Menâkıb-ı İmam Ebû Hanife - Alparslan Aydar

Menâkıb-ı İmam Ebû Hanife

Büyük hadis ve tarih âlimlerinden İmam Zehebî'nin kaleme aldığı, son devrin alimlerinden İmam Muhammed Zâhid el-Kevserî’nin tahkik ettiği 'Menâkib-ı İmam Ebû Hanife' isimli eser, bir çok âlim tarafından dikkate alınan bir eserdir. Ebû’l Vefa el-Efgânî (1893-1975), İmam Ebû Hanife, İmam Ebû Yusuf ve İmam Muhammed b. el-Hasan’ın menkıbelerini bir araya toplayıp yayına hazırlamıştır. Allame Ebû’l Vefa, İmam Zehebî’nin bu üç risalesini ‘Menâkibul İmam EbîHanîfe ve Sâhibeyhi Ebî Yûsuf ve Muhammed b. el-Hasan’ ismiyle neşretmiştir. Kitabın 27 sayfası imam Ebû Hanife’nin biyografisi hakkındadır ki 12 başlık vardır. İmam Ebû Yusuf hakkında olan kısım ise 12 sayfadır. İmam Muhammed b. el-Hasan’ın menâkibinden bahseden kısım ise 10 sayfadır. Kitap; başındaki mukaddime kısmı ile beraber 61 sayfadır. Allame Ebû’l Vefa, kitaba bazı dipnotlar ilave etmiştir. Ebû Hanife’nin zamanında Ashab-ı Kiram’dan bir cemaat hala hayatta idi. İnşallah o, ashaba güzellikle tabi olan, Tabiin zümresindendir.Çünkü Enes b. Malik (r.a.) Kufe ye geldiği zaman İmam Ebû Hanife’nin onu gördüğü ve dersini takip ettiği bilinmektedir. Tanıtımını yaptığımız bu eser, sahasında kaleme alınan en güzel eserlerden birisidir.

Menâkıb-ı İmam Ebû Hanife
İmam-ı Zehebî
Kayıhan Yayınları
Mîsak Dergisi
Sayı: 335 / Ekim 2018

Elimizdeki bu eser, dünya Müslümanlarının yarısının, hatta daha fazlasının dinde İmam olarak kabul ettikleri İmam-ı A’zam Ebû Hanîfe ve onun en büyük ve güzîde iki talebesi olan İmam Ebû Yusuf ve İmam Muhammed b. Hasan’ın hayatları, eski tabirle menkîbeleri hakkındadır.

Hanefî mezhebinin bu üç büyük imamının doğum, nesep, fıkıh ve hadiste hoca ve talebeleri; ibâdet, verâ, takvâ, ahlâk yönünden fazîletleri, ilmî mücadeleleri, cerh ve ta’dil imamlarının onlar hakkındaki kanaatleri, diğer imamlarla aralarında geçen hâdiseler...

Kitabı daha da önemli hale getiren ise yazarı İmam Zehebî, İslâm tarihinin yetiştirdiği en büyük hadis ve tarih âlimlerinden olmasıdır.

Bu toprakların 20. Yüzyılda yetiştirdiği en büyük müdekkik ve münekkitlerinden olan İmam Muhammed Zâhid el-Kavserî’nin kitabı tahkik etmiş olması, kitabın kıymetini bir kez daha arttırmıştır.

 

Önsöz

“Ebû’l Vefa el-Efgânî (1893-1975), İmam Ebû Hanife, İmam Ebû Yusuf ve İmam Muhammed b. el-Hasan’ın menkıbelerini bir araya toplayıp yayına hazırlamıştır. Allame Ebû’l Vefa, İmam Zehebî’nin bu üç risalesini ‘Menâkibul İmam EbîHanîfe ve Sâhibeyhi Ebî Yûsuf ve Muhammed b. el-Hasan’ ismiyle neşretmiştir. Kitapçığın 27 sayfası imam Ebû Hanife’nin biyografisi hakkındadır ki 12 başlık vardır. İmam Ebû Yusuf hakkında olan kısım ise 12 sayfadır. İmam Muhammed b. el-Hasan’ın menâkibinden bahseden kısım ise 10 sayfadır. Kitap; başındaki mukaddime kısmı ile beraber 61 sayfadır.

Allame Ebû’l Vefa, kitaba bazı dipnotlar ilave etmiştir. Biz de tercüme ederken notun sonuna parantez içinde ismini yazdık. Kitabı tahkik eden ise İmam Muhammed Zahid el-Kevserî’dir. Uzun izahlarda bulunmuş, İmam Zehebî ye cevap verilecek yerlerde gerekli tahkiklerde bulunmuştur. Biz de tercüme ederken Arapça aslında (z) olarak yazılan yere (Kevserî) yazdık.” S.10

İsmail Karagözoğlu

 

İmam Zehebî'nin Hayatı

Zehebi; fıkıh, hadis ve tarih âlimi. İsmi, Muhammed bin Ahmed bin Osman bin Kaymaz bin Abdullah et-Türkmâni el-Mısrî, künyesi Ebû Abdullah, lakabı ise Şemsüddin’dir. Babası Şihâbuddin Ahmed’in kuyumculuk sanatındaki maharetinden dolayı Zehebi, yani ‘kuyumcu’ diye ünlü oldu. Zehebi, aslen Türkmâniyye ailesinden olup, dedesi Diyarbekir’e bağlı Meyyafarikin şehrindendi. Dedesi Fahrüddin Ebû Ahmed Osman, ticaret ve sanatla meşgul olurdu. 1274 (H. 673) senesi Rebiu’l Ahir ayında Şam’da doğdu. 1348 (H. 748) senesi Zilkade ayının üçünde, Mısır’da vefat etti. Babüssağir denilen yere defnedildi. S.13

 

İmam Ebû Hanife'nin, İsmi, Doğumu ve Soyu:

Bu kitap; asrının fakihi, vaktinin âlimi, şerefli rütbe, iffetli nefis ve yüce derece sahibi, Ebû Hanife’nin haberleri hakkındadır.

Ebû Hanife’nin ismi, Numan b. Sabit b. Zûta’dır. Kufe ehlinin müftüsüdür. Allah ondan razı olsun, hicri 80 senesinde, Halife Abdulmelik b. Mervan (ö. 705) zamanında, Din-i Hanif üzere, Kufe’de doğdu. S.35

[İzah ettiğimiz sebeplerden dolayı Ebû Hanife’nin doğumu 80 senesinden önce olması tercih olunur. Doğumu hakkında, tercihe layık olan, 70 senesi olmalıdır. Allah Subhanehu en iyi bilendir. (Kevseri)]

Ebû Hanife’nin zamanında Ashab-ı Kiram’dan bir cemaat hala hayatta idi. İnşallah o, ashaba güzellikle tabi olan, Tabiin zümresindendir.Çünkü Enes b. Malik (ö. 93/711) (r.a.) Kufe ye geldiği zaman İmam Ebû Hanife’nin onu gördüğü sahihtir.

 

İmam Ebû Hanife'nin Ahlâk ve Verâsı

el-Hasan b. İsmail (ö, 244), babası İsmail b. Mücalid’denşöyle rivayet ediyor: Halife Harun Reşid’in (ö. 193/809) yanında iken Ebû Yusuf (ö. 183/798) meclise girdi. Halife Harun ona, ‘Ebû Hanife’nin ahlâkını bana anlat’ dedi. İmam Ebû Yusuf:‘Vallahi Ebû Hanife harâmlardan şiddetle kaçınırdı. Dünya ehli insanlardan uzak dururdu. Suskunluğu çok, daimâ tefekkür halinde idi. Yüksek sesle konuşmaz ve az konuşurdu. Eğer bildiği bir meselede sual sorulursa cevap verirdi. Ey müminlerin Emiri! Ben tanıdığımdan beri o dinini ve nefsini korurdu. Sadece kendi nefsi ile meşgul olurdu. İnsanların sadece hayır taraflarını zikrederdi.’

O zaman Halife Harun Reşid:‘Bu anlattığın salihlerin ahlâkıdır’ dedi.

el-Kasım b. Gassan: İshak b. Ebû İsrail’i14 (o. 245) dinledim, şöyle diyordu:

Bir topluluk Süfyan b. Uyeyne’nin (ö. 198/814) yanında Ebû Hanife hakkında konuştu. Bazıları onun makamını küçük görerek ileri-geri konuştular. Bunun üzerine Süfyan b. Uyeyne: ‘Ebû Hanife; insanların en çok namaz kılanı, emâneteriâyet bakımından en büyüğü, mürüvvet / kişilik olarak da en güzeli idi’ dedi.

Kadı Şerik (ö. 177/794)’den şöyle rivayet edildi: ‘Ebû Hanife’nin susması uzun, daimâ tefekkür halinde, aklı çok ve insanlarla konuşması azdı.’ S.44

el-Hasan b. İsmail b. Mucalid: Veki’ b. Cerrah’ı (ö. 197/812) şöyle söylerken işittim, Hasan b. Salih b. Hayy (ö. 165/784) şöyle derdi: ‘Ebû Hanife’nin Allah korkusu şiddetliydi. Haram olan bir şeye helal demekten çok korkardı.

[Veki’ b. Cerrah (ö. 197), İmam Ebû Hanife’nin en büyük talebelerindendir. Birisi ‘Ebû Hanife hata etti’ deyince, kendi imamını şöyle müdafaa etmiştir: ‘Ebû Hanife hata yapmaya nasıl kadir olabilir? Onun yanında EbûYûsuf ve Züfer gibi Kıyasta; Yahya b. Ebî Zâide, Hafs b. Gıyâs, Hıbbân ve Mendel gibi hadîste; el-Kâsım b. Man gibi Arap lugâtını bilmede; Dâvûd et-Taî, Fudayl b. lyâd (ö. 187) gibi zühd ve verâda, en yüksek şahsiyetler var.

Kim ki, oturduğu meclis arkadaşları bunlar olursa, hata yapamaz. Çünkü eğer hata yapacak olsa, bunlar onu düzeltir’ (Hatib el-Bağdadi, Târîhu Bağdat, c.14, s.247) ]

 

İmam Ebû Hanife'nin Hocaları

Ebû Hanife, İbrahim en-Nehai (ö. 95) nin talebesi Hammad b. Ebû Süleyman (ö. 120) ve başkalarından fıkıh öğrendi. Ebû Hanife şöyle derdi: ‘Hammâd’ın derslerine on beş sene devam ettim.’ Başka bir rivayette Ebû Hanife şöyle demiştir:

‘Hammâd b. Ebû Süleyman’a on sene talebelik yaptım. Fetvalarını ezberler, hallettiği meseleleri dinlerdim.’ Ebû Hanife, Mekke’de Ata b. Ebû Rebah (ö. 114/732)’tan hadis dinlemiştir. Ebû Hanife şöyle derdi: ‘Atâ’dan daha faziletli birisini görmedim.

[İmam Ebû Hanife’nin hocası Hammad b. Ebû Süleyman’a 15 ve 10 sene talebelik yaptığına dair bu iki rivayet de vehimdir, hatadır. Hatib Bağdadi’nin Târîhu Bağdat (c.13, s.333) kitabından da anlaşılacağı üzere, Ebû Hanife hocasının derslerine 10 sene devam ettikten sonra kendisinin de fetva verebilecek seviyeye geldiğini / ulaştığını zannetti.Ancak hatasını kısa zamanda anlayınca tekrar hocasının derslerine devam etti. Bu devamiyet hocasının vefat ettiği hicri 120 senesine kadar 18 yıldır. (Kevseri) ]

Ebû Hanife’nin hadis rivayet ettiği diğer bazı muhaddislerşunlardır:

Atiyye el-Avfi (ö. 201), Abdurrahman b. Hurmuz el-A’rec (ö. 117/735), İkrime (ö. 107), Nafî (ö. 117), Adiyy b. Sâbit (ö. 116), Amr b. Dinar (ö. 127), Seleme b. Kuheyl (ö. 121), Katâde b. Diame (ö. 107), Ebû’z Zubeyr (ö. 126/744), Mansur (b. el-Mu’temir) (ö. 132/750), Ebû Cafer Muhammed b. Ali b. el-Hüseyin ve daha başkaları.S.50

 

İmam Ebû Hanife'nin Talebeleri

Büyük âlimlerden bir topluluk İmam Ebû Hanife’den fıkıh öğrenmişlerdir. Talebelerinden bazıları şunlardır:

Züfer b. el-Huzeyl (ö. 158/775), Kadı Ebû Yusuf (ö. 182/798), Hammâd b. Ebû Hanife (ö. 170), Nuh el-Câmi olarak bilinen Nuh b. Ebû Meryem (ö.173/789), Ebû Muti’i el-Hakem b. Abdullah el-Belhî (ö. 199/814), el-Hasan b. Ziyâd el-Lü’lül (ö. 204/819), Muhammed b. el-Hasan (ö. 189/805), Kadı Esed b. Amr (ö. 188/806)

İmam Ebû Hanife’den adetleri sayılamayacak kadar çok muhaddis ve fakih rivayette bulunmuştur.” S. 53

 

İmam Ebû Hanife'nin İbâdeti

İmam Ebû Hanife’nin gece ibadetleri, teheccüdü ve diğer ibadetleri tevâtür bulmuş bir haberdir. Allah ona rahmet eylesin.Yakub b. Şeybe (ö. 262/875) rivayet ediyor: Bana Bekr rivayetetti. Ebû Asım en-Nebîl’i şöyle derken işittim:Çok namaz kılmasından dolayı Ebû Hanife’ye Veteddenirdi.”

 

İmam Ebû Hanife Kırk Sene Yatsı Abdesti İle Sabah Namazını Kılmıştır

Bu, tecrübe edilmiş bir hikâyedir. Bu konuda mahfuz olan rivayet ise, Bişr b. Velid el-Kindî’nin (ö. 23 8 /853) Ebû Yusuf’tan yaptığı şu rivayettir: ‘Ebû Hanife ile beraber yürürken, bir adamın diğer bir adamla şöyle konuştuğunu duydum: ‘Şu! Geceleri uyumayan Ebû Hanife'dir!’ Bunu duyan Ebû Hanife şöyle buyurdu: ‘Vallâhi benim yapmadığım bir şeyi konuşmuyorlar!’ Ebû Yusuf: “Ebû Hanife, bütün geceyi namaz, duâ ve yalvarma ile ihyâ ederdi!’

Hibban b. Bişr, Hukkâm b. Selm tariki ile Ebû Sufyan’dan şöyle rivayet eder: ‘Biz, Amr b. Mürre’nin (ö. 116/734) yanına giderdik. Ebû Hanife de yatsı ve sabah namazlarını tek bir abdestle kılardı!

Yahya el-Hımmânî (ö. 228 /843) babasından şöyle rivayet eder:‘Ebû Hanife’ye altı ay talebelik yaptım, devamlı olarak sabah namazını yatsı namazının abdesti ile kıldığını görürdüm. Her gece seher vakti Kuran-ı Kerîm’i hatmederdi.

Ebû Abdurrahman el-Mukriî şöyle rivayet eder: ‘Eğer Ebû Hanife’yi namaz kılarken görseydin, onun tek gayesinin namaz kılmak olduğunu bilirdin.” S.59

 

Bir Rekâtta Kur’ân-ı Kerîmi Hatmedenler Dört Kişidir

İbrahim b. Rustem el-Mervezî, Hârice b. Mus’ab’tan şöyle rivayet ediyor: ‘Bir rekâtta Kur'ân-ı Kerîmi hatmedenler, imamlardan dört kişidir: Osman b. Affân, Temîmi ed-Dârî, Saîd b. Cübyr ve Ebû Hanife'dir. Allah hepsinden razı olsun.

Yahya b. Nasr rivayet ediyor: ‘Ebû Hanife, Kuran-ı Kerîm' i Ramazan ayı boyunca altmış defa hatmederdi.

Muhammed b. Semaa, Muhammed b. el-Hasan, el-Kasım b. Mandan şöyle rivayet ediyor:

Ebû Hanife gece kalkar ve sabaha kadar şu ayet-i kerimeyi tekrar ederek ağlardı:

Hayır. Onların asıl mev’idleri (vaat olunan yer) Kıyâmet’tir. O Kıyâmet ise daha dehşetlidir ve daha acıdır.” (Kamer Sûresi:46) S.61

 

İmam Ebû Hanife'nin Allah Korkusu

Bir adamın Ebû Hanife’ye ‘Allah’tan kork’ dediğini işittim. Bunun üzerine Ebû Hanife sarsıldı, sarardı ve başını eğerek şöyle dedi: ‘Allah seni hayırla mükâfatlandırsın. İnsanlara her zaman bu sözü söyleyecek birisi lazım.” S.61

Hâmid b. Adem el-Mervezi, Abdullah b. Mübarek’i şöyle söylerken işittiğini rivayet ediyor:

Ebû Hanife’den daha çok verâ sahibi hiçbir kimseyi görmedim.O, kırbaç ve mal ile imtihan oldu.

Yakub b. Şeyhe, Abdullah b. el-Hasan b. Mübarek, İsmail b.Hammad b. Ebû Hanife kanalı ile şöyle rivayet ediyor: Babamla (Hammad’la) beraber çöplerin olduğu bir yere uğradık.

Orayı görünce babam ağladı. ‘Sizi ağlatan nedir?’ dedim. Babam: "Oğulcuğum! Burası, kadı olmayı kabul etmeyince İbn Hübeyre’nin (ö. 133/750) on gün boyunca dedene (Ebû Hanife) onar sopa vurduğu yerdir.” S.63

 

İmam Ebû Hanife'nin Hilmi/Yumuşak Tabiatı

Adamın birisinin Ebû Hanife’ye uzun süre hakaretler ettiğini duydum. Öyle ki ona; ‘Ey kâfir’, ‘Ey zındık’ diyordu. Ebû Hanife ona: ‘Allah seni affetsin. Senin söylediğinin tersi olduğumu Allah biliyor’ dedi.

İbrahim b. Abdullah el-Herevî, Yezid b. Harun’dan (ö. 206) şöyle rivayet ediyor: "Ebû Hanife’den daha halim kimse görmedim! ”

 

İmam Ebû Hanife'nin Kadılık Vazîfesini Kabul Etmemesi

Vâkıdî (ö. 207 /822 ), el-Kâsım b. Ma’n’dan şöyle rivayet ediyor: İbn Hubeyre (ö.133/750) Ebû Hanife’yi kadı olarak tayin etmek istiyordu. Kabul etmeyince onu hapsetti. Ebû Hanife’ye, ‘İbn Hübeyre seni kadı yapmaya yemin etmiş. Değilse senin çıkmana izin vermeyecek’ dediler. Bunu üzerine Ebû Hanife: ‘Eğer benden mescidin kapılarını saymamı dahi istese yine de saymam’ demiştir. S.65

“Halife el-Mansur, Ebû Hanife’yi kadı yapmak isteyince o kabul etmedi. Bunun üzerine mutlaka kabul edeceğine dair halife yemin etti. Ebû Hanife de yapmayacağına dair yemin etti. Hâcib vazifesinde bulunan Rebi’; ‘Müminlerin Emiri’nin yemin ettiğini görmüyor musun?’ dedi. Ebû Hanife: ‘Müminlerin Emiri yemin kefâretini ödemeye benden daha kudretlidir ’ dedi ve kadılık vazifesini kabul etmedi. Halife de onun hapse atılmasını emretti. Ebû Hanife de hapiste vefat etti. Daha sonra Hayzuran Kabristanlığı’na defnolundu.” S.67

“Kadılık vazifesini kabul etmesi için Ebû Hanife’yi dövdüler. O ise kabul etmedi. Onun ağlayarak şöyle dediğini işittim: ‘Annemin üzülmesinden dolayı ağlıyorum.

Muğis b. Budeyl anlatıyor: Halife Cafer, Ebû Hanife’yi kadılık vazifesine getirmek istedi. Ebû Hanife kabul etmedi. Halife: ‘Bizim içinde bulunduğumuz duruma rağbet etmiyor musun?’ Ebû Hanife: ‘Ben kadılığa uygun değilim’ dedi. Halife, ‘Yalan söylüyorsun’ der. Bunun üzerine Ebû Hanife, ‘Mü’minlerin Emiri benim kadılığa uygun olmadığıma hükmetti. Çünkü benim yalan söylediğimi söyledi. Eğer ben yalancı isem, benim kadı olmam uygun olmaz. Eğer ben sadık/doğru birisi isem, ben zaten bu işe uygun olmadığımı haber vermiştim’ deyince hapsedildi.” S.68

 

İmam Ebû Hanife'nin Rey Hakkındaki Sözleri

Muhammed b. Şuca’ es-Selci (ö. 266) anlatıyor: İsmail b.Hammad b. Ebû Hanife’den işittim, Ebû Hanife şöyle dedi: ‘Tercih ettiğimiz görüşleri kabul etmeye hiçbir kimseyi mecbur etmeyiz. Herkesin bu içtihadı kabul etmesi lazım geldiğini söylemeyiz. Kimin yanında daha iyisi varsa getirsin’.

Hasan b. Ziyad el-Lü’lüî (ö. 204/819) anlatıyor: Ebû Hanife şöyle derdi: "Bizim şu reyimiz, gücümüzün yettiğinin en iyisidir. Kim daha iyisini getirirse onu kabul ederiz.” S.81

Re’y konusunda bir kısım rivayetler vardır. Bunlardan bir kısmı, re’yin kötü, bir kısmı da iyi olduğunu anlatır. Kötü olan re’y kişinin kendi hevesine dayanan bir görüştür. İyi olan re y ise, Kitab ve Sünnet’e kıyas yoluyla Sahabe, tabiun ve teba-i tabiin fakihlerinin usûlüne uygun olarak yeni bir olayın hükmünü nasstan çıkarmaktır.

Bu konudaki kesin kanaat şudur: Sahabi, tabii ve Teba-i tabiinin fakihleri yukarıda temas ettiğimiz manada re’yle ictihad yapmışlar; yani nasslara başvurarak yeni olayların hükmünü çıkarma yoluna gitmişlerdir ki bu, inkârı mümkün olmayan icma’lardandır.

Hanefilerin rey taraftarları diye isimlendirilmesi ise; ancak hüküm çıkarırken re’yi çok iyi kullanmalarından ileri gelmiştir. Nerede olursa olsun, ister Irak’ta, ister Medine’de, fıkhın bulunduğu her yerde re’y de bulunacaktır. İslâm hukukçularının hepsi sadece ellerindeki delillere göre, içtihadın şartlarında ihtilaf etmişlerdir. Kitab, Sünnet, İcma ve Kıyası kabulde ve sadece bunlardan biriyle yetinmeme konusunda ittifak etmişlerdir. A’meş’in dediği gibi, hadisçiler nakilci olup, eczacı gibidirler. Fakihler ise tabip /doktor hükmündedirler.

Hanbeli bilginlerinden Süleyman b. Abdi’l Kavi et-Tufi, Hanbeli usulüne dair yazdığı Muhtasaru’r-Ravda adlı eserin şerhinde şöyle der: ‘Bilesin ki rey taraftarları sözü izafî bir şeydir. Hükümlerde rey ile ictihad yapan herkese şamildir. Bütün İslâm âlimleri buna dâhildir, çünkü müctehidlerin hepsi ictihadlarında akıl ve reye başvurmadan yapamazlar. Doğruluğunda münakaşa edilmeyen Tahkîkul-Menat ve Tenkîhu’l-Menat gibi ictihad usullerini her müctehid kullanmıştır.’

‘Re’y taraftarları’ deyimi ‘Halku’l Kur’an’ meselesi ortaya çıktıktan sonra raviler tarafından Iraklılara, yani Ebû Hanife ve ona tabi olan Kufelilere ad olarak verilmiştir.’

‘Bazıları Ebû Hanife’ye dil uzatmada ileri gitmişlerdir. Ben ise vallahi Ebû Hanife’nin kendisine nisbet edilen şeylerden uzak olduğu kanaatindeyim ve onu bu gibi isnatlardan tenzih ederim.

Kısaca, Ebû Hanife inat olsun diye hiç bir sünnete muhalefet etmemiştir. Sünnet konusunda muhalefet ettiği olmuşsa, ancak doğru gördüğü ve mevcut olan delillere dayanarak muhalefet etmiştir. Muhalifleri ona karşı pek insaflı davranmamışlardır. Ebû Hanife ise içtihadında yanılmış ise bir, isabet etmişse iki mükâfat almıştır. Ona dil uzatanlar, ya hasetçilerdir, ya da içtihad yapılması gereken yerleri bilmeyenlerdir.”

Daha sonra İbn Hacer el-Mekkî, Ebû Hanife ve arkadaşlarının fıkıhta takip ettikleri yolu açıklamış; onların önce Kitab, sonra Sünnet ve daha sonra da Sahabilerin fetvalarıyla içtihadda bulunduklarını belirtmiş ve bunun aksini zannedenleri reddetmiştir.

Bir müçtehid olan Ebû Hanife’yi tenkid eden güvenilir hadisçilerin bulunduğunu inkâr edemeyiz. Bu hadisçiler Ebû Hanife ve arkadaşlarının kabul etmediği rivayetlerde bulunan illetlere dikkat etmedikleri için onun ve öğrencilerinin rey’e karşılık hadisi terk ettiklerini zannetmişlerdir. Çoğunlukla bu hadisçiler, Ebû Hanife ve öğrencilerinin delillerden nasıl hüküm çıkardıklarını kavrayamamışlardır. Esasen bu, müçtehidlerin görüşlerinin çok keskin oluşundan ve hadis nakledenlerin idraklerinin sathiliğinden ileri gelmiştir. Dolayısıyla hadisçiler rey’e karşılık rivayeti terk ediyorlar diye fıkıhçıları tenkid etmişlerdir.Onların bu yersiz tenkidleri sadece kendilerine racidir.” ] S.85

 

İmam Ebû Hanife Zayıf Hadisi Kıyas ve Reye Tercih Ederdi

İbn Hazm (ö. 456/1064) şöyle der: “Ebû Hanife’nin ashabının tamamı, Ebû Hanife’nin mezhebinin şu olduğunda ittifak etmişlerdir: ‘Ebû Hanifeye göre zayıf hadîs, kıyas ve reyden daha üstündür.

Abdullah b. Amr er-Rakki anlatıyor: “Ameş’in (ö. 148/765) yanında idik. Ebû Hanife de oradaydı. A’meş’e bir mesele soruldu. Ameş: ‘Meseleye sen cevap ver Ey Numan’ dedi. Ebû Hanife o meseleye fetva verince A’meş:‘Bu cevabı nereden buldun?’ diye sordu. Ebû Hanife: ‘Şöyle bir hadîs rivâyet etmiştin, bu hükmü o hadîsten çıkardım’ dedi. O zaman A’meş şöyle dedi:Sizler (fakîhler) doktor bizler (hadîsçiler) ise eczacılarız.’

Ahmedb. Ebû Hayseme, İbrahim b. Beşşâr, Süfyan b. Uyeyne (ö. 198/814) den rivayet ediyor.Süfyan dedi ki: Ebû Hanife mescitte iken yanına uğradım. Talebeleri etrafında idi. Sesleri yüksek çıkıyordu. Ona: ‘Mescitte yüksek sesle konuşmalarını yasaklasan?’ dedim.

Ebû Hanife: ‘Bırak onları! Onlar bu şekilde münazara yaparak fakih oluyorlar’ dedi.” S.89

KEVSERÎ: Ebû Hanife bir meseleyi bütün etrafı ile tamam olmadıktan sonra onu ashabının yazmasına müsamaha etmezdi. Bu onun verasının mükemmelliğini gösterir.

‘Bir meselenin cevabında Ebû Hanife’yemüracat ediyorlardı. Bu, bir cevap ile başkası da başka bir cevap ile geliyordu. Sonra meseleyi Ebû Hanife’ye kaldırıyorlar ve O’ndan soruyorlardı. O da cevap ile yakından ilgileniyordu. Öyle oluyordu ki bir meselede üç günduruyorlardı. En sonunda divanda yazıyorlardı!

Yine İbn Ebi’l Avam şöyle rivayet ediyor:

‘Ebû Hanife'nin Ashabından kitap tedvîn edenler 40 kişi idiler. Esed b. Amr onlar için 30 yıl yazmıştır.’

Saymerî şöyle rivayet ediyor:“Ebû Hanife’nin ashabı bir meseleye derinlemesine dalarlardı.Âfiye mecliste hazır olmadığı zaman Ebû Hanife, ‘meseleyi Âfiye gelinceye kadar müzakereye çıkarmayınız”, derdi. Âfiye mecliste hazır olur ve onlara muvafakat ederse Ebû Hanife: ‘Tesbit ediniz’ derdi. Âfiye onlara muvafakat etmediği zaman Ebû Hanife: ‘Tesbit etmeyiniz’ derdi.”Kevseri, Te’nîbul Hatîb, s.188] S.90

 

İmam Ebû Hanife'nin Ehl-i Beyt'e Yardımı

Ömer b. Şeybe (ö. 262/875), Ebû Nuaym kanalıyla Züfer b. el-Huzeyl’i (ö. 158/775) şöyle anlatırken işittiğini rivayet ediyor: Ebû Hanife, İbrahim b. Abdullah b. Hasan’ın meselesi hakkında (gerçekleri) yüksek sesle konuşurdu. Bu sebeple ona, ‘Vallâhi, boyunlarımıza ipler konuluncaya kadar, senin ona hiçbir minnetin olmadı.”

[Ebû’l-Hasen İbrahim b. Abdillâh b. el-Hasen el-Musennâ b. el-Hasenb. Ali b. EbiTalib (ö. 145/763) Abbasi Halifesi Mansur'a isyan eden Ali evladından. 97’de (715-16) doğdu. Hz. Hasan’ın torunlarından Abdullah el-Mahz’ın oğludur. Hayatının kırk yaşından önceki dönemi hakkında yeterli bilgi yoktur. Ebû Ca’fer el-Mansur Abbasi tahtına çıkınca, Abbasiler aleyhinde faaliyette bulunan İbrahim’i ve ağabeyi Muhammed’i ele geçirmeyi en önemli mesele telakki etti. Bu amaçla 139 (756) yılı başlarında babaları Abdullah b. Hasan’a mektup yazarak oğullarını kendisine getirmesini istedi. Abdullah ise oğullarının nerede olduğunu bilmediğini Halifeye bildirdi. Bunun üzerine Mansur onu tevkif etti (140/758).İbrahim, babasının Hicaz’da Mansur tarafından hapsedilmesinden sonra Aden, Sind, Kufe, Musul, Enbar, Bağdat, Medain ve Vasıt gibi beldeleri gizlice dolaştı. 143 (761) yılında Basra’ya gelip yerleşti ve ağabeyi Muhammeden-Nefsuzzekiyye’nin imameti lehindeki propaganda çalışmalarını buradan yürütmeye başladı. İbrahim’in Basra’yı merkez olarak seçmesi o günkü siyasi şartların gereği idi. Zira Halife Mansur’un halkı Hz. Ali taraftan olan Kufe yakınlarındaki Haşimiyye’de ikamet etmesi İbrahim’in Kufe’yi hareket merkezi edinmesini engelliyordu. Ayrıca İbrahim Medineliler’i savaşacak güçte görmüyor, Suriyelilerin de Hz.Ali taraftarlarına düşmanlığını biliyordu (Taberi, VII, 629). Halifenin aldığı sert tedbirlere rağmen başta Basra ileri gelenleri olmak üzere Ahvaz, Fars ve çevrede bulunan diğer beldelerden çok sayıda kişi ona tabi oldu. İbrahim, Muhammed en-Nefsuzzekiyye’nin 1 Receb 145 (25 Eylül 762) tarihinde Abbasiler’e karşı Medine’de harekete geçtiğini haber alınca onu desteklemek için Ramazan ayının ilk günü (23 Kasım 762) kardeşininkinden daha şiddetli bir isyan başlattı. Basra’nın Beni Yeşkûr bölgesine yönelerek Abbasi Valisi Sufyân b. Muaviye’nin oturduğu Dârulimâreyi kuşattı. Valiyi korumak için gelen kuvvetleri yenilgiye uğratıp valinin sarayda hapsedilmesini, bunun dışında eman dileyenlere eman verilmesini emretti. Beytulmâlde bulunan 2 milyon (veya 600.000) dirhemin bir kısmını taraftarlarına dağıttı. Alıvaz ve Fars’a sevkettiği ordular da çok kısa zamanda Abbasi güçlerini mağlup ederek bu beldelere hâkim oldular. İbrahim, nüfuzunun Vasıt’a kadar ulaştığı bu sıralarda ağabeyinin ölüm haberini aldı. Bunun üzerine İbrahim, ordugâhının yer aldığı Sâcûr bölgesine giderek Mansur ile savaşmak için hazırlıklara başladı. Bu sırada orduları Hicaz, Rey ve İfrîkıye’de bulunan, Bağdat’ın inşasını bırakarak Kufe’ye intikal eden Mansur, Medine’deki Îsa b. Musa ve Rey’deki Müslimb. Kuteybe’ye, İbrahim b. Abdullah’ın kuvvetleriyle çarpışmak için hemen dönmelerini emretti. Rey’de olan veliahdı Mehdi-Billah’a da bir mektup göndererek Rey’den Hâzim b. Huzeyme kumandasında bir ordunun Ahvaz’a sevkini istedi. Ahvaz’a gelen Hazim b. Huzeyme’nin ordusuyla İbrahim’in kuvvetleri arasında yapılan savaşta İbrahim taraftarları galip durumda iken Abbasi güçleri Hazim’e yardıma gelince mağlup oldular ve Ahvaz Abbasi kuvvetlerinin eline geçti. Bu olaydan sonra Ebû Cafer el-Mansur, Medine’den gelen Îsa b. Musa’yı 15.000 kişilik bir kuvvetle İbrahim’in üzerine gönderdi. İbrahim ise 10.000 kişilik bir kuvvetle Kufe’ye doğru yola çıkmaya karar verdi. İki ordu Kufe’den 95 km. uzaklıktaki Bâhamrâ denilen yerde karşılaştı. Abbasiler’in Humeyd b. Kahtabe kumandasındaki öncü birlikleri bozguna uğradı, bundan etkilenen Abbasi askerleri kaçmaya başladı. Durumu haber alan Mansur Kufe’den kaçabilmek için gerekli hazırlıkları yaptırdı. Bu sırada İbrahim b. Abdullah, kendisine bağlı 100 kişilik bir kuvvetle yerinde kalan Îsa b. Musa’nın üzerine yürüdü. Dağılan kuvvetlerini toplamaya muvaffak olan Humeyd b. Kahtabe de tekrar Abbasi ordusuna katıldı. Fakat Îsa b. Musa yaralanınca ordusu savaş meydanından çekilmek zorunda kaldı, İbrahim’in ordusu da onları takip etmeye başladı. Takip sırasında İbrahim ordusunun münadisi kaçan düşmanın takip edilmesini duyurunca İbrahim taraftarları geri döndüler. Bunu gören Îsa b. Musa’nın kuvvetleri onların yenildiğini zannederek peşlerine düştü. İbrahim bu sırada ağır şekilde yaralandı ve Abbasi kuvvetleri tarafından öldürüldü. (25 Zilkade 145 / 14 Şubat 763).Taberi’nin nakline göre (Târih, VII, 648) Mansur, İbrahim’in öldürülmesinden büyük üzüntü duymuş ve bu işi istemeyerek yaptığını söylemiştir. Halk onu ‘Bâhamrâ şehidi’ savaşı da ‘Küçük Bedir Gazvesi’ olarak adlandırmıştır. İmam Mâlik, Hicaz’da Muhammed en-Nefsüzzekiyye hareketini desteklediği gibi Ebû Hanife’nin de Irak’ta İbrahim’in hareketini açıkça desteklediği, Müslümanların ona yardım etmesi gerektiği yolunda fetva verdiği, ayrıca kendisine bir mektup göndererek bir gece baskını ile Mansur’u öldürebileceğini söylediği rivayet edilmektedir. (Öz, Mustafa; İBRAHİM b. ABDULLAH, DİA, c.21; s.284) S.93

 

İmam Ebû Hanife'nin Rivayet Ettiği Hadisler

Ebû Hanife, Alkame b. Mersed, Süleyman b. Büreyde babası Büreyde’den (r.a.) şöyle rivayet eder: Maiz b. Malik (r.a.), Rasulullah'a (s.a.v) geldi ve zina ettiğini ikrar etti. Rasulullah (s.a.v) onu geri çevirdi. Sonra o geldi ve yine ikrar etti. Rasulullah (s.a.v) onu yine geri çevirdi. Sonra o geldi ve yine ikrar etti. Rasulullah (s.a.v) onu yine geri çevirdi. Maiz dördüncü defa geldiği zaman Rasulullah (s.a.v), onun kavmine; ‘Bunun aklında bir problem var mı?’ diye sordu. ‘Yok’ dediler. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v) onun recm olunmasını emretti.Taşı az olan bir yerde recm olundu. Ölümü yavaş olunca taşı çok olan bir yere koşarak gitti. İnsanlar da onun arkasından gittiler ve ölünceye kadar taşladılar. Daha sonra durumu Rasulullah’a (s.a.v) haber verdiler. Rasulullah (s.a.v):‘Keşke bıraksaydınız da gitseydi’ buyurdular. Kavmi cenaze namazı ve defni için Rasulullah’dan (s.a.v) izin istediler. Rasulullah (s.a.v) de onlara izin verdi ve ‘O, öyle bir tevbe etti ki eğer insanlardan bir topluluk o tevbeyi yapmış olsalardı, elbette tevbeleri kabul edilirdi’ buyurdular.

Ebû Hanife, Nafi’ (ö. 117)’den, İbn Ömer’den (r.a.) şöyle rivayet etmiştir:

"Rasûlullah (s.a.v) Hayber’in fethedildiği sene Muta nikâhını yasakladı.”

 

İmam Ebû Yûsuf

Ebû Yusuf, 113 senesinde Kufe’de doğdu.

[Kevseri: Ebû Yusuf’un doğumuna gelince; Tahavi’den 113 senesi olduğunu rivayet ettiler. Bundan sonra da âlimlerin ekserisi bu tarihi kabul ederek devam ettiler. ‘Ravzâtu’l Kudât’ kitabında 499 senesinde vefat eden tarihçi Ebû’l Kasım Ali b. Muhammed es-Simnâni şöyle zikreder: ‘EbûYûsuf, bilinenin aksine 89 yaşında vefât etmiştir’. Bu rivayetin aynısı İbn Fadlullah el-Ömeri’nin ‘Mesâliku’l Ebsâr’ kitabında da vardır. ‘Ahbâru’l Üvel’ kitabının sahibi ve ‘Ravzâtul Cennât’ kitabının müellifleri de yaklaşık olarak bu tarihe meyletmişlerdir. Vefat tarihi olan 182 tarihine bakarsak, Ebû Yusuf’un doğum tarihi 93 senesi olmuş olur. Gördüğün gibi, iki tarih arasında büyük bir zaman dilimi vardır. Bazı kadim nüshalarda, Ebû Yusuf’un doğum tarihi olarak 93 yazısında ‘dokuz’ rakamının başının tam belli olmayıp silik olmasından dolayı ‘bir’ zann olunması uzak değildir. Böyle olunca da okuyan, doğum tarihini ‘13’ olarak okudu. ‘13’ tarihinde doğma ihtimali olmadığına göre, birinci yüz yılın başı olan 113 tarihi kabul edildi.”] (S.134)

 

İmam Ebû Yûsuf'un Hadîs Yazdığı Zâtlar

Tabiinde bir grup âlimden, ilim yazdı. Hadis işittiği zatlardan bazıları şunlardır: Hişam b. Urve (ö. 146/763), Yahya b. Said (ö. 198/813), el-Ameş (ö. 148/765), Yezid b. Ebû Ziyad, Ata b. es-Saib (ö. 111), Ubeydulah b. Amr, Ebû İshak eş-Şeybani (ö. 142), Haccac b. Ertat (ö. 145/762) S.137

Ebû Hanife'den fıkıh öğrendi. Ebû Yusuf, İmam Ebû Hanife’nin en büyük talebesidir.

[İmam Ebû Yusuf’un, İmam Ebû Hanife’ye talebe olması ile alakalı İmam Zahid el-Kevserî’nin Hüsnü’t Tekâdî kitabındaki bölüm şöyledir: Ebû Yusuf (r.a.)’ın, Ebû Hanife (r.a.)’ın meclisine kavuşması: Musa b. Hizam şöyle dedi: Bize Halef b. Eyyub haber verdi ve dedi ki: Ebû Yusuf’u şöyle derken işittim: ‘Ben İbn Ebî Leylâ’ya gider gelirdim. Onun yanında benim büyük bir yerim vardı. Bana kıymet verirdi. Bazı meselelerde müşkül durumda kalırsa, o konuda Ebû Hanife’nin kavlini öğrenmeyi talep ederdi. Bundan dolayı Ebû Hanife’nin yanına gitmeyi sevdim. Lâkin hocama olan hayâm, Ebû Hanife’ye gitmeme mani oluyordu. Sonra İbn Ebî Leylâ ile aramda bir sebep vaki oldu. Ve bu ona çok ağır geldi. Ben de bunu ganimet bilerek Ebû Hanife’ye gittim.’ Bu rivayeti Ebû Yusuf’a ulaşan senediyle el-Harisi’den, Hafiz Ebû Abdullah b. Mende rivayet etmiştir. Ebû Yusuf’un İbn Ebi Leyla’dan ayrılmasına sebep olan hadise şudur: ‘İbn Ebi Leyla’nın kızının düğününde, havaya atılıp dağıtılan şekerlerden Ebû Yusuf da almıştır. İbn Ebi Leyla onu bundan nehyetti ve şöyle dedi: ‘en-Nehba (ganimet malını almak için ve düğünlerde havaya atılan şekerleri almak için çullanmak) mekruhtur.’ Ebû Yusuf ona dedi ki: ‘en-Nehba, askerler için mekruhtur. Ancak düğünlerde mekruh değildir. Bir beis yoktur.’ Ebû Yusuf diyor ki; ‘Bu hadiseden sonra fikrim değişti ve Ebû Hanife’nin meclisine katıldım.’ Bu rivayet ortaya çıkarıyor ki İbn Ebi Leyla, Rasulullah’ın (s.a.v.) nehyinin varid olduğu yeri hatırlayamadı. İnsan unutmak ile maluldur. Hadiste şöyle varid olmuştur: ‘Böyle dağıtılan bir şeyi insanlar almayınca Rasulullah (s.a.v.): ‘Niçin almıyorsunuz?’ Diye sordu. Onlar: ‘Siz nehyetmemiş miydiniz?’ Rasulullah (s.a.v.): ‘Ben askerin mallara saldırmasını nehyetmiştim. Siz bunlardan alınız’ buyurdular. Hatib Bağdadi, Ali b. Harmele ef-Teymi tariki ile Ebû Yusuf’tan şöyle rivayet ediyor: Ebû Yusuf dedi ki: ‘Ben hadis ve fıkıh talep ederdim. Maddi durumum ise zayıftı. Bir gün Ebû Hanife’nin yanında iken babam geldi. Sonra babamla beraber ayrıldık. Babam bana dedi ki: ‘Oğlum! Sen ayağını Ebû Hanife ile beraber uzatamazsın. Çünkü Ebû Hanife’nin ekmeği pişmiştir. Sen ise çalışmaya muhtaçsın.’ Babama itaat duygusu ağır bastı ve bir müddet ilim talebine ara verdim. Beni göremeyince Ebû Hanife, beni sormuş. Ben de meclisine gitmeye karar verdim. Ayrıldıktan sonraki dersine vardığım ilk gün Ebû Hanife bana dedi ki: ‘Derse gelmemen için seni meşgul eden şey nedir?’ Ben dedim ki: ‘Geçim sıkıntısı ve babama itaat duygusu.’ Sonra oturdum. Dersten sonra insanlar ayrılınca bana bir kese verdi ve buyurdu ki: ‘Bunları harca.’ Kesenin içine baktım, tam yüz dirhem. Sonra bana dedi ki: ‘Ders halkasına devam et. Ne zaman paran biterse bana haber ver.’ Ben de Ebû Hanife’nin ilim halkasına devam ettim. Az bir müddet geçmişti ki bana yüz dirhem daha verdi. Sanki Ebû Hanife beni takip ve kontrol ediyordu. Ben, paramın bittiğini söylemeden o bana haber veriyordu. Öyle ki nihayetinde zengin oldum.” (Kevseri, Hüstıü’t Tekâdî, s.7-9) ] S.141

Ebû Yusuf’tan rivayette bulunan âlimler şunlardır: Bişr b. el-Velid (ö. 238/853), İbn Semaa (ö. 233/848), Yahya b. Main (ö. 233/847), Ali b. el-Câ’d (ö. 230/844-45), Ahmed b. Hanbel (ö. 241/855), Amr en-Nâkıd (ö. 232/846), Ahmed b. Meni’(ö. 244/858-59), Ali b. Muslim et-Tusi, Haşan b. Ebû Malik, Hilal er-Rey, İbrahim b. el-Cerrah, Mualla b. Mansur er-Razi, Esed b. el-Furat, Amr b. Ebû Amr el-Harrani, Ebû Yusuf’un en büyük talebesi, Muhammed b. el-Hasan’dır.

Ebû Yusuf, Halife el-Hadi (785-786) ve Harun Raşid (786-809) zamanında Bağdat kadılığı yaptı. Durumu yükseldi ve tarihte ilk defa ‘Kâdî el-Kuzât’ olarak isimlendirildi.

 

İmamların Ebû Yûsuf'u Medh-ü Senaları

Esed b. el-Furât (ö. 213/828), Muhammed b. el-Hasan'dan şöyle rivayet eder: Ebû Yusuf hastalanmıştı. Ebû Hanife onu ziyaret etti. Ziyaretten çıkınca Ebû Hanife şöyle dedi:

‘Eğer bu genç ölürse, insanların en âlimi olarak toprağa girer.’ S.147

İbn Kes, Ahmed b. Ammar b. Ebû Malik tariki ile babasından şöyle nakleder:

“İlim, fıkıh ve marifet yönü ile Ebû Hanife’nin ashâbı arasında Ebû Yûsuf gibisi yoktur. Eğer Ebû Yûsuf olmasaydı ne Ebû Hanife ne de İbn Ebî Leyla hatırlanırdı. Lâkin Ebû Yûsuf bu ikisinin ilimlerini yaymıştır.” S.149

 

İmam Ebû Yûsuf'un Vefât Edeceği Zaman Ağlaması

Tahavi, İbn Ebû İmran, Muhammed b. Şuca’ (ö. 266) kanalı ile Haşan b. Ebî Malik’ten: Vefat ettiği hastalıkta Ebû Yusuf’u şöyle söylerken işittim. Şöyle rivayet eder:‘Vallahi, hiç zinâ etmedim. Vallahi, hüküm verirken hiç zulmetmedim. Nefsim hakkında hiçbir şeyden korkmuyorum. Ancak şöyle bir şey var. Harun Reşid insanların kısaslarını almamı bana emrederdi. Ben de kısaslarını okurdum. Hazır olanların huzurunda kısas tatbik olunurdu. Ben bir gün önceden meseleyi inceler, araştırırdım. Bir gün yine evrakları incelerken bir Nasranî’nin kısasına rast geldim. Nasranî, Halife Harun Reşid’in, elindeki araziyi zulmen aldığını iddia ediyordu. Nasranî’yi çağırdım ve ‘Bu arazi kimin elindedir?’ dedim. Nasranî: ‘Müminlerin Emiri’nin elinde’ dedi. İşi kolaylaştırmak için; ‘Bahçenin meyvelerini kim satıyor?’ Dedim.Nasranî: ‘Müminlerin Emiri’ dedi. Ebû Yusuf: ‘Fiyatını kim belirledi’ dedim. Nasranî: ‘Müminlerin Emiri’ dedi. Ben, Müminlerin Emiri’nden başka hasmı var mıdır diye, her sormamda o hep aynı hasmı söyledi. Ben de onun meselesini diğer kısasların arasına koydum.Toplantı günü geldiği zaman insanları hasım-hasım/davalı-davacı içeri aldım. En sonunda Nasranî’nin meselesi elime geldi. Onu çağırdım. Ve suçlamasını Müminlerin Emiri’ne okudum.

Halife Reşid: ‘Bu arazi bize Halîfe Mansûr’dan miras kaldı’ dedi. Nasranî’ye dedim ki:

‘Halîfenin dediğini duydun. İddia ettiğin şey için bir delilin var mı?” Nasranî, ‘Hayır’ dedi. ‘Ancak benim için ondan yemin al.’ Harun Reşid’e; ‘Yemin eder misin? Ey müminlerin emiri’ dedim. Halife; ‘Evet’ dedi ve yemin etti. Bunun üzerine Nasranî de ayrıldı.

Ebû Yusuf: ‘Bu meseleden başka kendim için korktuğum başka bir şey yoktur’ dedi.

Hasan b. Ebi Malik dedi ki: ‘Sen yapacağını yaptın, bunun neresinden korkuyorsun?’

Ebû Yusuf: ‘Halîfeyi hasmı olan Nasrânî’nin yanına oturtmayı terk ettiğim için korkuyorum.” S.159

 

İmam Ebû Yûsuf'un Rivâyet Ettiği Hadisler

Ebû Yûsuf, Ebû Hanife, Alkame b. el-Mersed, Süleyman b. Büreyde vasıtası ile babası Büreyde’den (r.a.) şöylerivayet eder:“Kavmi, Mâiz’in cenaze namazı ve defni için Rasûlullah’dan (s.a.v) izin istediler. Rasûlullah (s.a.v) de onlara izin verdi.

Ebû Yûsuf Yakub b. İbrahim, Ubeydullah b. Ömer Nafi’ (ö. 117) kanalı ile İbn Ömer’den şöyle rivayet eder:“Eğer sadece bir Müd dahi bulsam guslederim.”

[Müd: Iraklılara göre 260 dirhemlik bir kab. Bir müd, bir sa’ın dörtte birine eşittir. (Erdoğan, Mehmet; Fıkıh ve Hukuk Terimleri, s.412) ]

Ebû Yusuf, Ebû Hanife, Ata b. Ebû Rebah kanalı ile İbn Abbas’tan şöyle rivayet eder:

“Öpmekten dolayı abdest (almaya gerek) yoktur.”

Kâdî EbûYûsuf, Ebû Hanife, Nafi’ (ö. 117), İbn Ömer (r.a.) vasıtası ile Rasulullah’tan (s.a.v.) şöyle rivayet eder: “Kim Cumaya giderse gusletsin.”

Ebû Yûsuf, İsmail b. Ebû Halid, Kays, İbn Mesud (r.a.) vasıtası ile Rasulullah’tan (s.a.v.) şöyle rivayet eder:“Sadece iki şeyde / hususta haset etmek olur: Allah bir kuluna mal verir, o da insanlara cömertçe infakta bulunur. Diğeri de; Allah bir kuluna ilim verir, o kul da diğer insanlara öğretir ve ilmi ile amel eder.”(S.171)

 

İmam Muhammed b. el-Hasan eş-Şeybânî

İsmi: Muhammed b. el-Hasan b. Ferkad eş-Şeybani’dir.Şeybanilerin mevlasıdır. İsminin; Muhammed b. el-Hasan b. Ubeydullah b. Mervan, olduğu da söylenmiştir. Babası Horasta (Dımeşk’in ortasında meşhur bir köy) ahalisindendir. Emevi devletinin sonlarına doğru Irak’a gelip yerleşmiş, oğlu Muhammed ise Vasıt’ta 132 senesinde doğmuştur. Oğlu Muhammed’i Kufe'ye götürmüş ve orada büyümüştür.

 

İmam Muhammed'in Hocaları

İmam Muhammed, Ebû Hanife’nin derslerine bir müddet devam etmiş, hocası vefat edince de Ebû Yusuf’un halkasına katılmış ve fıkıh ilminde temayüz edinceye kadar ona devam etmiştir.

 

İmam Muhammed'in, Ebû Hanife'nin ders halkasına katılması ile ilgili şöyle bir olay anlatılır:

İmam Muhammed, henüz 14 yaşında iken başına gelen bir meselenin dini hükmünü sormak üzere Ebû Hanife'- ye gider. Ona, ‘Yatsı namazını kılıp yatan bir çocuğun yatsı vakti çıkmadan ilk kez ihtilam olması halinde, yatsı namazını tekrar kılıp-kılmayacağı’ hususunu sorar. Ebû Hanife’nin, ‘ihtilamdan önce çocuğun kıldığı namazın nafile sayılacağını, ihtilamla birlikte yükümlü konuma girmiş olacağından vakti devam eden yatsı namazını tekrar kılması gerektiğini’ ifade etmesi üzerine İmam Muhammed, henüz ihtilam olduğundan ilk öğrendiği meseleyle amel etmek üzere hemen kalkıp mescidin bir kösesinde yatsı namazını iade eder.

Bu davranışıyla beğenisini kazandığı Ebû Hanife ona, ‘delikanlı, gel sen de halkamıza katıl, geleceğin parlak olur’ der ve böylece Şeybani, Ebû Hanife’nin meclisindeki yerini alır. Ebû Hanife, daha ilk aşamada Muhammed b. el-Hasan’ı, Hanefi ekolünde uzmanlaşmanın bir ön koşulu sayılan hafızlık öğrenimini tamamlamaya yönlendirir. Kevseri, İmam Muhammed’in 7 günde Kur’an-ı Kerim’i ezberlediğini kaydeder. Daha öğrenciliğinin ilk günlerinde hocasına yönlendirdiği önemli bir soru ile dikkat çeker. Ebû Hanife, bunu başkasından bir alıntı ile mi yoksa kendi bilgisi ile mi sorduğunu merak eder; onun tamamen kendi düşüncesinin bir ürünü olduğunu anlayınca da, gerçekten bir uzman gibi soru sorduğunu ifade ederek bu şekilde alternatifli düşünmeye devam etmesini ve o tür muhalefet üslubunu sürdürmesini ister.

İmam Muhammed, o tarihten itibaren Ebû Hanife’nin meclisine büyük bir iştiyakla hocasının ölümüne kadar kesintisiz dört sene boyunca devam eder ve fıkhi meselelere verilen cevapları kayda geçirerek bir araya getirir. (Duran, Mehmet; s.175; Kevseri, Bulûğu’l Emânîfî Sîrati’l İmam Muhammed b. Hasan eş-Şeybâttî, s.5-6.)]

 

İmam Muhammed'in Talebeleri

İmam Muhammed’den birçok imam fıkıh öğrenmiş, bir çok kitap tasnif etmiştir/yazmıştır. O, âlemin en zeki insanlarından biridir. Halife Harun Reşid zamanında kadılık yapmış, şan ve şöhrette kimsenin ulaşamayacağı makamlara ulaşmıştır. İmam Muhammed’den rivayette bulunan âlimlerden bazıları şunlardır:

İmam Şafii (ö. 204), Ebû Ubeyd el-Kasım b. Sellam (ö. 224/838), Hişam b. Ubeydullah er-Razi (ö. 221), Ali b. Muslim et-Tusi (ö. 253), Amr b. Ebû Amr, Yahya b. Main (ö. 233), Muhammed b. Semaa (ö. 233), Yahya b. Salih el-Vahhazi (ö. 222)

 

İmam Muhammed, İmam Malik'in Derslerine Üç Sene Devam Etmiştir

Muhammed b. Abdullah b. Abdulhakem (ö. 268) ve başkaları İmam Şafii’den şöyle rivayet ederler: "Muhammed b. Hasan şöyle demiştir: Mâlik b. Enes'in kapısında üç sene (derslerine) devam ettim ve ondan yedi yüz küsur hadîs-i şerîf dinledim.”

 

İmam Muhammed'in Medine'ye ilk gidişinde İmam Mâlik’le buluşmasını Mucaşi’ b. Yûsuf şöyle anlatıyor:

“İmam Malik Medine’de ders verdiği bir sırada Muhammed b. el-Hasan henüz on dört yaşlarında bir çocuk idi. Ders esnasında İmam Malik'e, ‘sadece mescidin içinde su bulabilen cünüp hakkında ne düşündüğünü’ sorar. Malik, ‘cünüp olan bir kimsenin mescide giremeyeceğini’ söyler. Muhammed ısrarla, ‘namaz vakti girmişken suyu görmesine rağmen onun ne yapması gerektiğini’ sorar. Malik, her defasında aynı cevabı tekrar eder ve sonunda ona kendisinin ne düşündüğünü sorar. Muhammed şöyle cevap verir: ‘Teyemmüm ederek içeri girer, suyu alıp çıkar ve guslünü yapıp namazını kılar.

Mâlik, ‘delikanlı sen nerelisin?’ deyince Muhammed yeri göstererek, ‘buradanım’ der. Malik, ‘Medine’lilerden tanımadığım kimse yok’ diyerek hayretini izhar eder. Bunun üzerine Muhammed, daha tanımadığın niceleri var’ diyerek kalkıp gider. Çevresinde oturanlar Malik’e onun Ebû Hanife’nin talebesi Muhammed b. el-Hasan olduğunu söylediklerinde, ‘peki nasıl oluyor da Medine’liyim deyip yalan söylüyor’ der. Onun, yeri işaret ederek ‘topraktan olduğunu ima etmek istediğini’ ifade etmeleri üzerine Malik, ‘bu zât bana diğerinden (Ebû Hanife’yi kastederek) daha ilginç geldi’ der.

İmam Muhammed, daha sonra Abbasi Halifesi el-Mehdi zamanında (158-169) el-Muvatta’nın şöhret bulması üzerine Medine’ye tekrar gelip, İmam Malik’in ders halkasına katılır. Üç yıldan fazla bir süre İmam Malik’e talebelik yapar ve ondan yaklaşık 700 hadis alır. İmam Muhammed İmam Malik’ten birkaç defa dinlediği Muvatta’ı bilahare rivayet ederek bir kitapta toplamıştır.” ] S.193

 

İmam Muhammed'in Vefatı

Yunus b. Abdula’lâ (ö. 264), Ali b. Ma’bed vasıtası ile Muhammed b. Hasan’ın kendi evinde vefat ettiği Rey’li zattan şöyle rivayet eder:

Muhammed vefat etmek üzere iken yanında idim. Ağladı, ‘Bu kadar ilmin varken mi ağlıyorsun?’ deyince bana şöyle dedi: ‘Allah beni oturtur ve ictihad yaparak, benim için ne hazırladın? Cihad mı, benim rızam mı?' derse 'ben ne derim?’ dedi ve sonra vefat etti. "Allah rahmet eylesin.” S. 209

 

Mehmed Zahid Aydar

Mîsak Dergisi

Sayı: 335 / Ekim 2018