Bir Eğitimci Olarak Hz. Muhammed (sav) ve Öğretim Metotları - Alparslan Aydar

Bir Eğitimci Olarak Hz. Muhammed (sav) ve Öğretim Metotları

Bu sayımızda sizlere, son devrin âlimlerinden Abdulfettah Ebû Gudde’nin kaleme aldığı “Bir Eğitimci Olarak Hz. MUHAMMED ve Öğretim Metotları” isimli kitabını tanıtmaya gayret edeceğiz. Geniş anlamda İslâmi eğitimin hedefi, mükellefe Allah’ın (cc) razı olacağı davranışları kazandırmaktır. İkibinli yıllarla birlikte Türkiye’li Müslümanlar; genel anlamda öğretim sistemi, çocuk terbiyesi ve aile eğitimi üzerine yazılan kitaplarla tanıştılar. Bu tanışıklığın, 28 Şubat sürecinin yansımalarından birisi olduğunu teslim etmemiz gerekir. Bununla beraber, sloganların terk edilip; aile, çocuk ve eğitim gibi ihmal edilen temel meselelerimizin hatırlanmış olması, geleceğe umutla bakmamızı sağlayan bir durumdur. Bu eserin, önemli bir boşluğu doldurduğunu söyleyebiliriz.

Bir Eğitimci Olarak Hz. Muhammed ve Öğretim Metodları
Abdulfettah Ebu Gudde
Yasin Yayınevi
Mîsak Dergisi
Sayı: 250 / Eylül 2011

İkibinli yıllarla birlikte Türkiye’li Müslümanlar eğitim, çocuk ve aile eğitimi üzerine yazılan kitaplarla tanıştılar. Bu tanışıklığın 28 Şubat sürecinin yansımalarından biri olması ayrıca üzerinde düşünülmesi gereken bir nokta olmakla beraber, sloganların terk edilip; aile, çocuk ve eğitim gibi ihmal edilen temel eksikliklerimizin hatırlanmış olması, geleceğe umutla bakmamızı sağlayan unsurlardandır.

Konu üzerine hazırlanan kitapların bir kısmında kullanılan yöntem ve ortaya konan çözüm önerilerinin batılı örneklerinden çok da farklı olmadığı göze çarpmaktadır. Bu noktada Abdurrahman Arslan’ın “Müslümanlar, modern dünyanın güçleri ile karşılaştıkları tarihten itibaren, uzun soluklu bir mücadele ile bu “projeye” cevap vermeye kalkıştılar. Üç yüzyılı aşan mücadelenin vardığı noktada Müslümanların yaşadıkları coğrafya ve değerlerinin büyük çoğunluğu, modernitenin ve modern dünyanın bir parçası olmaktan kurtulamadı. Sonuçta modern dönemin değerleri ile hesaplaşma halinde olduğumuzu sanırken, içeriksel anlamlarını onun belirlediği kavramlarla düşünmekte olduğumuz belirginlik kazandı”(1) şeklindeki tespitinin eğitim meselesi söz konusu olduğunda da geçerli olduğu söylenebilir.

Modern medeniyetin ortaya koyduğu aklı esas alan, “özgür birey(!)” modeline karşılık bizler bir müslümanın yapmak veya yapmamak hususunda sorumlu tutulduğu İslâmi fiilleri “Ef’âl-i Mükellefin” (Mükellef olan kimselerin fiilleri) olarak tanımlarız. Yaptığımız zerre miktar hayrın ve zerre miktar şerrin hesabını vereceğimize iman etmemiz, herhangi bir meseleye bakış açımızı ve dolayısıyla o mesele karşısındaki tavrımızı da belirler.

Konuyu bir örnekle açıklamaya çalışalım: Hiç kimse evladının yalan söylemesini istemez. Batı uygarlığının insanı eğitmedeki amacı iyi bir vatandaş ortaya çıkarmaktır. Dolayısıyla yalan onun iyi bir vatandaş olmasını engelleyecek ve toplumdaki konumunu olumsuz yönde etkileyecektir. Fakat İslâm onun iyi bir Müslüman olmasını ister.

Öncelikle yalan Allah ve Resulü tarafından yasaklanmıştır ve münafıkların sıfatlarındandır. Amellerin kıymetini belirleyen şey niyetler olduğuna göre evladımızın yalan söylemesini istemememizin temel sebebi Allahû Teâla(cc)’nın “Ey îmân edenler! Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan bir ateşten koruyun!”(Tahrîm Sûresi:66/6) emri olmalıdır. Bu sebeple İslâm âlimleri “Allah(c.c.)’ın emirlerini şahsen yapmak ve nehiylerinden kaçmak suretiyle kişinin kendi nefsini kurtarması ve keza kendisine emredileni aile efradına aynen yaptırmak suretiyle de onları kurtarması gerektiğini anlamakta ittifak ederler”(2)

Neden sadece akşam namazının farzının üç rekât olduğunu kavrayamamamız bu namazı terk etmemizi gerektirmediği gibi yalanı terk etmemizin öncelikli sebebi Allahû Teâla (cc)’nın bu konudaki emri olmalıdır. Yalan söylememenin hikmetini kavramanın ve kavratmanın, evladımızı ikna noktasında bizlere yardımcı olacağı muhakkaktır. Ancak ibadetin: “Allahû Teâla (cc)’nın rızasını kazanmak ve O’na tâ’zim etmek niyetiyle her emrini, emrettiği şekilde yerine getirmektir”(3) şeklindeki tarifi üzerinde tekrar tekrar düşünmekte fayda vardır.

“Hem gerçekten o şehirlerin halkı iman edip (peygamberlerine karşı gelmekten) sakınsalardı, elbette üzerlerine gökten ve yerden nice bereketler açardık; fakat (onlar, peygamberlerini) yalanladılar; bunun üzerine (biz de) onları, kazanmakta oldukları (günahlar) yüzünden (azabımız ile) yakalayıverdik”(A’râf Sûresi:7/96) Ayet-i Kerimesini de dikkate alarak bu konuda ortaya koyduğumuz tüm çabanın “ibadet şuuruyla eda edilmesinin Allahû Teâla (cc)’nın emeğimizi bereketlendirmesini beklememiz, sistemin katı materyalizmi ilke edinmiş eğitim çarkından geçen insanların pek de anlayabileceği bir yaklaşım değildir. Zira “Modernite ve onun seküler paradigması gayb âlemini tanımadığından o âleme dair kavramları ve o kavramların hayata yansıyan izdüşümlerini çalmış, yerine insanoğluna varlıklar içinde kocaman bir hiç bahşetmiştir.”(4) Bunca temel farklılıklarımıza rağmen Müslümanların özellikle de çocuk eğitimi üzerine çevirdikleri, okudukları ve yazdıkları eserlerde modern dünyanın etkilerinin gözlenmesi önümüzdeki dönemde çözülmesi gereken öncelikli problemlerimizdendir.

Dolayısıyla eğitim ve öğretim konusunda kabul edeceğimiz ilke ve yöntemler modern/cahili eğitim ve değerlerinden arınmış olmalı ve Allahû Teâla (cc)’nın “Bugün, size dininizi kemâle erdirdim, üzerinize olan ni’metimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm’a râzı oldum!”(Mâide Sûresi:5/3) buyruğu temel prensibimiz olmalıdır. İslâmı doğru anlayabilmek için ulemanın rehberliğinin gerekliliği ortadadır. Kitabın yazarı Abdulfettah Ebû Gudde’nin son dönemde yetişmiş âlimlerimizden birisi olması, tanıtmaya çalıştığımız eserin önemini arttıran bir başka faktördür. Şimdi kısaca yazarı tanıtmaya çalışalım.

“Hz. Peygamber (s.a.v.)’in ‘seyfullah’ (Allah’ın Kılıcı) diye nitelendirdiği mücâhit sahâbî Hâlid b. Velid’in soyundan gelen Abdülfettah Ebû Gudde, 1917’de o zamanlar bir Osmanlı şehri olan Suriye’nin Halep şehrinde doğdu. Babası dindar bir tüccar idi. İlköğrenimini Halep’te, orta öğrenimini Hüsrevpaşa Medresesi’nde tamamladı. Onaltı yaşına geldiği sıralarda ailesi onun ticari hayatı da öğrenmesi amacıyla bir dokumacı ustasının yanına gönderdi. Ticari hayatla ilgili deneyim kazanan Ebû Gudde’nin gözü ve gönlü, yine de ilim halkalarındaydı. 1944 yılında yüksek İslâmî ilimleri tahsil etmek üzere Mısır’a gitti. el-Ezher’in Şeria Fakültesi’ne girdi. 1944-1948 yılları arasında dönemin önde gelen bilginlerinden dersler aldı. Aynı üniversitenin Arap Dili ve Edebiyatı Fakültesi’nde “Eğitim ve Öğretim Metodolojisi” üzerine iki yıl ihtisas yaptı. 1950 yılında buradan “pedagoji” diploması aldı.”(5)

Talebeleri kendisinden şöyle bahseder: “Hocamız bize, Suriye, Halep vilayetinde asrın en önemli hocalarından âlet ilimlerinden başka, akâid, hadis, tefsir, ferâiz, mantık, fıkıh ilimlerini de öğrendiğini söylemiştir. En önemli hocaları; Halepli Şeyh İsa el-Beyânûni (ö.1362 h.); Şeyh Râgib et-Tabbâh (ö.1370 h.) ve Şeyh Mustafa Zerkâ’dır. Sonra Mısır el-EZHER Üniversitesine tahsil için gidip, orada Şeriat (İslam Hukuku) Fakültesinde fıkıh ve usûl-ü fıkıh ilimlerini tahsil etmiştir. Mısır’da Şeyh Yusuf Dicvî (ö.1365 h.), Şeyhulislam Mustafa Sabri Efendi (ö.1373 h.), Allâme Ahmed Muhammed Şakir (ö.1378 h.), el-Ezher şeyhi (Rektör) Muhammed el-Hıdır Hüseyin (ö.1377h.) ve en son buluştuğu, Mısır’da uzun müddet kalmasını sağlayan hocası, Sabık Şeyhulislam Vekili (Osmanlı Şer’î Medreseler Genel Müdürü) Allâme Muhammed Zahid el-Kevserî’dir. (ö.1371 h.)”(6)

“Konya’daki sohbetlerinde bize şöyle demişti:“el-EZHER’de okurken, hocalarımızın yetersiz olduğu hissine kapıldım. Ve Haleb’e dönmeye karar verdim. Bir münasebetle M. Zahid el-Kevserî ile karşılaştığımda bana: “Sen üstadın talebesi misin?”diye sordu. Ben anlamıştım. Halebli üstadım Râgib et-Tabbah’ı işaret etmişti. Ben: “Evet” deyince, bana ders verebileceğini, kendisine uğramamı söyledi. Daha ilk dersimizde, onun bir ilim deryası olduğunu, hadis, fıkıh, usûl-ü fıkıh, belâğat, akâid ve arap edebiyatında ihtisas sahibi olduğunu gördüm ve Haleb’e gitmekten vazgeçip hocamın eteğine yapıştım. El-EZHER’de ders okurken hep hocamın verdiği dersleri tekrarlıyordum. Onun dersleriyle uyuyor ve onunla uyanıyordum. Kendisine tesir eden hocalarından bahsederken: ‘İlim tahsil ettiğim ve karşılaştığım hocalarım hakkında kendi kendime şöyle düşündüğüm olmuştur: Ben de onun gibi olabilirim, ona yetişebilirim. Fakat M. Zahid el-Kevserî’yi görüp onun ders halkasına katılınca, içimden: Yok yok ben onun gibi olamam, o çok üstün, çok yüksek seviyede, demiştim. Ama kendilerinden her yönüyle çok istifade ettim. Böylece ilmî müktesebatımı da ona borçluyum. “Bende ne varsa hepsi sizin ecdadınızdandır” demişti.”(7)

“(Şam Üniversitesi) Şeriat Fakültesi’nde on yıl süreyle profesör unvanıyla Hadis, Hadis Usûlü ve Fıkıh Usûlü dersleri verdi. 1965 yılında Suudi Arabistan Riyad’da bulunan İmâm Muhammed b. Suûd el-İslâmiyye Üniversitesi’nin daveti üzere Şeriat (hukuk) ve Usûlü’d-Din fakültelerinde 23 yıl profesör olarak görev yaptı. Kral Suûd Üniversitesinde iki yıl hocalık yaparak 1990 yılında emekli oldu. Üstad Ebû Gudde, - kendisine 37 yıl hizmette bulunan- seçkin talebesi Muhammed Avvâme’nin ifadesiyle, Arap Dili ve Edebiyatı’nda “hüccet” (otorite) şahsiyet idi. Sarf, Nahiv ve Belâgat ilimlerinde mütehassıs idi. Kendisi, derin ilim ile edebî ve ahlâkî kabiliyeti bir arada toplaması ile bize İmam Evzâî’yi hatırlatıyordu. Kelimeleri bir edîb ve şair edasıyla yerli yerinde kullanırdı. Bir tek kelimeyi hatta bir tek harfi bile incelemeye alır, konuşma ve yazılarında bu ince ve duyarlı tutumuna mutlaka riayet ederdi. Konuşmaları canlı ve dinamik idi. İlmi vukûfiyet ve edebi inceliklerle dolu tatlı bir hitabet üslubu vardı.”(8)

“Hocamızın Hadis tahrici, hadis ricâli, cerh ve tadil ilmi, hadis senetlerinin tenkidi, hadisin fıkhı ve sebeb-i vürudu üzerindeki vukûfiyeti büyüktü. Hocamız muhaddis, fakih sıfatlarını kendisinde meczetmişti. Hanefî fıkhına vukûfiyeti de büyüktü. Hanefî mezhebine göre hangi hadislerin delil sayılacağını belirtir ve bunları, Şafiî, Mâlikî ve Hanbelî mezheplerinin delillerine mukâyese ederdi.”(9)

“Keskin zekâlı ve ilminde mutkin bir zat idi. Ulûmu’l-Hadisle ilgili her şey ezberindeydi. Ulûmu’l-Hadisin inceliklerini biliyor, bu ilimle ilgili yeni tespitler yapıyor ve ince noktaları yakalıyordu. Her sözcüğün zaptını dakik ve muhkem olarak yapardı. Bu sahada gerçekten yed-i tûlâ sahibi idi. Muhtelif ilimlere vakıf idi. Edîb, nahivci, muhaddis, fakih, usûlcü, düşünür, davetçi ve Şam İhvanu’l-Müslimîn’inin mürşidi idi. İlimle, İslâm terbiye ve tezkiyesini, takvayı kendisinde cemetmişti. Bütün bu vasıfları kendisinde cemeden âlimlerin sayısı çok azdır.”(10)

Abdulfettah Ebû Gudde kitabın önsözünde şu noktalara değinir: ”Bu kitapta sunacağımız bilgiler ve hadis-i şerifler Suudi Arabistan’ın Riyad şehrinde bulunan Şerîa Fakültesi ile Arap Dili Fakültesi yöneticilerinin benden istedikleri konferans talebiyle hazırlanmış ve 11 Aralık 1965 Pazartesi akşamı Riyad Üniversitesi Konferans Salonu’nda sunulmuştur. (Sh-9)

Otuz yılı aşkın bir çalışmanın ürünü olan bu kitap benzersiz bir konuyu içermektedir. Benden önce bir başkasının bu alanda bir çalışma yaptığını bilmiyorum. (…) Hazreti Peygamber(s.a.v.)’in öğretimini ve bu husustaki metotlarını gösteren pek çok hadis-i şerîfi elinizdeki kitapta bir araya getirdim. Kitabı iki kısma ayırmayı uygun buldum. Birinci kısımda, Resûlullah(s.a.v.)’in yüksek meziyetleri ve hikmetli davranışlarını ele aldım. İkinci kısımda ise, O’nun öğretimdeki metotlarını, insanları yönlendirme ve doğruya yöneltmedeki isabetli tutumlarını işledim. (Sh-10)

Kitabın birinci bölümünün başında Kur’an-ı Kerim’in, sünnetin ve tarihin tanıklığında Efendimiz(s.a.v)’in bir muallim olduğunu ispatlarıyla ortaya koyar. Daha sonra “Hazreti Peygamber(s.a.v.)’in Eğitimci Kişiliğine Dair Birkaç Söz” başlığı altında ashab-ı kiramın diliyle Efendimiz(s.a.v.) tanıtılmıştır.(Sh:25-40)

İmam Ebu’l-Hasan Ali b. Muhammed el-Mâverdî el-Basrî el-Bağdadî (öl.450/1058)’nin bir insanın (Efendimizin) gerçekten kâmil olduğunun; yaradılışının, ahlâkının, sözlerinin ve davranışlarının güzel olmasından anlaşılacağını, ayrıntılarıyla açıkladığı yazısını naklederek birinci bölümü tamamlar.(Sh:40-64)

Ebû Gudde Hz. Peygamber(s.a.v.)’in “Öğretim Metotları”na ayırdığı kitabın ikinci bölümüne şöyle başlar. “Hz. Peygamber(s.a.v.) insanlara bir şey öğretirken en güzel, en yarayışlı, muhatabın gönlüne en çok etki edecek, anlayış kapasitesine en münasip, bilgiyi zihnine yerleştirecek ve meseleyi ona izah etmeye yardımcı olacak en uygun metodu seçiyordu.

Hadis kitaplarını dikkatlice etüd eden insan Hz. Peygamberin ashabıyla olan konuşmalarına değişik renkler kattığını görür. Bazen soru soran, bazen cevap veren, bazen soru sorana sorusu kadar cevap veren, bazen verdiği cevaba başka şeyleri de ilave eden, bazen öğretmek istediği mesele için darb-ı mesel zikreden, bazen sözünü Allah’a yeminle söyleyen, bazen yüce bir hikmet sebebiyle soru soranı sorduğu şeyden başka bir şeye yönlendiren, bazen yazdırarak öğreten, bazen çizerek öğreten, bazen teşbihle öğreten, bazen açıklıkla cevap vererek öğreten, bazen cevabı kapalı olarak veren, bazen de cevabı işaretle öğreten bir insandı.
Hazreti Peygamber bazen cevabını söylemek için şüphe edilen meseleyi zikreder, bazen öğreteceği hususu şaka ve bilmece yoluyla öğretir, bazen öğreteceği meseleden önce güzel bir giriş hazırlar, bazen birtakım şeyler arasında kıyaslamalarda bulunarak öğretirdi. Keza bazen cevabını zikretmek için sebepleri sıralar, bazen cevabını bildiği halde sınamak için ashabına sorar, bazen bir takım sorular yönelterek doğru cevabı onlara buldururdu. Bazen de soruyu sormalarından önce bilgiyi onlara verirdi. Kadınlar için özel meclisler tertib ederek ihtiyaçları olan hususları onlara öğretir, huzurunda bulunan çocuk ve küçüklerin durumunu gözeterek cevap verir, seviyelerine inerek anlayacakları şekilde öğretirdi. ”(Sh:65-66)

Efendimizin kullandığı bu metotları ve daha fazlasını “Hz. Peygamber(s.a.v.)’in Öğretim Metotları”na ayırdığı ikinci bölümde açıklar.

Merhum Ebû Gudde’nin Efendimizin kullandığı “Öğretim Metotları”nı izah etmek amacıyla aktardığı hadislerden birini örnek olarak nakledelim. “Abdullah b. Ömer(r.a.) anlatıyor: Hz. Peygamber(s.a.v.)’in yanında otururken hurma ağacının göbeğinden bir parça getirildi. Hz. Peygamber (s.a.v.) onu yerken ‘ağaçlar içinde yeşil bir ağaç vardır. Bunun bereketi müslümanın bereketi gibidir. Yaprağı düşmez, dökülüp yayılmaz. Rabbinin izniyle her mevsim meyve verir. Müslüman gibidir. Şimdi bana söyleyin bu ağaç nedir?’ Abdullah diyor ki: İnsanların akılları kırlardaki ağaçlara takıldı. Bazıları “şu ağaçtır”, “filan ağaçtır” dedi. Benim içimden hurma ağacı olduğu geçti. Bunu söyleyecek oldum ancak baktım ki karşımdakiler toplumun büyükleri! Genç bir çocuk olduğum için konuşmaktan çekindim. Sonra etrafa baktım ki, ben bulunanların onuncusu ve en genciyim. Baktım Ebûbekr ile Ömer de konuşmuyor. Ben de sustum. Onlar da konuşmayınca, oradakiler “hangi ağaçtır ya Rasûlallah, bize söyleyiniz” diye sordular. Hz. Peygamber(s.a.v.) de “hurma ağacıdır” buyurdu.
Kalkınca babam Ömer’e “Babacığım! Benim içime onun hurma olduğu doğmuştu vallahi!” dedim. Babam: “Onu demeden seni ne alıkoydu ki?” diye sordu. Ben de “Sizin konuştuğunuzu görmedim. Ne senin ne de Ebûbekr’in konuştuğunu gördüm. Genç bir çocuk olduğum için konuşmaya utandım. Konuşmaktan, bir şey demekten çekindim, bu yüzden sustum.” dedim. (Babam) Ömer (bana)dedi ki: “O hurma ağacıdır deseydin, benim için filan şeyden daha makbul olurdu.”(Sh:101)

Ebû Gudde hadisten çıkarılabilecek öğretimle ilgili hususları şöyle sıralar:

a) Ne anladıklarını öğrenmek, düşünmeye ve ehemmiyet vermeye teşvik için âlimin bir meseleyi arkadaşına sormasının, sorduğunu anlamamaları durumunda ise çıkaramadıkları cevabı açıklamasının güzel bir şey olduğu.

b) İlmi anlamaya teşvik

c) Daha iyi anlaşılması, zihinlere daha iyi yerleşmesi ve düşüncelerin konunun üzerinde teksif olması için darb-ı mesel ve teşbihte bulunmak, meseleyi tasvir etmek.

d) Bir şeyin başka bir şeye benzetilmesi, onun bütün yönleriyle benzetildiği şeyle aynı olmasını gerektirmez. Çünkü hiçbir cansız mümine benzemez ve ona denk olmaz.

e) Bir maslahatın/faydanın zayi olması söz konusu olmadığında hayânın hoş karşılanması. Burada ise, Hz Ömer Resûlullah(s.a.v.)’in iltifatına mazhar olmayı kaçırdığı için oğlunun sükût etmemiş olmasını temenni etmişti.

f) Büyüğe hürmet göstermek, küçüğün konuşma önceliğini babasına vermesi. Küçükler anladıkları şeyin doğru olduğunu düşünseler bile bunu hemen söylemeye atılmamalıdırlar.

g) Büyük bir âlim, kendi seviyesinde olmayan insanların idrak ettiği bazı hususları idrak edememiş olabilir. Çünkü ilim Allah (c.c.) vergisidir. Allah fazl-ı keremini dilediğine ihsan eder.

h) İmam Mâlik’in bu hadisle dile getirdiği husus: Hayırlı bir amele övgü alma yönünde insanın aklına gelen düşüncelerin temelinde Allah rızası varsa, kişi bundan dolayı kınanmaz. Hz Ömer’in oğlunun anladığını ve doğrusu budur diye aklına gelen düşünceyi söylemiş olmasını temenni etmesinden bu anlaşılmaktadır.

Hz. Ömer’in temennisinin izahı şudur: İnsanın tabiatında var olan hem kendisi hem de çocuğu için hayrı isteme duygusu, çocuğun anlama ve kavrama kabiliyet ve yeteneğinin küçük yaşlarda ortaya çıkmasını arzulaması ve görmek istemesi, çocuğun Hz. Peygamber(s.a.v.) yanındaki konumunun yükselmesini murad etmesidir. Ve muhtemelen Hz. Ömer, oğlunun aklındakini söylemesi durumunda, anlayışının artması için Hz. Peygamber(s.a.v.)’in ona dua edeceğini ümid ediyordu.

i) İnsanın çocuğunun doğruya vakıf olmasına, isabetli düşünmesine sevinmesi.

j) Hz. Ömer’in gözüyle dünyanın kıymetsizliğine işaret edilmesi. Çünkü oğlunun bir meseleyi anlamasını -bir rivayette geçen- çok kıymetli ve pahalı kırmızı develerle karşılaştırmış ve onlara tercih etmiştir.

k) Babası bilmese bile çocuğun bildiği hususu babası yanında cevaplandırması ayıp değildir. Bunda babaya bir hürmetsizlik söz konusu değildir.

l) Sahabelerin büyüklerine ve yaşlılarına karşı saygılı oluşları ve onların yanında kelam etmemeleri.(…)Bu hadiste, âlimin, kapalı meseleleri çözmede, müşkül konuları izah etmedeki zekâ durumlarını sınamak ve kapasitelerini ayırt etmek için öğrencilerine zor meseleleri bulmacamsı bir şekilde sorması gerektiğine delil vardır. (Sh:103-107)

Sonuç olarak: Allahû Teâlâ (cc) “And olsun ki, sizin için Resûlullah en güzel örnektir”(Ahzâb Sûresi:33/21) Ayet-i Kerimesiyle Resûlullah(s.a.v.)’i bizlere örnek göstermiş (Habîbim yâ Muhammed!) De ki: ’Eğer Allah’ı seviyorsanız, o hâlde bana tâbi olun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın!”(Âl-i İmrân Sûresi: 3/31) Ayet-i Kerimesiyle de Resûlullah(s.a.v.)’e tâbi olmanın bizler için ne anlama geldiğini beyan etmiştir.

Hz. Muhammed(s.a.v.)’in yirmi üç yıl gibi kısa bir sürede, cahiliyenin bütün yönleriyle hüküm sürdüğü bir toplumu güzelliklerle bezeli hale getirmesi, meseleyi basiretli bir şekilde tahlil eden herkesin takdir ettiği bir husustur. O’nun toplumu karanlıklardan alıp aydınlığı çıkarma noktasındaki başarısının sebepleri elbette pek çoktur. Allah(c.c.)’ın kullarından beklediklerini onlara öğretirken örnek bir eğitimci olarak davranması ise, bu nedenler arasında –hiç şüphesiz- önemli bir yer tutar. Bu eser, dinin emir ve yasaklarını insanlara öğretirken Hz. Muhammed(s.a.v.)’in hangi metotları uyguladığını toplu olarak sunma gayretindedir. Klasik kaynaklardan derlenen eğitim ve öğretime yönelik alıntılarla zenginleştirilmiş dipnotlar ise kitabın kıymetini daha da arttırmıştır.

Mehmed Zahid Aydar
Mîsak Dergisi
Sayı:250 / Eylül 2011

____________________

1)        Modern Dünyada Müslümanlar/Abdurrahman Arslan/İletişim Yay/ İst-2000/sh:17
2)        Çocuk Eğitimi/Prof. Dr. İbrahim Canan/ Nesil Yay./İst-2001 sh:69
3)        Emanet ve Ehliyet/ İslâm İlmihâli /Yusuf Kerimoğlu /Ank 2006/C-1 Sh:128
4)          Modern Zamanlarda Bereket/Serdar Demirel
5)        (Dr. Ali Pekcan / cevaplar.org
6)        Abdulfettah Ebu Gudde Hocamız/Dr. Nureddin BOYACILAR/ İnkişaf Dergisi
7)        Dr. Nureddin BOYACILAR /Aynı eser(A.e.)
8)        Dr. Ali Pekcan / A.e.
9)        Dr. Nureddin BOYACILAR/A.e.
10)      Selman el-Huseynî en-Nedvî/