Tarih boyunca her kavme kendi içlerinden, kendi dilleriyle konuşan bir Rasul veya nebi gönderilmiştir. Peygamber gönderilmesinin hikmeti; insanların muhtaç oldukları ilimleri öğrenmelerine ve her iki âlemde saadete ermelerine vesile olmaktır. Tevhid mücadelesinin önderleri olan peygamberler, Allah (cc) ile insan arasında, ulûhiyete, hakikate ve sevgiye dayalı münasebeti kurmaya gayret etmişlerdir. İnsanların kalplerini mutmain kılmak ve şüphelerini gidermek için Allah (cc); peygamberlikle görevlendirdiği kimseleri, bazı mucizeler ile teyit etmiştir. Peygamberimiz Efendimiz (sav); “İnsanların en çok musibete uğrayanları evvela peygamberlerdir, sonra derecelerine göre (veliler ve salihler) gelir. Kişi dinine göre belâ ve imtihanlara maruz kalır. Eğer dine bağlılığı varsa, belâsı daha da artar. Fakat dininde gevşek yaşıyorsa ona göre musibetlerle karşılaşır. Kişiye belâlar gelir gelir de artık onun üzerinde hiçbir günah kalmaz.”(Tirmizi, Zühd 57)
Peygamberlik, Tebliğ ve
Hikmet
|
İslâm Dünyasını
demokrasi ve insan hakları(!) adına kan gölüne çeviren yeryüzü müstekbirleri ve
yerli işbirlikçileri, Mısır’da seçimi müslümanların kazanmasına tahammül
edememişlerdi. Darbe ile neticelenen bu süreci organize eden çevreler
karşılarında muazzam bir direniş sergileyen Mısır halkını buldular. Askeri
konseyin bugün yarın devrileceğini iddia eden anlı şanlı yazarlarımızın sosyal
medya üzerinden bizlere sabah akşam zafer vadettiği günlerdi. Muhterem N.
Mehmet Solmazi* hocamız ile tanışmak ve sohbet etmek imkânı
böyle bir dönemde nasib olmuştu: “Bu zalimler, bu topraklar için çok kan döktü
ve çok bedel ödediler. Kan dökmeden de öylece bırakıp gitmezler” tesbiti,
ömrünü vakfettiği mücâdelesiyle elde ettiği tecrübenin ve Peygamberler Tarihi
üzerine yaptığı çalışmalarının özeti gibiydi. 30 Haziran 2013 tarihinde Tahrir
Meydanı’nda başlayan eylemler, 14 Ağustos 2013 günü sabah erken saatlerde
zırhlı araçlar, buldozerler ve keskin nişancılarla sivil halka karşı büyük bir
katliâma dönüştü ve dünya sessiz kaldı...
Efendimiz (sav)
buyurdular:
“İnsanların en çok
musibete uğrayanları evvela peygamberlerdir, sonra derecelerine göre (veliler ve salihler) gelir. Kişi dinine göre
belâ ve imtihanlara maruz kalır. Eğer dine bağlılığı varsa, belâsı daha da
artar. Fakat dininde gevşek yaşıyorsa ona göre musibetlerle karşılaşır. Kişiye
belâlar gelir gelir de artık onun üzerinde hiçbir günah kalmaz.” (Tirmizi,
Zühd 57)
Takdim
“Tarih boyunca her kavme kendi içlerinden,
kendi dilleriyle konuşan bir Rasul veya nebi gönderilmiştir. Peygamber
gönderilmesinin hikmeti; insanların muhtaç oldukları ilimleri öğrenmelerine ve
her iki âlemde saadete ermelerine vesile olmaktır. Tevhid mücadelesinin
önderleri olan peygamberler, Allah (cc) ile insan arasında, ulûhiyete, hakikate
ve sevgiye dayalı münasebeti kurmaya gayret etmişlerdir. Ulûhiyet, hakikat ve
sevgi arasındaki bu münasebetin hedefi, sadece Allah’a (cc) iman ve ihlâsla
teslim olma halinin insanın kalbine yerleştirilmesidir. Kulluk,
peygamberlerimizin ifade buyurduğu gibi ‘Allah’ın yasakladığı şeylerden
uzaklaşmak ve yapılmasını emrettiği her şeyi ihlâsla edâ etmektir! Hiç şüphesiz
ki, ihlâsla kulluğun neticesi, âhirette görülecek olan mükâfattır. O’na (cc)
isyanın karşılığı da âhirette farklı cezalara çarptırılmaktır.
Muhkem nasslarda yer alan hükümlerde;
bütün peygamberlerin, insanları Allahû Teâla’nın (cc) varlığına ve birliğine
iman etmeye, ihlâsla O’na teslim olmaya davet ettikleri beyan edilmiştir.
Tebliğ ettikleri hakikatin itikadi boyutu aynıdır. Kur’ân-ı Kerim’de: ‘Andolsun
ki biz her kavme Allah’a ibâdet edin, tağuta kulluk etmekten kaçının diye (tebliğat
yapması için) bir peygamber göndermişizdir’ ( En Nahl Sûresi:
36) hükmü beyan buyurulmuştur. İnsanların kalplerini mutmain kılmak ve
şüphelerini gidermek için Allah (cc); peygamberlikle görevlendirdiği kimseleri,
bazı mucizeler ile teyit etmiştir. Peygamberimiz Efendimiz’in (sav) ‘Gönderilmiş
olan her peygambere, insanların iman etmelerine vesile olacak, bir mucize
verilmiştir’ buyurduğu malumdur.
Daima ilâhî murakabe altında olan
Peygamberler ile ilgili değişmeyen hüküm şudur: Allah (cc) insanlara gönderdiği
rasullere ve nebilere itaat etmelerini farz kılmıştır. İslâmî ıstılahta
sünnetin, ‘Peygamberimiz Efendimiz’den (sav) sadır olan söz, fıil ve
takrirleridir’ şeklinde tarif edildiği malumdur. Muhaddis İbn-i Huzeyme (rh.a);
‘Şahsi kanaat ve rey ile sünnete karşı çıkılamayacağını, velev ki akıl ile
hikmeti kavranamasa dahi sünnete tâbî olunacağını’ beyan etmiş ve şu âyet-i
kerimeyi delil olarak zikretmiştir: ‘Allah ve Rasûlü bir işe hükmettiği
zaman; gerek mü’min olan erkek, gerek mü’min olan kadın için (o hükme
aykırı olarak) işlerinde kendilerine muhayyerlik yoktur. Kim Allah’a ve
Rasûlü’ne isyan ederse muhakkak ki o, apaçık bir sapıklıkla yolunu
sapıtmıştır.’ (El Ahzab Sûresi: 36)
Bilindiği gibi bazı muteber kaynaklarda;
amel açısından sünnet, ikili tasnife tâbî tutulmuştur. Birincisi: Uyulması
hidayet, terki kerâhet ve isâet olan sünnettir. Buna ‘Sünnet-i Hüdâ’ denilir.
Meselâ: Ezân, kamet, cemaat gibi, mütevatir haberlerle gelen sünnetler bu
sınıfa dâhildir. İkincisi: Uyulması güzel, terki mübah olan sünnetlerdir.
Buna ‘Sünnet-i-Zevâid’ denilir. Peygamberimiz Efendimiz’in
(sav) yaşadığı beldenin örfüne göre yaptığı fiiller ( uzun gömlek giymek, deveye
binmek, hurma yemek ve bunun gibi) zevâid sünnet hükmündedir. İsmet
(masumiyet), sıdk, tebliğ, fetanet ve emanet gibi sıfatlara haiz olan
peygamberlerin tebliğ ettikleri hakikatlere uygun amellerde bulunmak, her
Müslümanın üzerine farzdır. Sünnetûllahı hafife alan, risâlet ve nübüvvet
vazifesinin keyfiyetini idrak edemeyen bir mükellefin, imtihanı kazanması
mümkün değildir. Tevhidin aslı; kitaba ve sünnete sımsıkı sarılmak, hevâya tâbî
olmaktan ve bid’atten ictinab etmektir.
Hesap gününe hazırlanan her Müslümanın;
Allahu Teâlâ’nın (cc): ‘Bir de peygamber size ne emir verdiyse onu
tutun. Nehyettiğinden de sakının’ (El Haşr Sûresi: 7) emrine ittiba
etmesi farzdır.” (S. 9)
İnsanın Yaratılışı
İnsanın yaratılışı ve sahip olduğu
vasıflarla ilgili olarak mütefekkir Muhiddin İbn-i Arabî, bir ârif’i
konuşturur:
“Allah (cc); tertemiz bir kalp, hassas bir
duyuş, keskin bir bakış, tat alma duygusu, güzel koku alma özelliği, yumuşak
bir dokunma hissi, konuşan bir dil, sağlıklı bir akıl, ince bir anlayış, saf
bir zihin, iyiyi kötüden ayırabilecek bir temyiz gücü, düşünme ve anlama
özelliği, dileme, isteme ve seçme vasfı gibi üstün özellikleri insana bahşetti.
Dünya nimetleri ise meşakkat ve
sıkıntılarla yan yanadır. Lezzetleri elemlerle, sevinçleri hüzünle, ferahlığı
gamla, rahatı yorgunlukla, izzeti zilletle, saflığı bulanıklıkla, zenginliği
fakirlikle, sağlığı hastalıkla karışıktır. Dünya ehli, dünyada nimetlenir gibi
görünürken azap çekerler, güven içinde görünürken aldanmışlık hâlindedirler.
Mükerrer bir görünümde iken aşağılanmış durumdadırlar, huzur ve emniyet değil,
korku ve ürperti içindedirler.
İki zıt şey arasında gelir giderler;
aydınlık ve karanlık, gece ve gündüz, yaz ve kış, soğuk ve sıcak, kuru ve yaş,
susuzluk ve kanmışlık, açlık ve tokluk, uyku ve uyanıklık, rahat ve yorgunluk,
gençlik ve ihtiyarlık, kuvvetlilik ve zayıflık, hayat ve ölüm gibi zıtlar
arasında şaşkın şaşkın dolaşır dururlar. (S.15-17)
Allah (cc)’ın Peygamber
Göndermesinin Sebebi ve Hikmeti
Allah (cc), peygamberlerini kullarına göndermiştir
ki, cennet hayatının müjdesini versinler, oraya davet edip teşvik etsinler, o
hayatın yolunu ve oraya varmadan bu dünya hayatında nasıl bir hazırlık
yapmaları gerektiğini göstersinler. Peygamberler göndermenin bir gayesi de,
kullara dünyevi alışkanlıklardan en kolay nasıl kurtulacaklarını, onun lezzet
ve şehvet ağlarından nasıl kaçabileceklerini, dünyevî güçlük ve meşakkatlerin,
musibetlerin açtığı yaraları, tekrar tamir etmek isterlerse bunun en hafif bir
şekilde nasıl yapılabileceğini öğretmektedir. Dünya nimetlerinin elden
kaçmasından sakındırmışlardır. Zira onu kaçıran kişi, apaçık bir kayba uğramış
demektir.” (S.18)
Merhum Ömer Nasûhi Bilmen’in yazdıkları da
şöyledir: “Allah (cc), kendisinin mukaddes varlığını, birliğini bilmeleri için
ve kendisine ibâdet ve itaatte bulunmaları için insanları yaratmış, onları
diğer birçok yaratılmışlar arasında akıl ile fikir ile seçkin kılmıştır. Bunun
için bir insan kendi aklını, fikrini güzel kullandığı takdirde, kendisini
yaratan, kendisine düşünme kabiliyetini veren bir yaratıcının varlığını sezer,
kendisinin ve kendi çevresini kaplamış olan varlıkların öyle gelişi güzel
kendiliklerinden var olmamış olduğunu anlar, bu sebeple kendisinde bir ulûhiyet
düşüncesi uyanır, bir muazzam yaratıcının eseri olduğuna hükmedebilir. Fakat o
büyük yaratıcıyı şanına layık bir şekilde bilemez, onun rızasına uygun olan
ibâdetlerin nelerden ibaret olacağını kestiremez, kendi yaratılışındaki
hikmetin neden ibaret bulunduğunu anlayamaz, insanların birbirine karşı olan
haklarını, vazifelerini layıkı ile tayin edemez. Nihayet yaratılışına aykırı
yürür de haberi olmaz, vahşette cehalette kalır da farkına varamaz, ebedi
saadetten mahrum olur da bunu evvelce anlayıp yüreği sızlamaz. Nitekim
peygamberlerin varlığından haberleri olmayan veya peygamberlerin bildirdikleri
hakikatleri bozup değiştiren birçok milletler, sapıtmış, insanlığa yakışmayacak
bir duruma gelmiş, aralarında her türlü vahşicesine haller türemiş, insanlara,
ağaçlara taşlara tapınıp durmakta bulunmuşlardır.
İşte insanları bu gibi çirkin, korkunç
hallerden kurtarmak, insanlara dini ve dünyevi vazifelerini öğretmek,
kendilerine uyanları dünyada da âhirette de selamete, saadete erdirmek için
birer ilâhî rehber olan peygamberlere ihtiyaç vardır. Bu sebeple Allah kendi
fazl ve keremiyle insanlara peygamberler göndermiş ve bu şekilde insanlar
hakkında ‘Hüccet-i ilâhîyesi’ [Allah (cc)’ın göndermiş olduğu delili] tamam
olmuş, artık kimsenin “Ne yapayım! Allah’ı bilemedim. Allah’a dair bilgi
edinemedim” demeye imkânı kalmamıştır.” S.24
Allahû Teâlâ (cc), Peygamberimiz (sav)
hakkında şöyle buyurur: ‘Batan yıldıza and olsun ki arkadaşınız ne
sapmış ve ne de aldanmıştır. O kendi arzusu ile konuşmuyor. Bu ancak ona
indirilen bir vahiydir. Bunu ona o üstün kuvvet ve hikmet sahibi olan biri
öğretti.’ (Necm Sûresi: 53/1-5) S.28
Tebliğ
Peygamberler Allah’tan aldıkları emir ve
yasakları eksiltmeden ve ekleme yapmadan olduğu gibi insanlara bildirirler.
Peygamberler, kimseden çekinmeden, korkmadan ve her türlü tehlikeye göğüs
gererek elçilik görevini yaparlar, Allah’tan aldığı bütün emirleri eksiksiz
olarak zamanında ve yerinde insanlara bildirirler.
Peygamberlerin Aslî
Vazifesî Tebliğdir
Sıdk (doğruluk), emânet, fetânet ve ismet
peygamberlerin şahısları ile ilgili üstün özellikleridir, sıfatlarıdır. Bu
üstün özellikler, peygamberlerin dışında tam ve devamlı olarak kemaliyle hiçbir
insanda bulunmaz. Devamlı olarak yalnız peygamberler de bulunur. Bir an bile
olsa peygamberlerin aklî güçlerinin azaldığı, ahmaklaştığı, güvenilir oluşunun
zaafa uğradığı, günah işlediği asla görülmez ve düşünülemez. Peygamberlerin
aslî vazifesi tebliğdir. Bütün peygamberler tebliğ vazifelerini yapmışlar,
Allah’tan aldıkları emir ve yasakları insanlara duyurmuşlar ve anlatmışlardır.
S.37
Allah (cc), Peygamberimiz Hz. Muhammed
(sav)’e şöyle emreder:
‘Ey peygamber! Rabbinden
sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan O’nun verdiği peygamberlik
görevini yerine getirmemiş olursun.’ (Mâide
Sûresi: 5/ 67)
Bütün peygamberler tebliğ vazifelerini
yapmışlar, Allah’tan aldıkları emirleri yerine getirmişlerdir. Peygamberlere
düşen vazife sadece açık ve seçik bir tebliğdir.
Peygamberler de tebliğ ettikleri
insanlara; ‘Bizim vazifemiz açık bir şekilde Allah (cc)’ın buyruklarını
size tebliğ etmekten başka bir şey değildir’ demişlerdir. (Yâsîn
Sûresi: 36/17)
Peygamberlerin Müslümanlara
Karşı Vazifeleri
Tebliği kabul edip inanan insanlara karşı
peygamberlerin ayrıca vazifeleri vardır. Bu vazifeleri şöylece sıralayabiliriz:
Tebyin (Açıklama): Peygamberler, Allah (cc)’ın emir ve yasaklarını
açıklarlar.
Ta’lim (Öğretme): Peygamberler, Allah (cc)’ın emir ve yasaklarını
öğretirler.
Tezkiye (Temizleme): Peygamberlerin tebliğine uyup, Allah (cc)’ın
emirlerini yapan ve yasaklarından sakınan Müslümanlar; şirkten, küfürden ve
günahtan kurtulurlar, tertemiz olurlar.
Allah (cc), konu ile ilgili şöyle
buyurur: ‘Nitekim size içinizden bir peygamber gönderdik. O, size
ayetlerimizi okuyor, sizi şirkten temizliyor, size kitabı ve hikmeti öğretiyor
ve size bilmediğiniz şeyleri öğretiyor.’ (Bakara Sûresi: 2/151, Bknz:
Bakara Sûresi: 2/129, Cuma Sûresi: 62/2) S.39
Peygamberler İlâhî
Örnekler ve Önderlerdir
Peygamberler, Allah (cc)’ın emirlerini,
yasaklarını inananlara açıklarlar. Yapılacak olanları yaparak gösterirler,
örnek olurlar. Allah (cc), peygamberler hakkında şöyle buyurur: ‘Onları
bizim emrimizle doğru yolu gösteren önderler yaptık ve kendilerine hayırlar
işlemeyi, namazı dosdoğru kılmayı, zekâtı vermeyi vahyettik. Onlar sadece bize
ibâdet eden kimselerdi.’ (Enbiyâ Sûresi: 21/73)
Kur’ân-ı Kerîm’de peygamberlerin örnek ve
önder oluşları ile ilgili âyet-i kerimeler vardır. Bu âyetlerden bazılarının
meâli şöyledir:
‘İbrahim ve onunla
beraber bulunanlarda sizin için güzel bir örnek vardır.’ (Mümtahine Sûresi: 60/4)
‘Andolsun, onlarda sizin
için, Allah’ı ve âhiret gününü arzu edenler için güzel bir örnek vardır.’ (Mümtahine Sûresi: 60/6)
Allah (cc), Peygamberimiz (sav) hakkında
şöyle buyurur:
‘And olsun, Allah
(cc)’ın Rasulünde sizin için, Allah’a ve âhiret gününe kavuşmayı uman, Allah’ı
çok zikreden kimseler için güzel bir örnek vardır.’ (Ahzâb Sûresi: 33/21) S. 61
Peygamberimiz (sav)’in
Sünneti
Peygamberimiz (sav)’in sözlerine,
fîillerine ve davranışlarına sünnet denir. Sünnet, Kur ân’dan sonra dinin
ikinci kaynağıdır. Kur’ân’ın nasıl anlaşılması gerektiğini, nasıl
uygulanacağını, vahyin hedeflerini ve örnek insanlık kurumunu sünnetle
öğrenebiliriz. Sünnet, Kur’ân’ın kısa, özlü, mücmel (kapalı) olan ayetlerini ve
hükümlerini açıklar. Peygamberimiz (sav); ahlakı, İslâm’ı uygulaması, yaşayışı,
hal, hareket ve tavırlarıyla insanlara örnek olur.
Peygamberimiz (sav)’in sünneti; vahyin
istediği, Allah (cc)’ın razı olduğu insan tipinin, yaşama şeklinin
göstergesidir. Peygamberimiz (sav)’in hayatını, sözlerini, sünnetini bir tarafa
atarak ‘Ben doğru yoldayım’ demek mümkün değildir.
“Peygamberimizin sünneti, Hz. Nuh’un
gemisi gibidir. Tufandan kurtulmak isteyen her mükellefin sünnete uyması
farzdır. Rasûlullâh’ın sünnetine uymak dinin aslî rükünlerindendir. Zira
sünnete uymadan İslâmî bir hayat yaşamanın imkânı yoktur. Çünkü her hangi bir
dinin, peygamberi olmadan insanlara ulaştırılması, anlaşılması, yerleşmesi ve
kurumlaşması mümkün değildir, Peygamberimiz (sav) bir taraftan Kur’ânı tebliğ
ve tefsir etmiş, diğer taraftan onun kendisine havale ettiği hükümleri
tanımlamış, böylece onu herkesin anlayabileceği mükemmelliğe ulaştırmıştır.
Rasûlullâh’ın sünneti ve siyreti, vahyin pratiğini yansıtan rahmet aynasıdır.”
S.72
Sünnet’e Uyulmasını
Emreden Ayetler
Peygamberimiz (sav)’in Sünnet’ine
uyulmasının gerekli olduğunu bildiren âyetlerin meâli şöyledir:
‘Peygamber size ne
verirse onu alın, neyi yasaklarsa ondan da kaçının.’ (Haşr Sûresi: 59/ 7)
‘Kim peygambere itaat
ederse, Allah’a itaat etmiş olur. Kim de yüz çevirirse, bilsin ki, biz seni
onlara koruyucu olarak göndermedik.’ (Nisâ
Sûresi: 4/ 80)
‘De ki: Eğer Allah’ı
seviyorsanız, hemen bana uyun ki, Allah da sizi sevsin. Günahlarınızı
bağışlasın. Allah çok bağışlayıcı, çok merhametlidir.’ (Al-i İmran Sûresi: 3/ 31)
‘Hayır! Rabbine and
olsun ki, onlar aralarında çıkan çekişmeli işlerde seni hakem yapıp, sonra da
verdiğin hükme içlerinde hiçbir sıkıntı olmaksızın tam bir teslimiyetle boyun
eğmedikçe iman etmiş olmaz.’ (Nisâ
Sûresi: 4/ 65)
Bu ayetler; uyulacak, izi takip edilecek,
ahlakı ve yaşayışı örnek alınacak insanın Peygamberimiz (sav) olduğunu bildiriyor.
(S.73)
Peygamber Doğru Yol
Üzerindedir ve O’na İtaat Farzdır .
Allah (cc), peygamberine itaati de
emretmiştir; ‘Allah’a itaat edin, peygambere itaat edin. Eğer yüz
çevirirseniz, bilin ki, elçimize düşen sadece apaçık bir tebliğdir.’ (Teğabun
Sûresi: 64/12)
Peygamberler, Allah (cc)’ın elçileridir.
Allah’ı seven O’nun elçisine candan bağlı olur, emirlerini tutar, Allah’ı
sevdiğini ispat eder. Peygamberler, sözleri doğru, işleri doğru yaptıkları
doğru, insanlardır. Allah (cc), Peygamberimiz (sav)’e şöyle hitap eder:
‘Muhakkak ki sen,
gönderilen peygamberlerdensin. Doğru bir yol üzerindesin.’ (Yâsîn Sûresi: 36/ 3, 4)
İmanın olgun ve kuvvetli olmasının
alâmeti; Allah (cc)’ın peygamber vasıtası ile bildirdiği bütün emir ve
hükümlere uymak, yasak ettiği şeylerden de sakınmaktır. Bu ayetler; uyulacak,
izi takip edilecek, ahlakı ve yaşayışı örnek alınacak insanın Peygamberimiz
(sav) olduğunu bildiriyor. (S.74)
Hoşça Karşılanan
Peygamber Yoktur
Kur’ân-ı Kerim’den öğreniyoruz ki, Allah
(cc)’ın gönderdiği peygamberlere insanlar çok çeşitli tepkiler göstermişlerdir.
Peygamberleri kabul etmemişler, haklarında kâhin, deli, sihirbaz, şair gibi
çirkin isnat ve iftiralarda bulunmuşlar, tehdit etmişler, hatta öldürmüşlerdir.
Kendisine karşı çıkılmayan, zorluk gösterilmeyen, hoşça karşılanan,
peygamberliği hemen kabul edilen hiçbir peygamber yoktur. Bütün peygamberlerin
davetlerinde karşılaştığı ilk şey, kavimleri tarafından reddedilmeleridir.
Allah (cc), peygamberlerin bu müşterek özelliğini şöyle bildirir: “Biz
hangi bir ülkeye bir uyarıcı göndermişsek mutlaka oranın varlıklı ve şımarık
kişileri: ‘Biz size gönderilmiş olan şeyleri inkâr ediyoruz’ demişlerdir.” (Sebe
Sûresi: 34/34) S.93
Kâfirlerin Peygamberlere
İsnat, İftira ve Tepkileri
Allah tarafından gönderilen peygamberlere
kâfirler çeşitli isnat ve iftiralarda bulunmuşlar, çeşitli tepkiler
göstermişler, lakaplar takmışlar, onları alay edilecek insanlar olarak ilan
etmişlerdir. Mekke müşrikleri, Peygamberimiz (sav)’e, peygamberlikten önce
‘El-emin’ güvenilir insan diyorlardı. Allah peygamberlik verince deli, sihirbaz
demeye başladılar.
Allah (cc), Peygamberimiz’i teselli için
şu Ayet-i Kerim’e’yi indirdi:
‘İşte böyle! Onlardan
öncekilere hiçbir peygamber gelmemiştir ki, ‘O bir sihirbazdır’ yahut ‘bir
delidir’ demiş olmasınlar.’ (Zâriyât
Sûresi: 51/52, Ankebut Sûresi: 29/18)
‘Andolsun! Senden önceki
topluluklara da peygamber gönderdik. Onlar kendilerine gelen her peygamberle
alay ediyorlardı.’ (Hicr
Sûresi: 15/ 10, 11)
‘Onlara bir peygamber
gelmeye görsün, mutlaka onunla alay ederlerdi.’ (Zuhruf Sûresi: 43/7)
Müşriklerin
Peygamberimiz (sav)’e İsnat, İftira ve Tepkileri
“Peygamberimiz (sav): ‘İnsanlar
arasında en şiddetli belâ peygamberler üzerindedir’ buyurmuştur.
İnsanlık tarihini incelediğimiz zaman görürüz ki en büyük belâlarla
peygamberler karşılaşmışlardır. En büyük zorlukları peygamberler çekmişlerdir.
Peygamberlerin sonuncusu Hz. Muhammed (sav)’in karşılaştığı zorluklar, tahammül
ettiği belâların haddi hesabı yoktur. Peygamberimiz (sav), bütün bu belâlara,
zorluklara sabırla, tevekkül ile karşı koymuş, Allah (cc)’ın emirlerini
duyurmaya, anlatmaya ve öğretmeye çalışmıştır.” S.129
İlk Tepkiyi Ebû Leheb
Gösteriyor
Allah (cc), Peygamberimiz (sav)’e emretti:
‘Şimdi sen, sana emri
olunanı açıkça ortaya koy ve müşriklere aldırma.’ (Hicr Sûresi: 15/94)
Allah(cc)’ın bu emri gereğince
Peygamberimiz (sav) Kâbe’nin yakınında bulunan ‘Safa’ tepesine
çıktı: ‘Koşun ey Kureyş topluluğu! Size önemli bir haberim var’ diye
seslendi. Sesi duyanlar koşup geldiler: ‘Ey Muhammed sende ne haber var?’
Dediler. Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav): “Benimle sizin haliniz,
düşmanı görünce ailesini haberdâr etmek üzere koşan ve düşmanın kendisinden
önce ailesine yetişip zarar vermesinden korkarak haykıran bir adamın haline
benzer: ‘Ben size şu dağın eteğinde veya şu vadiden atlılar çıkacağını veya
sabaha, akşama düşman baskınına uğrayacağınızı bildirecek olsam, sözlerime
inanır mısınız?’ dedi.”
‘Evet inanırız. Sende şimdiye kadar
doğruluktan başka bir şeye rastlamadık. Sen bizim yanımızda itham edilmiş bir
kimse değilsin. Sen de hiçbir yalana da rastlamış değiliz, dediler.’
Bunun üzerine Peygamberimiz toplantıya katılan
ailelerin isimlerini tek tek sayarak konuşmasına devam etti. Konuşmasının
sonunda şöyle dedi:
“Sizi, ‘Allah’tan başka
ilah yoktur, O birdir. O’nun eşi, ortağı yoktur’ diye inanmaya davet ediyorum.
Ben de O Allah (cc)’ın kulu ve peygamberiyim”
Peygamberimiz (sav)’in konuşmasını sinirli
bir şekilde dinleyen amcası Ebu Leheb yerden bir taş aldı; ‘Helak olasıca! Bizi
bunun için mi buraya çağırdın?’ dedi.
Taşı Peygamberimiz (sav)’e fırlattı.
Toplananlar toplandıkları gibi dağıldı. Toplantı sonunda Ebu Leheb’in
Peygamberimiz (sav)’e karşı çıkması ve taş atması işin hazin tarafıdır.
Peygamberimiz (sav), peygamberliğinin başlangıcında ilk önce amcasından
düşmanlık görüyordu.” (S.137-138)
Yahudilerin
Peygamberimiz (sav)’e İsnat, İftira ve Tepkileri
Medine ve civarında Yahudi kabileleri
vardı. Beni Kaynuka Yahudi kabilesi Medine’nin içinde idi. Beni Kureyza Yahudi
kabilesi Fedek’te idi. Beni Nadir Yahudi kabilesi de onların yakınında idi. Medine’nin
şimalinde, Hayber’de de Yahudi kabileleri vardı. Bunlar bölgenin en zengin
insanları idi, kuvvetli kaleler içinde yaşarlardı. Ticari yönden bölgeye
hâkimdiler. Peygamberimiz (sav) Medine’ye hicret edince bunlarla anlaşma yaptı.
Yahudilerle barış halinde yaşanılacaktı, Yahudiler güven içinde olacaklardı,
kendilerine eşit muamele yapılacaktı. Dinlerini rahatça yaşayacaklar,
ticaretlerini serbestçe yapacaklar, düşmanlara karşı Medine’yi birlikte
savunacaklardı. Yahudiler, başlangıçta Peygamberimiz (sav)’e hoş davrandılar.
Bölge insanları gibi Peygamberimiz (sav)’i ve inananları da
hâkimiyetleri altına alacaklarını hesap ediyorlardı. Hesaplarının tutmayacağını
anlayınca, anlaşma olmasına rağmen Peygamberimiz (sav)’e cephe almaya
başladılar. Geçmiş peygamberlerle ilgili hileli sorular soruyorlardı. Müslüman
kadınlar ve kızlar için aleyhte şiirler ve gazeller yazıyorlardı. Bu şairlerin
başında Kâ’b bin Eşref gelirdi. Yahudiler, Müslümanları birbirine düşürmek için
her vasıtaya başvuruyorlardı. Müslüman Evs ile Hazreç kabileleri arasındaki
eski düşmanlığı tazelemek için çalışıyorlardı. Medine’de nazil olan ayetlerin
bir kısmı Yahudilerle Müslümanlar arasındaki mücadeleyi açıklar:
‘Sizden önce kendilerine
kitap verilenlerden ve Allah’a ortak koşanlardan üzücü birçok söz
işiteceksiniz. Eğer sabreder ve Allah’a karşı gelmekten sakınırsanız bilin ki,
bunlar yapmaya değer azmi gerektiren işlerdendir.’ (Al-i İmran Sûresi: 3/ 186)
Peygamberimiz (sav) ve Müslümanlar Mekke
döneminde müşriklerden üzücü sözün ötesinde çok şey işittiler, eza ve cefa
gördüler. Sabrettiler, sebat ettiler. Şimdi Medine’de idiler. Şimdi de daha
önce kendilerine kitap verilen Yahudilerin eza ve cefası ile karşı karşıya
idiler. S.178
Soğuk Savaş Başlattılar
Yahudiler, Müslümanların kendilerine tâbî
olmayacaklarını anladılar. Bedir Savaşı’ndan sonra endişeleri çoğaldı.
Müslümanların bir kuvvet olduğunu görünce hâkimiyet ümitlerini tamamen
kaybettiler, soğuk savaş başlattılar. Müslümanlarla aralarında anlaşma
olmalarına rağmen Mekke müşrikleri ile işbirliği yapıyorlar, müşriklerin
ölülerine şiirlerle övgüler yapıyorlar, intikam almak için müşrikleri teşvik
ediyorlardı.” S.182
Kaynuka Yahudileri
Savaşı Başlattı
Yahudiler Müslümanlara hakaret etmek,
onları kötülemek için her yola başvuruyorlardı. Müslüman bir kadın Yahudilerin
Kaynuka çarşısına gitmiş, ziynet eşyası alırken hakarete maruz kalmış, orada
bulunan Yahudiler gülüşmeye başlamışlar. Durumu gören bir Müslüman müdahale
etmiş, aralarında kavga çıkmış, Müslüman bir Yahudi’yi öldürmüş, Yahudiler de
Müslüman’ı öldürmüşler. Peygamberimiz (sav), Müslümanlara eziyet etmekten
vazgeçmelerini, anlaşma şartlarına uygun hareket etmelerini, yoksa Bedir’de
müşriklerin başına gelenlerin onların da başına gelebileceğini söylemiştir.
Yahudiler, Peygamberimiz (sav)’e şöyle dediler:
‘Ey Muhammed! Savaşın ne olduğunu bilmeyen
kimselerle karşılaşmana aldanma. Eğer seninle savaş yaparsak, o zaman savaşın
tadını anlarsın.’
Yahudiler, anlaşmanın geçersiz olduğunu
ilan ettiler. Yahudilerin yaptığı savaş ilânı idi. Peygamberimiz (sav),
Müslümanların Yahudiler üzerine yürümesini emretti. Yahudiler kalelerine
çekildi. Muhasara on beş gün sürdü. Yahudiler teslim olmak mecburiyetinde
kaldılar. Münafıkların başkanı Abdullah İbn-i Übey bin Selül, Peygamberimiz
(sav)’in zırhına yapıştı, şöyle dedi: ‘Allah’a yemin ederim ki, bizim bu eski
müttefikimizi affetmedikçe seni bırakmam. Çünkü bu 700 savaşçı düşmanlarımızla
yaptığımız her savaşta bizlerin yanında yer aldılar. Şimdi sen bir günde
hepsini yok etmek mi istiyorsun?’ Kaynuka Yahudileri de af istediler.
Peygamberimiz (sav) onları affetti, fakat sürgünden kurtulamadılar. Yahudi
Kaynuka kabilesi Şam taraflarına sürüldü. Medine bir Yahudi kabilesinden kan
dökülmeden kurtuldu. Münafıkların başı da kuvvetli bir müttefikinden mahrum kaldı.”
(S.183-184)
Beni Nadir Yahudilerinin Hz.
Peygamber(sav)’i öldürmek istemesi, ardından Beni Kurayza kabilesinin
Hendek’deki ihanetleri kendi sonlarını hazırladı. Yahudilerin son sığınakları
olan Hayber de onları kurtarmaya yetmedi. S.177-191
Münafıkların
Peygamberimiz (sav)’e İsnat, İftira ve Tepkileri
Münafıklık insanlar arasında ikili
oynamanın adıdır. Münâfık, İslâm’ın bir tarafından girer, öbür tarafından
çıkar. O hep girişler ve çıkışlar içerisindedir. Ama kalbinde hep küfr / inkâr
vardır. Peygamberimiz: ‘Münâfık, sürüler arasında şaşkın koyun
gibidir’ buyurur. Münâfık, ikiyüzlü olmaktan öte, İslâm’ı ve onun
inanç esaslarını hafife almanın, Müslümanları aldatmanın ve küfr ile işbirliği
yapmanın çirkin faaliyetleri içerisinde olan insandır. Münâfıklar, Allah
(cc)’ın insana sunduğu din emanetini, kulluk teklifini kabul ediyorum’ diyerek
alaya ve hafife alırlar. İnanıyorum, diyerek Müslümanların sahip olduğu
hukuktan yararlanırlar. Sonra da içinde bulundukları Müslüman topluma zarar
verecek girişimlerde bulunurlar. Münâfıklar Müslümanların ve İslâm’ın aleyhinde
çalışırlar. Bu konuda diğer fıtne unsurlarıyla, dış düşmanla işbirliği
yapmaktan çekinmezler. Bütün bunları yaparken de iz belli etmezler, gizli
davranmaya dikkat ederler, iyi insan ve Müslüman görünmeye de çalışırlar.
Münâfıklar, ya iman ettikten sonra işlerine gelmediği için gizlice İslâm’dan
çıkarlar, ya da hiç iman etmemişlerdir ama Müslümanlar arasında ben de
Müslüman’ım demişlerdir. Hangi şekilde olursa olsun, Münâfık gerçekte kâfir
veya müşrik, dış görünüşü itibarıyla Müslüman’dır. Günlük hayatta bazı Müslüman
kişilerin bir şeyler elde etmek üzere insanlara iki yüzlü davranmaları inanç
yönünden Münafıklık değil, ahlak yönünden bir düşüklüktür. Peygamberimiz (sav)
zamanında Münâfıklar, genellikle Hazreç kabilesinden ve Yahudilerdendi. Kimin
Münâfık olduğunu Peygamberimiz (sav) bilirdi, kimseye söylemezdi, Münâfıkları
idare ederdi. Fakat onlara mühim vazifeler vermezdi.” (S. 193)
Münâfığın Alâmetleri
Allah (cc) şöyle buyurur: ‘Münâfık
erkekler ve Münâfık kadınlar birbirlerindendir (birbirlerinin
benzeridir). Kötülüğü emredip, iyilikten alıkorlar, ellerini de sıkı
tutarlar. Onlar Allah’ı unuttular. Allah da onları unuttu. Şüphesiz Münâfıklar,
fasıkların ta kendileridir. Allah erkek Münâfıklara, kadın Münâfıklara ve
kâfirlere, içinde ebedî kalmak üzere cehennem ateşini vaat etti. O, onlara
yeter. Allah onlara lânet etmiştir. Onlar için sürekli bir azap vardır.’ (Tevbe
Sûresi: 9/ 67, 68)
Peygamberimiz (sav), Münâfıkların bariz
özelliklerini şöyle bildirir: ‘Münâfık’ın alameti üçtür: Söylerse yalan
söyler. Söz verirse sözünde durmaz. Kendisine emanet edilene ihanet eder.’ Bu
özelliklere sahip olanlar, iman yönünden münâfık değillerse de, ahlâken münafık
sayılır. (S.205)
Münâfıklar, İslâm dünyasının ve
Müslümanların gizli düşmanlarıdır. Bunlar, Müslüman ismi taşırlar. Müslüman
oğlu Müslüman da olabilirler, sonradan Müslümanlar arasına katılmış da
olabilirler. Faal, çalışkan hatta mücahid olarak da görünürler, Müslüman
kitleleri heyecanlandıran, aşka getiren konuşmalar yapabilirler, gerektiğinde
mâlî fedakârlıklarda bulunabilirler. Topluma önderlik yapabilirler, postnîşîn
olabilirler. Öldükleri zaman cenaze namazları kılınır, Müslüman mezarlığına
defnedilirler. Hatta iyi Müslüman bilinirler, ruhlarına fatihalar gönderilir.
Ama kalpleri kâfirdir. Küfürle doludur. Müslümanlara zarar vermek için uygun
zamanı ve zemini beklerler. Buldukları zaman da her türlü kötülüğü yaparlar.
Müslüman’ın inancını bozmak, onu küfre yaklaştırıp küfrün içine yuvarlamak
isterler.
Münâfık’ı tanımak çok zordur. Teşhis için
Müslüman’da basiret, sağlam bilgi, Kur’ânî ölçülerin olması lâzımdır. Basiret
sahibi Müslüman, sözleri ve davranışları arasındaki gizli tezatlar dolayısı ile
münafığı tanıyabilir.
Kimseye “sen münafıksın” diye açık açık
söyleyemeyiz. Çünkü kalbini bilmiyoruz, bilemeyiz. Ama yanlış sözlerini ve
hareketlerini gördüğümüz zaman o yanlış söz ve hareketler üzerinde konuşabilir,
onu bu yanlış davranışlardan vazgeçmeye uygun bir dil ile davet edebiliriz.
Veya onun kötülüklerinden kendimizi ve Müslümanları korumaya çalışabiliriz.
Münafığa karşı en pratik çare Müslüman’ca yaşamaktır.” (S.205)
Mehmed Zahid Aydar
Mîsak Dergisi
Sayı: 319 / Haziran 2017
___________________
* N. MEHMET SOLMAZ 1934
yılında Kayseri, Talas İlçesi Vengicek Köyü’nde doğdu. Kayseri Mustafa
Taşcıoğlu Kur’an Kursu’nda hıfzını tamamladıktan sonra, özel olarak Arapça
okudu. İlkokul diplomasını dışarıdan aldı. Tahsilini Kayseri İmam-Hatip Okulu
ve Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde tamamladı. Mahalle imamlığı ile
dini vazifeye başladı. Kayseri Şeker ve Tolbaşı Camii’leriyle, Ankara-Altındağ
Yeşilöz Camii’nde imamlık yaptı. Amasya Bölge Vaizliği ve Ankara Vaizliği
vazifelerinde bulundu. Cemiyet çalışmalarına 1961 yılında Kayseri’de başladı.
Ankara’da devam etti. Çeşitli mesleki ve kültürel cemiyet ve federasyonlarda
görev aldı. Türkiye Din Görevlileri Yardımlaşma Dernekleri Federasyonu’nda
Genel Sekreterlik ve Genel Başkanlık görevlerini yürüttü. Hakses Mecmuası’nın
sahip ve neşriyat müdürlüğünü yaptı. 1984 yılında Ankara Vaizliğinden emekli
oldu. Almanya ve İsviçre’de din görevlisi olarak hizmet etti. Evli ve dört
çocuk babasıdır.
Yayınlanmış eserleri. Kur’ân-ı Kerim’e
Göre Peygamberler ve Tevhid Mücadelesi (Prof. Dr. ismail Lütfü Çakan’la birlikte),
Seçme Dualar, Mehmed Akif ’ten Seçmeler, Dört Büyük İmam, Gerçeğin Özü,
Peygamber Sözü: 301 Hadis, Âlim ve Mücahid Bediüzzaman Said-i Nursî (1998) Üçlü
Tanrı İnancı: Teslis (2005), Geçmişten Geleceğe Vengicek Yazılı (Necati Solmaz
ile Birlikte 2008), İki Ömer (2009), İncillerin Hikâyesi (2012), Yol
Gösterenler (2012), Dua İbâdeti ve Kur’an’da Dua (2014), Peygamberlik, Tebliğ
ve Hikmet (2014).