İnsanların dünya ve ahiret saadetine vesile olan ilahi nizam, Rabbimizin bizlere lütfu ve ikramıdır. Vahye karşı bilimi ve aklı esas alan modernizmin, insanlığı “özgür birey” yalanlarıyla yoldan çıkarttığı, cemaat kavramını her vesileyle tahkir ettiği ve esas itibariyle din ve dindarları hayatın dışına ittiği oranda kendisine yer açtığı gözden kaçırılmamalıdır. Yeryüzü Müstekbirlerinin ideolojisi olan modernizm, neredeyse tüm insanlığı esir almışken bütün zaaflarına rağmen modern dünyanın tek alternatifinin Müslümanlar olduğu bilinmelidir. Biz Müslümanları farklı kılan en temel vasıflarımızdan birisi de cemaat anlayışımızdır. Bu sebeple Mustafa Çelik Hocaefendi’nin kaleme aldığı “Cemaatü’l Müslimin” isimli eseri tanıtmaya gayret ettik.
Cemaatü’l Müslimin
|
Hevâlarına muhalefet eden ve ihlâsla
Allahû Teâla’ya teslim olan mükellefin, Rasulüllah (sav)’in örnek ve
önderliğini esas alarak şer’ i şerife uygun biçimde işlemiş olduğu fiillerine
“İslamî Hareket” denilir. Sünnet-i hüda olan cemaat ise, tarifi yapılan bu
İslamî hareketin zaruri bir rüknüdür. Cemaat olmazsa İslamî hareket de olmaz.”
İnsanların dünya ve ahiret saadetine
vesile olan ilahi nizam, Rabbimizin bizlere lütfu ve ikramıdır. Vahye karşı
bilimi ve aklı esas alan modernizmin, insanlığı “özgür birey” yalanlarıyla
yoldan çıkarttığı, cemaat kavramını her vesileyle tahkir ettiği ve esas
itibariyle din ve dindarları hayatın dışına ittiği oranda kendisine yer açtığı
gözden kaçırılmamalıdır. Yeryüzü Müstekbirlerinin ideolojisi olan modernizm,
neredeyse tüm insanlığı esir almışken bütün zaaflarına rağmen modern dünyanın
tek alternatifinin Müslümanlar olduğu bilinmelidir. Biz Müslümanları farklı
kılan en temel vasıflarımızdan birisi de cemaat anlayışımızdır. Bu sebeple
Mustafa Çelik Hocaefendinin kaleme aldığı “Cemaatü’l Müslimin” isimli
eseri tanıtmaya gayret ettik.
Ruhu Cemaat Cismi
Cemaat’ten Mukaddemdir
“Cemaatü’l Müslimin’in sermayesi topu,
tankı, silahı değil, cemaat ruhunu kuşanmış Allah yolunda ölümle kucaklaşan
şuurlu Müslümanlardır. Kardeşliğiniz ne kadarsa, Müslümanlığınız da o
kadardır.” (S.35)
Kur’an-ı Kerim’de ‘cemaat’ kelimesi
sarahaten geçmese de; bazı ayetler anlam itibariyle cemaat olmanın /birlik ve
beraber olmanın gerekliliğine işaret etmektedir:
“Hep birlikte
Hablullah’a/Allah’ın ipine sımsıkı sarılın. Parçalanıp bölünmeyin. Allah’ın
size olan nimetini hatırlayın. Hani sizler birbirinize düşmanlar idiniz de, O,
kalplerinizi birleştirmişti. İşte O’nun bu nimeti sayesinde kardeşler
olmuştunuz. Yine siz, bir ateş çukurunun tam kenarında idiniz de O sizi oradan
kurtarmıştı. İşte Allah size ayetlerini böyle apaçık bildiriyor ki, doğru yola
eresiniz.” (Âl-i İmran Sûresi: 103)
Bu âyet-i kerime’nin iki manası vardır:
Birinicisi hepiniz Kur’an’ın tümüne yapışınız. İkincisi hepiniz Habullah’ın /
Kur’an’ın tümüne yapışarak cemaat olunuz demektir.
‘Hablullah’ yani Allah’ın ipi, Allahû
Teâla’ ya kavuşma sebebi olan delil ve vasıta demektir ki, farklı rivayetlerde
Kur’an, Allah’ın emrini yerine getirme, cemaat, ihlas, İslâm, Allah’a söz
verme, Allah’ın emri diye tefsir edilmiştir ve hepsi birbirine yakındır. Bu
âyetin cemaatleşme, birleşme hakkında bir emir olduğunda kuşku
bulunmamaktadır.” (S. 47)
İbn Abbas (ra) ‘Hablullah;
cemaattir, çünkü geçmiş ümmetler cemaat olamamaları, tefrikaya düşmeleri
sebebiyle helak oldular.’ görüşünü zikrettikten sonra ‘bu âyet
cemaat olmayı emreder, tefrikayı nehy eder. Bilmez misin ki başka bir âyette
Allah (cc) ‘Şüphesiz bu, benim dosdoğru yolumdur Buna uyun. (Başka) yollara
sapmayın. Zira o yollar sizi Allah’ın yolundan ayırır. İşte sakınmanız için
Allah size bunları emretti’ (En’am Sûresi:153) buyurarak
Müslümanları cemaat ile diğerlerini tefrika ile tavsif etmektedir,’ şeklinde
tefsir etmektedir.
Cemaat kavramı ilk dönem âlimleri
tarafından farklı anlamlarda kullanılmıştır. Bu kavramın kapsamına giren
toplulukları şöyle sıralayabiliriz:
1-Sahabe-i Kiram: Cemaat ruhu ve şuuruna sahip örnek topluluğun
sahabe topluluğu olduğu ifade edilmiştir. İmam-ı Şatıbî (Rh.a.) bu konuda şöyle
demektedir: ‘Sahabe, dinin esaslarını dimdik ayakta tutanlar, onun
direklerini sağlamsa yerleştirenlerdir. Asla sapıklık üzere icma etmeyenlerdir.
Bu durum onlardan başkaları hakkında gerçekleşmesi imkânsız bir şeydir.’
2-İlim ve Hidâyet Ehli,
Müctehid Âlimler ile onlara tabi olanlar. ‘Cemaat’
kavramı bir başka görüşe göre; dinde ilim ve fıkıh erbabı, hadis ehli âlimler
ile insanların kendilerine tabi olduğu, Kur’an ve Sünnet ile amel eden hidâyet
rehberi kimselerdir. Bunlar Peygamber’e (sav) ve onun ilk cemaati olan ashabına
uyan kimselerdir.
3-Hak üzere toplananlar,
ayrılıp dağılmayanlar. Bu
anlamıyla cemaat, müslümanların genelini ilgilendiren işlerde ve müslümanların
maslahatını gerektiren işlerde bir ve beraber hareket etmeleridir.
4-Sevad-ı A’zam. Sevad-ı A’zam, en büyük müslüman topluluğu
anlamındadır. Bu ifade ile bütün dünya müslümanları tek bir cemaat olarak kabul
edilmektedir. Şatıbî, cemaat kavramı ile ilgili beş farklı mana olduğunu ifade
etmekte; cemaat kavramının ilk manasının ‘Sevad-ı A’zam’ (en büyük müslüman
topluluğu) olduğunu, kurtuluşa eren fırkanın bunlar ve bunlara tabi olanlar
olduğunu, bu topluluğa muhalif olanların cahiliye ölümü üzere öleceğini,
muhalefetin ister şer’i bir meselede olsun, isterse sevad-ı a’zamın imam ve
sultanlarına muhalefet noktasında olsun hiçbir farkının olmadığım beyan
etmektedir.
5-Ehlü’lHall ve ’l-Akd. Cemaat terimi; Ehlü’l hall ve’l-akd adı verilen
ilim adamları, emirler, valiler, hâkimler ve toplumun ileri gelenlerinin
tamamının yahut bunların bir kısmının müslüman topluma ait bir iş ve konu
etrafında ittifak etmeleri anlamında da kullanılmıştır.
6-Bir Emir Etrafında
Toplanan Müslümanlar. Müfessirin
ulemadan İbn Cerir et -Taberî (Ö. 310/923)’ ye göre; Hz. Peygamber (sav)
müslümanların başlarındaki emire, idareciye bağlı kalmalarını emretmiş, ümmetin
başlarına geçirme hususunda ittifak ettikleri idareciye itaatsizliği
yasaklamıştır. İmam-ı Şatıbî, Taberî’nin tercih ettiği bu görüşü zikrettikten
sonra bunun geniş açıklamasına yer verir ve son noktada şöyle der: “Cemaat,
Kur’an ve Sünnet’e uygun davranan imam, emir etrafımda döner durur.”
7-Ehl-î Sünnet. Cemaat, sünnet çerçevesinde toplanan, sünneti
tamamıyla kabul eden, hakkın ve hakkı temsil eden imamların etrafında toplanan
kimselerdir. Bu yüzden onlar ‘Ehl-i Sünnet’ tabiri ile ifade edilmişlerdir.
İmam-ı Şatıbî’ ye göre; buradaki sünnetten maksat, dini tebliğ ve beyan etmekle
görevli bulunan Hz. Peygamber’in (sav) İslâm’ın temel konularını anlama ve
benimseme tarzıdır. Cemaat kavramı, her devirdeki müslümanların en büyük
çoğunluğu (sevad-ı a’zam) ve müctehid âlimler gibi farklı şekillerde
yorumlanmışsa da vahyin ilk muhatapları olup inanç, ibadet, hukuk ve ahlâk
cepheleriyle İslâm’ı bir bütün olarak sonraki nesillere aktaran ashab-ı kiram
cemaati anlamına geldiği yolundaki görüş tercih edilmiştir.” (S.51)
Cemaat, ümmeti oluşturma çabası ve
çalışmasıdır. Cemaat olmanın başlıca üç şartı vardır: Te’lifül-Kulub,
İctima’ül-Kelime ve Islah’ül-Beyn.
1-Te’lifül-Kulub (Gönül Birliği): Cemaatü’l Müslimin, kalblerin ülfetine dayanan bir
teşkilattır. Teşkilat mensupları, herşeyden önce kalplerini telif edecek,
arasında ülfet ve mahabbet bulunacaktır. Bu da hususiyle dava yönünden
birbirlerine itimat edecekler, dolayısıyle aralarında en ufak bir şüphe kalmayacaktır.
Bunun için de ithamdan sakınılacak, su-i zann ve tereddütlere meydan
verilmeyecektir!
Zira kalpler arasında dava ile alakalı
çelişik fikirler, birbirini tutmaz düşünceler mevcut olursa, cemaatlaşma
zorlaşır, hatta mümkün bile olmaz. Kur’ân’da Rabbimiz şöyle buyuruyor: “Sen
onları toplu (bir arada) sanırsın. Oysa onların
kalpleri dağınıktır. Çünkü onlar, aklını kullanmayan bir topluluktur.” (Haşr
Sûresi:14)
2-İctima’ül-Kelime (Söz
birliği): Akidedeki tevhid, sözde
ve eylemde vahdeti gerektirir. İşte cemaat olmanın manası budur! Yoksa her
kafadan ayrı ayrı sesler gelirse, ifade ve cevaplar birbirini tutmazsa, birinin
intikal ettirdiğini diğeri bozarsa, İslami bir cemaat meydana gelmez!
3- Islah-ı Beyn (Ara
Bulma): Cemaatü’l Müslimin,
ülfet topluluğudur. Kalp akrabalığı olanların organizasyonudur. İhtilaflarını
ittifaka dönüştürmüş olanların birlikteliğidir. Bir cemaatin fertleri arasında
ihtilaf çıkmaz mı? Çıkar, çıkması olağandır! Mesullere veya vakıf olanlara
düşen, tarafları, tarafsız bir şekilde dinleyip aralarını bulmaya ve
barıştırmaya çalışmaktır. Taraflar ise, birbirlerine karşı katı kalpli değil,
müsamahakâr, esnek bir tavır takınmalı, ıslah etmeye, gelenleri dinleyip
tavsiyelerine teslim olmalıdırlar. Ayrıca bilecek ve inanacaklar ki, İslâm’ın tavsiyesi,
Kur’ân’ın emri de budur! Kur’ân şöyle der: “Mü’minler ancak
birbirlerinin kardeşidirler. (Araları açıldığında) aralarını
ıslah edip düzeltin ve Allah’tan korkun ki size rahmet edilsin.” (Hucurat
Sûresi:10) (S.70-71)
Fıkhu’l Cemaat
Temim ed -Dari demiş ki, Hz Ömer zamanında
insanlar yüksek bina yarışına girmişlerdi. Bunun üzerine Ömer (ra) bir uyarı
babında onlara şöyle seslendi: “Ey Arapcıklar topluluğu! El-Arza,
El-Arza/yere, yere. Şüphesiz İslâm İslâm olmaz cemaat olmadıkça!.. Cemaat
cemaat olmaz emiri olmadıkça!.. Emir emir olmaz itaat olmadıkça!.. Herhangi bir
kimseyi onun kavmi fıkıh üzere başlarına geçirecek olursa, bu o kişi için de
kavmi için de hayat olur. Herhangi bir kimseyi de kavmi, fıkıh olmadan
başlarına geçirecek olursa bu onun için de kavmi için de helak olur.”
İslâmsız, cemaatsiz, emirsiz, itaatsiz ve
fakihsiz bir hareket, rüknü olmayan bir kuru kalabalığı gündeme getirir.
Cemaatin rükünlerinin ifası demek; hareketin Rasulüllah (sav)’in sünnetine
uygun olarak oluşturulması, geliştirilmesi, genişletilmesi ve yürütülmesi
demektir.
Hevâlarına muhalefet eden ve ihlâsla
Allahû Teâla’ya teslim olan mükellefin, Rasulüllah (sav)’in örnek ve
önderliğini esas alarak şer’ i şerife uygun biçimde işlemiş olduğu fiillerine
İslamî hareket denilir. Sünnet-i hüda olan cemaat ise, tarifi yapılan bu İslamî
hareketin zaruri bir rüknüdür. Cemaat olmazsa İslamî hareket de olmaz.”
(S.101-106)
Cemaatü’l Müslimin
İslam’ın Ordusudur
“Cemaatü’l Müslimin, İslâm ümmetinin
düşman karşısındaki caydırıcı gücüdür. Yaşadıkları beldelerde, ülkelerde
İslâm’ı ve Müslümanları Allah düşmanlarının saldırılarına açık hale getirenler,
Cemaatü’l Müslümin’i oluşturma imkânına sahip iken oluşturmayan Müslümanlardır.
Cemaatü’l Müslimin’in ikame edilmediği bir yerde ümmet Allah düşmanlarının
oyuncağı haline gelir. Cemaatü’l Müslimin’in ikame edilmesi, bütün mü’minlerin
üzerine vaciptir. Bu vacip, asrın farzıdır. İslâm devleti tahakkuk edinceye
kadar devam eder.” (S.119)
Cemaatü’l Müslimin
Şahsiyet Üniversitesidir.
“Cemaat; ferdiyetten şahsiyete geçişi
sağlayan, kişilere tevhidi şuuru sunan ve onları vahdete taşıyan bir vahiy
üniversitesidir. Hak üzere olduktan sonra her Müslüman şahsiyet kendi başına da
kalsa da yine de bir cemaattir. Müslüman gerektiğinde tek başına ümmet olabilme
potansiyeline sahiptir. Şahsiyet inşasının ilk aşısı, ailede gerçekleşir. Aile
şahsiyet kazanmanın mebdei ve menbaıdır. Cemaat ortamları ise bu sürecin
koruyucu ve tamamlayıcı okuludur. İslâmî eğitim ve öğretimin serüveni;
çekirdekten çınara, şahıstan şahsiyete ulaşma sürecidir. Müslüman şahsı
Müslüman şahsiyete dönüştüren nebevî minhac; ‘Müslüman Aile’, ‘Müslüman
Cemaat’ ve ‘Müslüman Devlet’tir. Bu nebevî tertip ve tertile
riayet edilmediği zaman, kişinin Müslümanlığı kazaya kalır.” (S.130)
“Şahsiyetli insan, kendi kafasıyla düşünüp
kendi kalbiyle duyan; konuşup susacağı yeri, oturup kalkacağı yeri bilen;
kimsenin gölgesi olmayan, kimseye de gölgelik etmeyen, sınırlarını koruyan;
beden, zihin ve kalbi arasında denge kurabilen kişidir. İnsanlar madenlere
benzerler. Her insanın kendine has özellikleri, madenler arasındaki yapısal
farklılıklara benzetilebilir. Maden doğru işlenirse, olgun şahsiyetler ortaya
çıkarılır. İşte Cemaatü’l Müslimin insan denilen madeni fıtratını koruyarak
işleterek kemale ulaştıran bir üniversitedir Cemaatü’l Müslimin’i oluşturanlar,
karınca gibi çalışkan, arı gibi nezihtirler. Çünkü Kur’ân tarafından böyle
olmaları isteniyor. Rasülullah Efendimiz (sav) buyurur: “Mü’min, bal
arısına benzer. Temiz olanı yer (helâl yer), temiz olan
şeyler ortaya koyar (Hakk’ın rızâsına uygun işler yapar), temiz
yerlere konar (sâlih ve sâdık kişilerle dost olur) ve konduğu
yeri ne kırar ne de bozar (bilâkis ihyâ ve âbâd eder).” (S.136)
Cemaatü’l Müslimin
Müslümanların Rüzgârıdır
“Allah’a itaat, Rasülü’ne itaat olmazsa,
dinde çekişme baş gösterir. Müslümanlar dinde çekişirlerse, korkuya kapılırlar,
parçalanıp dağılırlar. Böylece rüzgârları/kuvvetleri, cemaatleri, devletleri
zayi olup gider. Müslümanların coğrafyasında münkerin, haramların neşvü nema
bulması, Müslümanların rüzgârlarını kaybetmesinden sonraya tekabül eder. Tarih
boyunca olduğu gibi asrımızda da küfrü hâkim, İslâm’ı mahkûm etmek isteyenlerin
başvurdukları en garantili plan, Müslümanları birbiriyle çarpıştırmaktır. Bunun
için akidevi, fıkhi, mezhep, grup, kavim ve bireysel nefisler dâhil her türlü
farklılaşmayı kullanmaktır. Müslümanlar ne kadar birbiriyle savaşırsa ‘İslâm
gücü’ o kadar zaafa düşer, o kadar sömürülmeye, hükmedilmeye, kullanılmaya
müsait hale gelir.” (S.137)
Müslümanların bir rüzgârı vardır. Bu inkâr
olunamaz bir hakikattir. Müslümanların rüzgârı; Müslümanların birlik ve
beraberlikleridir, Müslümanların kuvvetleridir, cemaatleridir, devletleridir.
Kur’ân-ı Kerim, biz Müslümanlardan rüzgârımızı muhafaza etmemiz bizden
istemektedir. Allahû Teâla buyuruyor ki:“Allah’a ve Rasûlüne itaat edin;
birbirinizle çekişmeyin. Sonra korkuya kapılırsınız da rîhınız (rüzgârınız,
gücünüz, devletinîz) gider. Bir de sabredin. Çünkü Allah sabredenlerle
beraberdir.” (Enfâl Sûresi:46) (S.138)
Sebilü’l Mü’minîn
“Müminlerin yolunda (Sebîlü’l-müminîn,
Nisâ, 4/115) olmak, mü’minlerle birlikte olmak, mü’minlerle birlikte iş
görmektir. Mü’minleri bırakıp gayr-i müslimleri dost ve idareci edinenler,
mü’minlerin yolundan ayrılanlardır. Mü’minlerin yolu anlamına gelen Cemaatü’l
Müslimin vahyin kendisine belirlediği hedefleri hayata geçirmek gayesinde olur.
İslâm’ı bünyesinde canlı yaşayan birey ve toplum inşa etmek hareketin temel
amacıdır. Zira bütün insanlığın kurtuluşuna vesile olmak Cemaatü’l Müslimin’in
varlık sebebidir. Cemaatü’l Müslimin mutlak iktidar arayışında olmaz. Gücü amaç
edinmez, kutsamaz. Amaç; Rabbanî değerleri hâkim kılmaktır. Bu amaç uğruna
hikmetle mücadele ederken hedeflerle vaka arasında bir denge kurmak
durumundadır. Reel politiğe teslim olamaz. Ancak hedeflerden vazgeçmeden vakayı
hedefler perspektifinden yeniden kurma gayreti içinde olur.” (S.160)
İhvân’l Mü’minîn
“İman kardeşliğinin mü’minlerin boynuna
yüklediği mesuliyet, kardeşlerin arasını düzeltmektir. İşte bu Allah’a karşı
takvalı olmanın bir gereğidir. Yani takvanın bir manası da; mü’min insanın iman
kardeşliğinin şuurunda olması ve kardeşlerinin arasını ıslah etmesidir. Bu aynı
zamanda ‘İhvânu’l Mü’minîn’ zümresinin varlık sebeplerindendir.
Allahû Teâla şöyle buyuruyor: “Mü’minler
ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin. Allah’a karşı
gelmekten sakının ki size merhamet edilsin.” (Hucurat Sûresi:10)
“Nuh Rabbine dua edip
dedi ki: ‘Ey Rabbim! Şüphesiz oğlum da ailemdendir. Senin vâdin ise elbette
haktır. Sen hâkimler hâkimisin.’ Allah buyurdu ki: Ey Nuh! O asla senin
ailenden değildir. Çünkü onun yaptığı kötü bir iştir. O halde hakkında bilgin
olmayan bir şeyi benden isteme! Ben sana cahillerden olmamanı tavsiye
ederim.” (Hud Sûresi:45-46)
(S.161-165)
İhvânu’ş Şeyâtîn
“(Gereksiz yere ömürlerini, ailelerini, mallarını ve
evlatlarını) saçıp savuranlar, şüphesiz İhvânu’ş-Şeyatîn (Şeytanların
kardeşleri) dir. Şeytan ise, Rabbine karşı pek nankördür.”
Şehid Seyid Kutub (rh.a) der ki: ‘Kur’ân
saçıp savurmayı yasaklıyor. Saçıp savurma ‘doğru olmayan yerlere
harcamada bulunmaktır.’ Mücahid der ki: Bir insan malının hepsini
Allah yolunda harcasa, saçıp savurma olmaz.” (S.171)
Cemaat Allah’ın Emridir
“Hz. Peygamber (sav) a şöyle
buyurdu: ‘Ben size Allah’ın bana emrettiği beş şeyi emrediyorum:
Dinlemek, İtaat, Cihad, Hicret ve Cemaat. Kim cemaatten bir karış ayrılırsa
İslâm bağını boynundan çıkarmış olur, ancak cemaate tekrar dönerse o zaman
başka. Kim cahiliye davası iddia ederse Cehennemlik kimselerdendir.’ Bunun
üzerine bir adam: Ey Allah’ın Rasülü,.! Bu kimse namaz kılsa da oruç tutsa da
aynı mıdır? diye sordu. Rasûlullah (sav) şöyle buyurdu: ‘Namaz kılsa da
oruç tutsa da durum aynıdır. Siz, ( müslümanlar olarak) size
‘Müslümanlar’, ‘Mü’minler’ ve ‘Allah’ın Kulları’ isimlerini veren Allah’ın
davasını dava edinin/Allah’ın davasına davet edin.” S.194
Cemaatü’l Müslimin
Toprağı Olmayan İslâm Devletidir.
“Cemaatü’l Müslimin, İslâm devletine giden
yoldur. Cemaat olmayanların devletleri de olmaz. Cahiliyye devletlerinin, şer
düzenlerinin egemenliği altında esarete düşen Müslümanlara Rasûlullah (sav)’in
gösterdiği adres, Cemaltül Müslimin’dir.” (S.198)
Cemaatü’l Müsliminden
Ayrılmak Cahiliyyedir.
“Mü’minler ancak Allah’a
ve Peygamberine inanan, onunla beraber cemaat halinde bir iş üzerindeyken ondan
izin almadan çekip gitmeyen kimselerdir. O halde bazı işlerini görmek için
senden izin isterlerse, içlerinden dilediğine izin ver ve onlar için Allah’tan
bağışlama dile. Şüphesiz Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.” (Nur Sûresi, 62)
Bu âyet-i kerime’den açıkça anlıyoruz ki;
sahabeler Hz. Muhammed’in etrafında cemaat olmuşlardır. İmam olanlar asla
cemaati izinsiz terk etmemişlerdir.
Hz. Muhammed (sav) şöyle buyuruyor: ‘Her
kim emirden hoşuna gitmeyen bir şey görürse, sabretsin. Çünkü her kim İslam
cemaatinden bir karış ayrılırsa, Cahiliye ölümüyle ölür.” (S.210)
Ebu Hureyre (ra)’den rivayet edildiğine
göre; Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur. “Her kim itaattan çıkar
ve cemaatten ayrılırsa cahiliye ölümü ile ölür. Her kim körü körüne (çekilmiş) bir
sancağın altında savaşır, ırk adına öfkelenir veya bir ırka davet eder veya bir
ırka yardımda bulunur da öldürülürse bu bir cahiliye ölümüdür. Her kim benim
ümmetime karşı çıkar, iyisini kötüsünü vurur, mü’mininden çekinmez, ahid
sahibine verdiği sözü de yerine getirmezse o benden değildir, ben de ondan
değilim.” (S.212)
‘Cahiliye ölümü’nden murad; dinsiz olarak
ölüm demek değildir. Cahiliye devri
arapları keşmekeş içinde olup hükümdar falan tanımaz; kimseye itaat etmezlerdi.
Amirine itaat etmeyip cemaatten ayrılan bir müslüman da onlara benzeyeceği için
‘asi’ olmuş olur.” (S.212)
Cemaatü’l Müslimin,
Mü’min Yüreklerin Birlikteliğidir.
Cübeyr bin Mut’ım (ra)’den rivayet
edildiğine göre: Rasûlullah (sav) Mina’nın el-Hayf denilen dere kenarında ayağa
kalkarak şöyle buyurdu: “Benden işittiği sözü ezberleyen, kavrayan
ve hakkını yerine getirerek riayet eden kimseye ne mutlu!.. Fıkhı taşıyan nice
kimseler vardır ki, fakih değillerdir. Ve nice fıkhı bilen kimse onu,
kendisinden daha fakih olana taşır!... Bir müslüman kişinin kalbi, (şu) üç
meziyete sahip olduğu müddetçe hiyanet/kin ve husumet beslemez. Bu meziyetler:
Amelinin ihlasının Allah için olması, müslümanların imamlarına nasihat etmek ve
müslümanların cemaatına yapışıp ayrılmamak . Onların duası, daveti, onları
arkadan kuşatmıştır.” (S.216)
Hadis-i şerif’te mü’min yüreklerin önüne
şu üç asli esas konuluyor: İhlas Nasihat ve Cemaat! Bu
üç özelliğin birden ortaya koyduğu gerçeği her halde şöyle ifade etmek
mümkündür: Müslüman yüreği, ma’şer bir vicdandır. O Müslümanların tümüyle
beraberdir. Nerede bir müslüman varsa, kendisini onun yanında hisseder.
Zamanlar ve mekânlar üstü fevkalade duyguludur, duyarlıdır. “Bizi ve
bizden önce gelip geçmiş imanlı kardeşlerimizi bağışla; gönüllerimizde
mü’minlere karşı hiçbir kin bırakma!” (Haşr Sûressi:10) âyeti,
müslüman yüreğinin bu sınırlar ötesi boyutunu ortaya koyar. (S.215)
Cemaatü’l Müslimin, Ehl-i Hal ve’l Akd Meclisi Olan Cemaattir.
“Ehl-i Hal ve’l Akd” meclisi, mü’minlerin
vekâletiyle kurulan bir müessesedir. İslâmi ıstılahta: ‘Bir mükellefîn;
ehil bir cemaat (Ehl-i hal ve’l akıl) tarafından tesbit edilen
imama (veya imam adayına) itaat edeceğine dair söz vermesine
bey’at denilir’ tarifi yaygındır. Ehl-i hal ve’l Akd; İslâm amme
hukukuna ait bir terimdir. Genel anlamıyla ‘meseleleri halletmek ve
hükme bağlamak’ demektir. Mü’minlerin emirini seçme, gerektiğinde onu
azletme ve takip edilecek siyaseti belirleme yetkisine sahip olan kimselerden
müteşekkil ‘Şura Meclisi’, Ehl-i hal ve’l Akd olarak isimlendirilmiştir.
Kur’ân-ı Kerim’de ‘mü’minlerin vasıfları’ zikredilirken ‘Onların
işleri aralarında şura iledir’ hükmü beyan buyurulmuştur. İslam’a
göre devlet müessesesi; hukuk (şeriat) ve insanların rızası esas alınarak
kurulabilir. Zira Resül-i Ekrem (sav) ‘zorbalıkla (kuvvetle) başa
geçen ve zulümle insanların başında bulunan’ kimseleri
lanetlemiştir. Müslümanların, ‘devlet başkanını kontrol edecek, devlet
işlerini yürütmede ve düzenlemede ona yardımcı olacak bir cemaati’ (Ehl-i
hal ve’l akd) seçmelerinde zaruret vardır.” (S.233)
Cemaatü’l Müslimin, Velayet-i Fakih Otoritesine Bağlıdır
“Temim ed-Dari demiş ki, Hz. Ömer
zamanında insanlar yüksek bina yarışına girmişlerdi. Bunun üzerine Ömer (ra)
bir uyarı babında onlara şöyle seslendi : ‘Ey Arapcıklar topluluğu! El
Arza, El-Arza/yere, yere. Şüphesiz İslâm, İslâm olmaz cemaat
olmadıkça!.. Cemaat, cemaat olmaz emiri olmadıkça!.. Emir, emir olmaz itaat
olmadıkça!.. Herhangi bir kimseyi onun kavmi fıkıh üzere başlarına geçirecek
olursa, bu o kişi için de kavmi için de hayat olur. Herhangi bir kimseyi de
kavmi, fıkıh olmadan başlarına geçirecek olursa bu onun için de kavmi için de
helak olur. ”
Velâyet-i Fakih bir esas-ı asli olarak
vardır. Ancak Ehl-i Sünnet ve’l Cemaatte varolan Velâyet-i Fakih’den maksad,
Şiilerde olduğu gibi masum imamlar idaresi değildir. Velâyet-i Fakih;
Müslümanların şer’i velâyetlerini ve siyasi vekâletlerini ma’ruftarı ayrılmadan
icra eden sorumlu ve sorumluluk mevkiinde bulunan âlimlerdir. Ma’ruftan
ayrılıp Allah’a isyan etmeye başladıkları andan itibaren kendilerine itaat
edilmez.” (S.237-238)
Cemaatü’l Müslimin, Harb
Emiri Olan Cemaattir
“İslâm’da otorite boşluğu, şirk kadar
tehlikeli kabul edilmiştir. Müslümanların halifesiz, imamsız, emirsiz kalmaları
helal değil, haramdır.
Meşru halifeye itaat etmemek, haramdır.
İslâm ümmetinin üzerinde icma ettiği imama bey’at etmeyip muhalefet etmek de
helal değildir.
Ebu Said el Hudrî (r.a.)’in rivayet
ettiğine göre Rasülûllah (sav) şöyle buyurdu, “Sizden üç kişi sefere
çıktığında kendi içlerinden birisini emir tayin etsin.”
İstilâ altındaki Müslümanların “Ehl-i Hal
ve’l Akd Meclisini teşekkül ettirmeleri maslahata uygun olarak seçim yapmaları
gerekir. Rasul-i Ekrem (sav) İslâm devletinin söz konusu olmadığı Mekke
döneminde, mü’minlerden bey’at almıştır. Sahâbelerine değişik vazifeler vermiş
ve vazife verdiklerini denetlemeyi ihmal etmemiştir. Mütevatir haberlerle
sabittir ki; Birinci Akabe Bey’atı’nda bulunan Evs ve Hazreç kabilelerine
mensup Müslümanlardan; ‘Tebliğ hususunda sabır göstermeleri,
kınayıcıların kınamalarından çekinmemeleri, farzlara riayet etmeleri ve
haramlardan kaçınmaları’ hususunda bey’at almıştır. Dolayısıyla
İslâmî cemaatin ilk safhasında; ‘ferdlerin eğitimine ağırlık verilmesi,
tesbit edilen esaslara ve prensiplere göre hazırlık yapılması için’ ahid
yapılmasında (sünnete uyma açısından) zaruret vardır. Rasûl-i Ekrem (sav)’in
Birinci ve İkinci Akabe Bey’atları’nın dışında Bedir’de ve Hudeybiye’de de
bey’at aldığı sabittir. Hudeybiye Bey’atı ‘Beyat-ı Rıdvan’ ismiyle
meşhur olmuş ve bu bey’ata katılanlar ‘Allah’a bey’at edenler’ vasfını
kazanmışlardır. Mütevatir sünnetle sabittir ki bey’at; mü’minlerin içinde
bulundukları hale göre, tekrar tekrar gündeme gelebilecek salih bir ameldir.”
(S.248)
Cemaatü’l Müslimin,
Kadısı Olan Cemaattir
Kaza’nın meşruiyeti kitap, sünnet ve icma
ile sabittir. Hatta bazı âlimler örf ve aklı da delil olarak eklemişlerdir.
Şüphesiz Allahû Teâlâ’nın kitabında kaza ile ilgili birçok âyet varid/nazil
olmuştur. Onlardan bir tanesi, Allah’ ın indirdiğiyle hükmetmeyi
emrediyor: “Aralarında, Allah’ın indirdiği ile hükmet. Onların
arzularına uyma ve Allah’ın sana indirdiğinin bir kısmından (Kur’an’ın
bazı hükümlerinden) seni şaşırtmalarından sakın. Eğer yüz çevirirlerse,
bil ki şüphesiz Allah, bazı günahları sebebiyle onları bir musibete çarptırmak
istiyor. İnsanlardan birçoğu muhakkak ki yoldan çıkmışlardır.” (Mâide
Sûresi,49)
Ayet, hidayeti Allah’ın kitabiyle
hükmetmeye tazammun ediyor. Allah kendi hükmünü Kur’ ân-ı Kerim’de inzal
etmiştir. Kur’ ân-ı Kerim’in hükümlerinden birisi şudur:
“Hayır! Rabbine andolsun
ki onlar, aralarında çıkan çekişmeli işlerde seni hakem yapıp, sonra da
verdiğin hükme, içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın, tam bir teslimiyetle
boyun eğmedikçe iman etmiş olmazlar.” (Nisa
Sûresi:65)
Günümüzde ‘Allah’ın indirdiği
hükümlerle hükmetmeyenler, kâfirlerin ta kendileridir’ ayetini
slogan haline getiren geniş bir kitle vardır. Bu kitlenin, ‘İslâmi
mücadele verme’ hususundaki gayretinden şüphe edemeyiz. Ancak kendi
aralarında, Allahû Teâla’nın indirdiği hükümlere göre amel edip etmedikleri
üzerinde fazla durmamaktadırlar. Kaza sistemini kurmayan veya kuramayan bir
hareket, müntesipleri arasında, Allahû Teâla’ın indirdiği hükümlerle
hükmedemez. Dolayısıyla böyle bir harekete İslâmi Hareket ismini vermek mümkün
değildir.” (S.271)
Cemaatü’l Müslimin
Muhtesibi Olan Cemaattır
Cemaatü’l Müslimîn; iyilikleri hâkim,
kötülükleri ise mahkûm kılmak için var olan bir cemaattir. Hakkı tebliğ etmek,
insanlara iyilikleri emretmek ve onları kötülüklerden alıkoymak, farzı kifaye
hükmünde olan salih bir ameldir. Müfessir ulemadan İmam Ebu Bekir İbn-i Arabi
(rh. a. ), ‘İnsanlara iyilikleri emretmek ve onları kötülüklerden
alıkoymak, dinin ve hilafetin aslıdır.’ diyerek, bir inceliğe işaret
etmiştir. Asr-ı Saadette ‘Emr-i Bi’l Ma’ruf ve Nehyi Ani’l Münker’ farzının
edası için, hisbe teşkilatının kurulduğu malumdur.”(S.273)
“Münkere dayalı düzenleri kalben
reddetmeyenler, fiilen kendilerini onların karşısında bulamazlar. İyiliklerin
yayılması ve kötülüklerin de önlenmesi, iyilerin iyilikler dünyasına seyrü
seferidir. İyiliğe dayalı yapıları ayakta tutmak, kötülüğe dayalı yapıları ve
sistemleri yıkmak için ‘Hisbe Teşkilatı’ bir zaruret olarak
ortaya çıkmıştır. Hisbe Teşkilatı’nın temeli Kur’an-ı Kerim’e dayanır: ‘Sizden
öyle bir ümmet/cemaat bulunmalıdır ki hayra çağırsınlar, iyiliği emretsinler,
kötülükten sakındırsınlar. İşte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.’ (Âl-i
İmran Sûresi: 104) (S.278)
Cemaatü’l Müslimîn Âmili
Olan Cemaattır
Amil, lügatte ‘çalışan, iş yapan’ anlamına
gelir. Amil; Kur’ân’da; iman edip sâlih ameller işleyenler, kötü iş yapanlar ve
zekât toplayan görevli memurları anlamında kullanılmıştır. Bir fıkıh terimi
olarak âmil, gerek İslâmî devletin ve gerekse Cemaatü’l Müslimin’in zekât,
öşür, vergi alacağını toplayan tahsildar, bölge idarecisi, vali gibi manalara
gelmektedir.” (S.309)
“İslâm coğrafyasının kahır ekseriyetinin
harbi ve mürtedlerin istlâsına yenik düştüğü bir çağdayız. Vaktin vacibi, zekât
vermekle mükellef olan mü’minlerin zekâtlarını cihada ayırmalarıdır. İslâm
topraklarında Harbi ve mürtedlerin istilâsını kırmaya çalışan Allah yolundaki
mücahidleri zekâtla techizlendirmek, vaktin vacibidir.” (S.328)
Cemaatü’l Müslimîn ‘Cuma
İmamı’ Olan Cemaattır
“Hz. Cabir (ra)’den rivayet edilen bir
hutbede Resûl-i Ekrem (sav) şöyle buyurdu: “…Yüce Allah şu
bulunduğum makamda, şu günümde, şu ayımda ve şu yılımda sizlere Cuma’yı farz
kılmış bulunuyor. Ve bu kıyâmete kadar böylece devam edecek. Benim hayatımda,
ya da benden sonra ‘Adil Ve Cair Bir İmam! Olduğu’ Halde, onu hafife alarak
yahut ta inkâr ederek kim terkederse; Allah, onun iki yakasını bir araya
getirmesin, hiç bir işini mübarek kılmasın…”
Hanefi fükahası, bu ve buna benzer
sünnetteki delilleri esas alarak Cuma namazının edası için, ‘Ulû’lemr (İmam,
sultan) veya o’nun görevlendirdiği bir kimsenin bulunması şarttır’ hükmünde
ittifak etmiştir.” (S.339)
“Cum’a (cemaat) namazı, cihad şuurunu
ayakta tutan bir ibadettir. Hepimizin hatırladığı gibi; Fransızlar’ın Maraş’ı
istilâsı sırasında Cum’a şuuru gündeme girmiş ve küfre karşı büyük bir kıyam
gerçekleşmiştir. Cum’a günü; Maraş’ın ulu camisinde (ki ulu camiler, cum’a
camiidir) toplanan müslümanlara Rıdvan Hoca (rha) şöyle haykırmıştır: ‘Müslümanlar!..
Bu akşam Maraş kalesinden bayrağımız indirilmiş yerine Fransız bayrağı
çekilmiştir. Cum’a namazının bir insana farz olması için onun hür olması
gerekir. Fransız bayrağı O kaleden indirilmediği müddetçe, bu beldede gayrı
Cum’a kılınmaz.’ Rıdvan Hoca (rha)’nın bu açık ve yiğit tavrı; Maraşlı
müslümanları, kanları ve canları pahasına da olsa, İslâm topraklarının
müşriklerden temizlenmesi gerektiği şuuruna erdirmiştir.” (S.341)
Cemaatü’l Müslimîn
‘Müftisi’ Olan Cemaattır
“Fetva: Dini ve hukukî meselenin çözümü ve
açıklanması için bir sualin cevaplanmasıdır. Fetva vermek: Bir kimseye dini bir
meselenin hükmünü söz ve yazıyla açıklamaktır. Fetva istemeye İstifta, fetva
isteyene müstefti fetva verene müftî denir.
Kaynaklar sahabe, tabiun ve onları takib
eden devirlerde müstakil fetva veren pek çok müctehidin isimlerini
zikretmektedir.” (S.357)
“İslâm dini, ilimsizliği ve âlimsizliği
genelde insanlık için özelde ise mü’minler için kıyamet şiddetinde bir felaket
olarak görür. Sahâbeden İbnu Amr İbni’l-As (ra) anlatıyor: Rasûlullah (sav)
buyurdular ki:
“Şüphesiz Allah
ilmi (verdikten sonra),
insanların (kalbinden) zorla söküp almaz. Fakat ilmi, ulemayı
kabzetmek suretiyle alır. Ulema kabzedilir, öyle ki, tek bir âlim kalmaz. Halk
da cahilleri kendine reis yapar. Bunlara meseleler sorulur, onlar da ilme
dayanmaksızın kendi reyleriyle fetva verirler, böylece hem kendilerini hem de
başkalarını delâlete atarlar.” (S.364)
Cemaatü’l Müslimin Şer’i Şerif ile
hükmeden kadılar yetiştirmekle mükellef olduğu gibi, şer’i kaynaklara dayanarak
Müslümanların müşkillerini fetvalarıyla haleden Müftiler yetiştirmekle de
mükelleftir. Kendisinden şer’i fetva sorulacak ve şer’i fetvalar alınacak bir
müftisi olmayan hareket, meşrep, meslek, medrese, cemaat, Cemaatü’l Müslimiîn
sayılmaz.” (S.382)
Cemaatü’l Müslimîn
‘Müderrisi’ Olan Cemaattır
“Cemaatü’l Müslimin derssiz, medresesiz ve
müderrissiz olmaz. Cemaatü’l Müslimin için Risalet’in müderrisliği, sahâbenin
talebeliği İslâm tedrisat anlayışının iklimi ve bu iklimden süzülecek mana ve
hikmet yekûnu, eksiksiz bir anlayış ve nizamı kurmaya kâfidir.
İslâm medeniyetinin banileri müderrislerdir.
Arapçada ‘ders’ masdarından gelen müderris kelimesi, ders veren öğretmen ve
ders vermeye yetkili ilim sâhibi kimse mânâsındadır. Târihte, devrin mektep ve
medreselerinde eğitim ve öğrenimini tamamlayıp, icâzet (diploma) aldıktan
sonra, medreselerde ve câmilerde din ve fen ilimlerini ders vererek öğretenlere
müderris adı verilmiş; makâmlarına da müderrislik denilmiştir.” (S. 388)
Cemaatü’l Müslimîn
‘Usûlü ve Üslûbu’ Olan Cemaattır
“Cemaat olmada ölçü kalabalık değil,
Hakk’a uygunluktur. Hadiste beyan edildiği gibi, hiç inananı olmayan, etrafında
kimse bulunmayan Peygamberler olmuştur. Cemaat olmada kalabalığı ölçü kabul
edenler, O Peygamberleri görselerdi kim bilir belki de bunlar yanlış
yoldadırlar diye suçlalardı. Oysaki Peygamberler Rabbanî ilkelere bağlı
kalmışlardır. Dini, imanı kaybetmektense kalabalıkları kaybetmeyi göze
almışlardır. Asla ve kat’a akidede net ve sert olmayı elden bırakmamışlardır.
Akidede net ve sert olmayıp tavizkâr olanlar, Rabbani davanın mücadelesini
veremezler.” (S.413)
Usûl ve Üslup sahibi olmak, Cemaatü’l
Müslimin’den olmanın alametidir. Cihad usulünü, Siyaset-i Şer’ iyye fıkhını,
Mücadele ahlâkını, Davet üslubunu bilmeyenler, Cemaatü’l Müslimin’i
oluşturamazlar. Bu hususta dinen gerekli olan usül ve üslubü Said Havva (rh.a.)’in ‘Cevlâtun
fî’l-Fıkhayn eI-Kebîr ve’l-Ekber ve Usûluhumâ’ isimli eserinden özetle
maddeler halinde takip edeceğiz.” (S.416) dedikten sonra adı geçen eser
üzerinden konuyu ele alır.
Mehmed Zahid Aydar
Mîsak Dergisi
Sayı: 318 / Mayıs 2017