Transhümanizm;
aşamalı olarak biyolojik insandan mekanik insana yani biyolojik hümanizmden
mekanik olan posthümanizme geçiş sürecidir. Hümanizm ve transhümanizmin ardılı
olan posthümanizm; hümanizmin tarihsel çöküşü zannının üzerine dayanır.
Posthumanlar; bireyler olarak mevcut insanoğlu tarafından temel yetenekleri
doğal sınırlarına ulaştırılmıştır. Kendilerini posthuman’a dönüştürecek
insanlar fiziksel ve ruhi olarak sınırsız bireyler ve üstün ırk olacaktır.
Teknolojik tanrı yaratılmasını bekleyen
transhümanist akım insanı tanrı yerine koyma sürecini gerçekleştirerek insanı
sonsuzlaştırarak sonsuz olan tanrının konumunu ve rolünü ona verecektir.
Bilim ve teknolojiyi yüceleştiren ve aşkın tanrının yersiz olduğunu temsil eden transhümanizm, kendini seküler bir proje olarak dinin yerine konumlandırır.
Transhümanizm; İnsanın
ve Dünyanın Dönüşümü
|
Batı için Orta Çağ (5-15. yy.),
Rönesans’a (14-17. yy.) kadar Hristiyanlık ekseninde insan-tanrı-doğa dengesi
oluşturmaya çalışmış ama bu dengeyi tutturamamış -kendi tanımlamasıyla-
karanlık çağdır. Rönesans ve sonrasında tanrı ve doğa dengeden çıkarılarak
insanı merkeze koyan antroposantirik ve humanist yaklaşımda bulunulmuştur.
Modern dönemde deist aydınlanmacı yaklaşımlarla (Galileo, Newton ve Hume vs.)
tanrıyı bir kenara koymuşlar. Daha sonrasında ise Feuerbach, Sartre ve Camus
gibi filozoflar üzerinden tanrı, yalnızca yokluğa mâhkum edilmekle kalmamış
saldırıya da uğramıştır. Bu tasfiye veya saldırının başlangıç
dönemi Rönesans, felsefi cereyanı ise hümanizm olmuştur. Batı
düşüncesi hümanizmle yetinmemiş, transhümanizm ve posthümanizm gibi
isimlendirme ve projelerle hümanizmi çeşitlendirmiştir.
Tarih ve coğrafya olgusundan hareketle
temelde hümanizmi ve trans-posthümanizmi ele alan bu çalışma hem hümanizm
gerçeğini hem de hümanizmin ne olduğundan hareketle Batı düşünce tarihinde özne
merkezli yaklaşımların doğurduğu sorunları ele alma amacını taşımaktadır.
Hümanizmi anlamak için hem onun karşı olduğu hem de ondan devşirilen
Hristiyanlığın tarihini anlamak gerekir. İşte bu bağlamda çalışmanın ilk
bölümü olan “Din Çağ’ından Seküler ve Bilimci
Rönesans’a” başlığında Hristiyan teoloji tarihi, tanrı-insan
düzleminde anlamaya çalışılmıştır. Pagan Roma’nın Hristiyanlığı nüfuzu
altına alması ve dönüştürmesi daha sonra akademik-kutsal
Batı Roma İmparatorluğu’yla Hristiyanlık, teolojik
dönüşüm geçirerek Rönesans hareketine uyum sağlamaya çalışmıştır. Hem
Rönesans’ın hem de hümanizmin vatanı olan İtalya’dan Kuzey Avrupa’ya
geçiş yapan hümanizm, Avrupa’nın sekülerleşmesini başlatmış ticari
kapitalizm ise bu sekülerleşmeyi hızlandırmıştır.
Avrupa’yı sekülerleştirici yeni bir inanış türü olmuş ve batının bilimsel
ve kültürel dönüşümünü meydana getirmiş olan hümanizm, Batı tarihinde
–adeta-dine karşı din olmuştur.
Dinin seküler-hümanist bir karakter
kazanmasında etkin olan kişi, yenilikçi yönüyle Prometheus Erasmus’tur. Öze
dönme amacında olan bir anti-hümanist olan Luther’in Reformu; hem Germenlerin
ikinci kez Roma’yı mağlup etmesi hem de Roma emperyalizmine karşı Kuzey Avrupa
tepkisidir. Luther’in ‘görev aşkı’ kavramıyla ve tutkulu insan
tasavvuruyla -Weberci anlamda- Protestan kapitalizmin ruhu olduğu söylenebilir.
Din, siyaset, bilim ve kültürün etkileşim halinde olduğu Hristiyanlık ve
Rönesans’ın konu edinildiği bu bölümde Erasmus ve Luther’in katkısıyla oluşan
dünyevileşmeye değinilmiştir.
İkinci bölüm olan ‘Makineleşmeden
Sibernetiğe & Modern Hümanizmden Transhümanizme’başlığında ise
Rönesans’ın uzantısı olan modernlik (17. Yüzyıl) ve Aydınlanma döneminde
hümanizmin dönüşümü ele alınacak; öncelikle modernliğin en önemli filozofları
olan Bacon, Descartes ve Newton üzerinden
Batı düşünce algısının teosantirik (tanrı merkezli) durumdan homosantirik
(insan merkezli) ve güç eksenli bir duruma nasıl getirildiği konu
edinilecektir. Daha sonrasında modern bir paganlık olan Aydınlanma’nın Kant,
Hume ve A. Smith üzerinden getirdiği seküler dünya ve insan
durumundan bahsedilecektir. Modernlik ve aydınlanmanın doğa ve insanı dönüştürmekle
yetinmeyip Bacon ve Darwin felsefesiyle ilişkili olan
transhümanizminneliğine, Nietzsche’yle ilişkili olduğu
söylendiği için Nietzsche'ci köklerine ve Nietzsche’nin transhümanizmden
ayrılan yönlerine değinilecektir. Transhümanizmin ütopik ve teknolojik bir
hareket olduğundan hareketle transhümanizmin doğa ve insanı nasıl dönüştürme
çabası içine girdiği konu edinilecektir. İnsanı ve doğayı dönüştürme
hareketinde ara dönem olan transhümanizm; J. Huxley, J.B.S. Haldane,
J.D. Bernal, Moravec, F.M. Esfandiary, E.K. Drexler, R. Kruzweil, N.
Bostrom ve Minsky vb. temsilcileri üzerinden izah
edilecektir. Transmimanizmin gen, robotik, sibermetik, nanoteknoloji ve yapay
zekâ (YZ) gibi uygulamalarla arzuladığı teknolojik ve sibernetik devrim vaadine
değinilecektir.
3. bölüm olan ‘Bacon'cu Tasarının Tamamlanma
Süreci: Transhümanizm’den Posthümanizme’ bölümünde transhümanizmin
devrimci ve dönüştürücü güce NBIC (Nano, Bio, Info,
Cogno) vasıtasıyla nasıl ulaştığına, özellikle tıp teknolojisinin
insanı dönüştürmede ve ara varlık olarak ikame etmede etkisi ele alınıp
transhuman’dan (geçiş insanı) posthuman’a (insan sonrası) geçiş teorisine yer
verilecektir.
[‘Trans’ kavramı ‘geçiş’ anlamına gelir ancak aynı
zamanda ötesine geçme veya karakter değiştirme bir şeyden bir şeye geçişi ifade
eder. ‘Üstte’ veya ‘ötesi’, ‘super’ öneki,
‘belirli bir sınıfın normlarını veya sınırlarını aşan’ özelliğini veren anlamı
taşır. Sıradan bir insan olan insanın kapasitesi ve kabiliyeti mümkün olduğu
ölçüde genişletilmiştir. ‘Bir şeyden sonrayı’ veya ‘…den
daha sonra geleni’ vurgulayan ‘post’ öneki ile
değiştirilen şey artık aynı tür bir şey değildir. S.125 ]
İnsanın doğasını ve
hayatını dönüştürme amacı taşıyan transmimanizmin insanlığa
getireceği fayda ve zararlarına değinilecektir. Dönüştürücü bir içeriğe ve
amaca sahip olan transhümanizmin en çok umut bağladığı YZ(Yapay Zekâ), tarihsel
ve felsefi olarak ele alınacaktır. Son olarak sibernetik ve robotik
çalışmaların neler olduğuna, bunların imkân ve zaafına, ahlaki ve hukuki
sorunlarına değinilecektir.
Bu çalışma; ülkemizde şimdiye kadar var
olan yanlış hümanizm algısını doğrultmaya yönelik nadir çalışmalardan biri
olacağı gibi trans-posthümanizm üzerinde ve bu alana dair yapılan ilk
çalışmalardan biri olacaktır. Transhümanizm-posthümanizm konusunda bir veya iki
tercüme olmakla beraber telif eser ise hiç yoktur denilebilir. Oysa Batı’da bu
konu üzerine binlerce kitap, on binlerce makale çalışması yapılmış durumdadır.
Bu çalışma trans-posthümanizme dair ilk kapsamlı çalışma olacağı gibi YZ’ya da
değinen ender felsefî çalışmalardan biri olacaktır. İlk olması nedeniyle,
geliştirilmeye ve katkıya ihtiyaç da duyacak olan bir çalışma olma özelliğini
de barındırmaktadır. Batı uygarlığının köklerini anlama çabasıyla daha önce
yayımlanmış olan Baudrillard ve Hume metinlerinin tamamlayıcısı olan bir
üçlemenin üçüncüsü olan bu çalışmam, Batı’nın insanlığı getireceği kaotik
duruma dikkat çeken eleştirel ve meseleyi anlamaya yönelik teşebbüs içeren bir
metindir.” (S. 9-14)
1.Bölüm
Din Çağı’ndan Seküler ve
Bilimci Rönesans’a
“Batı uygarlığının temellerinden biri olan
Hristiyanlık, tarihî bir din olarak hem nazari hem de tecrübi bir etkiye sahip
olmuştur. Fakat tarihin doğasını kavramalarına karşın öykünün süreci ve sonunun
ne olduğunun farkında değildirler. İsa-Mesih-Kilise ilişkisi bağlamında otorite
inşa edilerek diğer bir otorite olan Roma İmparatorluğu’na meydan okuyan siyasi
ve kültürel bir güç olan Hristiyanlıkta, Sezar’a karşı İsa’ya itaat esas
alınmıştır. Coğrafî ve kültürel dinamiklere hem uyum sağlayan hem de
bunları dönüştüren Hristiyanlık, Doğuda mistik Batı da ise güç odaklı olmuştur. Hristiyanlık;
Helen ve Patristik kaynaklardan beslenmiştir.
Roma dünyasıyla yoğrulan Roma Katolik
Kilisesi; Roma kültürünü aktarma konumuyla Orta Çağ’a geçişte önemli bir işlevi
olmuştur. Paul’un Judeo-Greco-Christo forma dönüştürdüğü Hristiyanlık etkisini
resim, mimari ve edebiyat alanında göstermiştir. Yeryüzü devletine karşı Tanrı
Devleti kurma amacında olan teolojik yaklaşımla imparatora tanrısal unvanlar
verilmiştir. Din; siyasi, sosyal ve kültürel bir etki olarak Batı uygarlığında
hâkim olmuştur.
Akdeniz ve Doğu Avrupa’ya nazaran güç ve
rasyonel ağırlıklı olan Kuzey Avrupa’da din daha toplumsal ve siyasi hale
getirilmiş, Batı Roma İmparatorluğu olarak tecessüm etmiştir. Birey olarak
İsa’nın kişiliği ön plana çıkarken Sezar ve Kudüs (Tanrı kenti) yeniden
diriltilmek istenmiştir. Şarlman, Avignon’u (Yeni Kudüs) inşa etmek
amacıyla eğitim maksatlı katedral ve manastırlar inşa etmiş, sonrasında ise
Avrupa üniversiteleri doğmuştur.
Din Çağ’ı diyebileceğimiz bu dönemde din,
yalnızca itikadi bir düzlemde değil toplumsal ve siyasal bir düzlemde ele
alınmıştır. Mistik ve tekelliği terk eden Hristiyanlık ve kilise kültürel,
bilimsel ve akademik bir yapının meydana gelmesine yol açmıştır. Çeşitli
mezhep, tarikat ve düşünür-teologlar vasıtasıyla siyaseti ve toplumsalı
dönüştüren bir güç haline gelmiştir.
Önce İtalya’da doğan sonra Kuzey
Avrupa’ya yayılan Rönesans’ın temelleri Orta Çağ’da bulunur. Dinî mimari, sivil
mimariye dönüştüğü gibi dini yazın da edebî yazına dönüşmüştür. Yalnızca
kralların değil papaların da etkisinde bulunan sosyal ve kültürel hayat bu
dönemde zenginleşmiştir. Bu dönemde Michelangelo’dan Petrarca’ya,
Machiavelli’den Cervantes’e, Medici Hanedanı’ndan Stuart Hanedanı’na kadar
birçok ünlü mimar, ressam, düşünür, edebiyatçı ve yöneticiler bulunur. İnsana
atfedilen güç, ona verilen önem ve değer Rönesans’ın heykel ve resim
çalışmalarında görülür. İnsanın özgür düş/ünüm/leri ve hayalleri edebiyatta
kendini göstermiştir. Yalnızca entelektüel dinamizm değil ziraatın ve ticari
kapitalizmin yani endüstriyel ticaretin ilk unsurları bu dönemde görülmüştür.
Sosyo-kültürel farklılaşmanın yaşanması,
Rönesans’la birlikte hümanizmin ortaya çıkmasına yol açmıştır. Dünya pagan bir
dünya olarak anlaşılmış, çileci ve diz çöken bir insandan daha çok akla önem
veren, bilim üreten ve dünyayı dönüştüren bir insana geçilmiştir. Kuzeyde ve
Alplerde Protestanlık entelektüel bir görünümde yaygınlaşmıştır. Matbaa,
keşifler, tercümeler ve ilmî seyahatler düşünce ve kültür hayatını
zenginleştirmiştir.
Hristiyan hümanizmi; İsa merkezli bir
teoloji ortaya koyarken Tanrının insan olduğu gibi insanın da Tanrı olabileceği
yaklaşımında bulundu. Teolojik hümanizm; yeni küresel gerçekler karşısında bir
arayış içerisine girer ve dinî geleneği insanileştirmeye çalışır. Benzetimlerle
hayatın çok yönlülüğüne dikkat çeker. Uygar hümanizm ise topluma ve devlete
fayda sağlama gayesinde olan -Erasmus örneğinde olduğu gibi- reformist bir
tutum içerisindedir.
Rönesans; bilim, eğitim, kültür ve siyaset
alanında dönüşüm meydana getirerek dönüştürücü güç olmuştur. Bilim, kültür,
eğitimin yanında dönüştürücü unsur olarak siyaset görülmüştür ki bunun en büyük
örneği seküler ve amoral bir Prens tasvir eden Machiavelli’dir.
O, sorunları hümanist bir sürecin içinde ve onun sayesinde kavramıştır.
Bu ‘seküler-hümanist’ çağın
en önemli düşünür-teoloğu: eskiyle-yeniyi gelenekseli-moderni sentezleme
amacında olmuş Erasmus‘tur. Geleneğin tortularına, modern
olanın ayartıcı unsurlarına tepkisel olmuştur. Üç önemli ayak olarak gördüğü
çocuk (müstakbel toplum), asker (koruyucu) ve prens (yönetici) yetiştirmedeki
başarının toplumsal barışı sağlayacağına ve böylelikle Avrupa’nın da başarılı
olacağına inanır. Liberal ve pagan bir hümanist anlayış ortaya koyan Erasmus;
gelenekçi yönüyle İsa, yenilikçi yönüyle Prometheus’tur.
Erasmus’un aksine Luther,
anti-hümanist bir konuma sahiptir. Dini yeniden diriltme veya öze dönme
amacında olan teolog, güçlü bir kanun ve devlete de vurguda bulunur. Papalığa
ve katı kilise otoritesine karşı laik ve özgür düzen inşa etme amacında
olmuştur. Bir anlamda Sezar’ın hakkını Sezar’a veren düşünür-teolog, manevi
hayat ve dünyevi hayat arasında ikilem meydana getirmiştir. Luther, yalnızca
kendi bölgesinde ve döneminde etkin olmayıp Avrupa ve İskandinavlardan
Balkanlara, Akdeniz’den Afrika’ya kadar birçok ülkede etkin olmuştur.
Özetle Din Çağ’ından seküler ve hümanist
Rönesans dönemine geçiş; din, siyaset, bilim ve kültürün iç içe olduğu bir
sürecin sonucunda olmuştur. Bu sürecin içinde mimarlar, edebiyatçılar, siyaset
bilimciler, bilim adamları ve teolog-düşünürler olmuştur.
Dinî bakış açısının etkin olduğu bu dönem
sonrasında meydana gelecek 300 yıllık akılcı-bîlimci bîr dönemin meydana
gelmesine katkı sağlamıştır. Bu zemin üzerine Aydınlanma, Fransız Devrimi,
Sanayileşme ve nihayetinde teknolojikleşme inşa edilmiştir.”(S.85-90)
2. Bölüm
Makineleşmeden
Sibernetiğe & Modern Hümanizmden Transhümanizme
“Modernliğin oluşumunda ve yeni bilimin
meydana gelmesinde Descartes, Copernicus, Kepler, Galileo ve Newton gibi
bilim adamlarının katkıları vardır. Bu asırda akılcı ve deneyci bakış
güçlenmiş, dinî bakış gerilemiştir.
Felsefi ve bilimsel karakter olarak laik bir
tutuma sahip bu asrın (17. yy) karakteristiğini verebilecek üç
fîlozof-bilimci; Bacon, Descartes ve Newton’dur.
Deney ve uygulamalı bilimin öncüsü olan ve bilginin, doğa üzerinde tahakküm
aracı olduğunu vurgulayan Bacon’a göre akıl ve duyum sayesinde doğa alt
edilebilir ve dünyanın efendisi olunabilirdi. Her ne kadar ütopik gibi görünse
de uygulamalı bilimin örneklerini vazeden Bacon, dünyayı manevi bir varlık
alanı olarak değil maddi bir düzlem olarak algılamıştır.
Bacon’un deneysel açıklamasına karşın dünyayı
rasyonel ve matematiksel olarak algılayan Descartes, özne ve yöntemi doğayı
makinaya benzetmiş insanın bu makinayı kavrayabilme özelliğini dinamik akılda
bulmuştur. Buna bağlı olarak mekanik dünyayı yaratan tanrı tasavvuruyla
Descartes, madde/mekân ve ruh/ zaman ayrımı yaparak uzamı sayıya dönüştürerek
analitik geometriyi inşa etmiştir. Descartes, sekülerleşmeyi hızlandıran ve
tanrının evrendeki imtiyazlı konumuna son veren bir filozoftur. Bacon ve
Descartes’in sentezi diyebileceğimiz Newton, tanrının varlığını sistemin bir
parçası olarak görür ve akıllı bir tasarımcı tarafından evrenin matematiksel
dizgeye sahip yaratıldığını iddia eder. Yalnızca fizik bilimi etkilememiş genel
yasaya ulaşma bağlamında sosyal bilimler alanını ve güç vurgusundan dolayı da
Batı siyasetini etkilemiştir. Dünyayı mekanik ve matematiksel olarak algılayan
üç filozof, yalnızca evren tasavvurunu değil bu tasavvurun sahibi olan
insanı da değiştirmiştir.
Rönesans ve reformla dünyevilik ve
akılcılık ilerlemiş, deist ve mekanikçi 17. asır, aydınlanmanın temeli
olmuştur. Dünyevi nitelikler taşısa da 17. ve 18. yy. felsefesi teolojik
unsurları terk etmiş değildir. Fakat din; üçleme, ilk günah,
mucizelerin savunucusu olan kilisenin dini değil aklın (doğal) dinidir. Dünyanın Augustinus’un
‘Tanrı Devleti’ kadar güçlü ve huzurlu olacağına inanan Aydınlanmacılık,
Hristiyanlığın kadim kalıplarını değiştirmiştir. Gerek monarşiye gerekse
kiliseye karşı mücadelesinin neticesinde yeni bir toplum ve bireyin zuhur
etmesine katkıda bulunmuştur. Akıl, hurafeye ve cehalete karşı savaşın ve
ilerlemenin anahtarı olarak görülmüştür. Sosyal, kültürel ve entelektüel
dönüşümlerin olduğu Aydınlanma; bilgi, tarih, siyaset-yönetim, din, iktisat ve
ahlak alanında odaklanmıştır. Fransız fizyokratların etkisiyle materyalist bir
karakter edinen Aydınlanma; epistemolojik, deneyci ve materyalist bir karakter
kazanmıştır.
Çağının ruhu -estetiğin, bilimin,
siyasetin ve ticaretin çok etkin olduğu dönemin ruhu- olan Hume bu
etki alanlarında çalışmış olan bir sosyal bilimcidir. Geleneğe yönelik
eleştirel, yıkıcı tavır ve kurucu tutum edinen Hume için gelecek
–kapitalist-düzenin en önemli unsurları; rekabet, tutku, hırs ve lükstür.
Dönemin hâkim görüşü olan Merkantilist yaklaşımı eleştirerek, serbest
uluslararası ticaretin taraftarı olarak ve para miktarı kuramıyla iktisat
biliminin gelişimine katkıda bulunmuştur. Ticari kapitalizmi zirveye
ulaştıran Smith, ekonomik ve toplumsal süreçleri aklın ürünü
olarak görüyordu. İnsandaki daha iyi hal için tamahı olumlayan filozof, etik
ekseninde bir ekonomi politik inşa etmiştir. Hume ve Smith kurumsal dönüşümü
sağlarken Kant, zihinsel bir dönüşümü gerçekleştirmiştir.
Augustinus’un insanın, tanrının merhametiyle kurtulacağını söylemesine karşılık
Kant, aklın insanı kurtaracağını söylemiştir. Batıda modern-ulus (akıl ve
tahakküm) devletlerin varoluşunda katkısı olan Kant, hegemonyanın meydana
gelmesine katkıda bulunmuştur. Hume ve A. Smith kurumsal, Kant ise
bireysel ve toplumsal dönüşümü sağlamıştır. İngiliz deizmi; Fransız
fizyokratlarını, Amerikan sekülerizmini ve deizmini beslemiştir. Batı bu
filozofların katkısıyla akılcı pozitivist, seküler ve hümanist bir karakter
kazanmıştır.
Aydınlanma teori işiyken, sanayileşme
uygulama işidir. Bacon’un tasarısının bir kısmını tamamlayan -ticarileşme ve
bilim-teknikle beslenen sanayileşme, insanı farklı bir boyuta taşımıştır.
Aydınlanma zihin gücünü artırırken, sanayileşme ise kas gücünü artırmıştır.
Yeryüzünde cennet inşa etme isteği ve süreci, bazı istenmeyen hadiselerden
(sömürgecilik, savaşlar, militarizm vs.) dolayı sekteye uğramıştır. Sanayileşme
kentleşmeyi etkilemiş, kitle iletişim araçlarını ve toplumsal hareketliliği
meydana getirmiştir. İnsanlık teknolojiyle yetinmemiş sibernetik ve robotik
çalışmalara yönelmiştir. Newtoncu evrenden Einstein'cı evreye geçişte evren
dönüştürülerek varlığın yeni boyutları keşfedilecek, yapay ve yeni evrenler
kozmik varlığın zihnî çocukları olarak yaratılacaktır. Bacon’un tasarısı
Newtoncu evren/sanayileşme tarafından yarılanmış Einsteincı evren/sibernetik
süreçte tamamlanma yoluna girmiştir. Mekanik fizik ve matematiksel bir
süreçten, teknolojik, dijital ve sibernetik bir sürece geçilmiştir.
Öklid dışı geometriyle
bağlantısı olan ve bilimselliğin itibar kaybettiği postmodernlik,
kapitalizmin sistem içi dönüşümünü içerir. Sosyal, sayısal, kültürel ve
iktisadi durumları içeren bu dönemde büyük anlatıların ölü olduğu,
muğlaklık, parçalanmışlık, yapaylık vardır. İnsan anlamını kaybederken hümanizm
ilerlemiş ve derinleşmiştir.Postmodernizm, hümanizmin radikalleşmiş
formudur.
Darwinci evrim anlayışından teorik destek
alan, evrimci biyoloji ve psikoloji teoriden beslenen transhümanizm, insanı
nörobiyolojik, nörofizyolojik, genomik çalışmalarla biyolojik
bedenden biyonik bedene evriltmiştir. Bilhassa transhümanizmi evrimci
bir süreç olarak anlayan Chardin, teknolojiyi evrim sürecinde önemli bir unsur
olarak görür. Darwincibeşerciliğin azaldığı, insan genomunun
değiştirildiği, hastalanmayan ve ölmeyen yeni bir varlık türü tasarımı
Neo-Darwinist bir sürecin göstergesidir. Neo-Darwincilik veya Post-Darwincilik
olan transhümanizmin insanı, transhumandan posthuman’a geçişi
içeren bir evrim süreci yaşar.
Mevcut insandan memnun olmayan ve daha
güçlü insanın beklentisi içindeki Nietzsche, insan ve diğer var olanların
değişim geçirmesini içeren bir güç istenci olan bir metafiziğe bağlıdır. Sorgner transhümanizmle
Nietzsche arasında benzerlik olduğunu vurgularken, M. More transhümanizmin
ondan ilham aldığını M. Hauskeller ise transhümanizm
ile Nietzsche felsefesinin tamamen birbirinden farklı olduğunu iddia
eder. Transhümanizm ölümü ortadan kaldıran bir ölümsüzlüğü içerirken,
Nietzsche’de ise kişisel ölümsüzlük yoktur, süreklilik ebedî dönüşle olur.
Nietzsche’nin üstinsanı kendi türünü alt ederek üstinsan olurken, transhuman
ise biyoteknolojik vasıtalarla meydana gelir.
Transhümanizm insanı farklı bir varlık
türü haline getirme amacı taşırken insanın insan kalmasını da ister. İnsanın
gelişimini bilim ve teknolojiyle sağlayacak olan transhümanistler yaşam
süresini uzatmak, zihin yükleme, bedeni dondurmak vb. insanın entelektüel,
fiziksel ve psikolojik kabiliyetlerini artırma ama insan kalma iddiasında
bulunurlar. Yalnızca insanı değil çevreyi de modifiye eden transhümanizm daha
iyi insanlar ve dünyayı daha iyi bir mekân olarak inşa etmeye çalışır.
Dönüştürme gibi amacı yaşayan bir ideoloji olarak transhumandan posthumana
geçme çabası vardır. Homosapiens’ten Robosapiens sürece geçişi sağlayan
unsur, YZ olmuştur. İnsan; güçlü, ölümsüz ve sorunsuz olma
isteğiyle tanrıya benzeme amacı içindedir.
Transhümanizmin en önemli
temsilcileri J. Huxley, Haldane ve Bernal’dır.
Terimi ilk kullanan Huxley, transhümanizmin dinin yerini aldığını ve onun
bireysel mükemmellik ve iyileşmeden daha çok, insanlığın tümü için
pozitif bir adım olarak görür. Haldane insanın biyokimyasal olarak
geliştirilmesini ve öjeniyi savunmuştur. Bernal ise insanların zihnin
makinelerle bağlantılı beyinleri ve genetik olarak dönüşmeleriyle dönüşeceğini
söyler. Moravec, F.M. Esfandiary, E.K. Drexler, R. Kruzweil, N.
Bostrom veMinsky gibi kişiler diğer
temsilcilerdir. Kişilerin haricinde ekol, şirket, dernek hatta kiliselerde
transhümanizmin temsilcileri vardır. Ayrıca sinema ve romanda da varlık bulan
transhümanizm bir hayat tarzı ve kültür olarak yaygınlaşmaya çalışmaktadır.
19. yy.ın sanayileşme ve 20. yy.ın yüksek
teknoloji birikiminden faydalanan, 21. yy.daki siberteknolojinin ürünü
olan transhümanizm; gen, robotik, sibernetik, nanoteknoloji ve YZ
gibi uygulamalarla insanın transhumana döneceğini düşünür. Özellikle
tıbbi teknolojilerle insanın biyolojik ve psikolojik olarak mükemmelleşeceğine
dair ümitvardır. Transhümanist entelektüel hareket, teknolojik gelişme
sürecinde insanlığı evrimde yeni bir insan haline sokacağını savunur. Biyolojik
insan türleri otonom, süper akıllı karar verici makinelerle yer değiştirecektir. Bilim
kurgu, bilgisayarlaşma, akıllı telefonlar, sosyal paylaşım siteleri, siber
teknoloji ve YZ uygulamalarından faydalanan NBIC (Nano,
Bio, Info, Cogno)transhümanizmde etkili olmuştur.” (S.153-159)
3. Bölüm
Bacon'cu Tasarının
Tamamlanma Süreci: Transhümanizmden Posthümanizme
“NBIC (Nano, Bio,
Info, Cogno) ile insanın yetenek ve kapasitelerinin artırılabileceğine
inanan transhümanistler insanın zihinsel, bedensel ve ruhsal açından
gelişeceğine inanmışlardır. Homosapiens, homocyberneticusla yer
değiştirirken, hümanizm insanı hurafenin zincirlerinden kurtarmışken,
transhümanizm ise biyolojik zincirlerinden kurtaracaktır. Prometeci
bir söyleme sahip transhümanizm, teknolojiyle biyolojik sınırları aşarak insan
doğasını radikal olarak dönüştürme arzusundadır.
Genetik mühendislik, klonlama ve öjeniyle seçilmiş insanlar üstün transhumana dönecek
daha sonra robotlar, biyonikler ve nanoteknoloji kullanılarak doğaya
bağımlı olmayarak icat edilen posthuman türler
ölümsüz zihin olarak sanal dünyada yaşama tercihinde bulunacaktır.
Posthuman sürece ulaşmak için
biyoteknolojiyi ve enformasyon teknolojisini kullanmayı öneren transhümanizm,
insanların savunulmaya ihtiyaç duymayan siborg veya ölümsüz zihinler olarak
sanal bir dünyada yaşaması umudundadır. Tekillik ve sanallık içinde tüm
kısıtlamalardan tamamen kurtulduğunu zanneden insan, uysallığı tercih eden
varlık olduğu için uysal siborg ve androidler üretecektir. Transhümanizm; temel
olarak pratik akılla insanı geliştirme arzusunu, insan zekâsını, fiziksel ve
psikolojik kapasitesini artırma ve yaşlanmayı ortadan kaldıran teknolojileri
geliştirme imkânını olumlar. Genetik devrim, DNA’yı modifiye ederek
insanoğlunun doğasını geliştirecektir. İnsan ve toplum üzerinde sinerji meydana
getirecek olan transhümanizm, insanı kozmik varlık boyutundan çıkarıp
teknolojiye eklemlenmiş bir varlık türü haline getirecektir.
Hümanizm, insanın doğa ve tanrı karşısındaki konum ve
perspektifini değiştirirken transhümanizm bunun yanında
insanın doğasını değiştirme amacı içindedir. Hümanizmin
transhümanizme ardından posthümanizme dönüşeceği öngörüsünde olan
transhümanistler dualiteyi yani ruh-beden ikiliğini terk etmeyerek insanı
fiziki ve zihnî olarak geliştirmek ister. Hümanizmin akılcı, özgür, hoşgörülü
ve demokratik insanı daha da ileri taşımak isterler. Çünkü insanlığın ulaşmış
olduğu bilimsel ve teknolojik düzey bunun için yeterli koşulları taşımaktadır.
Çoğulcu ve demokratik insan ve toplum tasavvuru olan transhümanizmin kendisi de
buna bağlı olarak eleştirel, aşkın ve transhuman diye üçe ayrılmıştır. Transhümanizm;
aşamalı olarak biyolojik insandan mekanik insana yani biyolojik hümanizmden
mekanik olan posthümanizme geçiş sürecidir. Hümanizm ve transhümanizmin ardılı
olan posthümanizm; hümanizmin tarihsel çöküşü zannının üzerine
dayanır.Posthumanlar; bireyler olarak mevcut insanoğlu tarafından temel
yetenekleri doğal sınırlarına ulaştırılmıştır. Kendilerini posthuman’a dönüştürecek
insanlar fiziksel ve ruhi olarak sınırsız bireyler ve üstün ırk
olacaktır.
Teist bir yapı olmaktan çok ateist bir
yapı olan transhümanizmin taraftarlarının çoğu tanrıdan çok hayatta
belirleyici olanın insan olduğunu düşünürler. İnsanın değişiminde ısrarcı
olan transhümanizm düşünce ve pratikleri bakımından dini dışarıda
tutmuş ve yeni kutsal üretme amacı içinde olmuştur. Gelecek
perspektifînde dinden uzak olan transhümanizme göre din, geçmiştir
geleceğe yani değişime engeldir. Teknolojik tanrı yaratılmasını
bekleyen transhümanist akım-hümanizmin maksadı olan- insanı
tanrı yerine koyma sürecini gerçekleştirerek insanı sonsuzlaştırarak sonsuz
olan tanrının konumunu ve rolünü ona verecektir. Mitik, gnostik, ütopik
ve dinî unsurlar içeren transhümanizm, bilim ve teknoloji etkisinde biyolojik
bir evrimcilik içeriği de taşır. Bilim ve teknolojiyi yüceleştiren
ve aşkın tanrının yersiz olduğunu temsil eden transhümanizm, kendini seküler
bir proje olarak dinin yerine konumlandırır.
İnsanı ve hayatı dönüştürme
amacında olan transhümanizm antropolojik ve kozmik sorunları ortaya
çıkaracaktır. Bu her iki soruna bağlı olarak etik, teolojik, metafizik, sosyal,
hukuki ve kültürel sorunlar ortaya çıkaracak olan transhümanizm dünyanın
en tehlikeli fikri olarak da görülmüştür. Tanrı inancına karşı duyarsız, insanı
dönüştürme, evi ve insanın yaşadığı çevreyi değiştirme, yaşanası (!) bir yer
haline getirme amacında olan transhümanizm her şeyiyle şimdiye kadar olan
dünyayı bir kenara koymak ister. Mekanik, kimyasal ve teknolojik uygulamalarla
dönüştürülen hayat ve insanın ne hale geleceği belirsizdir. Biyolojik evrimden
mekanik evrim sürecine geçiş yapan transhümanist evrede homosibernetikler,
otonomların ve katil veya savaş robotlarının hâkim olacağı bir dünya ile karşı
karşıya kalınabilir. Genetik, robot, nanoteknoloji, enformasyon, Yapay Zekâ
(YZ), biyoteknoloji ve nörobilim vb. alanlarındaki çalışmalar tedirgin edici
boyuta gelmiştir. Tek başına ömrü uzatmanın bile insanlığa getireceği
birçok bedel vardır.
İnsanlar, düşünceyi ve işlevini anlamak
için mantık ve matematik çalışmaları yapmışlardır. Zihnin
haritasını ve çalışma ilkelerini ortaya koyan Aristoteles ile bilgi ve
eylem ilişkisini içeren YZ arasında ilişki vardır. İnsanlık kendi zekâsını
aşma çabasıyla yetinmeyip kendini dışına yükleme ve kendi zihin sistemleriyle zekâyı
yapay olarak inşa etme amacındadır. Zekânın geliştirilebilir olduğu düşüncesini
taşıyan transhümanizmin en güçlü vasıtalarından biri makineleri akıllı
yapmaya çalışan YZ’dır. Otomasyon, bilgisayarlaşma ve robotlaşmayla
konumlanmış YZ birçok endüstrinin alt yapısında mevcuttur. Buhar, elektrik ve
bilgisayardan sonra Dördüncü Sanayi Devrimi (DSD) olan YZ felsefe,
psikoloji, psikanalitik teori, fizik, sinirbilim, fizyoloji, biyoloji,
bilgisayar bilimi, klinik nöroloji ve psikiyatri vb. alanlarla ilişkili
interdisiplin bir sahadır.
YZ çalışmaları kolaylıklar sağladığı gibi
bazı sorunlar da doğurmuştur. Bilim kurgu film ve romanlarında bu sorunlara
dair uyarılarda bulunulur. YZ’lı robotik çalışmaların önümüzdeki yıllarda
toplumsal görünürlüğünün %35 olacağı ve insan zekâsını geride bırakacağı
öngörülüyor. Hem nicelik hem de nitelik açısından insanı baskılayan YZ
uygulamaları insanın üzerinde tahakküm kuracak görünüyor. İstihdam
sorunu ile işin yapılması ve karar verme sürecinde sorumluluğun kime ait olduğu
tartışmasıyla beraber silah teknolojisinde YZ kullanımı büyük risk ve
tehlikeler taşımaktadır. Endüstri, tıp, askeri ve eğlence alanlarında da
kullanılan robotların, ağır işleri yapan, hastalıkları teşhis ve tedavi eden,
bununla yetinmeyip insanların cinsel ihtiyaçlarına dahi cevap verecek faydalar
sağlayan bir niteliğe bürüneceği de iddia edilmektedir.” S.238-244
Sonsöz
“Tıp, mühendislik, askeri, siyasal,
teknolojik vs. ekonomik vb. birçok alanda etkin olacak olan
trans-posthümanizm süreci üzerine genel olarak sosyal bilimciler özel
olarak ise felsefeciler düşünmek zorundadır. Felsefeciler veya sosyal
bilimciler, bu sürecin zaaf ve imkânlarının neler olabileceğine dair eleştirel
sorgulama yapmaları gerektiği gibi sağlıklı bir hale kavuşmasına da katkıda
bulunmaları gerekiyor. Bu süreç durdurulabilecek veya engel
olunabilecek bir süreç gibi görünmemektedir. Tüm bireyleri,
toplumları ve ülkeleri önüne katacak bir süreçle karşı karşıya
kalabiliriz. Tarih boyunca olan tüm ilerlemelerde veya gelişmelerde
ilerleyememiş veya geri kalmış toplulukların canı yandığı gibi ilerlemeyi
içeren trans-posthümanist süreçte de yine daha çok bu toplulukların
canının yanması muhtemeldir.
Filozof veya felsefeci; çağının tanığı
olduğu kadar vicdanı olan kişidir. Bu olgu ve değerden hareketle sosyal
bilimciler ve filozoflar sorumluluk sahibi olan kişiler olması hasebiyle
transhümanist sürecin varlık, etik, estetik, sosyal, iktisadi ve kültürel
vs. zaaf ve imkânları üzerine düşünmek ve yazmak durumundadırlar. Ülkenin
doğa bilimcileri olarak transhümanizmin gerçekleşmesinde etkin olacak
nano-biyoloji, moleküler-biyoloji, nöro-biyoloji, genetik bilim, bilgisayar
yazılım ve donanım, YZ gibi çalışma alanlarında söz sahibi olmak zorunda
olduğumuz gibi, sosyal bilimcileri olarak da getireceği müspet veya menfî
durumları, zaaf ve imkânlarını eleştirel olarak ele almak ve insanlığın
faydasına evrilmesine yönelik katkıda bulunmak vazifesini yerine getirmek
zorundayız.
Zira bu süreç önünden
kaçabileceğimiz ya da aldırmazlık edeceğimiz bir süreç olmayıp insanlığın ve
bizim yaşamak zorunda kalacağımız kaçınılmaz bir süreç gibi görünüyor.
Bu süreçte ne kadar özne ve ne kadar
figüran olacağımız meselesi hem kendi geleceğimizi hem de insanlığın geleceğini
belirleyecektir.” S.249
İstanbul Sözleşmesi vesilesiyle Aile
konusunda geldiğimiz nokta, Müslümanların gündemin çok çok gerisinde kaldığını
ve birçoğumuzun problemin mahiyetine yeterince vakıf olmadığını görmemize
vesile olmuştur.
Kısır çekişmeler içinde
boğulmadan dünyanın nereden gelip nereye gittiği hakkında yapılması
gereken çalışmalar Müslümanların temel sorumluluklarındandır. Tanıtmaya
çalıştığımız eser Türkiye’de konu hakkında yapılan
öncü çalışmalardandır.
Mehmed Zahid Aydar
Mîsak Dergisi
Sayı: 348 / Kasım 2019