Peygamberlik, Tebliğ ve Hikmet - Alparslan Aydar

Peygamberlik, Tebliğ ve Hikmet

Tarih boyunca her kavme kendi içlerinden, kendi dilleriyle konuşan bir Rasul veya nebi gönderilmiştir. Peygamber gönderilmesinin hikmeti; insanların muhtaç oldukları ilimleri öğrenmelerine ve her iki âlemde saadete ermelerine vesile olmaktır. Tevhid mücadelesinin önderleri olan peygamberler, Allah (cc) ile insan arasında, ulûhiyete, hakikate ve sevgiye dayalı münasebeti kurmaya gayret etmişlerdir. İnsanların kalplerini mutmain kılmak ve şüphelerini gidermek için Allah (cc); peygamberlikle görevlendirdiği kimseleri, bazı mucizeler ile teyit etmiştir. Peygamberimiz Efendimiz (sav); “İnsanların en çok musibete uğrayanları evvela peygamberlerdir, sonra derecelerine göre (veliler ve salihler) gelir. Kişi dinine göre belâ ve imtihanlara maruz kalır. Eğer dine bağlılığı varsa, belâsı daha da artar. Fakat dininde gevşek yaşıyorsa ona göre musibetlerle karşılaşır. Kişiye belâlar gelir gelir de artık onun üzerinde hiçbir günah kalmaz.”(Tirmizi, Zühd 57)

Peygamberlik, Tebliğ ve Hikmet
N. Mehmet Solmaz
Misak Yayınları
Mîsak Dergisi
Sayı: 319 / Haziran 2017

İslâm Dünyasını demokrasi ve insan hakları(!) adına kan gölüne çeviren yeryüzü müstekbirleri ve yerli işbirlikçileri, Mısır’da seçimi müslümanların kazanmasına tahammül edememişlerdi. Darbe ile neticelenen bu süreci organize eden çevreler karşılarında muazzam bir direniş sergileyen Mısır halkını buldular. Askeri konseyin bugün yarın devrileceğini iddia eden anlı şanlı yazarlarımızın sosyal medya üzerinden bizlere sabah akşam zafer vadettiği günlerdi. Muhterem N. Mehmet Solmazi* hocamız ile tanışmak ve sohbet etmek imkânı böyle bir dönemde nasib olmuştu: “Bu zalimler, bu topraklar için çok kan döktü ve çok bedel ödediler. Kan dökmeden de öylece bırakıp gitmezler” tesbiti, ömrünü vakfettiği mücâdelesiyle elde ettiği tecrübenin ve Peygamberler Tarihi üzerine yaptığı çalışmalarının özeti gibiydi. 30 Haziran 2013 tarihinde Tahrir Meydanı’nda başlayan eylemler, 14 Ağustos 2013 günü sabah erken saatlerde zırhlı araçlar, buldozerler ve keskin nişancılarla sivil halka karşı büyük bir katliâma dönüştü ve dünya sessiz kaldı...

Efendimiz (sav) buyurdular:

“İnsanların en çok musibete uğrayanları evvela peygamberlerdir, sonra derecelerine göre (veliler ve salihler) gelir. Kişi dinine göre belâ ve imtihanlara maruz kalır. Eğer dine bağlılığı varsa, belâsı daha da artar. Fakat dininde gevşek yaşıyorsa ona göre musibetlerle karşılaşır. Kişiye belâlar gelir gelir de artık onun üzerinde hiçbir günah kalmaz.” (Tirmizi, Zühd 57)

 

Takdim

“Tarih boyunca her kavme kendi içlerinden, kendi dilleriyle konuşan bir Rasul veya nebi gönderilmiştir. Peygamber gönderilmesinin hikmeti; insanların muhtaç oldukları ilimleri öğrenmelerine ve her iki âlemde saadete ermelerine vesile olmaktır. Tevhid mücadelesinin önderleri olan peygamberler, Allah (cc) ile insan arasında, ulûhiyete, hakikate ve sevgiye dayalı münasebeti kurmaya gayret etmişlerdir. Ulûhiyet, hakikat ve sevgi arasındaki bu münasebetin hedefi, sadece Allah’a (cc) iman ve ihlâsla teslim olma halinin insanın kalbine yerleştirilmesidir. Kulluk, peygamberlerimizin ifade buyurduğu gibi ‘Allah’ın yasakladığı şeylerden uzaklaşmak ve yapılmasını emrettiği her şeyi ihlâsla edâ etmektir! Hiç şüphesiz ki, ihlâsla kulluğun neticesi, âhirette görülecek olan mükâfattır. O’na (cc) isyanın karşılığı da âhirette farklı cezalara çarptırılmaktır.

Muhkem nasslarda yer alan hükümlerde; bütün peygamberlerin, insanları Allahû Teâla’nın (cc) varlığına ve birliğine iman etmeye, ihlâsla O’na teslim olmaya davet ettikleri beyan edilmiştir. Tebliğ ettikleri hakikatin itikadi boyutu aynıdır. Kur’ân-ı Kerim’de: ‘Andolsun ki biz her kavme Allah’a ibâdet edin, tağuta kulluk etmekten kaçının diye (tebliğat yapması için) bir peygamber göndermişizdir’ ( En Nahl Sûresi: 36) hükmü beyan buyurulmuştur. İnsanların kalplerini mutmain kılmak ve şüphelerini gidermek için Allah (cc); peygamberlikle görevlendirdiği kimseleri, bazı mucizeler ile teyit etmiştir. Peygamberimiz Efendimiz’in (sav) ‘Gönderilmiş olan her peygambere, insanların iman etmelerine vesile olacak, bir mucize verilmiştir’ buyurduğu malumdur.

Daima ilâhî murakabe altında olan Peygamberler ile ilgili değişmeyen hüküm şudur: Allah (cc) insanlara gönderdiği rasullere ve nebilere itaat etmelerini farz kılmıştır. İslâmî ıstılahta sünnetin, ‘Peygamberimiz Efendimiz’den (sav) sadır olan söz, fıil ve takrirleridir’ şeklinde tarif edildiği malumdur. Muhaddis İbn-i Huzeyme (rh.a); ‘Şahsi kanaat ve rey ile sünnete karşı çıkılamayacağını, velev ki akıl ile hikmeti kavranamasa dahi sünnete tâbî olunacağını’ beyan etmiş ve şu âyet-i kerimeyi delil olarak zikretmiştir: ‘Allah ve Rasûlü bir işe hükmettiği zaman; gerek mü’min olan erkek, gerek mü’min olan kadın için (o hükme aykırı olarak) işlerinde kendilerine muhayyerlik yoktur. Kim Allah’a ve Rasûlü’ne isyan ederse muhakkak ki o, apaçık bir sapıklıkla yolunu sapıtmıştır.’ (El Ahzab Sûresi: 36)

Bilindiği gibi bazı muteber kaynaklarda; amel açısından sünnet, ikili tasnife tâbî tutulmuştur. Birincisi: Uyulması hidayet, terki kerâhet ve isâet olan sünnettir. Buna ‘Sünnet-i Hüdâ’ denilir. Meselâ: Ezân, kamet, cemaat gibi, mütevatir haberlerle gelen sünnetler bu sınıfa dâhildir. İkincisi: Uyulması güzel, terki mübah olan sünnetlerdir. Buna ‘Sünnet-i-Zevâid’ denilir. Peygamberimiz Efendimiz’in (sav) yaşadığı beldenin örfüne göre yaptığı fiiller ( uzun gömlek giymek, deveye binmek, hurma yemek ve bunun gibi) zevâid sünnet hükmündedir. İsmet (masumiyet), sıdk, tebliğ, fetanet ve emanet gibi sıfatlara haiz olan peygamberlerin tebliğ ettikleri hakikatlere uygun amellerde bulunmak, her Müslümanın üzerine farzdır. Sünnetûllahı hafife alan, risâlet ve nübüvvet vazifesinin keyfiyetini idrak edemeyen bir mükellefin, imtihanı kazanması mümkün değildir. Tevhidin aslı; kitaba ve sünnete sımsıkı sarılmak, hevâya tâbî olmaktan ve bid’atten ictinab etmektir.

Hesap gününe hazırlanan her Müslümanın; Allahu Teâlâ’nın (cc): ‘Bir de peygamber size ne emir verdiyse onu tutun. Nehyettiğinden de sakının’ (El Haşr Sûresi: 7) emrine ittiba etmesi farzdır.” (S. 9)

 

İnsanın Yaratılışı

İnsanın yaratılışı ve sahip olduğu vasıflarla ilgili olarak mütefekkir Muhiddin İbn-i Arabî, bir ârif’i konuşturur:

“Allah (cc); tertemiz bir kalp, hassas bir duyuş, keskin bir bakış, tat alma duygusu, güzel koku alma özelliği, yumuşak bir dokunma hissi, konuşan bir dil, sağlıklı bir akıl, ince bir anlayış, saf bir zihin, iyiyi kötüden ayırabilecek bir temyiz gücü, düşünme ve anlama özelliği, dileme, isteme ve seçme vasfı gibi üstün özellikleri insana bahşetti.

Dünya nimetleri ise meşakkat ve sıkıntılarla yan yanadır. Lezzetleri elemlerle, sevinçleri hüzünle, ferahlığı gamla, rahatı yorgunlukla, izzeti zilletle, saflığı bulanıklıkla, zenginliği fakirlikle, sağlığı hastalıkla karışıktır. Dünya ehli, dünyada nimetlenir gibi görünürken azap çekerler, güven içinde görünürken aldanmışlık hâlindedirler. Mükerrer bir görünümde iken aşağılanmış durumdadırlar, huzur ve emniyet değil, korku ve ürperti içindedirler.

İki zıt şey arasında gelir giderler; aydınlık ve karanlık, gece ve gündüz, yaz ve kış, soğuk ve sıcak, kuru ve yaş, susuzluk ve kanmışlık, açlık ve tokluk, uyku ve uyanıklık, rahat ve yorgunluk, gençlik ve ihtiyarlık, kuvvetlilik ve zayıflık, hayat ve ölüm gibi zıtlar arasında şaşkın şaşkın dolaşır dururlar. (S.15-17)

 

Allah (cc)’ın Peygamber Göndermesinin Sebebi ve Hikmeti

Allah (cc), peygamberlerini kullarına göndermiştir ki, cennet hayatının müjdesini versinler, oraya davet edip teşvik etsinler, o hayatın yolunu ve oraya varmadan bu dünya hayatında nasıl bir hazırlık yapmaları gerektiğini göstersinler. Peygamberler göndermenin bir gayesi de, kullara dünyevi alışkanlıklardan en kolay nasıl kurtulacaklarını, onun lezzet ve şehvet ağlarından nasıl kaçabileceklerini, dünyevî güçlük ve meşakkatlerin, musibetlerin açtığı yaraları, tekrar tamir etmek isterlerse bunun en hafif bir şekilde nasıl yapılabileceğini öğretmektedir. Dünya nimetlerinin elden kaçmasından sakındırmışlardır. Zira onu kaçıran kişi, apaçık bir kayba uğramış demektir.” (S.18)

Merhum Ömer Nasûhi Bilmen’in yazdıkları da şöyledir: “Allah (cc), kendisinin mukaddes varlığını, birliğini bilmeleri için ve kendisine ibâdet ve itaatte bulunmaları için insanları yaratmış, onları diğer birçok yaratılmışlar arasında akıl ile fikir ile seçkin kılmıştır. Bunun için bir insan kendi aklını, fikrini güzel kullandığı takdirde, kendisini yaratan, kendisine düşünme kabiliyetini veren bir yaratıcının varlığını sezer, kendisinin ve kendi çevresini kaplamış olan varlıkların öyle gelişi güzel kendiliklerinden var olmamış olduğunu anlar, bu sebeple kendisinde bir ulûhiyet düşüncesi uyanır, bir muazzam yaratıcının eseri olduğuna hükmedebilir. Fakat o büyük yaratıcıyı şanına layık bir şekilde bilemez, onun rızasına uygun olan ibâdetlerin nelerden ibaret olacağını kestiremez, kendi yaratılışındaki hikmetin neden ibaret bulunduğunu anlayamaz, insanların birbirine karşı olan haklarını, vazifelerini layıkı ile tayin edemez. Nihayet yaratılışına aykırı yürür de haberi olmaz, vahşette cehalette kalır da farkına varamaz, ebedi saadetten mahrum olur da bunu evvelce anlayıp yüreği sızlamaz. Nitekim peygamberlerin varlığından haberleri olmayan veya peygamberlerin bildirdikleri hakikatleri bozup değiştiren birçok milletler, sapıtmış, insanlığa yakışmayacak bir duruma gelmiş, aralarında her türlü vahşicesine haller türemiş, insanlara, ağaçlara taşlara tapınıp durmakta bulunmuşlardır.

İşte insanları bu gibi çirkin, korkunç hallerden kurtarmak, insanlara dini ve dünyevi vazifelerini öğretmek, kendilerine uyanları dünyada da âhirette de selamete, saadete erdirmek için birer ilâhî rehber olan peygamberlere ihtiyaç vardır. Bu sebeple Allah kendi fazl ve keremiyle insanlara peygamberler göndermiş ve bu şekilde insanlar hakkında ‘Hüccet-i ilâhîyesi’ [Allah (cc)’ın göndermiş olduğu delili] tamam olmuş, artık kimsenin “Ne yapayım! Allah’ı bilemedim. Allah’a dair bilgi edinemedim” demeye imkânı kalmamıştır.” S.24

Allahû Teâlâ (cc), Peygamberimiz (sav) hakkında şöyle buyurur: ‘Batan yıldıza and olsun ki arkadaşınız ne sapmış ve ne de aldanmıştır. O kendi arzusu ile konuşmuyor. Bu ancak ona indirilen bir vahiydir. Bunu ona o üstün kuvvet ve hikmet sahibi olan biri öğretti.’ (Necm Sûresi: 53/1-5) S.28

 

Tebliğ

Peygamberler Allah’tan aldıkları emir ve yasakları eksiltmeden ve ekleme yapmadan olduğu gibi insanlara bildirirler. Peygamberler, kimseden çekinmeden, korkmadan ve her türlü tehlikeye göğüs gererek elçilik görevini yaparlar, Allah’tan aldığı bütün emirleri eksiksiz olarak zamanında ve yerinde insanlara bildirirler.

 

Peygamberlerin Aslî Vazifesî Tebliğdir

Sıdk (doğruluk), emânet, fetânet ve ismet peygamberlerin şahısları ile ilgili üstün özellikleridir, sıfatlarıdır. Bu üstün özellikler, peygamberlerin dışında tam ve devamlı olarak kemaliyle hiçbir insanda bulunmaz. Devamlı olarak yalnız peygamberler de bulunur. Bir an bile olsa peygamberlerin aklî güçlerinin azaldığı, ahmaklaştığı, güvenilir oluşunun zaafa uğradığı, günah işlediği asla görülmez ve düşünülemez. Peygamberlerin aslî vazifesi tebliğdir. Bütün peygamberler tebliğ vazifelerini yapmışlar, Allah’tan aldıkları emir ve yasakları insanlara duyurmuşlar ve anlatmışlardır. S.37

Allah (cc), Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav)’e şöyle emreder:

‘Ey peygamber! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan O’nun verdiği peygamberlik görevini yerine getirmemiş olursun.’ (Mâide Sûresi: 5/ 67)

Bütün peygamberler tebliğ vazifelerini yapmışlar, Allah’tan aldıkları emirleri yerine getirmişlerdir. Peygamberlere düşen vazife sadece açık ve seçik bir tebliğdir.

Peygamberler de tebliğ ettikleri insanlara; ‘Bizim vazifemiz açık bir şekilde Allah (cc)’ın buyruklarını size tebliğ etmekten başka bir şey değildir’ demişlerdir. (Yâsîn Sûresi: 36/17)

 

Peygamberlerin Müslümanlara Karşı Vazifeleri

Tebliği kabul edip inanan insanlara karşı peygamberlerin ayrıca vazifeleri vardır. Bu vazifeleri şöylece sıralayabiliriz:

Tebyin (Açıklama): Peygamberler, Allah (cc)’ın emir ve yasaklarını açıklarlar.

Ta’lim (Öğretme): Peygamberler, Allah (cc)’ın emir ve yasaklarını öğretirler.

Tezkiye (Temizleme): Peygamberlerin tebliğine uyup, Allah (cc)’ın emirlerini yapan ve yasaklarından sakınan Müslümanlar; şirkten, küfürden ve günahtan kurtulurlar, tertemiz olurlar.

Allah (cc), konu ile ilgili şöyle buyurur: ‘Nitekim size içinizden bir peygamber gönderdik. O, size ayetlerimizi okuyor, sizi şirkten temizliyor, size kitabı ve hikmeti öğretiyor ve size bilmediğiniz şeyleri öğretiyor.’ (Bakara Sûresi: 2/151, Bknz: Bakara Sûresi: 2/129, Cuma Sûresi: 62/2) S.39

 

Peygamberler İlâhî Örnekler ve Önderlerdir

Peygamberler, Allah (cc)’ın emirlerini, yasaklarını inananlara açıklarlar. Yapılacak olanları yaparak gösterirler, örnek olurlar. Allah (cc), peygamberler hakkında şöyle buyurur: ‘Onları bizim emrimizle doğru yolu gösteren önderler yaptık ve kendilerine hayırlar işlemeyi, namazı dosdoğru kılmayı, zekâtı vermeyi vahyettik. Onlar sadece bize ibâdet eden kimselerdi.’ (Enbiyâ Sûresi: 21/73)

Kur’ân-ı Kerîm’de peygamberlerin örnek ve önder oluşları ile ilgili âyet-i kerimeler vardır. Bu âyetlerden bazılarının meâli şöyledir:

‘İbrahim ve onunla beraber bulunanlarda sizin için güzel bir örnek vardır.’ (Mümtahine Sûresi: 60/4)

‘Andolsun, onlarda sizin için, Allah’ı ve âhiret gününü arzu edenler için güzel bir örnek vardır.’ (Mümtahine Sûresi: 60/6)

Allah (cc), Peygamberimiz (sav) hakkında şöyle buyurur:

‘And olsun, Allah (cc)’ın Rasulünde sizin için, Allah’a ve âhiret gününe kavuşmayı uman, Allah’ı çok zikreden kimseler için güzel bir örnek vardır.’ (Ahzâb Sûresi: 33/21) S. 61

 

Peygamberimiz (sav)’in Sünneti

Peygamberimiz (sav)’in sözlerine, fîillerine ve davranışlarına sünnet denir. Sünnet, Kur ân’dan sonra dinin ikinci kaynağıdır. Kur’ân’ın nasıl anlaşılması gerektiğini, nasıl uygulanacağını, vahyin hedeflerini ve örnek insanlık kurumunu sünnetle öğrenebiliriz. Sünnet, Kur’ân’ın kısa, özlü, mücmel (kapalı) olan ayetlerini ve hükümlerini açıklar. Peygamberimiz (sav); ahlakı, İslâm’ı uygulaması, yaşayışı, hal, hareket ve tavırlarıyla insanlara örnek olur.

Peygamberimiz (sav)’in sünneti; vahyin istediği, Allah (cc)’ın razı olduğu insan tipinin, yaşama şeklinin göstergesidir. Peygamberimiz (sav)’in hayatını, sözlerini, sünnetini bir tarafa atarak ‘Ben doğru yoldayım’ demek mümkün değildir.

“Peygamberimizin sünneti, Hz. Nuh’un gemisi gibidir. Tufandan kurtulmak isteyen her mükellefin sünnete uyması farzdır. Rasûlullâh’ın sünnetine uymak dinin aslî rükünlerindendir. Zira sünnete uymadan İslâmî bir hayat yaşamanın imkânı yoktur. Çünkü her hangi bir dinin, peygamberi olmadan insanlara ulaştırılması, anlaşılması, yerleşmesi ve kurumlaşması mümkün değildir, Peygamberimiz (sav) bir taraftan Kur’ânı tebliğ ve tefsir etmiş, diğer taraftan onun kendisine havale ettiği hükümleri tanımlamış, böylece onu herkesin anlayabileceği mükemmelliğe ulaştırmıştır. Rasûlullâh’ın sünneti ve siyreti, vahyin pratiğini yansıtan rahmet aynasıdır.” S.72

 

Sünnet’e Uyulmasını Emreden Ayetler

Peygamberimiz (sav)’in Sünnet’ine uyulmasının gerekli olduğunu bildiren âyetlerin meâli şöyledir:

‘Peygamber size ne verirse onu alın, neyi yasaklarsa ondan da kaçının.’ (Haşr Sûresi: 59/ 7)

‘Kim peygambere itaat ederse, Allah’a itaat etmiş olur. Kim de yüz çevirirse, bilsin ki, biz seni onlara koruyucu olarak göndermedik.’ (Nisâ Sûresi: 4/ 80)

‘De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız, hemen bana uyun ki, Allah da sizi sevsin. Günahlarınızı bağışlasın. Allah çok bağışlayıcı, çok merhametlidir.’ (Al-i İmran Sûresi: 3/ 31)

‘Hayır! Rabbine and olsun ki, onlar aralarında çıkan çekişmeli işlerde seni hakem yapıp, sonra da verdiğin hükme içlerinde hiçbir sıkıntı olmaksızın tam bir teslimiyetle boyun eğmedikçe iman etmiş olmaz.’ (Nisâ Sûresi: 4/ 65)

Bu ayetler; uyulacak, izi takip edilecek, ahlakı ve yaşayışı örnek alınacak insanın Peygamberimiz (sav) olduğunu bildiriyor. (S.73)

 

Peygamber Doğru Yol Üzerindedir ve O’na İtaat Farzdır .

Allah (cc), peygamberine itaati de emretmiştir; ‘Allah’a itaat edin, peygambere itaat edin. Eğer yüz çevirirseniz, bilin ki, elçimize düşen sadece apaçık bir tebliğdir.’ (Teğabun Sûresi: 64/12)

Peygamberler, Allah (cc)’ın elçileridir. Allah’ı seven O’nun elçisine candan bağlı olur, emirlerini tutar, Allah’ı sevdiğini ispat eder. Peygamberler, sözleri doğru, işleri doğru yaptıkları doğru, insanlardır. Allah (cc), Peygamberimiz (sav)’e şöyle hitap eder:

‘Muhakkak ki sen, gönderilen peygamberlerdensin. Doğru bir yol üzerindesin.’ (Yâsîn Sûresi: 36/ 3, 4)

İmanın olgun ve kuvvetli olmasının alâmeti; Allah (cc)’ın peygamber vasıtası ile bildirdiği bütün emir ve hükümlere uymak, yasak ettiği şeylerden de sakınmaktır. Bu ayetler; uyulacak, izi takip edilecek, ahlakı ve yaşayışı örnek alınacak insanın Peygamberimiz (sav) olduğunu bildiriyor. (S.74)

 

Hoşça Karşılanan Peygamber Yoktur

Kur’ân-ı Kerim’den öğreniyoruz ki, Allah (cc)’ın gönderdiği peygamberlere insanlar çok çeşitli tepkiler göstermişlerdir. Peygamberleri kabul etmemişler, haklarında kâhin, deli, sihirbaz, şair gibi çirkin isnat ve iftiralarda bulunmuşlar, tehdit etmişler, hatta öldürmüşlerdir. Kendisine karşı çıkılmayan, zorluk gösterilmeyen, hoşça karşılanan, peygamberliği hemen kabul edilen hiçbir peygamber yoktur. Bütün peygamberlerin davetlerinde karşılaştığı ilk şey, kavimleri tarafından reddedilmeleridir. Allah (cc), peygamberlerin bu müşterek özelliğini şöyle bildirir: “Biz hangi bir ülkeye bir uyarıcı göndermişsek mutlaka oranın varlıklı ve şımarık kişileri: ‘Biz size gönderilmiş olan şeyleri inkâr ediyoruz’ demişlerdir.” (Sebe Sûresi: 34/34) S.93

 

Kâfirlerin Peygamberlere İsnat, İftira ve Tepkileri

Allah tarafından gönderilen peygamberlere kâfirler çeşitli isnat ve iftiralarda bulunmuşlar, çeşitli tepkiler göstermişler, lakaplar takmışlar, onları alay edilecek insanlar olarak ilan etmişlerdir. Mekke müşrikleri, Peygamberimiz (sav)’e, peygamberlikten önce ‘El-emin’ güvenilir insan diyorlardı. Allah peygamberlik verince deli, sihirbaz demeye başladılar.

Allah (cc), Peygamberimiz’i teselli için şu Ayet-i Kerim’e’yi indirdi:

‘İşte böyle! Onlardan öncekilere hiçbir peygamber gelmemiştir ki, ‘O bir sihirbazdır’ yahut ‘bir delidir’ demiş olmasınlar.’ (Zâriyât Sûresi: 51/52, Ankebut Sûresi: 29/18)

‘Andolsun! Senden önceki topluluklara da peygamber gönderdik. Onlar kendilerine gelen her peygamberle alay ediyorlardı.’ (Hicr Sûresi: 15/ 10, 11)

‘Onlara bir peygamber gelmeye görsün, mutlaka onunla alay ederlerdi.’ (Zuhruf Sûresi: 43/7)

 

Müşriklerin Peygamberimiz (sav)’e İsnat, İftira ve Tepkileri

“Peygamberimiz (sav): ‘İnsanlar arasında en şiddetli belâ peygamberler üzerindedir’ buyurmuştur. İnsanlık tarihini incelediğimiz zaman görürüz ki en büyük belâlarla peygamberler karşılaşmışlardır. En büyük zorlukları peygamberler çekmişlerdir. Peygamberlerin sonuncusu Hz. Muhammed (sav)’in karşılaştığı zorluklar, tahammül ettiği belâların haddi hesabı yoktur. Peygamberimiz (sav), bütün bu belâlara, zorluklara sabırla, tevekkül ile karşı koymuş, Allah (cc)’ın emirlerini duyurmaya, anlatmaya ve öğretmeye çalışmıştır.” S.129

 

İlk Tepkiyi Ebû Leheb Gösteriyor

Allah (cc), Peygamberimiz (sav)’e emretti:

‘Şimdi sen, sana emri olunanı açıkça ortaya koy ve müşriklere aldırma.’ (Hicr Sûresi: 15/94)

Allah(cc)’ın bu emri gereğince Peygamberimiz (sav) Kâbe’nin yakınında bulunan ‘Safa’ tepesine çıktı: ‘Koşun ey Kureyş topluluğu! Size önemli bir haberim var’ diye seslendi. Sesi duyanlar koşup geldiler: ‘Ey Muhammed sende ne haber var?’ Dediler. Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav): “Benimle sizin haliniz, düşmanı görünce ailesini haberdâr etmek üzere koşan ve düşmanın kendisinden önce ailesine yetişip zarar vermesinden korkarak haykıran bir adamın haline benzer: ‘Ben size şu dağın eteğinde veya şu vadiden atlılar çıkacağını veya sabaha, akşama düşman baskınına uğrayacağınızı bildirecek olsam, sözlerime inanır mısınız?’ dedi.”

‘Evet inanırız. Sende şimdiye kadar doğruluktan başka bir şeye rastlamadık. Sen bizim yanımızda itham edilmiş bir kimse değilsin. Sen de hiçbir yalana da rastlamış değiliz, dediler.’

Bunun üzerine Peygamberimiz toplantıya katılan ailelerin isimlerini tek tek sayarak konuşmasına devam etti. Konuşmasının sonunda şöyle dedi:

“Sizi, ‘Allah’tan başka ilah yoktur, O birdir. O’nun eşi, ortağı yoktur’ diye inanmaya davet ediyorum. Ben de O Allah (cc)’ın kulu ve peygamberiyim”

Peygamberimiz (sav)’in konuşmasını sinirli bir şekilde dinleyen amcası Ebu Leheb yerden bir taş aldı; ‘Helak olasıca! Bizi bunun için mi buraya çağırdın?’ dedi.

Taşı Peygamberimiz (sav)’e fırlattı. Toplananlar toplandıkları gibi dağıldı. Toplantı sonunda Ebu Leheb’in Peygamberimiz (sav)’e karşı çıkması ve taş atması işin hazin tarafıdır. Peygamberimiz (sav), peygamberliğinin başlangıcında ilk önce amcasından düşmanlık görüyordu.” (S.137-138)

 

Yahudilerin Peygamberimiz (sav)’e İsnat, İftira ve Tepkileri

Medine ve civarında Yahudi kabileleri vardı. Beni Kaynuka Yahudi kabilesi Medine’nin içinde idi. Beni Kureyza Yahudi kabilesi Fedek’te idi. Beni Nadir Yahudi kabilesi de onların yakınında idi. Medine’nin şimalinde, Hayber’de de Yahudi kabileleri vardı. Bunlar bölgenin en zengin insanları idi, kuvvetli kaleler içinde yaşarlardı. Ticari yönden bölgeye hâkimdiler. Peygamberimiz (sav) Medine’ye hicret edince bunlarla anlaşma yaptı. Yahudilerle barış halinde yaşanılacaktı, Yahudiler güven içinde olacaklardı, kendilerine eşit muamele yapılacaktı. Dinlerini rahatça yaşayacaklar, ticaretlerini serbestçe yapacaklar, düşmanlara karşı Medine’yi birlikte savunacaklardı. Yahudiler, başlangıçta Peygamberimiz (sav)’e hoş davrandılar. Bölge insanları gibi Peygamberimiz (sav)’i ve inananları da hâkimiyetleri altına alacaklarını hesap ediyorlardı. Hesaplarının tutmayacağını anlayınca, anlaşma olmasına rağmen Peygamberimiz (sav)’e cephe almaya başladılar. Geçmiş peygamberlerle ilgili hileli sorular soruyorlardı. Müslüman kadınlar ve kızlar için aleyhte şiirler ve gazeller yazıyorlardı. Bu şairlerin başında Kâ’b bin Eşref gelirdi. Yahudiler, Müslümanları birbirine düşürmek için her vasıtaya başvuruyorlardı. Müslüman Evs ile Hazreç kabileleri arasındaki eski düşmanlığı tazelemek için çalışıyorlardı. Medine’de nazil olan ayetlerin bir kısmı Yahudilerle Müslümanlar arasındaki mücadeleyi açıklar:

‘Sizden önce kendilerine kitap verilenlerden ve Allah’a ortak koşanlardan üzücü birçok söz işiteceksiniz. Eğer sabreder ve Allah’a karşı gelmekten sakınırsanız bilin ki, bunlar yapmaya değer azmi gerektiren işlerdendir.’ (Al-i İmran Sûresi: 3/ 186)

Peygamberimiz (sav) ve Müslümanlar Mekke döneminde müşriklerden üzücü sözün ötesinde çok şey işittiler, eza ve cefa gördüler. Sabrettiler, sebat ettiler. Şimdi Medine’de idiler. Şimdi de daha önce kendilerine kitap verilen Yahudilerin eza ve cefası ile karşı karşıya idiler. S.178

 

Soğuk Savaş Başlattılar

Yahudiler, Müslümanların kendilerine tâbî olmayacaklarını anladılar. Bedir Savaşı’ndan sonra endişeleri çoğaldı. Müslümanların bir kuvvet olduğunu görünce hâkimiyet ümitlerini tamamen kaybettiler, soğuk savaş başlattılar. Müslümanlarla aralarında anlaşma olmalarına rağmen Mekke müşrikleri ile işbirliği yapıyorlar, müşriklerin ölülerine şiirlerle övgüler yapıyorlar, intikam almak için müşrikleri teşvik ediyorlardı.” S.182

 

Kaynuka Yahudileri Savaşı Başlattı

Yahudiler Müslümanlara hakaret etmek, onları kötülemek için her yola başvuruyorlardı. Müslüman bir kadın Yahudilerin Kaynuka çarşısına gitmiş, ziynet eşyası alırken hakarete maruz kalmış, orada bulunan Yahudiler gülüşmeye başlamışlar. Durumu gören bir Müslüman müdahale etmiş, aralarında kavga çıkmış, Müslüman bir Yahudi’yi öldürmüş, Yahudiler de Müslüman’ı öldürmüşler. Peygamberimiz (sav), Müslümanlara eziyet etmekten vazgeçmelerini, anlaşma şartlarına uygun hareket etmelerini, yoksa Bedir’de müşriklerin başına gelenlerin onların da başına gelebileceğini söylemiştir. Yahudiler, Peygamberimiz (sav)’e şöyle dediler:

‘Ey Muhammed! Savaşın ne olduğunu bilmeyen kimselerle karşılaşmana aldanma. Eğer seninle savaş yaparsak, o zaman savaşın tadını anlarsın.’

Yahudiler, anlaşmanın geçersiz olduğunu ilan ettiler. Yahudilerin yaptığı savaş ilânı idi. Peygamberimiz (sav), Müslümanların Yahudiler üzerine yürümesini emretti. Yahudiler kalelerine çekildi. Muhasara on beş gün sürdü. Yahudiler teslim olmak mecburiyetinde kaldılar. Münafıkların başkanı Abdullah İbn-i Übey bin Selül, Peygamberimiz (sav)’in zırhına yapıştı, şöyle dedi: ‘Allah’a yemin ederim ki, bizim bu eski müttefikimizi affetmedikçe seni bırakmam. Çünkü bu 700 savaşçı düşmanlarımızla yaptığımız her savaşta bizlerin yanında yer aldılar. Şimdi sen bir günde hepsini yok etmek mi istiyorsun?’ Kaynuka Yahudileri de af istediler. Peygamberimiz (sav) onları affetti, fakat sürgünden kurtulamadılar. Yahudi Kaynuka kabilesi Şam taraflarına sürüldü. Medine bir Yahudi kabilesinden kan dökülmeden kurtuldu. Münafıkların başı da kuvvetli bir müttefikinden mahrum kaldı.” (S.183-184)

Beni Nadir Yahudilerinin Hz. Peygamber(sav)’i öldürmek istemesi, ardından Beni Kurayza kabilesinin Hendek’deki ihanetleri kendi sonlarını hazırladı. Yahudilerin son sığınakları olan Hayber de onları kurtarmaya yetmedi. S.177-191

 

Münafıkların Peygamberimiz (sav)’e İsnat, İftira ve Tepkileri

Münafıklık insanlar arasında ikili oynamanın adıdır. Münâfık, İslâm’ın bir tarafından girer, öbür tarafından çıkar. O hep girişler ve çıkışlar içerisindedir. Ama kalbinde hep küfr / inkâr vardır. Peygamberimiz: ‘Münâfık, sürüler arasında şaşkın koyun gibidir’ buyurur. Münâfık, ikiyüzlü olmaktan öte, İslâm’ı ve onun inanç esaslarını hafife almanın, Müslümanları aldatmanın ve küfr ile işbirliği yapmanın çirkin faaliyetleri içerisinde olan insandır. Münâfıklar, Allah (cc)’ın insana sunduğu din emanetini, kulluk teklifini kabul ediyorum’ diyerek alaya ve hafife alırlar. İnanıyorum, diyerek Müslümanların sahip olduğu hukuktan yararlanırlar. Sonra da içinde bulundukları Müslüman topluma zarar verecek girişimlerde bulunurlar. Münâfıklar Müslümanların ve İslâm’ın aleyhinde çalışırlar. Bu konuda diğer fıtne unsurlarıyla, dış düşmanla işbirliği yapmaktan çekinmezler. Bütün bunları yaparken de iz belli etmezler, gizli davranmaya dikkat ederler, iyi insan ve Müslüman görünmeye de çalışırlar. Münâfıklar, ya iman ettikten sonra işlerine gelmediği için gizlice İslâm’dan çıkarlar, ya da hiç iman etmemişlerdir ama Müslümanlar arasında ben de Müslüman’ım demişlerdir. Hangi şekilde olursa olsun, Münâfık gerçekte kâfir veya müşrik, dış görünüşü itibarıyla Müslüman’dır. Günlük hayatta bazı Müslüman kişilerin bir şeyler elde etmek üzere insanlara iki yüzlü davranmaları inanç yönünden Münafıklık değil, ahlak yönünden bir düşüklüktür. Peygamberimiz (sav) zamanında Münâfıklar, genellikle Hazreç kabilesinden ve Yahudilerdendi. Kimin Münâfık olduğunu Peygamberimiz (sav) bilirdi, kimseye söylemezdi, Münâfıkları idare ederdi. Fakat onlara mühim vazifeler vermezdi.” (S. 193)

 

Münâfığın Alâmetleri

Allah (cc) şöyle buyurur: ‘Münâfık erkekler ve Münâfık kadınlar birbirlerindendir (birbirlerinin benzeridir). Kötülüğü emredip, iyilikten alıkorlar, ellerini de sıkı tutarlar. Onlar Allah’ı unuttular. Allah da onları unuttu. Şüphesiz Münâfıklar, fasıkların ta kendileridir. Allah erkek Münâfıklara, kadın Münâfıklara ve kâfirlere, içinde ebedî kalmak üzere cehennem ateşini vaat etti. O, onlara yeter. Allah onlara lânet etmiştir. Onlar için sürekli bir azap vardır.’ (Tevbe Sûresi: 9/ 67, 68)

Peygamberimiz (sav), Münâfıkların bariz özelliklerini şöyle bildirir: ‘Münâfık’ın alameti üçtür: Söylerse yalan söyler. Söz verirse sözünde durmaz. Kendisine emanet edilene ihanet eder.’ Bu özelliklere sahip olanlar, iman yönünden münâfık değillerse de, ahlâken münafık sayılır. (S.205)

Münâfıklar, İslâm dünyasının ve Müslümanların gizli düşmanlarıdır. Bunlar, Müslüman ismi taşırlar. Müslüman oğlu Müslüman da olabilirler, sonradan Müslümanlar arasına katılmış da olabilirler. Faal, çalışkan hatta mücahid olarak da görünürler, Müslüman kitleleri heyecanlandıran, aşka getiren konuşmalar yapabilirler, gerektiğinde mâlî fedakârlıklarda bulunabilirler. Topluma önderlik yapabilirler, postnîşîn olabilirler. Öldükleri zaman cenaze namazları kılınır, Müslüman mezarlığına defnedilirler. Hatta iyi Müslüman bilinirler, ruhlarına fatihalar gönderilir. Ama kalpleri kâfirdir. Küfürle doludur. Müslümanlara zarar vermek için uygun zamanı ve zemini beklerler. Buldukları zaman da her türlü kötülüğü yaparlar. Müslüman’ın inancını bozmak, onu küfre yaklaştırıp küfrün içine yuvarlamak isterler.

Münâfık’ı tanımak çok zordur. Teşhis için Müslüman’da basiret, sağlam bilgi, Kur’ânî ölçülerin olması lâzımdır. Basiret sahibi Müslüman, sözleri ve davranışları arasındaki gizli tezatlar dolayısı ile münafığı tanıyabilir.

Kimseye “sen münafıksın” diye açık açık söyleyemeyiz. Çünkü kalbini bilmiyoruz, bilemeyiz. Ama yanlış sözlerini ve hareketlerini gördüğümüz zaman o yanlış söz ve hareketler üzerinde konuşabilir, onu bu yanlış davranışlardan vazgeçmeye uygun bir dil ile davet edebiliriz. Veya onun kötülüklerinden kendimizi ve Müslümanları korumaya çalışabiliriz. Münafığa karşı en pratik çare Müslüman’ca yaşamaktır.” (S.205)

 

Mehmed Zahid Aydar

Mîsak Dergisi
Sayı: 319 / Haziran 2017

 

___________________

N. MEHMET SOLMAZ 1934 yılında Kayseri, Talas İlçesi Vengicek Köyü’nde doğdu. Kayseri Mustafa Taşcıoğlu Kur’an Kursu’nda hıfzını tamamladıktan sonra, özel olarak Arapça okudu. İlkokul diplomasını dışarıdan aldı. Tahsilini Kayseri İmam-Hatip Okulu ve Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde tamamladı. Mahalle imamlığı ile dini vazifeye başladı. Kayseri Şeker ve Tolbaşı Camii’leriyle, Ankara-Altındağ Yeşilöz Camii’nde imamlık yaptı. Amasya Bölge Vaizliği ve Ankara Vaizliği vazifelerinde bulundu. Cemiyet çalışmalarına 1961 yılında Kayseri’de başladı. Ankara’da devam etti. Çeşitli mesleki ve kültürel cemiyet ve federasyonlarda görev aldı. Türkiye Din Görevlileri Yardımlaşma Dernekleri Federasyonu’nda Genel Sekreterlik ve Genel Başkanlık görevlerini yürüttü. Hakses Mecmuası’nın sahip ve neşriyat müdürlüğünü yaptı. 1984 yılında Ankara Vaizliğinden emekli oldu. Almanya ve İsviçre’de din görevlisi olarak hizmet etti. Evli ve dört çocuk babasıdır.

Yayınlanmış eserleri. Kur’ân-ı Kerim’e Göre Peygamberler ve Tevhid Mücadelesi (Prof. Dr. ismail Lütfü Çakan’la birlikte), Seçme Dualar, Mehmed Akif ’ten Seçmeler, Dört Büyük İmam, Gerçeğin Özü, Peygamber Sözü: 301 Hadis, Âlim ve Mücahid Bediüzzaman Said-i Nursî (1998) Üçlü Tanrı İnancı: Teslis (2005), Geçmişten Geleceğe Vengicek Yazılı (Necati Solmaz ile Birlikte 2008), İki Ömer (2009), İncillerin Hikâyesi (2012), Yol Gösterenler (2012), Dua İbâdeti ve Kur’an’da Dua (2014), Peygamberlik, Tebliğ ve Hikmet (2014).