Muhammed Senûsî Hayatı, Eserleri, Hareketi - Alparslan Aydar

Muhammed Senûsî Hayatı, Eserleri, Hareketi

Bu sayımızda Prof. Dr. Kadir Özköse’nin doktora çalışması olan ‘Muhammed Senûsî: Hayatı, Eserleri, Hareketi’ isimli eseri tanıtmaya gayret edeceğiz. İslâm Dünyası’nın en sıkıntılı döneminde; Senûsîlik hareketi Kur’an ve Sünnet’e dönmeyi, saf ve katıksız İslâm inancını benimsemeyi, Peygamberimiz Efendimiz’in (s.a.v.) hayatını ve mücadelesini örnek almayı ön plâna çıkaran bir harekettir.  Muhammed b. Ali es-Senûsî’nin başlattığı bu hareket; kısa zamanda başta Kuzey Afrika olmak üzere, kıt’anın diğer bölgelerinde, Hicaz ve Orta Doğu’da yayılmış ve kurumlaşmıştır. Bizim konuyu ele almamızda rol oynayan en önemli sebeb, ülkemizde bu konuya ilişkin bağımsız bir çalışmanın olmayışı ve Senûsî Hareketi’nin ‘İstiklâl Savaşı’na maddi ve manevi olarak katılmasıdır. Yazar kitabın yazılış amacını şöyle açıklamaktadır: "İslâmi hayatta tasavvufun yerini iyi tesbit etmek, tasavvuftan beklenenin ne olduğunu ifade etmek, tasavvufi hareketlerin konumunu belirtmektir.”


Muhammed Senûsî Hayatı, Eserleri, Hareketi
Prof. Dr. Kadir Özköse
İnsan Yayınları
Mîsak Dergisi
Sayı: 270 / Mayıs 2013


Geçen sayımızda Prof. Dr. Ethem Cebecioğlu tarafından kaleme alınan İmâm-ı Rabbânî Hareketi ve Tesirleri isimli eseri tanıtmaya çalışmıştık. Bu sayımızda ise Prof. Dr. Ethem Cebecioğlu’nun talebesi olan Prof. Dr. Kadir Özköse’nin doktora çalışması olan, ‘Muhammed Senûsî: Hayatı, Eserleri, Hareketi’ isimli eseri tanıtmaya gayret edeceğiz. Üç bölümden meydana gelen eserin ciddi bir emek mahsulü olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Eser önemli bir boşluğu doldurmakta, Tasavvufu bir sapma olarak niteleyen kimi çevrelerin çelişkilerini ortaya koyması açısından da dikkate değerdir.

 

Önsöz

“İslâm Dünyası’nın bu en umutsuz döneminde, Senûsîlik Kur’an ve Sünnet’e dönmeyi, saf ve katıksız İslâm inancını benimsemeyi, Hz. Peygamber(s.a.v.)’i örnek almayı, O’na uymayı öngörmüş, asr-ı saadet döneminin vücuda getirilmesini, cehaletten kurtulmayı, kültürel dinamikleri ortaya çıkarmanın çabasını ön plâna çıkarmıştır.

Muhammed b. Ali es-Senûsî’nin başlattığı bu hareket, kısa zamanda başta Kuzey Afrika olmak üzere, kıt’anın diğer bölgelerinde, Hicaz ve Orta Doğu’da yayılmış ve kurumlaşmıştır. Bizim konuyu ele almamızda rol oynayan en önemli sebebi ise ülkemizde bu konuya ilişkin bağımsız bir çalışmanın olmayışı ve Senûsî Hareketi’nin Millî mücadelemize katılışıdır. (Sh: 9-11)

 

Giriş

Bu bölümünde araştırmanın amacı, önemi ve metodu ortaya konmuş, kaynaklar tanıtılmıştır. Senûsî Hareketi’nin Ortaya Çıktığı On dokuzuncu Yüzyılda Kuzey Afrika’nın genel, siyasi, ilmi dini ve tasavvufi durumu değerlendirilmiş. Yazar kitabın yazılış amacını şöyle açıklamaktadır:”İslâmi hayatta tasavvufun yerini iyi tesbit etmek, tasavvuftan beklenenin ne olduğunu ifade etmek, tasavvufi hareketlerin konumunu belirtmektir. Özelde ise, Kuzey Afrika’da yaygınlık kazanan Senûsî Hareketi’nin deneyimlerini tanıtmaktır.” (Sh:14)

“Ekonomik, stratejik ve ticari amaçlarla Afrika kıyılarına yerleşen, buralarda üsler, çiftlikler ve koloniler kuran Portekiz, Fransız, İngiliz ve Hollandalılar arasında, on yedinci yüzyılın başından itibaren rekabet başladı. İlk dönemdeki altın ticaretinin yerini, on yedi ve on sekizinci yüzyıllarda fildişi, baharat, palmiye yağı ve özellikle köle ticareti aldı. Afrika’dan götürülen köle sayısının, kesin olarak bilinmemekle beraber, taşıma ve avlanma sırasında ölenlerle birlikte otuz milyona yakın olduğu tahmin edilmektedir. (…) Daha çok ekonomik ve dini nedenlerle başlayan, bir devletin diğer devlet veya toplum üzerinde maddi, manevi bir kontrol, nüfûz kurması veya üstünlük sağlaması olarak ortaya çıkan sömürgecilik, çok kısa bir zaman içerisinde hemen hemen bütün Afrika’yı Avrupa’nın hâkimiyetine soktu. 1875’lerde, kıtanın sadece onda biri sömürge halinde iken, 1895’lerde bu oran, onda dokuza yükseldi.” (Sh:25)

“Koloniciler Afrika tarımını tek tipleştirmeye zorladılar; ürünlerin dış pazarlara ve Avrupa endüstrisine ihraç edilmek üzere yetiştirilmesine özen gösterdiler. Buna göre, örneğin, Uganda kahve üretimine tahsis edilirken, Nijerya pamuk üretimine zorlanmaktaydı. Kolonicilerin kendi ülkelerindeki sanayi çarkını işletmek üzere başlattıkları tarım, halkın ihtiyacını karşılamakta olan geleneksel tarım sistemini yıktı.” ( Sh:26)

“Batılılarca: ‘Afrika’da ekvator bölgelerini İslâmlaştıran, tarikatlardan biri değilse, mutlaka ötekidir’ hükmünün verildiği tesbit edilmektedir. Kısaca, Afrika’daki İslâmi ve tasavvufi hareketler, İslâm Dünyası’nın başka yerlerine göre, daha fazla siyasi ve daha çok direniş ruhluydular.”(Sh:29)

 

Birinci Bölüm

Senûsî Hareketi’nin Tarihî Seyri

İkinci Bölümde ise Senûsî Hareketi’nin doğuşunu hazırlayan sebepler, teşkilat yapısı, önde gelen liderleri tanıtılmış.

“Senûsî bağlıları, genelde üç kategoride ele alınmaktadır. Şöyle ki: Muhibbûn: Senûsî Hareketi’ni tasvip eden, kendisinden bekleneni vermeye hazır konumda bulunan, şeyhe intisab etmemiş olan kitledir. İhvan: Tarikatın müntesipleridir. Her birinin belli zaviyelerde görevleri vardır. Genellikle, belli eğitim düzeylerine sahip bulunmaktadırlar. Yönetim Kadrosu: Zaviye şeyhleridir. Eğitim düzeyi en yüksek olan kişilerdir.” (Sh:35)

“İlk dönemlerde, tarikatın şeyhi tarafından görevlendirilen zaviye mukaddemleri kendi beceri ve kabiliyetleri ölçüsünde üzerine düşen görevleri yoğun özverilerle yerine getirmekteydiler. Zaviyeyi kurup, işlevsel hale sokan her mukaddem, tarikatın daha ötelere yayılmasını sağlamak için, bulunduğu yerden başka bölgelere atanırdı. Bu minvalde, ilk dönem zaviye mukaddemleri sık sık yer değiştirmekteydi. Mehdi’nin ölümünden sonraki dönemde, zaviye mukaddemleri, ölünceye kadar aynı zaviyede görevlerini deruhte eder hale geldiler. Görevlerinden ayrılanların çoğunluğu, yerlerine akrabalarından birini bıraktılar. Tarikat şeyhinin emir-komuta yetkisi, Mehdi sonrası dönemlerde pek görülemedi. Çoğunlukla kabileler inisiyatif sahibi oldular. Mukaddemlerinden memnun olan kabileler, genelde şeyhlerinin yerine yabancı bir mukaddemin atanmasını pek kabullenemediler. Sonunda zaviye mukaddemliği tarikatın şeyhliği gibi babadan oğula geçer hale geldi. 1911 yılından sonraki yaşanan acı ve sıkıntılı günlerde, Senûsî Hükümeti’nde özel güç odakları, özerk mercilerin oluşmasına temel teşkil etti. Şeyhlik sisteminin soya bağlı olarak sürdürülür hale gelmesi, kabile yapısının iyice güçlenmesine yol açtı.” (Sh:37)

Onlarca yıl Fransız işgal güçlerinin ilerleyişini durduran ve onlara uzun yıllar ağır kayıplar verdiren Senûsîler, yüzyılın sonundan itibaren ağır yaralar almaya başladılar. Zender Zaviyesi’nin işgali, müridlerin ümidini kırdı. Bornu, İngiliz işgaline; Sahra-i Kebir ve Büyük Havza Fransız işgaline maruz kaldı. Vaday İslâm Devleti dört bir yandan kuşatıldı. Senûsîlerin hayat sahası Kufra ile sınırlı kaldı. Güneyde ve Sahra’da tüm bu gelişmeler olurken, Osmanlı Devleti tarafından Senûsîlere herhangi bir destek ve yardımda bulunulmadı. Güneydeki bu gelişmelerden sonra ortaya çıkan bu acılar sonucunda, altı ay sonra Seyyid Mehdi vefat etti. Muhammed Mehdi’nin ölümüyle, Senûsîyye Tarikatı destansı döneminin sonuna geldi.”(Sh:58-59)

“1908 yılında II. Meşrutiyetin ilan edilmesi, Sultan II. Abdulhamid’in tahttan indirilip yerine V. Mehmed Reşad’nın geçmesi, İttihad ve Terakki Partisi’nin yönetime ağırlığını koyması, yayımlanan ‘Hürriyet-Eşitlik-Kardeşlik’ bildirisi Libya halkınca soğuk karşılandı. Bütün bunların rağmen, Senûsîyye Tarikatı ile Osmanlı yetkilileri birlikte hareket etti.” (Sh:65)

17 Ekim 1912’de Lozan’da imzalanan Ouchy Antlaşması’yla, Osmanlı Devleti, Libya’daki tüm güçlerini çekeceğine söz verdi. Osmanlıların çekilmesi ile Libya halkının çabucak İtalya’nın egemenliğini kabul edecekleri düşünülmekteydi.  İtalyanlarla gerçekleştirilen barıştan sonra Enver Bey, Osmanlı kuvvetlerinin o zaman sahip olduğu tek otomobille, çöl yollarından Cağbub’ta bulunan Seyyid Ahmed eş-Şerif’e gelip, devletin Trablusgarb’tan çekilme nedenlerini anlatmaya çalıştı. Bu görüşmede Seyyid Ahmed eş-Şerif, kendisinin gerçekleştirilen bu antlaşmaya katılmadığını ve kendilerini bağlamadığını bildirdi. Enver Bey, gerekçeler ne olursa olsun bu durumu kabullenemediğini söyleyen Seyyid Ahmed eş-Şerif’i ikna edemedi. (Sh:68-69)

“Enver Bey cepheden ayrılırken, geride kalan gönüllü subay ve askerlerin başına Mısırlı Osmanlı Subayı Aziz el-Mısrî’yi bıraktı. Senûsîlerle pek anlaşamayan, Ahmed eş-Şerif’in İtalyanların barış tekliflerine yanaşmamasını dik başlılık olarak yorumlayan Aziz Bey, Ouchy Antlaşması’nın gereğini yerine getirdiğini söyleyerek subaylarının çoğunu ve topların büyük kısmını alarak Mısır’a çekildi. 1914 yılında karşılaşılan hastalık, kuraklık gibi güç duruma ilaveten, ayrıca böyle bir olayın gerçekleşmesi, mücahidleri zor durumda bıraktı. Bu olumsuz şartlara rağmen, Senûsîler üstün başarılar elde etmeyi sürdürdüler.” (Sh:71-72)

“1917’de Türk danışmanları tarafından ikna edilen Seyyid Ahmed eş-Şerif, tarikatın mücadelesini yarıda bırakarak, bir denizaltıyla daha etkin bir destek elde etmek üzere, İstanbul’a gitti. İstanbul’a gelen Şeyh Ahmed eş-Şerif, o sırada tahta çıkan Sultan Vahdettin’e kılıç kuşatan zat oldu. Kılıç kuşatma töreninin geleneksel bir önemi olmakla beraber, bu kez, büyük bir politik önemi de vardı. Tüm dünyada artık Osmanlı Halifesi’nin, İslâm’ın lideri olmadığı propagandası sürdürülüyor ve başta Şerif Hüseyin olmak üzere halife adayları hazırlanıyordu. İstanbul’un işgal edilmesiyle, ülkesinden uzakta eli kolu bağlı kaldı, fakat azmini yitirmedi. Seyyid Ahmed, müttefik kuvvetler İstanbul’a çıkarken, 1919 yılında Anadolu’ya geçti. Türk mukavemet hareketini örgütleyen Mustafa Kemal’le birleşti. Ruhani ve manevi bütün otoritesini, Anadolu davasının hizmetine adayan Şeyh Ahmed eş-Şerif, köy köy, kasaba kasaba gezdi. Özellikle Doğu ve Güney illerinde düzenlediği gezilerle, mahalli hareketlerin Ankara’ya bağlanmasında önemli rol oynadı. (Sh:76-77)

“Lozan Antlaşması’ndan sonra, Türkiye’de ikameti, İtalyanları rahatsız etti. Hükümet tarafından, Seyyid Ahmed eş-Şerif’in Osmanlı Hanedanı üyeleri ile yakın temas içerisinde bulunduğu gerekçesiyle Türkiye’den ayrılmasına karar verildi. Türkiye’den ayrıldıktan sonra Şam’a geçti. Kendisine halkın gösterdiği yoğun ilgiden rahatsız olan Fransız mandası güdümündeki Suriye Hükümeti, Seyyid Şerif’in yirmi dört saat içerisinde derhal Suriye’yi terk etmesini istedi. Bunun üzerine, oradan ayrılan eş-Şerif, Filistin’e geçti. Ancak, buradaki çalışmaları İngilizleri rahatsız edince, Suud’a geçti. Ahmed eş-Şerif’in Mekke’ye gelişiyle tahtından endişe eden İbn Suud, tedirgin olmaya başladı. Yemen İmamlığı ile Suud Krallığı arasında tampon bir devlet olan Asir’e çekildi. Ancak Asir’de layık olduğu hüsn-i kabulü görebilen Şeyh Ahmed eş-Şerif, hayatının sonuna kadar dokuz yıl boyunca burada kaldı.” (Sh:77-79)

 

D. Seyyid Muhammed İdris (1308-1390/1890-1970)

“Muhammed(s.a.v.) Mehdi’nin oğlu Muhammed İdris, 1890 yılında Cağbub’da doğdu. 1894’de Kufra Zaviyesi’nde Kur’an’ı hıfzetti. Özellikle genel tarih, kelam ve hadis konularında temayüz etti. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra, Batı Libya’da tayin edildiği bölgenin idaresini yürüttü. Seyyid Ahmed eş-Şerif’in tasvibiyle, 1915’te Agedabya’da İngiltere’yle görüşmeye başladı. İngilizlerin Kuzey Afrika uzmanı Albay Talbot’ın gayretleri sonucu, 17 Nisan 1917’de İngilizlerle Senûsîler arasında antlaşma imzalandı.” (Sh:79)

“1911-1917 yılları arasındaki İtalyan işgali, Osmanlı Devleti’ne karşı ilan edilmiş bir savaşken, 1923 yılında başlayan İkinci İtalyan işgali, tamamen Senûsîyye Tarikatı’na karşı ilan edilmiş bir savaş oldu. İkinci işgalde İtalyanlar, birincisine oranla daha avantajlı, daha üstün ve daha deneyimli durumdaydılar.” (Sh:86)

“Gayet asil bir tavırla ortaya çıkıp, İslâmi vahdetin sağlanmasını gaye edinen Senûsî Hareketi, bu tutumunu, 1917’ye kadar yılmadan sürdürdü. 1917-1921 yılları arasında Senûsîliğin liderliğini elinde bulunduran Muhammed İdris’in barış girişimleri, çoğu mücahidler gibi, Ömer Muhtar’ın da tepkisine neden oldu. Bu dönemde savaşa son verip, kan dökülmesini önlemek isteyen bit takım Senûsî ailesinin fertleri, aldıkları gayet dolgun maaşlarla büyük şehirlerde İtalyanlarla bir arada yaşamaya başladılar. Emir İdris’in Mısır’a giderken, yerine vekil bıraktığı kardeşi Muhammed Rıza, çatışma ve savaşa muktedir bir insan olmadığı için, İtalyanların Senûsî ordugâhlarını basmalarından sonra başlayan umutsuz, fakat amansız direniş hareketinin önderliğini Nâibu’l-Âm (Umûmî Vekil) adıyla, o zaman altmış yaşlarında bulunan Ömer Muhtar üstlendi.” (Sh:89)

“Başarısız bulunan Sciliani 10 Ocak 1930’da görevden alınıp, yerine insan hayatına zerre kadar değer vermeyen General Graziani atandı. Şaban 1930’un Ocak ayından itibaren toplama kamplarının kurulmasına büyük hız verildi. Tamamen abluka altında bulunan ülkenin 1930 yazındaki en küçük toplama kampında 80.000 insan, 600.000 hayvan bulunmaktaydı. Esaret altına alınan halkın çoğu, açlık ve hastalıktan kırılmaktaydı. Graziani, sahilden Cağbub’un güneyindeki bölgelere kadar uzanan 300 km’lik alanı dikenli tel örgüyle kaplamaya karar verdi. 1911 yılının Eylül’ünde bu işi tamamladı. Libya adeta açık hava hapishanesini andırmaktaydı.” (Sh:98-99)

“Ömer Muhtar ve yanındaki mücahidler, İtalyanlar tarafından tamamen sıkıştırıldılar. 11 Eylül 1931’de düşman çemberine düşen Müslümanlar, yılmadan ve korkmadan büyük bir ekseriyeti şehid oluncaya kadar savaştılar. Burada esir düşen Ömer Muhtar, İtalyan sıkıyönetim mahkemesinde 15 Eylül 1931’de, göstermelik bir şekilde yargılanıp da, ‘idamına karar verildi’ diyen mahkeme heyetine; ‘Hüküm yalnız Allah(c.c.)’ındır. Sizin alçak hükmünüzün hiçbir geçerliliği yoktur. Biz Allah (c.)’a aidiz ve ancak O’na dönücüyüz’ diyerek karşılık verdi.” (101) Ömer Muhtar sonrasında direniş kırıldı. Libya’nın işgali tamamlandı.

“1950’de toplanan meclis Muhammed İdris’i Kral olarak benimsedi. 24 Aralık 1951’de bağımsızlık ilan edildi. Muhammed İdris, İngilizlerle oldukça içli dışlı idi. İngilizlerle birtakım antlaşmalar yaptı. 24 Aralık 1951’den itibaren yürürlüğe giren bir Federal Anayasa hazırladı. Bu anayasaya göre, Libya federal bir devlettir, krallıkla yönetilecektir. Libya Anayasasının metninde, hâkimiyetin Allah(c.c.)’a ait olduğu ve bunun Libya’da Senûsî sülalesi tarafından kullanılacağı kabul ve tanzim olundu. 01 Eylül 1969’da Kral İdris, Türkiye’de iken Muammer Kaddafi önderliğinde bir darbe yapılarak yönetimden uzaklaştırıldı.

Muhammed İdris zamanında tarikat, Muhammed es-Senûsî’nin belirlediği hedeflerden uzaklaşarak saptırıldı. Onca emek ve çabayla kurulan bina, onun devrilmesiyle de tamamen silindi. Seyyid Muhammed İdris, eğitim, kültür, ekonomi, siyası ve sosyal alanlarda tarikatın esprisini yitirip, prensiplerini gerçekleştirememenin girdabına düştü. Libya’da milliyetçiliğin doğması, 1969’da tarikata ölüm getirdi.” (Sh:106)

 

İkinci Bölüm

Senûsiye Tarikatının Fikrî Yapısı

Bu bölümde: Senûsî Hareketi’nin tasavvuf anlayışı, Tarikat-ı Muhammediyye düşüncesi, Senûsî Hareketi’nde İmam Gazali’nin etkisi, hareketinin bozuk sûfî tarikatlara karşı tutumu, Senûsî’likte nefisle mücahede anlayışı, zühd telakkisi, mürid-mürşid ilişkisi, velayet anlayışı, tarikatı’nın silsileleri, zikir ve virdleri, fıkhî ıslahat girişimleri, hareketinin ictihada verdiği önem, hareket üzerinde İbn Teymiyye ve Vehhabi Hareketi’nin etkisi, ulemanın Senûsî ıslahat düşüncesine karşı tutumu, hareketin siyasi düşüncesi, mehdilik ve hicret anlayışı ele alınmaktadır.

Gelişimi ve büyüme sürecinde Senûsîliğin Muhammed b. Ali es-Senûsî’nin orijinal öğretilerini muhafaza ettiği görülmektedir. Bu nedenle, tarikatın tarihi seyri boyunca, felsefesinde büyük çaplı bir değişikliğin olmadığını söyleyebiliriz.” (Sh:145)

“Senûsî tekkelerinde hadis kitabı olarak Buhari, Muvatta ve Bulûğu’l-Meram; fıkıh kitabı olarak İbn Ebi Zeyd el-Kirvani’nin risalesi, tasavvuf kitabı olarak da Gazali’nin eserleri okutulmaktaydı. Senûsîliğe göre, müridin öncelikle sağlam, sahih bir akideye sahip olması gerekmekteydi. Batıl inançlardan, bid’at ve hurafelerden, küfre, şirke düşürecek duygu ve düşüncelerden arınması esastı. Fıkhî noktada azami derecede duyarlı olması, helal-haram çizgisini iyice bilmesi, şer’i yükümlülükleri yerine getirmesi istenmekteydi. Müridin bu esaslarına riayet etmesiyle, tasavvufun inceliklerine vakıf olabileceği düşünülmekteydi.” (Sh:146)

“Senûsîyye Tarikatı, sıkı ve devamlı bir seyr-u sülûku, İslâmi esaslara uygun bir tarzda riyazat ve mücahede uygulamalarının gerçekleşmesine önem vermiştir. Bu anlayışın gereği olarak, hayatları boyunca, Senûsî bağlılarının İslâmi ölçülere sadık kaldıkları görülmüştür.” (Sh:148)

“Senûsîyye Tarıkatı’nın temel esaslarından biri de, dünya malına aşırı derecede hırs beslemenin, bel bağlamanın yasaklanmasıdır. Çalışmak, varlıklı olmak teşvik edilirken, dünyanın gelip geçici zevklerine adlanılması, malın mülkün esiri olunması yasaklanmaktadır. Elde edilen kazançların Allah yolunda harcanılmasına özen gösterilmektedir. Yemede, içmede, uyumada ve giyinmede itidal öngörülmektedir.” (Sh:159)

“Muhammed b. Ali es-Senûsî’nin en önemli tasavvufî eseri, es-Selsebilu’l-Muayyen fi’t- Taraikı’l-Erbain’dirBu eserde yazar, kırk ayrı tarikatın silsilesinden, virdinden, zikr usûlünden, prensiplerinden, dikkati haiz özelliklerinden bahsetmektedir. Büyük tarikatlardan bazılarının şubeleri ile birlikte eserinde bahsedilen tasavvuf ekollerinin sayısı altmış beşe kadar da çıkmaktadır. Muhammed b. Ali es-Senûsî, bu eserinde, seyr u sülûkunu tamamladığı, her birinden icazet almaya hak kazandığı kırk tarikattan bahsetmektedir. Bu tasavvuf okullarının ilke ve esaslarını ayrıntısıyla anlatmaktadır. Senûsîliğin dört önemli piri bulunmaktadır: Muhammed b. Ali es-Senûsî, Ahmed b. İdris el-Fasî, Abdulkadir Geylani ve Ebu’l-Hasan eş-Şazilî.” (Sh:167)

“Senûsîlik öncelikli olarak tasavvufî bir harekettir. Gerek fikrî, gerekse ameli boyutta ehl-i sünnet anlayışına bağlı bir ekoldür. İnanç, ibadet ve ahlâk boyutunda sünnet-i seniyyeye bağlılığı esas almaktadır. Ehl-i sünnet mezheplerinde icma ve kıyas şer’i delil kabul edilirken, Muhammed b. Ali es-Senûsî, ameli sahada bu iki delili reddetmektedir. Kıyası reddetmesine rağmen, ictihadın ciddi bir taraftarıdır. İctihadları ile müctehid görüntüsü vermekle birlikte, bir mezhep kurma iddiasında bulunmamaktadır.” (Sh:175)

Ona göre, tüm sorunların çözümü Kur’an’dadır. Müslümanların yeryüzünde varlıklarını ispatlayabilmesi, ancak Kur’an’a sadakatle mümkün olabilir. Hz. Peygamber(s.a.v.)’in dışında hiç kimsenin bağlayıcılığı yoktur. Hadisler, tüm inananları bağlar. Çünkü Hz. Peygamber(s.a.v.) bizzat Allah tarafından eğitilmiştir. Sünnet, sadece Kur’an’ın açıklamasıdır. Hz. Muhammed(s.a.v.) Kur’an’ın yorumcusu olup, yaptığı yorumu Allah(c.c.)’ın belirttiği anlama dayanır. Sözü, davranış ve takrirleri Kur’an ahkâmının gereğidir. Çünkü O hevasından konuşmaz. Resûlullah(s.a.v.)’i en iyi tanıyan, Kitap’ta Allah(c.c.)’ın bahsettiklerini Resûlullah(s.a.v.)’den sonra en iyi yorumlayan ashab-ı kiramdır” (Sh:176-177) Kur’an ve Sünneti esas alan, cihadın bir ibadet olduğunu tebliğ eden Muhammed b. Ali es-Senûsî’yi görmezden gelenleri, firaset sahibi mü’minlerin iyi bilmeleri gerekir.

 

Üçüncü Bölüm

Senûsî Hareketi’nin Tesirleri

Üçüncü Bölümde: ‘Senûsî Hareketi’nin Tesirleri’ genel başlığı altında: toplumsal barışın sağlanmasında Senûsî Hareketi’n rolü, tekkelerinin ilmi ve ekonomik faaliyetleri ile İslâm’ın yayılması ve yaşanmasında Senûsî Hareketi’nin etkisi işlenmektedir. Amr b. Osman el-Mekkî (ö.291/903), ‘Tasavvuf, kulun her zaman, o anda kendisine en uygun gelen şeyle meşgul olmasıdır’ demektedir. Sûfî ibnu’l-vakt’tırGerçek tasavvuf erbabı fert ve toplumsal açıdan üzerlerine düşen her türlü görevi yerine getirmeye çalışmıştır. Osmanlı Devleti’nin kuruluşunda, Anadolu’ya baktığımızda tasavvuf erbabının büyük rol oynadığını görürüz.” (Sh:216)

 “Senûsî teşkilatı kabilenin tüm katmanlarına hitap etmekteydi. Kabilelerin nabzı zaviyede atmaktaydı. Hareketin nüfuzu sayesinde, bedevi kitlelerinin taşkınlıkları önlenmekteydi. Kabileler, komşu kabilelerde kurulan zaviyeleri, buradaki canlılığı, alınan olumlu sonuçları görünce gıbta ve hayranlık duyguları beslemeye başlamaktaydılar. Diğer tarikatlara oranla Senûsî zaviyeleri, oldukça büyük ve geniş alanda kurulu, değişik fonksiyonlara sahip bulunmaktaydı. Senûsî zaviyelerinin tamamı cami, okul, öğrenci yurtları, misafirhane, lojmanlar ve konutlara sahipti. Tekkenin şeyhi, Senûsî Hareketi lideri tarafından seçilir ve seçim sırasında, kabilenin isteği göz önünde tutulurdu. Seçilen şeyh, bir yandan, çocukların öğrenimleriyle meşgul olurken, diğer yandan, kanun adamlığı görevini de ifa ederdi. Konvoyların emniyetini sağlamak da ona aitti. Herhangi bir tehlike anında, tekkeyi koruma durumuna geçmek yine şeyhin vazifeleri arasındaydı. Bütün bu işleri hakkıyla yapabilecek birisini bulma zorunluluğu yüzünden, seçim yapılırken dikkatli davranılmaktaydı.” (Sh:220)

“Senûsî Zaviyeleri, aynı zamanda bir okuldu. Çocukların eğitim ve öğretim problemleri, parasız bir şekilde yürütülmekteydi. Senûsî zaviyelerinde eğitim gören çocuklar, ilk Kur’an eğitimlerini Ketâtıb-ı Kur’aniyye adı verilen sınıflarda almaktaydılar. Temel eğitim buralarda tamamlanırdı. Takip edilen zor eğitim usûlüne rağmen, Senûsî kitleleri arasında, okuma-yazma bilmeyenler yüzde onu geçmiyordu. Hâlbuki Afrika Müslümanları, yirmi otuz sene önce bir mektup yazmak için, üç dört gün yol kat etmekteydiler. Kuzey Afrika’nın sefil ve fakir yeri olan Fizan köylerinin onda dokuzu, yarım hafızdı. Ekserisi okur-yazardı.

Seyyid Mehdî tarafından, Afrika’da parasız dağıtılan İslâmi kitapların sayısı milyonlara ulaşmaktaydı. Muhammed b. Ali es-Senûsî tarafından Mısır, Tunus, Şam, Cağbub, Hicaz, Sahra, Cezayir, Aziziyye, Bingazi ve Merakeş gibi pek çok yerde kütüphane kuruldu. Hicaz, Tunus, Mısır ve Şam’dan özel olarak getirilen modern ve klasik pek çok güzide eser Cağbub Kütüphanesi’nde toplanmaktaydı. Kütüphanenin bir bölümü sırf yazma eserlere aitti. Cağbub Kütüphanesi’nin en önemli özelliği, başka yerlerde bulunmayan eserleri ihtiva etmesidir. Evans Pritchard Cağbub’u bir sahra Oxford’u, bir İslâm Üniversitesi’nin merkezi, Afrika’da Ezher’e denk bir üniversite olarak tanımlar ve sekiz bin ciltlik kütüphanesiyle burayı bir ‘üniversite toplumu’ diye kaydeder.  Senûsî tekkeleri, Osmanlılarda olduğu gibi, zahir-batın ilmi ayırımı yapmaksızın, hem bir tekke, hem de bir medrese olarak, halkın her seviyesine yönelik tarzda, onların kültürlerine adetlerine ve seviyelerine uygun şekilde yetişmelerini sağlamaktaydı.” (Sh:223-225)

“Senûsî Hareketi, inziva ve köşeye çekilmeyi öngörmemekteydi. Tüm müridlerin geçimlerini çalışmasını teşvik etmekteydi. Hareket adına yardım toplanmasına müsaade edilmemekteydi. Başta Cağbub Zaviyesi olmak üzere, Senûsî tekkelerinde, müridlere sanat eğitimi de verilirdi. Bu bakımdan her müridin bir meslek sahibi olması şart koşulurdu. Tüketici değil üretken, alan değil veren el konumunda bulunmaları öğütlenirdi. El emeğine, alın terine ve göz nuruna büyük önem verilirdi.” (Sh:225)

“Senûsî’nin tebliği sonucu, TeybutbistiTurbursada kabileleriyle pek çok siyahîbedevi ve vahşi kabileler İslâma girdiYalnız ismen Müslüman, fakat hakikatte animist karakterli olan Tuvareglerden büyük bir kısmı da Müslümanlığı kabul ettiSenûsîliğin gayret ve irşadıyla, İslâmiyeti kabul edenlerin sayısıbeş milyondan fazladırBu sayede, Orta ve Kuzey Afrika’nın yağmacı ve gözü dönmüş kabilelerinin fenalıkları önlenmekteydicesaretlerini, enerjilerini İslâma hizmet etmek için kullanmalarına zemin hazırlanmaktaydı.” (Sh:231)

Ekler bölümünde ise: Senûsî Beyannamesi, Yenigün Gazetesi’nin Ahmed eş-Şerif’le Yaptığı Söyleşi, 27.11.1920 tarihli Hakimiyet-i Milliye gazetesinde Mustafa Kemal’in, Ahmed eş-Şerif onuruna verdiği yemekteki konuşmaları, Muhammed Esed’in Ömer Muhtar’ı Ziyareti, Mustafa Kemal Atatürk’ün Afrika Halkları Hakkındaki Değerlendirmesi, Senûsî Tekkelerinin İsimleri ve Cağbub Zaviyesi hakkında alıntılar bulunmaktadır.

 

Mehmed Zahid Aydar

Mîsak Dergisi

Sayı:270 / Mayıs 2013