlığı hâkimiyeti dönemi yaşandı.

1640: Mançu-Çin İmparatorluğu dönemi 1911’e kadar devam etti. Bu dönemde zaman zaman Doğu Türkistan Çin işgaliyle karşılaştı.

1757: Çin Doğu Türkistan’ı işgal etti.

1758: Çin Tibet’i işgal etti.

1863: Çin istilasını püskürten Yakub Han Ba-Devlet, iktidarı ele geçirerek merkezi bir idare kurdu ve Osmanlı İmparatorluğuna tabi oldu. Sultan Abdülaziz Han namına tüm Doğu Türkistan’da camilerde hutbeler okutuldu ve sikkeler bastırıldı.

1877: Mehmet Yakub Han zehirlenerek öldürüldü. Rusların desteklediği Mançu-Çin General Zho Zhu-tang Doğu Türkistan’a savaşsız sahip oldu.

1878: Bütün Doğu Türkistan toprakları tekrar Mançu-Çin yönetimine geçti.

18 Kasım 1884: Doğu Türkistan toprakları Xin-jiang adıyla Mançu İmparatorluğuna dâhil edildi.

1911: Milliyetçi Çinlilerin devrimiyle Çin’de üç yüz yıl süren Mançu Hanedanlığı çöktü.

1911-1928: Genel Vali Yang Zen-şin, Doğu Türkistan’ı keyfince idare etti.

1922: Doğu Türkistan için Çin Komünist Partisi’nce özerklik fikri ortaya atıldı.

1924: Timur Halife’nin ordusu dağıtıldı, kendisi de öldürüldü.

1928-1932: Genel Vali Jin Şu-ren Doğu Türkistan’ı keyfince idare etti.

1931: Şubat ayında Doğu Türkistan’ın Kumul vilayetinde Hoca Niyaz Hacı ve Salih Dorga liderliğinde milli bir ayaklanma başladı. Tüm Doğu Türkistan’da hürriyet için başlayan genel seferberlik sonucunda Çinliler Doğu Türkistan’dan çıkarıldı.

1933: Ocak ayında Bügür ve Kuçar’da Temür Bey, Şubat ayında Hoten’de Mehmet Emin Buğra ve Sabit Damolla, Nisan ayında Kâşgar’da Osman Bey ve Altay’da Şerif Han Töre, Kasım ayında Tarabagatay vilayetinde Ma Hi-ying isminde bir Çinli Müslüman liderliğinde ayaklanmalar gerçekleştirildi.

12 Kasım 1933: Doğu Türkistan İslâm Cumhuriyeti kuruldu.

1934: Rus Hava Harekâtı sonucu Doğu Türkistan İslâm Cumhuriyeti son buldu.

1934-1944: Genel Vali Şın Şı-sey, Doğu Türkistan’ı bir Sovyet peyki olarak keyfi idare etti.

18 Eylül 1936: İsa Yusuf Alptekin Çin Millet Meclisi üyeliğine seçildi.

1943: Çin kuvvetleri Doğu Türkistan’a tekrar girdiler.

1944: Bağımsızlık hareketleri sonucu Şın Şı-sey devrildi.

7 Ağustos 1944: Gulca’da Ali Han Töre liderliğinde Doğu Türkistan Cumhuriyeti kuruldu.

Eylül 1944: Milliyetçi Çin istilasına karşı ilk kurşun Doğu Türkistan’ın Gulca şehrinde atıldı ve bunu diğerleri takip etti.

1949: Yıl sonunda Rusya’nın baskısıyla Doğu Türkistan yönetimi feshedildi. Bölge Komünist Çin yönetimine geçti.

26 Eylül 1949: Doğu Türkistan’da resmen komünizm ilan edildi. Burhan Şehidi, Komünist Çin Hükümeti’nin Doğu Türkistan valisi olarak atandı, daha sonra da 1955’e kadar hükümet başkanlığı görevini sürdürdü.

1951: ‘Üç Efendiler’den Dr. Mesut Sabri Baykozi, Doğu Türkistan’da hapiste gaz odasında şehit edildi.

1954 ve 1955: Hoten Ayaklanmaları vuku buldu.

1955: Doğu Türkistan, Xin-jiang Uygur Özerk Bölgesi adıyla bugünkü idari statüsünü aldı.

1957-1958: Ayaklanmalar bütün Doğu Türkistan’a yayıldı.

14 Haziran 1965: ‘Üç Efendiler’den Mehmet Emin Buğra Ankara’da vefat etti.

22 Eylül 1969: Çin Doğu Türkistan’da 250 kiloton ağırlığında TNT ihtiva eden onuncu bombasını patlattı,

29 Eylül 1969: Çin Doğu Türkistan’da üç megaton gücünde ilk hidrojen bombasını patlattı.

1981: Urumçi şehrinde ilk defa demokrasi yanlısı bir nümayiş patlak verdi.

Aralık 1985: 10.000’e yakın Müslüman Türk öğrenci, Urumçi Üniversitesinde dersleri bir hafta süreyle boykot ederek sokaklarda gösteri yaptı.

1989: Urumçi’de Müslümanlar, İslâmiyet’e yapılan hakaret ve saldırıların durdurulması ve demokratik haklarının verilmesini talep ederek gösteriler düzenledi.

Nisan 1990: Kâşgar’ın Barın kasabasında Çin işgal yönetimine karşı silahlı bir ayaklanma meydana geldi.

12 Eylül 1990: Hoten’in Karakaş ilçesinde 18700 Müslüman anne adayı zorla kısırlaştırıldı.

7 Temmuz 1995: Hoten şehir merkezinde 10.000’den fazla Müslüman-Türk, Cuma namazından sonra tutuklanan cami imamının salıverilmesi isteğiyle gösteri düzenledi.

17 Aralık 1995: ‘Üç Efendiler’in sonuncusu İsa Yusuf Alptekin, İstanbul’da vefat etti.

27 Eylül 1995: Kâşgar şehrinde binlerce kişi haksız yere açık Halk Mahkemesi’nce idama mahkûm edilen gençlerin cezalarının indirilmesi isteğiyle gösteriler yaptı ve Çin işgal güçleriyle çatışmaya girdi.

5 Şubat 1997: Gulca Ayaklanması vuku buldu.

8 Ocak 1999: Gulca’daki bir mahkemede 29 kişi bölücülük, hırsızlık ve adam öldürme, gösteri yapma teşebbüsünden ölüm cezasına çarptırıldı. Mahkûmlardan bir kısmının Gulca Ayaklanması’na katıldığı iddia edildi.

9 Ağustos 1999-25 Eylül 1999: Hoten vilayetinin Karakaş nahiyesinde bir gün içinde 71 kişi tutuklandı, 2 kişi öldürüldü.

2 Eylül 1999: Çin’in en zenginlerinden sayılan Uygur iş kadını Rabiye Kadir ‘Yabancı ülkelere gizli belge sızdırma’ suçlamasıyla tutuklandı. Mart 2005’te erken tahliye edildi.

3 Eylül 1999: Kâşgar Emniyet Müdürlüğü Hoten’den gelen bütün Türkleri tutuklama kararı aldı. Eylül 1999-2000 arasında Hoten vilayetinde 917 kişi ‘bölücü, dinci ve terörist’suçlamasıyla tutuklandı. Tutuklananlardan 71’i hapishanelerde maruz kaldığı işkence veya yakalandığı hastalıktan hayatını kaybetti.

8 Eylül 1999: Doğu Türkistan’daki evlerdeki Kur’an-ı Kerim ve diğer dini eserlerin toplatılması hakkında emir verildi, yayınları teslim etmeyenlerin tutuklanacakları ilan edildi.

11 Eylül 2001: ABD’de İkiz Kulelere yapılan saldırıyla dünya kamuoyunda terörle mücadelede yeni bir dönem başladı. Bu dönem küresel teröre karşı dünya devletlerinin birlikte hareket etmesini arzularken aynı zamanda küresel aktörlerin kendi çıkarlarına uygun zeminler oluşturmasını da beraberinde getirmiştir. 2001 sonrasında yaşanan gelişmeler değerlendirildiğinde terörle mücadele ettiğini belirtip, terör faaliyeti kılıfıyla suçlamalarda bulunarak gizli emellerine meşru zemin hazırlama düşüncesinde olan devletlerin başında Çin Halk Cumhuriyeti geldiği görülmektedir.

1 Eylül 2002: Bu tarihten itibaren başlanılmak üzere Doğu Türkistan’da yüksek dereceli okullarda Uygurca eğitimi temelden kaldırılıp bunun yerine Çin dilinde eğitim yapılacağı açıklandı.

5 Temmuz 2009: Urumçi olaylarında 2.000’in üzerinde insan hayatını kaybetmiştir.

2009’dan günümüze kadar binlerce kişinin hayatını kaybettiği, binlercesinin hapse atıldığı, yaralandığı, islâmi terörist adı altında tutuklandığı, düzmece mahkemelerde yargılandığı olaylar yaşanmıştır. Kanaatimizce bu durum Çin Halk Cumhuriyeti’nin Doğu Türkistan’da asırlardır devam ettirdiği hâkimiyetinin ve asimile siyasetinin son halkasını oluşturmaktadır.

Son altmış yılda Çin’in izole edilmiş bir parçası olan bölgenin dış dünyayla bağlantısı kesilmiş durumdadır. Terörle ortak mücadele adına anlaşmalara imza atan Çin, ABD’nin Irak ve Afganistan’da dışarıdan terörle mücadele çabalarının aksine, sadece kendi çıkarına uygun gördüğü içerideki sözde terörizmi dünya kamuoyuna duyurma çabasına düşmüştür, Çin’in bu tutumu meseleye hangi gözle baktığının delili durumundadır.

 

ABD’nin Doğu Türkistan politikasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

ABD aslında Çin’i 1900’lerin başından itibaren dışarıdan kontrol ediyordu. ABD, Çin’i bir Amerikan peyki gibi yönetmeye uzun yıllar devam etmiştir. 1925’ten itibaren Guo-Min-Dang-Komünizm mücadelesi döneminde anti-komünistleri desteklemiş, Çin’in toprak bütünlüğünü savunmuş ve ayrılıkçılara destek vermemiştir. Günümüzdeyse ABD, kendisini barış havarisi, demokrasi ve insan hakları savunucusu gibi gösterse de aslında ikiyüzlü bir politika yürütmektedir. ABD her ne kadar en büyük Doğu Türkistan diasporalarından birine ev sahipliği yapsa da buna mukabil Doğu Türkistan’daki insan hakları sorunlarına dair gözle görülür bir adım atmamaktadır. Bunun yanında bu mesele için Çin’i tehdit etmekte ve Çin’in ülke siyasetinin ABD paralelinde devam etmesi için çabalamaktadır.

ABD Ulusal İstihbarat Konseyi’nin yeni başkan için hazırladığı dünyanın geleceğine ilişkin ‘Küresel Eğilimler 2030: Alternatif Dünyalar’ adlı raporu, seçilen başkanın orta ve uzun vadeli stratejik planının geliştirilmesi için hazırlanmaktadır. 16 istihbarat teşkilatı tarafından hazırlanan raporda, gelecekte 20 yıl sonrası dünyanın gidişatı için önemli öngörülerde bulunmaktadır. En çok dikkat çeken görüşse ABD’nin 1945 yılından bu yana oluşturduğu hegemonyasının 2030 yılına doğru sona erebilecek olmasıdır. Dünyanın güç merkezinin Batı’dan Asya’ya kaymasıyla başta ekonomi olmak üzere siyasi ve güvenlik alanındaki etkileri de Asya’da cereyan edecektir. Bu tespitler yeni bir görüş olmamakla birlikte ABD’nin önemli istihbarat ve stratejik araştırma kuruluşları tarafından kabul edilmiş olması açısından önemlidir. Neticede Amerikan Barışı altındaki güç dengeleri değişecek ve Çin ve Hindistan başta olmak üzere Meksika, Endonezya, Türkiye Vietnam ve İran gibi ülkeler de bundan sonraki dünya güç dengelerinin oluşturulmasında önemli etkileri olacaktır.

ABD’nin 1945 yılından beri oluşturduğu uluslararası ekonomik ve siyasal sistemden ve düzeninden en çok istifade eden Çin’in, 30 yıl içinde dünyanın en büyük ikinci ekonomik gücü hâline geldiği ve ekonomik güce dayanan askeri modernizasyonu da kayda değer neticeler almıştır. Ekonomik ve askeri gücünü arttıran Çin’in artık siyasal ve güvenlik alanında da güç kazandığı gibi küresel etkisi olan büyük bir bölgesel güce sahiptir. Çin artık mevcut uluslararası sistemden ve düzenden rahatsızlık duymakta olduğu ve kendi ulusal çıkarları için uluslararası sistemde daha fazla söz hakkı istemektedir. Bu gelişmeler doğal olarak mevcut uluslararası sistemi ve düzenin sahibi ve hegemonya gücünü kaybetmek kaygısını yaşayan ABD’nin dikkatini çekmektedir.

Aslında ABD’nin Asya’ya yönelmesi ve stratejik açından Çin’i hedef alması söz konusu savunma raporundan önce başlamıştır. Ekonomik açıdan bölge ülkeleriyle Trans-Pasifik Ortaklık anlaşmasını gerçekleştirmeye çalışmaktadır. Değerler üzerindeyse bölge ülkeleriyle demokrasi ve insan haklarının daha da geliştirilmesi için çaba sarf etmektedir. Bu gelişmelerin sonucunda ABD-Çin arasında bölgesel liderlik konumunun çatışması, ekonomi-ticaret anlaşmazlıkları, güvenlik ve değerler (insan hakları ve demokrasi) ile Tayvan, Tibet ve Doğu Türkistan gibi ayrılıkçı problemleri dâhil bir dizi sorunları da meydana getirmektedir. Nitekim Çin ve ABD arasında yaşanan gerilimi Doğu Asya’da satranç oyununa dönüşmüş durumdadır.

 

Doğu Türkistan’ın İslâm ülkeleriyle ilişkisi nasıldır?

Doğu Türkistan ile alakalı en net ifade ne Türk dünyasının ne dünya kamuoyunun ne de İslâm âleminin bölgede olup bitenlerden bihaber olduğu gerçeğidir. Diğer bir ifadeyle günümüz konjonktürel dünyası Doğu Türkistan hususunda ‘üç maymunu’ oynamaktadır. Bunlar içerisinde İslâm dünyasına ayrı bir parantez açmak gerekmektedir. Haddizatında Doğu Türkistanlılar büyük ölçüde İslâm dünyasındaki tepkisizliğin kurbanı oluyorlar, denilebilir. Bu tepkisizlik, büyük ölçüde bilgisizlikten, enformasyon eksikliğinden ve İslâm dünyasındaki dağınıklıktan kaynaklanmaktadır. Çin’in Doğu Türkistanlılara karşı yürüttüğü mezalim İsrail’in Filistin’de yaptıklarından daha hafif değildir. Ama coğrafi uzaklığın yanı sıra Çin’in kapalı yapısı dünya Müslümanlarının bu bölgede olup bitenlerden haberdar olmasını güçleştirmektedir. Hatta İslâm dünyasında Çin’e, ABD’ye kafa tutan tavrından dolayı bir sempati bile var denilebilir.

Filistin’e destek verdiğini söyleyen Çin, ikircikli bir siyasetle aynı Müslümanları Doğu Türkistan’da katletmektedir. Çin’in Müslümanlara dönük samimi bir politika yürüttüğünü düşünmek safdillik olacaktır. Çin gelecekte kendisine rakip olarak göreceği İslâm dünyasını karşısına almaktan çekinmeyecek bir ülkedir. Maalesef İslâm ülkelerinin yönetimlerinin ‘yükselen dev’ sayılan Çin ile iyi ilişkiler içinde olmaya yönelik hassasiyetleri de Çin’in Doğu Türkistan’daki keyfi uygulamalarına zemin hazırlamaktadır. İslâm dünyası asıl kendi içinde bir birlik sağlamak ve kendi ayakları üzerinde durmak zorundadır. İslâm dünyasının bir kötüden başka bir kötüye yaslanması büyük bir hata olacaktır. Başını Türkiye’nin çekeceği ciddi bir İslâm bloğu ne ABD ne Çin diyebilmelidir.

Doğu Türkistan’daki kardeşlerimizin Türkiye’ye karşı hasret ve muhabbet içinde oldukları bilinen bir gerçektir. Doğu Türkistanlılara ‘Nereye gitmek istiyorsunuz?’ diye sorsanız ‘Önce hac farizasını yerine getirmek için Kâbe’ye gitmek istiyoruz, sonra da Türkiye’ye...’ derler. Kanaatimizce Türkiye’den Doğu Türkistanlıların beklentisi Türkiye’nin Doğu Türkistan’a karşı bir mecburiyeti ve tarihi sorumluluğu olduğu yönündedir. Bu yönüyle değerlendirildiğinde İslâm dünyasının Doğu Türkistan’la ilişkileri ülkelerini terk etmek zorunda kalanlara kucak açmak ve sadece Türkiye’de olduğu gibi birkaç sivil toplum kuruluşu ihya etmekten öteye gidememiştir. Bu anlamda İslâm dünyasının vebal altında olduğunu da söylemek gerekir.

 

Doğu Türkistan’daki olaylarla ilgili bilgi Çin dışında bir kaynaktan alınabiliyor mu?

Önde gelen uluslararası insan hakları örgütleri temsilcilerinin neredeyse tamamının araştırma yapmak veya gözlemlerde bulunmak üzere Çin'e ve özelde Doğu Türkistan ve Tibet gibi bölgelere girişleri yasaktır. Doğu Türkistan’da yaşanan ihlallerle ilgili sınırlı bilgi akışı diasporada yaşayan Uygurların medya ve sivil toplum örgütlenmeleri üzerinden sağlanabilmektedir. Bölgeye turistik ziyaret amaçla gitmeniz durumunda bile sıkı takibata uğramanız muhtemeldir.

 

Doğu Türkistan’da ne tür baskılar vardır?

Halkın işsiz bırakılarak ekonomik durumunun kötüleştirilmesi, ana dilde eğitimin kısıtlanması, dini yaşantıya yaptırımlar getirilmesi, bölgeye Çinlilerin göç ettirilerek Doğu Türkistan’ın demografik yapısının bölge halkının aleyhine değiştirilmesi, bölge zenginliklerinin Çinliler tarafından sömürülüp yerli halka bu kaynaklardan pay verilmemesi, modem şehirleşme çalışmaları adı altında Türklerin tarihi varlıklarının yok edilmesi, Uygur gençlerinin çalıştırılma bahanesiyle Çin’in içlerine götürülerek asimile edilmeye çalışılması vs. gibi hususlar yapılan baskıların en önemlilerini teşkil etmektedir.

Benzer birçok olay tozlu tarih sayfalarında yerini almıştır. Bugün Doğu Türkistan halkı yaşadıkları mağduriyete itiraz edip durumun düzeltilmesi için hür dünyanın demokrasi bekçilerinden (!), İslâm âleminden ve Türk dünyasından destek beklemektedir.

Doğu Türkistan’da yaşanan haksızlıkları kısaca şu şekilde değerlendirmek mümkündür:

a. İşgal: Doğu Türkistan, 1949 yılından bu yana Komünist Çin yönetiminin işgali altında bulunmaktadır ve bölgede 30 milyonu aşkın Müslüman-Türk yaşamaktadır. Doğu Türkistan’ı oluşturan halk Türk milletinin birer parçası olan Uygur, Kazak, Özbek, Kırgız, Tatar ve diğer Türk boylarından oluşmaktadır. İşgal altındaki Doğu Türkistan toprakları tarih boyunca Türklere vatan olmuştur. Hâl böyleyken uluslararası örgütlerin en büyüğü olan ve varlık sebebi insanlığa onurlu bir yaşam sağlamak, yaşanması muhtemel sorunların barışçıl yollarlaçözülmesine zemin hazırlamak olan BM’nin Doğu Türkistan’da mukîm insanların işgal ve zulüm altında kalmasına göz yumması düşündürücüdür.

b. İnsan Hakları İhlalleri: Bölgede 1949 yılından beri yoğun bir şekilde insan hakları ihlali suçu işlenmektedir. İnsan hakkı ihlallerinin çoğunun baskıcı kanunlardan ve Çin Hükümeti'nin resmi politikalarından kaynaklandığı bilinen bir gerçektir. İnsan hakları kuruluşlarını bölgede açık bir şekilde faaliyet göstermesi yasaktır. Çin Hükümeti ‘insan hakları’ konusu mevzubahis olunca işbirliğinden âdeta kaçmaktadır. Nitekim Doğu Türkistan’da etnik grup mensuplarının temel insan haklarının şiddetle bastırıldığı, çoğu zaman yargılanma olmaksızın tutuklandıkları, siyasi tutuklularınsa uluslararası adalet standartlarından çok uzak yargılanmalar neticesinde mahkûm edildikleri ve her yıl yüzlerce Müslüman-Türk’ün stadyumlarda festival havasında idam edildikleri, dahası kararlar verilirken suçun tespiti cihetine gidilmediği uluslararası kuruluşların raporlarında belirtilmektedir.

c. Soykırım: Komünist Çin ordularının Doğu Türkistan’daki ilk komutanı olarak bilinen ve ‘Doğu Türkistan celladı’ diye nam salan Wang Zhen; ‘Devrim aleyhtarı unsurları yok etmek’ sloganıyla 250.000’den fazla Doğu Türkistan Türkü’nü 1952 yılında öldürerek büyük bir soykırıma imza atmıştır. Üstelik bu soykırım her türlü dünya medeniyetini koruma amacıyla kurulan uluslararası örgütlerin gözü önünde rahatça yapılabilmiştir. 1949 yılından itibaren değişik tarihlerde benzer katliamlar vukubulmuştur. 1990 Barın, 1997 Gulca, 2009 Urumçi ve 2015 Aksu olayları bu soykırımın bir nevi devam ettiğinin göstergeleri niteliğindedir. Zikredilen olaylarda binlerce masum sıvil halk katledilmiş, binlercesi yaralanmış ve yine binlercesi hapse atılmıştır.

ç. Çinli Göçmenler ve Asimilasyon: 1949 işgalinden sonra Doğu Türkistan topraklarına Çin yönetimi tarafından düzenli olarak Han Çinlileri yerleştirilmeye başlanmıştır. Böylelikle Doğu Türkistan’da Türklerin nüfusuna eşit hatta aşkın bir Çinli nüfus oluşturma politikası güdülmüştür. Buradaki amaç Doğu Türkistan’ın demografik yapısını değiştirip bölgeyi tamamıyla Çinlileştirmektir. 1949 yılında işgalden önce Doğu Türkistan sınırlarında 93 civarında olan Çinli nüfus, bugün itibarıyla 9650’yi geçmiştir. Urumçi’de ise nüfus oranı %90 seviyesinde Çinliler lehinedir.

d. Kadınlara Kürtaj: Doğu Türkistan topraklarında nüfus yapısına ilişkin olarak zorunlu doğum kontrolü ve toplu kürtaj uygulanmaktadır. Çin yönetimi Türklerin şehirlerde iki, kırsaldaysa üçten fazla çocuk sahibi olmalarını kesinlikle yasaklanmıştır. Bu yasağa uymayanlar çok ağır ekonomik ve idari cezalara çarptırılmaktadır. Özellikle kırsal kesimlerde yaşayan köylü kadınlar, hiçbir sağlık veya hijyen tedbiri alınmaksızın zorunlu ve toplu kürtaj operasyonuna tabi tutulmaktadır. Mesela 1991 yılında Hoten vilayetine bağlı Karakaş ilçesinde zorunlu olarak kürtaja tabi tutulan kadınların sayısı 18.765’tir. Bu sayı ilçedeki anne adaylarının %49’unu teşkil etmektedir. Yasa dışında doğan çocuklar, vatandaşlık ve isim hakkı gibi insani haklardan yoksun bırakılmaktadır.

e. Self-Determinasyon Hakkı: Milletlerin kendi geleceklerini belirleme (self-determination) hakkını kullanmasının bilhassa 1. Dünya Savaşı sonrasında çok görülen bir şekli olan, halkoyuna başvurma (plebisit) uygulamasının en son örneği Doğu Timor’da, 30 Ağustos 1999’da gerçekleştirilmiştir. BM gözetimi altında Endonezya Dışişleri Bakanı Ali Alatas ile Portekiz Dışişleri Bakanı Jaime Gama arasında 5 Mayıs 1999 tarihinde New York’da imzalanan anlaşma uyarınca yapılan halkoylaması sonucunda Doğu Timor halkı mevcut Endonezya yönetimini reddederek kullanılan oyların %78,5’i ile bağımsızlık kararı almıştır. Doğu Timor sorunu dünya gündeminde 1975 yılından itibaren yerini almıştır. Hâlbuki Doğu Türkistan meselesi daha uzun süredir hakkaniyetli bir çözüm bulunması ve halkına kendi geleceğini belirleme hakkının tanınması için sümen altı edilmiş vaziyettedir. Bu iki bölgeyle ilgili veriler karşılaştırıldığında açıkça görüleceği üzere hiçbir zaman bağımsız bir devlet olarak ortaya çıkmamış bir bölgeye kendi geleceklerini belirleme hakkı tanınırken Doğu Türkistan için bu hak söz konusu bile edilmemektedir. Bir an önce Doğu Türkistan’ın gerçek sahiplerine self-determinasyon hakkının sağlanması için gerekli girişimler yapılmalıdır. Ancak bu girişimde bulunurken Doğu Türkistan topraklarına sonradan göç ettirilen Çinlilerin bulunduğunu göz ardı edilmeyip yapılacak halk oylamasına ancak ve ancak bu ülkenin gerçek sahiplerinin katılması gerektiği kararının alınması da gerekmektedir.

f. Doğu Türkistan’daki İdarecilerin Çinli Olması: Doğu Türkistan halkı aslında Pekin’den atanan idareciler tarafından yönetilmektedir. Bu yöneticilerse Doğu Türkistan Türklerinin sorunlarını ve ihtiyaçlarını giderme anlayışıyla hareket etmemektedir. Doğu Türkistan’daki devlet dairelerinde memurların büyük çoğunluğunu Çinliler oluşturmaktadır. Çin parlamentosunaysa çok az sayıdaki Türk, Çin Komünist Partisi’nin direktifleri doğrultusunda demokratik olmayan usullerle âdeta atanmaktadır.

g. Ekonomik Sefalet ve Çalışma Hürriyeti: Doğu Türkistan’da yaşayanlar için çalışma ve iktisadi hayat da Çin yönetimi tarafından oldukça kısıtlanmış durumdadır. Mesela Urumçi’de geleneksel kıyafetler üreten veya satan girişimciler birçok zorlukla karşılaşmakta hatta iş yerlerini kapatmak durumunda kalabilmektedirler. Bunun dışında Doğu Türkistan halkının genel gelir seviyesiyle ilgili elimizdeki veriler Çin kaynaklı olduğundan güvenilirlikleri tartışılır durumdadır. Nitekim Özerk Bölge idaresinin Kasım 2001’de yayımladığı bir raporunda da Doğu Türkistan’da kişi başına düşen milli gelir yıllık 100 dolarken, yine Doğu Türkistan’daki bir Çinlinin yıllık geliri bir Müslüman-Türk’ün gelirinin 3,6 kat fazlası yani 360 dolardır. Ayrıca Doğu Türkistan’da yaşayan Çinlilerin işsizlik sorunu yok denecek kadar azken aynı bölgede yaşayan Türklerin %90’ı işsizlikle mücadele etmektedir.

Doğu Türkistan yeraltı ve yerüstü kaynaklarıyla dünyanın en zengin bölgelerinden biri olmasına rağmen halkı günümüzde dünyanın en çok sefalet çeken milletleri arasındadır. İpek Yolu ticaretinin sürdüğü yıllarda refah ve kültür seviyesiyle medeniyetinin zirvesinde olan Doğu Türkistan halkı, işlenmeyi bekleyen veya Çin tarafından el konulan tonlarca kaynağıyla eski günlerini özlemle anmaktadır.

h. Doğu Türkistan’da Dini Hürriyetin Kısıtlanması: Çin yönetimince 1978 yılına kadar ‘din’, özellikle İslâmiyet, afyon olarak nitelendirilmekteydi ve dini faaliyetlerin özgürce yapılması kısıtlanmaktaydı. Hâlbuki İnsan Hakları Beyannamesi’nin 9. maddesinde ‘her insanın düşünce, vicdan ve din hürriyetine sahip olduğu’ belirtilmiştir. İnsan Hakları Beyannamesi, BM Irk Ayrımcılığı Sözleşmesi ve benzeri uluslararası anlaşmaları hiçe sayan Çin yönetimi dini, sistem içinde kontrol altına almakla kalmamış, ayrıca ulusal birliği tehdit ettiği gerekçesiyle ve komünist dikta sisteminin devamı gayesiyle yok etmeyi hedeflemiştir. 1982 Çin Anayasası’nın 13. maddesinde ‘Her Çin vatandaşı kendi inanç hürriyetine sahiptir.’ diye belirtilmiş olmasına rağmen bu madde alenen ihlal edilmektedir. Doğu Türkistan’da yaşayan Müslüman halkın camide cemaat hâlinde ibadet etmeleri, memur ve işçilerin ibadethanelere gitmeleri ve ibadet etmeleri, oruç tutmaları, dini bayramları kutlamaları zaman zaman yasaklanmıştır. İbadetleri tespit edilenler işten atılmakta veya para cezalarına çarptırılmaktadır. Kadınların, kızların dini yaşantılarına, 18 yaşından küçüklerin dini kurslara katılıp eğitim görmelerine ve camilere girmelerine, ibadet etmelerine yasak getirilmiş, özel şahısların da dini okul veya kurs açmalarının önü kesilmiştir. Doğu Türkistan’da 29.000’den fazla cami ya askeri binalara veya ahırlara çevrilmiştir. Doğu Türkistan’daki durum Filistin, Keşmir, Çeçenistan veya Bosna’da yaşananlardan çok daha vahimdir.

ı. Eğitim Sorunları: Her ne kadar Çin Hükümeti, bireylerin eğitim hakkına dair BM’ye garantiler vermiş, azınlık dillerinin sistemleştirilmesi ve azınlık okullarının idare hakkı elde etmesiyle ilgili çalışmaları olduğunu belirtmişse de söz konusu Doğu Türkistan olduğunda hükümeti sözleriyle uygulamaları arasında tezatlar görülmektedir. Doğu Türkistan’da eğitim alanında muazzam boyutlarda bir eşitsizliğin yaşandığı bölge halkıyla yapılan görüşmelerden açık bir şekilde anlaşılmaktadır. Dinine, milliyetine veya bağımsızlık isteğine istinaden söylediği herhangi bir sözden dolayı Doğu Türkistanlı bir öğrenci okuldan atılabilir, dövülebilir, işkence görebilir ya da hapsedilebilir.

i. Nükleer Denemeler: Çin'in en büyük nükleer merkezi ve deneme alanı Doğu Türkistan’ın Taklamakan Çölü’ndeki Lop-Nor Gölü civarında bulunmaktadır. Ayrıca Çin’in ‘nükleer füze üssü’nün de bu bölgede olduğunu ‘Quick’ dergisi 1988 yılında açıklamıştır. Bölgede 16 Ekim 1964’ten 1997’ye kadar hiçbir koruyucu tedbir alınmadan 11’i yeraltında olmak üzere 46 nükleer deneme yapılmıştır. Nükleer denemelerin yarattığı etkiler insan sağlığını bozmanın dışında ekolojik dengeyi de olumsuz yönde etkilemektedir. Halk çeşitli hastalıklara yakalanmakta, çocuklar sakat doğmakta veya ölmektedir. Bütün bu süreç herkesin gözü önünde yaşandığı hâlde konuya ilişkin hiçbir tedbir alınmamaktadır. Sovyet Nükleer Bakteriyolojik Silah Programı’nda görev alan Ken Alibek’in, ABD’ye kaçtıktan sonra ilk baskısı 1992 yılında yayımlanan ‘Biohazard’ kitabında Bostun Gölü yakınındaki Malan’da Çinlilerin gizli nükleer üslerinin olduğu bilgisi yer almaktadır.

j. Doğu Türkistan’ın Sömürülmesi: Doğu Türkistan tüm yeraltı zenginliklerine ve bereketli topraklarına rağmen günümüzde Çin’in en fakir bölgelerinden biri durumundadır. Çin ekonomisinin temel ham madde sağlayıcısı konumunda olan Doğu Türkistan’ın yaşadığı bu çelişkili durum oldukça manidardır. Doğu Türkistan’ın uranyum, doğal gaz, petrol ve altın gibi madenleri Çin’e transfer edilmekte ve bu doğal kaynakların kullanımı her yönüyle merkezi yönetimin denetimi altında tutulmaktadır. Bu durumun bir sonucu olarak Doğu Türkistan halkının %90’ına yakını da açlık sınırının altında hayatlarını devam ettirmeye çalışmaktadır.

k. Yargısız ve Keyfi İnfazlar: Her türlü insan hakları ihlalinin yoğun ve keyfi şekilde yaşandığı Doğu Türkistan’da son derece sağlıksız şartların olduğu hapishanelerde tutukluların bir kısmı gardiyanlarca ve askerlerce kasıtlı ve keyfi şekilde ateş edilerek ya da işkencelere tabi tutularak öldürülmektedir. Özellikle bağımsızlık ve özgürlük talebiyle cezalandırılan siyasi tutukluların penceresi olmayan odalarda beton zeminlerde ayakları zincire vurulmuş vaziyette tutuldukları hatta tuvalet ihtiyaçlarını bile yattıkları yerlerde karşıladıkları bilinmekte olup bu durum insan hakları raporlarında da kayda alınmıştır. Hatta infazların bir kısmı mahkemenin hemen ardından tutuklunun yakınlarına haber verilmeksizin gerçekleştirilmektedir. Dahası infazlarda kullanılan mermiler ailelere fatura edilmektedir.

 

2016 yılı Sonrası Doğu Türkistan’da Neler yaşanmaktadır?

2016 yılı Mart ayından bu yana Doğu Türkistanda yaşanan gelişmeler gerçek manada bir kültürel asimilasyon ve ırkı aşağılama olarak değerlendirilebilir. Yurt dışında ikamet eden Doğu Türkistanlıları tehdit, şantaj ve korkutma ile başlayan ve Doğu Türkistan’a dönmelerini amaçlayan bu süreç, dönmeyen veya dönmemekte ısrar eden Doğu Türkistanlıların yakınlarının hapse atılmasıyla devam etmiştir.

BM raporlarında da belirtildiği üzere, son iki yılı aşkın süreçte resmi 1 milyonu aşkın, gayri resmi 5-7 milyon Doğu Türkistanlı ‘yeniden eğitim adı altında ‘terbiye kampları’na sokulmuş veya hapse atılmış, ‘kardeş aile projesi’ adı altında Çin istihbarat elemanları Doğu Türkistanlıların evlerine yerleştirilerek birlikte yaşamaya zorlanmış, genç Doğu Türkistanlı kızlar Çinli erkeklerle evlendirilmeye mecbur bırakılmış, Ramazan ayında gündüz vakti içki içme partileri düzenlenmiş, içki satmayan dükkanlar kapatılmış veya sahipleri hapse atılmış, Doğu Türkistanlı çocuklar kreşlere toplanarak Çin kültürü, giyim kuşamı ve örf-adetleriyle yetiştirilmeye başlanmış, Doğu Türkistan ile dışarıdan irtibat kurmak, telefonla dahi görüşmek imkansız hale gelmiştir. Hapse atılan veya kamplara tıkılan insanların akıbetinden haber alınamamakta, hayatını kaybedenlerin naaşlarına ise aylar sonra ulaşılabilmektedir.

Bütün bu gayri insanı muameleye tabi tutulan Doğu Türkistanlıların durumu insan hafzalasının alamayacağı acılarla dolu hikayeler ortaya çıkarmış durumdadır. Doğu Türkistan’da yaşananlar üzerinden oluşturulan ve ajite edilen söylemlerle hem vatandaşlarımızın hem de ülkemizdeki Doğu Türkistanlıların galeyana gelmemesine azami dikkat edilmelidir. Aynı şekilde Çin devlet yetkililerinden de hassasiyetleri göz önünde bulundurarak, Doğu Türkistan’da yaşanan bu insanlık dışı uygulamalara son vermesi ivedilikle istenmelidir.

 

Mehmed Zahid Aydar

Mîsak Dergisi

Sayı: 366 / Mayıs 2021