Katolik Mezhebi’nin ilkelerini benimseyen Cizvit tarikatı; 15 Ağustos 1534 tarihinde, Loyola’lı İgnatius ve Paris Üniversitesi’nde tahsil gören altı öğrenci tarafından kurulmuştur. Kuruluşundan itibaren kısa vadeli hedefler yerine hep uzun vadeli hedeflere yönelmiş ve özellikle eğitim alanında önemli yatırımlara ağırlık vermişlerdir. Misyonerlik faaliyetleri, eğitim kurumları ve yaygın örgütlenme ağına sahip olan Cizvit Tarikatı, hem Avrupa’da ve hem de Güney Amerika’da etkili olan bir tarikattır. Muhalifleri; ‘Günah itirafı odalarına yakın durarak devlet işlerinde birçok önemli sırrı elde ettikleri ve bunları kendi çıkarları için kullanmaya çalıştıklarını’ iddia etmişlerdir. Daha çok Machiavelli’ye atfedilen ‘gaye, her türlü vasıtayı mübah kılar’ anlayışının Cizvitlere ait olduğu da ifade edilmiştir. Yine Cizvitleri en çok kızdıran iddialardan biri, Cizvit misyonerleri ile sömürgecilik arasında kurulan ilişki olmuştur. Cizvitlerin ‘itaat’ anlayışı da çok eleştiri almıştır. Onların ‘mutlak itaat’ anlayışını benimsemeleri ile gelişmelere açık olmayı uzlaştırabilmeleri pek çok çevrenin dikkatini çekmiştir. Prof. Dr. Ali İsra Güngör’ün kaleme aldığı ‘Cizvitler’ eserini okuyucularımıza tavsiye ederiz.
![]() |
Cizvitler
|
Papa 16. Benediktus’un 28 Şubat 2013’te görevinden ayrılmasıyla
makamın ‘boş’ ilan edildiği (Sede Vacante) Vatikan’da, Bueonos
Aires’li bir Cizvit olan Kardinal Jorge Bergoglio ‘Papa 1’inci Francis’
adını alarak Papa seçildi.
Katolik Kilisesi’nin 266. Papası
Francis’in, Arjantinli olması dolayısıyla Amerika kıtasından Katolik
Kilisesi’nin başına gelmesi, modern çağda Avrupa kıtası dışından ve Cizvit tarikatına
mensup olması Papa Francis’i farklı kılan ilklerdendi.(1)
17 Aralık’tan bu güne Türkiye’nin
neredeyse değişmeyen tek gündemi ‘Hizmet Hareketi’dir. İbretle
izlediğimiz sürecin farklı bir boyutunu ahaber’de Yaz-Boz’a
konuşan Ömer Özbay gündeme getirdiğinde, “Golden
Generation (Altın Nesil) Vakfı’nın Pensilvanya’daki ‘çiftlik’ diye
bilinen ve Fethullah Gülen’in ikamet edip içinde misafirlerini ağırladığı
yerleşkenin daha önce Cizvit Tarikatı’nın yaz kampı olarak
kullandığını”(2) öğrendik.
Bu vesileyle Ali İsra Güngör’ün(3) kaleme
aldığı ‘Cizvitler’ adlı kitabı tanıtarak gündemin farklı
bir boyutuna temas etmek istedik. Kitabın Giriş Bölümünde ‘Hıristiyanlık’ta
Tarikat Anlayışı’ ele alınmış. 1. Bölümde ‘Dini Bir
Cemaat ve Organize Bir Teşkilat Olarak Cizvitler’ başlığı altında
Cizvitlerin kuruluş ve tarihi gelişimi, organizasyon yapısı, ruhani ve mistik
karakteri, itaat ve eğitim anlayışları ile teololojik, felsefi ve ahlâki
görüşleri incelenmiş. 2. Bölümde ‘Cizvitlerin II. Vatikan Konsiline
Etkileri’ ortaya konmuş. 3. Bölümde ‘II. Vatikan Konsili
Sonrası Dönemde Cizvitler’in Durumu ve Katolik Kilisesi’nin Yeni Misyon
Anlayışına Katkıları’ başlığı altında Cizvitlerin Sosyal
Adalet, İnkültürasyon ve Dinlerarası Diyalog projeleri ele alınmış.
“Hıristiyanlık’ta eski ve yeni olmak üzere
iki tip tarikat vardır. Eski tip tarikatlar, inziva hayatına, derin tefekküre,
fakirliğe ve bekârlığa önem veren ve temelde ruhani hayatı daha derinden
yaşamayı amaçlayan tarikatlardır. Yeni tip tarikatlar ise, bu unsurlara önem
vermekle birlikte, onları daha sistemli ve fonksiyonel hale getiren ve aktif hizmet
alanına uyarlayan tarikatlardır. Aziz Benidict’le sistemli
hale gelen bu yeni tip tarikatlar, Batı tarzı dini tarikatlar olarak da
bilinir. Dominikenler, Fransiskenler ve Cizvitler bu
tarz tarikatların temsilcileridir.” (S, 269)
“Cizvitler, Batı tarzı dini tarikatlar
arasında ayrı bir yere sahiptir. Onları Dominikenler ve Fransiskenlerden
ayıran bir takım özellikler vardır. Bunlar; Cizvitlerin, hiçbir zaman manastır
hayat tarzını uygulamamaları, inziva hayatını bir nevi sembolik hale
getirmeleri ve derin tefekkürü aksiyonda derin tefekküre
çevirmeleridir. Bu anlamda Cizvitler, Hıristiyan dini hayatına ait geleneksel
unsurları yenileyen, sistemleştiren ve bu şekilde onları misyon hizmetlerine
uyarlayan en aktif cemaattir.” (S, 269)
“Cizvitler, Katolik Kilisesi’ne, Trent
Konsili döneminde (1550’lerden 18. Yüzyılın sonlarına kadar) en
büyük katkıyı, bu dönemde Katolik Kilisesi’ni derinden sarsan Protestan
reformuna karşı, içerden başlatılan ‘Karşı Reform’a destek
vererek yapmıştır. Onların, bu dönemde Protestanlara karşı verdikleri
mücadelenin en önemli iki alanı, misyoner faaliyetler ve teolojik tartışmalar
alanı olmuştur.
Cizvitler, bu dönemde, Papalığa özel itaat
yeminleri çerçevesinde, dünyanın en uzak bölgelerinde Katolik Hıristiyanlığı
yayma hizmetini üstlenmişlerdir. Onlar, misyon memleketlerinde edindikleri
tecrübeleri ve çeşitli kültürlerle karşılaşmanın sağladığı birikimleri Katolik
Kilisesi’nin hizmetine sunmuşlardır.” (S, 270)
“Cizvitlerin I.Vatikan Konsili döneminde
(19. Yüzyılın başından 20. Yüzyılın başına kadar) Katolik Kilisesi’ne
yaptıkları en önemli katkı ise, Descartes, Leibniz ve Kant gibi
Cizvit eğitimi almış veya Cizvitlerden etkilenmiş, fakat Protestan düşüncelere
sahip filozofların fikirlerine, ‘yeni skolastik düşünce’yi canlandırarak
cevap vermiş olmalarıdır. Onların bu dönemde, iyice Roma merkezli bir karakter
kazanan Katolik Kilisesi’ne ‘Papanın Yanılmazlığı’ doktrini
konusunda destek vermiş olmaları, onların ‘Papanın Militanları’ olarak
vasıflandırılmalarına yol açmıştır. Cizvitler aynı dönemde, Kilise’ye,
modernizmle yaptığı mücadelede de destek vermişlerdir.” (S, 271)
“Cizvitlerin II. Vatikan
Konsili’ne teolojik katkıları, George Tyrrell ve Pierre
Teilhard de Chardin’le başlayan, Jean Danielou ve Henri
de Lubac’la devam eden ve Karl Rahner’le doruğa
ulaşan yeni düşüncelerin, Kilise’yi yeniden tanımlama, Kilise’nin diğer dinlere
bakışını gözden geçirme ve Kilise’nin yeni misyon anlayışı gibi yaklaşımlarda
kendini göstermesi olmuştur. Bir başka ifadeyle, adı geçen ilahiyatçıların
Kilise’nin hiyerarşik yapısına, diğer dinleri dışlayıcı yaklaşımına ve
geleneksel metodları öngören tavrına yönelttiği eleştiriler sonuç vermiştir. Bu
anlamda, Kilise’nin sosyal bir yapı olarak tanımlanmasında, diğer dinlere
pozitif yaklaşımda ve çağdaş misyon anlayışının ortaya çıkışında Cizvitlerin
büyük bir rolü olmuştur.” (S, 272)
“Cizvitler modern hayatın gereklerini çok
önceden fark etmiş bir cemaat olarak, dünyanın en iyi ikinci işletme okulu
olan ‘Master of Business Administration’ı (MBA)
kurmuşlardır. İnsan ruhuna, zihnine ulaşmanın en kestirme yolu olan eğitim
alanı ve okullar onların aktif olduğu önemli alanlardan biridir. Dünyanın her
yerinde sıkı disipliniyle tanınan Cizvit okullarının Türkiye’deki tek
örneği ‘St. Benoit’dır. Cizvitlerin yetiştirdiği pek çok
isim kendi döneminin en entelektüel isimleri arasında yer almayı başarmıştır.”
(S, 13)
Diğer taraftan Cizvitler, Hıristiyanlık
tarihinde sadece Avrupa’da değil, dünyanın hemen her yerinde karışıklıklara
neden olmuş bir tarikat olarak eleştirilmişlerdir. Günah itirafı
odalarına yakın durarak devlet işlerinde birçok önemli sırrı elde ettikleri ve
bunları kendi çıkarları için kullanmaya çalıştıkları iddia edilmiştir. Daha
çok Machiavelli’ye atfedilen ‘amaç vasıtaları
haklı kılar’ felsefesinin aslında Cizvitlere ait olduğu da iddia
edilmiştir. Yine Cizvitleri en çok kızdıran iddialardan biri, Cizvit
misyonerleri ile sömürgecilik arasında kurulan ilişki olmuştur. Cizvitlerin ‘itaat’
anlayışı da çok eleştiri almıştır. Onların ‘mutlak itaat’ anlayışını
benimsemeleri ile gelişmelere açık olmayı uzlaştırabilmeleri pek çok çevrenin
dikkatini çekmiştir.” (S, 13)
“Cizvitler; Hıristiyanlıktaki geleneksel
tarikat anlayışının temel unsurlarını kullanmakla birlikte, bu unsurları
sistemli hale getirmeleri, günün şartlarına ve ihtiyaçlarına göre uyarlamaları
bakımından yeni tip tarikatlar arasında yer almaktadır. Bununla birlikte
Cizvitler, geleneksel tarikat anlayışının temel unsurlarını zamanın
ihtiyaçlarına uyarlama metodları ve bunun gerektirdiği birtakım yeni
yaklaşımlar itibariyle kendine has özellikler taşımaktadır. Bu noktada
Cizvitlerin özellikle; misyoner karakteri, itaat anlayışı, eğitim
sistemleri, teşkilatlarıma biçimleri, teolojik, felsefi ve ahlaki yorumları, onların
Katolik Kilisesi içinde önemli bir yer edinmelerini sağlamıştır. Bundan dolayı
Cizvitlerin hem dini bir cemaat hem de organize bir teşkilat olarak ele
alınması önem taşımaktadır.” (S, 51)
I. Bölüm
Dini Bir Cemaat ve
Organize Bir Teşkilat Olarak Cizvitler
“Cizvit (Jesuite) kavramı,
16. Yüzyılın başından itibaren, farklı bir muhteva kazanarak ‘Sahte
İsa’ veya ‘İkiyüzlü’ anlamında
kullanılmaya başlanmıştır. İlk defa l544’de, bu terim muhalifleri tarafından
Cizvitler için ‘entrikacı, düzenbaz’ anlamında, bir
lakap olarak kullanılmıştır. Bu lakap, aşağılayıcı anlamda kullanılmaya devam
etmiş, ancak zamanla bizzat cemaat mensupları tarafından zımnen kabul
görmüştür.” (S, 54)
“Cizvit tarikatının kurucusu, asıl
adı Inigo Lopez olan Loyolalı Ignatius’tur.
Ignatius, 23 Kasım 1491’de, Kuzeybatı İspanya’nın dağlık bir yerleşim bölgesi
olan Bask bölgesinin Guipuzcoa eyaletinde, soylu bir
aileye mensup olarak dünyaya gelmiştir. Vaftiz ismi olan ‘Inigo’yu burada
almış, 1540’lı yıllara kadar bu isimle tanınmış ve daha sonra ‘Ignatius’ ismini
kullanmaya başlamıştır.” (S, 55)
“Yaşadığı tecrübeler, Ignatius’u,
insanları Hıristiyan yapma konusunda daha sistemli ve etkili çalışmalar yapmaya
sevk etmiştir. Onun en büyük ideali, Kudüs’te kalarak oradaki insanları Hıristiyanlaştırmaktır.
Ancak, şartların buna izin vermediğini anlayınca, bu ideal uğrunda yapılacak en
verimli çalışmaların eğitim yoluyla olacağını anlamıştır. Bu düşünce içerisinde
Ignatius, kendi eğitiminden başlayacak, taraftarlarının eğitimiyle devam edecek
ve daha sonra bütün insanların eğitimi ve Kilise’ye dönmesini sağlayacak bir
eğitim sisteminin temellerini atmıştır.” (S, 101)
“Cizvitler, diğer tarikat mensupları gibi,
tarikata; fakirlik, bekârlık ve itaat yeminiyle bağlanmış insanlardır. Ancak
onları diğerlerinden ayıran ve seçkin kılan özellik, kendilerini özel bir
yeminle yani ‘dördüncü yemin’le papalığın emrine adamalarıdır. Bu
yemine göre onlar, papalığın emrinde, dünyanın her yerine her an gitmeye hazır
elemanlar olarak yetiştirilmektedir. Bu yüzden Cizvit tarikatına giriş
şartları, kabul edileceklerin nitelikleri ve daha sonra uyacakları
kurallar, ‘Constitutions’ (Nizamnameler) adıyla bilinen
kararlarla detaylı olarak belirlenmiştir. Tarikatın kurallarında da ifade
edildiği üzere Ignatius, üyelerden mükemmel bir itaat beklemekte hatta bunun da
ötesinde, ‘corps delite’ tabiriyle, ‘ölü gibi
itaat’e dayalı sıkı bir eğitimle donanımlı elit bir cemaat olmalarını
istemektedir. (..) Ignatius’un, bu şekilde özel donanımla yetiştirilmiş
misyoner bir cemaat oluşturma isteği, tarikatın eğitime özel bir önem vermesini
gerektirmiştir. Bu yüzden Cizvit tarikatı; elemanlarının eğitim
amaçlarını, bu eğitimin muhteva ve metodlarını ve nihayet vasıtalarını en ince
ayrıntılarına kadar planlayarak uygulayan bir cemaat olarak meşhur olmuştur.
16. ve 17. Yüzyıllarda önce Avrupa’da, daha sonraki dönemlerde de bütün dünyada
şöhret yapan ‘Cizvit Kolejleri’ bu eğitim sisteminin
eseridir.” (S, 63)
“Ignatius’un zamanın en önemli eğilimi
olan ‘ferdiyetçiliği’ kişisel performans adına kurnazca kullandığı
düşünülmektedir. Cemaatin katı organizasyonu içinde, üyelerin kendi faaliyet
alanlarında bağımsız olarak hareket ettikleri ve aynı zamanda şartlar
gerektirdiğinde emirlere mütevazı bir şekilde uymaya hazır oldukları bir organizasyon
tesis etmiştir. Tarikatın asırlardır geniş bir coğrafyada devamlılığını
sağlayan sırrın, katı disiplin ile ferdi hareket hürriyetini birleştiren bir
organizasyonda ve bu organizasyonun sağladığı iç disiplinde saklı olduğu kabul
edilmektedir.” (S, 99)
II. Bölüm
Cizvitlerin II. Vatikan
Konsiline Etkileri
II. Vatikan Konsili dönemi, hem Katolik
Kilisesi açısından hem de Cizvitler açısından bir dönüm noktası olmuştur. Bu
dönemde, skolastik düşüncenin canlandırılmasını amaçlayan ‘Yeni Skolastik’
düşünce de yavaş yavaş önemini kaybetmiş ve yeni bir dönem başlamıştır. Katolik
Kilisesi, bu dönemde, bir yandan modernist fikirlerle mücadelesini sürdürmeye
çalışırken; diğer yandan, çağa ayak uydurmanın yollarını araştırmıştır.
Cizvitler ise, geçmiş dönemlerde oynadıkları etkin rolün bir benzerini yeniden
oynamaya çalışmışlardır.” (S, 137)
“Kilise’nin yeni misyon anlayışı üç
temel düşünce üzerine oturmaktadır. Bunlardan birincisi,
diğer dinlerde ve kültürlerde bulunan iyi ve doğru ne varsa, hepsi Kilise
tarafından İncil’e hazırlık olarak değerlendirilmekte ve bütün insanlığı
aydınlatsın diye kendisi tarafından verildiği kabul edilmektedir.” (S, 185)
İkincisi, Konsil, ‘inkarnasyon sırrı’ inancına
dayalı olarak, ‘tabiat’ ve ‘lütuf’ veya
bir başka ifadeyle ‘tabii lütuf’ ve ‘tabiatüstü
lütuf’ kavramlarını kendi isteği doğrultusunda kullanarak, ilahi
lütfün mahlûkattaki iyi unsurları kötülüğün köleliğinden kurtardığını, onları
arındırdığını ve mükemmelleştirdiğini ifade eder. Konsil, bu konuda, şu
ifadeleri kullanır: ‘Tanrı, bütün tabii olanları ve bütün tabiatüstü olanları
Mesih’te tek bir bütün olarak biraraya toplamayı istedi.’ Böylece Konsil, lütuf
teolojisi ile yaratılış teolojisini birleştirir ve onları Mesih’te bir araya
getirir.
Bu ifadelerin anlamını yorumlayan
Ruokanen; Kilise’nin insanlığı aydınlatma sorumluluğu çerçevesinde,
insanların adalet, barış, kültürel, sosyal ve teknik ilerleme alanlarındaki
arzularını gerçekleştirmek için daha aktif rol oynamaya karar verdiğini ve bu
konuda bütün Hıristiyanları göreve davet ettiğini ifade etmektedir.”
(S,185)
Üçüncüsü ise, Konsil, yeni misyon anlayışının vazgeçilmez
bir metodu olarak, ‘adaptasyon prensibi’nden sözetmektedir. Bu
prensip, temel olarak İncil ile kültür arasında yakın bir ilişki kurmaya
dayanmaktadır. Konsil, bu konuda, ‘inkarnasyon’un örnek alınmasını
tavsiye etmekte ve Hıristiyan vahyinin kültüre, şartlara uydurmak suretiyle,
sokulmasını öngörmektedir.
Şartlara uydurma veya inkültürasyon
metoduyla İncil’in kültürlere sokulması, milli veya etnik kültür
unsurlarının İncil potasında eritilmesini gerektiren bir yöntemdir.
Konsil ifadelerine göre bu, ‘İncil’in ışığıyla aydınlatma’ anlamına
gelmektedir.” (S, 187)
III. Bölüm
II. Vatikan Konsili
Sonrası Dönemde Cizvitler’in Durumu ve Katolik Kilisesi’nin Yeni Misyon
Anlayışına Katkıları
“II. Vatikan Konsili, Katolik Kilisesi’nin
dünyaya açılma ve dünyayla bütünleşme konusundaki kararlılığını ilan eden bir
konsil olmuştur. Bu Konsil, Katolik Kilisesi’nin yeni yaklaşımlarını teolojik
temelleriyle birlikte ortaya koyarken, üç aşamalı bir metod takip etmiştir.
Bunlardan birincisi, Kilise’nin yeniden
tanımlanmasıdır. İkincisi, Kilise’nin diğer kültürlerde,
inançlarda ve dinlerde bulunan doğru unsurları tanımasıdır. Üçüncüsü ise,
Kilise’nin İncil’in tebliğini esas alan yeni misyon anlayışını, bu iki yaklaşım
üzerine bina ederek diyaloga önem vermesidir.(..) Cizvitler, Katolik
Kilisesi’nin günümüzdeki misyonunu oluşturan bu üç alanda; yani, sosyal
adalet çalışmaları, inkültürasyon ve dinlerarası diyalog faaliyetlerinde
en aktif cemaat olarak dikkat çekmektedir.” (S, 192)
“Kilise’nin kendisini yeniden
tanımlanması bağlamında “Kurtuluş Teolojisi’nin
hareket noktası, argümanları, kullandığı analizler ve kavramlar, nihai hedefi
ve vaadettikleriyle ilgili iddialar ne olursa olsun, bu teolojinin, II. Vatikan
Konsili’nden sonraki gelişmelerde çok önemli bir rol oynadığı görülmektedir.
Temelde, fakir, baskı altında bulunan, ezilmiş, kullanılan ve sömürülen
insanların problemleriyle ilgilenerek onları harekete geçiren, onlara sosyal
adalet vaadeden ve onlara içinde bulundukları durumun bir
kader olmadığını, kendi kurtuluşlarının kendi fiili gayretlerine bağlı olduğu
şuurunu veren bu teoloji, Kilise’nin tepkisine rağmen kabul görmüş ve
kısa zamanda bütün dünyanın ilgisini çekmiştir.” (S, 206)
Cizvitlerin, Kilise’nin başlangıçta,
Marksist analizleri ve kavramları kullanması nedeniyle tehlike olarak
gördüğü ‘Kurtuluş Teolojisi Hareketi’ne ısrarla destek
vermeleri, Cemaat ile Papalık arasında tarihin en büyük ihtilafının yaşanmasına
sebep olmuştur. Fakat Papalık daha sonra bu harekette ileriye dönük bir ışık
görmüş ve sosyal adalet çalışmalarının İncil’in tebliğinde kullanılabileceğini
farketmiştir. Böylece, toplumun ahlaki, sosyal, kültürel, ekonomik ve siyasi
her türlü problemiyle ilgilenerek, bu problemlere İncil’in mesajı temelinde
çözüm bulma düşüncesi, Kilise’nin en çağdaş misyon metodu haline gelmiştir.
Kilise’nin Hıristiyanlığın mesajını yaymada laik halkı devreye sokması, bu
düşüncenin bir parçasıdır. Gerektiğinde Latin Amerika ülkelerinde Marksist
gerillalarla yan yana sosyal adalet mücadelesi verilebileceğini
gösteren Cizvitler, bu konuda Kilise’ye büyük bir ufuk vermişlerdir.” (S, 273)
“Katolik Kilisesi’nin II. Vatikan Konsili
vasıtasıyla açıkladığı yeni misyon anlayışının ikinci temel alanını ‘İnkültürasyon’ veya
‘İncil’in Mesajını Kültürlere Sokma’ çalışmaları oluşturur.
Bir başka ifadeyle, Kilise’nin kuruluşundan beri yürüttüğü kültürlere nüfuz
etme sürecinin, yeni teolojik yaklaşımlar ve zamanın getirdiği bazı yeni
prensiplerle desteklenmiş yeni bir versiyonu olan Hıristiyanlığın mesajını ve
hayat tarzını diğer kültürlere uygun şekilde adapte etme çalışmaları,
Kilise’nin çağdaş misyonunun önemli bir parçasını oluşturmaktadır.” (S, 223)
“Katolik Kilisesi’nin II. Vatikan
Konsili vasıtasıyla açıkladığı yeni misyon anlayışının üçüncü temel
alanını da ‘Diyalog’ veya ‘Dinlerarası
Diyalog’ faaliyetleri oluşturur. Diyalog sürecinin, hem sosyal
adalet çalışmaları ile İncil’in tebliği arasında hem de İncil ile kültürler
arasında kurulacak irtibatın vazgeçilmez bir vasıtası olması bakımından,
Kilise’nin yeni misyon anlayışında ayrı bir yeri vardır. Bir başka ifadeyle,
hem Kilise’nin toplumları İncil’e göre yeniden inşa etme süreci hem de
kültürlere girme süreci, bir diyalog süreci içinde gerçekleşmektedir.” (S, 247)
“Cizvitler, günümüzde diğer iki alanda
olduğu gibi ‘dinlerarası diyalog’ alanında da etkili roller
üstlenmektedirler. Onlar her zaman olduğu gibi, bu alanda da kendilerine özgü
yaklaşımlarını ortaya koymakta ve bu çerçevede faaliyet göstermektedirler. Cizvit
tarikatının bu alana en önemli katkısı, kuruluşundan beri Hıristiyan olmayan
toplumlarla ve kültürlerle en fazla karşılaşan hareketli bir cemaat olmalarının
kazandırdığı birikimi bu alana yansıtmaları olmuştur. Onların her konuda olduğu
gibi diyalog alanında da teolojik çalışmalara önem vermeleri, yaptıkları
katkının bir diğer boyutunu oluşturmaktadır.” (S, 247)
‘Diyalog’ kavramı, II. VYatikan Konsili vasıtasıyla,
Katolik Kilisesi’nin resmi literatürüne girmiş bir kavramdır. Konsil
dökümanlarında, mahiyeti ve fonksiyonu itibariyla biraz kapalı kalan bu kavram,
konsil sonrası yayınlanan papalık genelgeleri, yapılan teolojik toplantılar ve
Kilise’nin bu konuda yayınladığı diğer açıklamalar vasıtasıyla daha anlaşılır
hale gelmiştir.” (S, 247)
“Papa VI. Paul’ün, dinlerarası diyalog
konusunda konsile ve diğer toplantılara etki eden yaklaşımı, Papa II. John
Paul’ün genelgelerine de yansımıştır. Papa II. John Paul, Ocak
1991 tarihinde yayınladığı ‘Redemptoris Missio’ (RM)
isimli genelgesinde, dinlerarası diyalogun, Kilise’nin evangelizasyon
amaçlı misyonunun bir parçası olduğunu ifade etmektedir. Papa’ya göre,
bu diyalog, misyona zıt değil, aksine misyonun şekilleriyle özel irtibatlıdır.
Kilise, her ne kadar Budizm, Hinduizm ve İslam gibi dini geleneklerde bulunan
doğru ve kutsal unsurları kabul ediyorsa da, bu durum Kilise’nin Mesih’i ilan
etme görevini ve bundaki kararlılığını zayıflatmaz. Papa’ya göre,
diğer dinlerin mensupları, diğer sıradan vasıtaları bırakarak Mesih vasıtasıyla
kurtuluşa ulaşabilirler. Bu sebeple Kilise, insanları imana
ve vaftize davetten vazgeçmez. Diyalog da, Kilise’nin kurtuluşun tabii yolu
olduğu kanaatiyle yönlendirilmeli ve ikmal edilmelidir.” (S,251)
“Katolik Kilisesi’nin dinlerarası diyaloga
bakışını ortaya koyan en son dokümanlardan biri de, Papa II. John
Paul’ün onayıyla, 6 Ağustos 2000 tarihinde
yayınlanan ‘Dominus Lesus’ isimli deklerasyondur. ‘Kilise’nin
İman Doktrini Ofisi’ tarafından yayınlanan bu belgede, diyalogun,
Kilise’nin misyoner faaliyetlerinden sadece birisi olduğunu belirttikten sonra,
diyaloga giren tarafların pozisyonunu şöyle ifade etmektedir:
‘Dinlerarası diyalogda
ön şart olarak aranan ‘eşitlik’: diyaloga giren tarafların kişisel açıdan eşit
değerde olduğuna işaret eder; yoksa ne doktrinel muhtevaya, hatta ne de İsa
Mesih’in diğer dinlerin kurucularıyla aynı pozisyonda olduğuna.’ Yayınlanma tarihi itibariyle dikkat çeken bu genelge, dinlerarası diyalog konusundaki tartışmaların
Katolik Kilisesi’nin çeşitli kesimlerinde hala tartışılmaya devam ettiğini
göstermektedir. Bu nedenle Papalık, bu konudaki tartışmalara açıklık
kazandırmak için, genelgeler yayınlamaya devam etmektedir. Bu son
genelgenin, Kilise’nin, diyaloga giren tarafların eşitliğinden ne
anladığını açıkça ifade etmesi, onun dinlerarası diyalog anlayışının da özünü
ortaya koymaktadır.” (S, 256)
Mehmed Zahid Aydar
Mîsak Dergisi
Sayı: 282 / Mayıs 2014
_____________________
(1) http:www.aa.com.tr/tr/s/142997-yeni-papasecildi
(2) http:haber.stargazete.com/guncel/fethullahgulenin-bulunduğu-pensilvanyadaki-ciftligin-esrarengiz-hikayesi/haber/859184
(3) 1966
yılında Burdur/Gölhisar’da doğdu. İlk, orta ve lise öğrenimini aynı ilçede
tamamladı. 1989 yılında A.Ü. İlahiyat Fakültesi’nden mezun oldu. 1989 -1992
yılları arasında Ankara Yükseliş Koleji’nde Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi
öğretmeni olarak görev yaptı.
1992 yılında A. Ü.İlahiyat Fakültesi
Dinler Tarihi Anabilim Dalı’na Araştırma Görevlisi olarak atandı. 1994 yılında
yüksek lisans tezi ile ilgili çalışmalar yapmak için bir süre İtalya’da (Roma)
bulundu. 1995 yılında ‘II. Vatikan Konsili ve Diyalog’ konulu tezi ile Yüksek
Lisansını tamamladı. Bir süre İngiltere’de (Londra) alanıyla ilgili çalışmalar
yaptıktan sonra, 2001 yılında ‘Cizvitler ve Katolik Kilisesi’ndeki Yeri’ konulu
tezi ile Dinler Tarihi doktorası aldı. Yazarın: ‘Vatikan, Misyon ve Diyalog’,
‘Cizvitler’ ve ‘Evanjelikler’ adını taşıyan üç kitabı ve Hıristiyanlık, II.
Vatikan Konsili, Dinler Arası Diyalog ve Çağdaş Misyoner Yöntemler üzerine
makaleleri bulunmaktadır.
Prof. Dr. Ali İsra Güngör halen A. Ü.
İlahiyat Fakültesi Dinler Tarihi Anabilim Dalı’nda Öğretim Üyesi olarak görev
yapmaktadır. (S, 3)