Algı Yönetimi ve Manipülasyon - Alparslan Aydar

Algı Yönetimi ve Manipülasyon

Henry Kissinger'a atfedilen 'Bir şeyin gerçek olması pek o kadar önemli değildir; fakat gerçek olarak algılanması çok önemlidir' sözü bir bakıma içinde yaşadığımız dünyayı da özetlemektedir. Hepimiz, demokrasi denilerek diktatörlüklerin tahkim edildiği, barış denilerek savaşların çıkarıldığı, özgürlük denilerek tutsaklıkların ve bağımlılıkların var edildiği, sağlık denilerek hastalıkların üretildiği, eğitim denilerek cehaletin yaygınlaştırıldığı bir dünyayı gözlemliyoruz.

Algı Yönetimi ve Manipülasyon
Mücahit Gültekin
Pınar Yayınları
Mîsak Dergisi
Sayı: 355 / Haziran 2020

Kitlelerin zihni kıyasıya savaşların verildiği bir savaş meydanına dönüşmüş durumda. Gerçekle aramıza giren algı yönetmenleri ve manipülatörler; gördüklerimizi, duyduklarımızı ve hatta dokunduklarımızı nasıl yorumlayacağımızı belirlemek için profesyonel bir çaba gösteriyor.

 

Önsöz

Henry Kissinger'a atfedilen 'Bir şeyin gerçek olması pek o kadar önemli değildir; fakat gerçek olarak algılanması çok önemlidir' sözü bir bakıma içinde yaşadığımız dünyayı da özetlemektedir. Hepimiz, demokrasi denilerek diktatörlüklerin tahkim edildiği, barış denilerek savaşların çıkarıldığı, özgürlük denilerek tutsaklıkların ve bağımlılıkların var edildiği, sağlık denilerek hastalıkların üretildiği, eğitim denilerek cehaletin yaygınlaştırıldığı bir dünyayı gözlemliyoruz.

Kitlelerin zihni, kıyasıya savaşların verildiği bir savaş meydanına dönüşmüş durumda. Gerçekle aramıza giren algı yönetmenleri ve manipülatörler; gördüklerimizi, duyduklarımızı ve hatta dokunduklarımızı nasıl yorumlayacağımızı belirlemek için profesyonel bir çaba gösteriyor.

 

Giriş

Algı yönetimi ve manipülasyonun  işleyiş sürecini inceleyen kitap altı bölüme ayrılmıştır.

1. Bölümde algı yönetimi ve manipülasyonun dayandığı temel kurallar açıklanmaktadır. Bu bölümde her bir kural farklı alanlardan çeşitli örnekler üzerinden anlatılmaktadır. Algı yönetmenlerin hassasiyetle uyguladığı kuralların anlatıldığı bu bölüm yaşadığımız dünyada karşılaştığımız algı yönetimi süreçlerini ve manipülasyonları farkedebilmemizi amaçlamaktadır.

2. Bölümde, algı yönetimi ve manipülasyon sürecinin günümüzde en önemli kavramlarından birisine ayrılmıştır. Özgürlük kavramının, zihinleri yönlendirmenin ve manipüle etmenin nasıl etkili bir aracı olarak kullanıldığını aktarmaya çalışmaktadır.

3. Bölüm, bilimin algı yönetimi ve manipülasyonun etkili bir aracı olarak nasıl kullanılabileceğini, hâlâ büyük kitleleri etkilemeye devam eden iki önemli vaka üzerinden açıklamaya çalışıyor. Bölümün girişinde, bilimin, kitlelerin zihinlerini yönlendirmek ve manipüle etmek için nasıl önemli bir güç olarak kullanılabileceğine ilişkin üç farklı alandan üç örnek sunulmaktadır. Sonrasında, 20. yüzyılın ahlâkını değiştiren adam olarak bilinen Alfred Kinsey'in 1948 ve 1953 yıllarında yapmış olduğu iki araştırma (!) üzerinden Amerikan halkının ahlâki ve hukuki yapısının nasıl değiştirildiği anlatılıyor. Özellikle bu bölümde okuyucularımız ülkemizde maalesef hiç bilinmeyen Judith Reisman'ın kırk yıllık mücadelesiyle tanışacaklar. Manipülatif bir araştırmaya dayanılarak Amerikan halkının ve dünyanın aile, kadın ve çocuklara ilişkin ahlâki yargılarının nasıl değiştirildiğinin anlaşılması algı yönetimi sürecini anlamak açısından oldukça önem arz ediyor. Kinsey'in yaptığı araştırmanın arkasında Rockefeller Vakfı'nın olduğunu, hemen arkasından Amerikan hukuk sisteminin değiştirilmesi için Amerikan Barolar Birliği'nin yaptığı çalışmanın arkasında da aynı vakfın imzasının olduğunu görmek algı yönetimi süreçlerini kimlerin yönettiği konusunda da bir fikir sahibi olmamızı sağlıyor. Bu bölümün 2. örneği LGBT hareketler üzerinden veriliyor. LGBT konusu algı yönetimi ve manipülasyonun çarpıcı bir örneğini oluşturmaktadır. Önce Amerikan halkının sonrasında ise dünya halklarının bu sapkınlığı normal kabul edebilmesi için nasıl manipüle edildiği bu bölümde ele alınmaktadır.

4. Bölümde ilk olarak algı yönetimi ve manipülasyonun tarihine ilişkin bilgi verilmektedir. Daha sonra Peygamber Efendimiz (s) döneminde müşrikler ve münafıklar tarafından gerçekleştirilen algı yönetimi ve manipülasyon, İfk Hadisesi ve Mescid-i Dırar olayları üzerinden anlatılmaktadır. Yine Velid Bin Mugire'nin Kur'an'ın indirilmesine ilişkin gösterdiği yaklaşım algı yönetimi çerçevesinde ele alınmaktadır.

5. Bölüm aldatılmaya yatkın kişiliği analiz etmektedir. Bu bölümde tarihin ilk algı operasyonu olarak değerlendirebileceğimiz Şeytanın Cennette Hz. Âdemle karşılaşması incelenmektedir. Bu olaydan yola çıkarak insanı kandırılmaya yatkın hale getiren 'unutkanlık', 'duygusallık', ve 'kişilik zaafı'nın insanı 'aldanan bir varlık' haline getirdiği vurgulanmaktadır.

6. Bölüm algı yönetimi ve manipülasyona karşı nasıl direnebileceğimizin cevabını aramaktadır. Bunun için üç temel haslete vurgu yapılmaktadır:

a-Yön bilinci ve asıl düşmanın farkında olmak

b-Nefsani arzuları ve korku duygusunu kontrol altına almak

c-Tefekkür ve eleştirel düşünce becerilerini geliştirmek

Yazar daha sonra eleştirel düşünen kişilerin özelliklerini açıklar.

Kitapta algı yönetimi ve manipülasyon sürecinin anlaşılabilmesi için mümkün mertebe fazla örnek sunulmaya çalışılmıştır. Örnekler sağlık, eğitim, bilim, siyaset, sinema, ticaret ve İslâm tarihi gibi farklı alanlardan seçilmiştir.

 

Kandırmanın Kuralları

l. Kural: Amacın Gizlenmesi:

'Niçin' Sorusunun Sorulmasına İzin Vermemek

Amacın gizlenmesi en önemli kuraldır. Kandırma sürecinin amacı 'kandırmak' olduğu için, hiç bir kimseyi 'seni kandırmak istiyorum' diyerek kandıramazsınız. Bu sebeple algı yönetimi ve manipülasyon süreci amaç doğrultusunda işletilir ama amaçtan hiç söz edilmez. Kandırılan kişiye gideceği yol gösterilmeli, ama bu yolun nereye çıktığı bilgisi saklı tutulmalıdır. Algı yöneticisi ve manipülatör, çoğu zaman, amacı gizlemek için sahte bir amaç üretir. Kandırılan kişinin istenen yönde harekete geçmesi, sahte amacın kandırılan kişinin özelliklerine uygun bir şekilde üretilmesine bağlıdır. Bunun için kandırılan kişi ya da toplumun iyi analiz edilmesi gerekir. S.22

Amacın gizlenebilmesi için gerçekçi bir sebebin perde olarak kullanılması ve sahte bir amaç var edilmesi gereklidir. Halkla ilişkiler ve propagandanın babası olarak bilinen Edward Bernays, kadınları sigara bağımlısı yapan meşhur kampanyasında amacını ustalıkla gizleyebilmiştir.

Edward Bemays: Kadınları Sigaraya Başlatan Adam

1900'lü yılların başlarında Amerika'da kadınların halk arasında sigara içmesi ayıplanıyor, doğru bulunmuyordu. Ayrıca kadınların umuma açık yerlerde sigara içmesi bazı yasalarla yasaklanmıştı. Kadınlar arasında sigara içme oranı oldukça düşüktü (%5 civarında). American Tobacco Company'nin sahibi George Washington Hill, sigara kullanımının kadınlar arasında da yaygınlaştırılması halinde, cirosunun büyük bir artış göstereceğini biliyordu. Bernays'le bunu gerçekleştirmesi için bir anlaşma yaptı. Edward Bernays, Freud'un ve çeşitli psikologların da görüşlerini aldıktan sonra, oldukça ilginç bir proje hazırladı. Bir grup feminist kadınla anlaşarak onları örgütledi. Bu kadınlar New York'ta her yıl yapılan Paskalya yürüyüşüne katılacak, geçit esnasında jartiyerlerinden çıkardıkları sigaraları yakacaklardı. Projenin ana teması şuydu:

Kadınlar Amerika'da erkekler tarafından baskıya uğruyor; özgürlükleri kısıtlanıyordu. Sigara, bu erkek egemen baskıya karşı başkaldırma anlamına geliyordu. Ayrıca Amerika'nın özgürlüğünü sembolize eden Özgürlük Heykeli de elinde bir meşale tutuyordu. Kadınların ellerinde yanan sigaralar da onların erkek egemen düzene karşı 'özgürlük meşaleleri' olacaktı.

Bernays bir grup gazeteciyle de anlaşmıştı. Geçit esnasında sigara içen kadınların fotoğraflarını çekecek kampanyanın teması doğrultusunda haberleştireceklerdi. Kampanya o denli başarılı oldu ki, 1923 yılında kadınların sadece %5'i sigara içerken bu rakam 1929 yılında %12'ye ve sonraki bir kaç yıl içinde de %35'e çıktı.

 

2. Kural: Gerçeğe Yaslanmak:

Yalanın En İyi Koruyucusu Doğrulardır

Manipülasyonun gizlediği amacı görebilmek, manipülasyon ve algı yönetiminin başarısını düşüreceği için, söylenen yalanın kalitesi önemlidir. Nitelikli bir yalan içinde her zaman önemli oranda gerçek taşımalıdır. Marka bir firmayı taklit eden çakma bir ayakkabının gerçeğinden ayırt edilebilmesinin zor olmasıyla övünen üretici, bu gerçeği ifade etmektedir.

Yalan büyük, amaç çok önemliyse yalanın açık gerçeklerin içine dikkatlice yedirilmesi gerekmektedir. Yalan tek başına durmamalıdır; gerçeklerin arasında yer almalıdır: Aynı şey satış için de geçerlidir; bir şeyi satmaya çalışıyor gibi yaparsanız, müşteri almamak için direnebilir ya da en azından sizinle pazarlık eder. Özellikle güçlü alışkanlıkların değiştirilmesini amaçlayan fikir satışında doğrudan pazarlama yerinde dolaylı pazarlama yapılmaktadır. Kurbağanın ürkmemesi için bu gereklidir.

Özellikle fikirler ve ideolojilerin dolaylı yollardan pazarlanması daha etkilidir. Çocuk eğitimi ile ilgili anne baba tutumlarının değiştirilmesi sahte amacın gerçekçi nedenlere yaslanarak pazarlanmasına önemli bir örnektir.

Bu bağlamda kendi kararını kendisi verebilen(!) özsaygısı gelişmiş çocuklar ile patronların cirosu arasındaki ilişki incelenir.

 

3. Kural: Uzmanlık, Güvenilirlik ve Saygınlık:

Akredite Edilmiş Bilgi

Algı yönetimi ve manipülasyonun başarılı olabilmesi için dikkat edilmesi gereken üçüncü kural güvenilirlik ve saygınlıktır. Saygınlık; toplumsal statü, ünvan ve prestij ile ifade edilirken, güvenirlik; algı yönetmeni ve manipülatörün menfaat ve çıkar için bizimle iletişim kuruyor görünmemesidir. Güvendiğimiz kişilerin bizim üzerimizde daha etkili olacağı açıktır.

Bir kişinin güvenini kazanmak uzun bir zaman alır. Bu, bazen aylar-yıllar gerektirebilir. Uzun yıllardır tanıdığımız ve tutarlılığına her zaman şahit olduğumuz birisine güveniriz. Ya da bizim için önemli fedakârlıklar yapmış/yapabilmiş birisi de güvenimizi kazanır.

Tutarlılık ve fedakârlık güven elde etmenin çok önemli iki yolu olsa da, bunlar uzun zaman alan yollardır. Kimi zaman pazarlamacıların bu kadar vakti olmayabilir. Böyle durumlarda güven kazanmanın kısa yolları kullanılır.

Bir kişinin uzman olduğunun, alanında otorite olduğunun söylenmesi modern çağ insanının kime güveneceğini anlamak için en sık kullandığı kısa yoldur.

 

4. Kural: Etkili Bir Taşıyıcı Bulmak:

Satışın Damarları

Kamuoyunun algılarını yönetebilmek ve kitleleri manipüle edebilmek için fikirlerin pazarlanacağı etkili taşıyıcılar bulmak algı yönetiminin bir diğer önemli kuralıdır. Sonuçta üretilen mal her ne kadar kaliteli olursa olsun, onu müşteriye ulaştıracak iyi bir pazarlama ağına sahip değilseniz, ürün elinizde çürüyebilir.

 

5. Kural: Önsatış:

Tarlayı Sürmek

Bazı seminer ve konferanslarda konuşmacı mikrofona gelmeden önce sunucu konunun önemi ve konuşmacının meziyetleri hakkında bilgilendirici bir giriş konuşması yapar.

Önsatış, tarlanın sürülmesine benzetilebilir. Tarlanın sürülmesi, toprağın havalandırılması ve zararlı otlardan ayıklanması, toprağın ekilmeye hazır hale getirilmesi için gereklidir.

Önsatış kavramı günümüzde sıklıkla 'farkındalık' kavramının içine gizlenmiş bir şekilde bulunuyor. Farkındalık kazanmak, bilinçlenmek kavramına yakın bir anlamda kullanılıyor. Her gün yeni bir şey hakkında farkındalığımız arttırılıyor. Bazı kazandığımız farkındalıklar, aslında bize bir önsatış yapıldığı anlamına gelebilir.

Sözgelimi, mikroorganizmaların sağlığımızı ne denli tehdit ettiğine ilişkin farkındalık kazandıktan sonra, halılarınızı antibakteriyel halılarla değiştirmeye, evinizi yeniden antibakteriyel boyalarla boyamaya hazır hale gelirsiniz. Bu farkındalığı kazanmadan, en az 5 yıl daha kullanabileceğiniz halıları bir eskiciye verip yenisini almanız size akıllıca gelmez.

Pazarlama uzmanlarının 'pazarı hazır hale getirmeyi' amaçladıkları önsatış denilen kavramının üzerinde ayrıntılı olarak durmak gerekiyor. Özellikle eğitim, sağlık, kozmetik vb. alanlarda önsatışın yapılmasını zorunlu kılan etmenlerden biri de, gelenekler, örf ve adetler, dini inanışlardır. Satışa engel teşkil ettiği düşünülen bu etmenlerin etkisizleştirilmesi önsatışla mümkün olabilir. S.57

 

6. Kural: Bütünden Koparmak:

Derede Boğmak

Bütünden koparılmış bilgi, sadece eksik bilgilenmemiz anlamına gelmez, aynı zamanda düşünce, duygu, davranış ve tutumların yanlış şekillenmesine neden olur. Körlerin fili tarif ettiği meşhur hikâye bütünü görmeden yapılan bir tarifin çelişkili, yanlış ve komik olacağını ortaya koymaktadır.

Bütünü görmek sosyal ve siyasi hadiseleri doğru yorumlayabilmek için hayati bir önem taşır. Mevlana'nın fil hikâyesi, sadece kendi deneyimlerimize dayanarak yorum yapmanın ne kadar riskli olduğunu anlatıyor. Algı yönetmenleri ve manipülatörler, kitleleri bütünden kopartarak, mikro bir dünyanın içine mahkûm etmeyi amaçlar. Böylelikle kitleler, dokunur, hisseder ama dokunduğu ve hissettiği şeyin tam olarak ne olduğunu hiç bir zaman anlayamaz.

Algı yönetmenleri ve manipülatörler bütünü parçalamak ve sadece seçilen parçayla bizi muhatap kılarak zihinlerimizi yönlendirmek ister. Gerçekte bize gösterilen parça, kendi içinde olumlu bir anlama sahip iken, ait olduğu bütünle birlikte görülünce bizim için zararlı, tehlikeli hatta ölümcül bir anlama gelebilir.

Modern dünyanın eğitim anlayışı, parçalı ve indirgeyici bir zihin yapısı oluşturuyor. Uzmanlık da aslında günümüzde puzzle'ın çok küçük bir parçası üzerinde çok fazla bilgi sahibi olmak anlamına geliyor. Uzmanlar sadece uzmanı oldukları o çok küçük parçanın dışındaki diğer parçalar hakkında ya hiç bilgi sahibi değiller, ya da yetersiz bir bilgileri var. Hayatı ve olanları anlamak için bu küçük bilgi parçacıklarını birleştirip bütünü görmeye çalışmak gerekiyor. Aksi takdirde, algı yönetmenleri ve manipülatörlerin kurbanı olmaktan kurtulmamız mümkün değildir.

 

7. Kural: Tekrar:

Sürekli Tekrar

İnsan, bir tanıma göre, unutmak anlamına gelen 'nisyan' ile aynı kökten gelmektedir. Belki de bu sebeple olsa gerek, Peygamberlerin bir görevi de 'tezekkür'dür; yani hatırlatmak. Çünkü insan, en önemli şey olan, hayata gelme amacını bile unutabilir.

Bu gerçeğin farkında olan algı yönetmenleri ve manipülatörler, seçtikleri bilgiyi, veriyi, haberi, fotoğrafı sürekli olarak tekrar ederler. Örneğin, Amerika bir ülkeyi işgal etmek istiyorsa, bir sabah kalktığımızda o ülkenin başkanın yaptığı zulümleri çok çeşitli kanallardan duymaya başlarız. Belki de haritada yerini bile gösteremeyeceğimiz bu ülkenin yönetim biçimi, yönetenlerin kişilik özellikleri, halkın sefaleti, ülkenin hapishaneleri, yaptığı insan hakları ihlalleri vs. hakkında kısa zaman içinde seminer verecek kadar bilgilendiriliriz. Tekrar edilen bilgi, bizim için önemli hale gelir.

 

8. Kural: Bilgiyi İşlemden Geçirmek:

Ekleme-Gizleme Vurgulama

Algı yönetmenleri ve manipülatörler enformasyonu kitlelere çoğu zaman işlemden geçirerek sunmaktadır. Televizyonlarda dinlediğimiz, özellikle politik değeri olan haberlerin hemen hepsi, bizim o haberi nasıl yorumlayacağımızı da belirleyecek şekilde kurgulanmaktadır. Algı yönetmenleri bunu, kimi zaman habere küçük bir kavram ekleyerek, kimi zaman haberdeki küçük bir bilgiyi görmezden gelerek, kimi zaman da haberin içindeki bir bilginin altını kalın çizgilerle çizerek, vurgulayarak yapmaktadırlar.

LGBT hareketlerin, Amerika'daki 'Stonewall İsyanı'nın başladığı tarih olan 28 Haziran'da yaptıkları yürüyüşün adı ise 'Onur Yürüyüşü' olarak isimlendirilmektedir. Bu kavramsallaştırmada, algı yönetmenleri tarafından dikkatle seçilmiştir; 'Eşcinseller onurlu insanlardır.!'

Türkiye'deki ana akım medya, örneğin, açık-saçık giyinen sanatçılar için de 'cesur' kavramını kullanmaktadır. Bu kavram da, bir taraftan bedenini sergilemeyi teşvik ederken, diğer taraftan, vücudunu, sermayesi şehvet olan patronlara sunmayan kadınları 'korkak' olarak kodlamaktadır.

Maalesef, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı'nın bile kullandığı 'Aile İçi Şiddet' kavramı da bir algı yönetimine hizmet etmektedir. 'Aile, içinde şiddetin kol gezdiği tehlikeli bir mekândır' algısını besleyen bu kavram o kadar sık kullanılmaktadır ki, aile, şiddeti çağrıştıran bir kurum olarak anlaşılmaya başlanmıştır. Hâlbuki 'Fabrika İçi Şiddet' diye bir kavramla karşılaşmıyoruz. Erkek şiddeti, kavramını yerleştirilirken, 'Patron Şiddeti' diye bir kavramsallaştırma söz konusu olmuyor.

Diğer taraftan, dünyanın atom bombasını kullanan tek ülkesi olan Amerika 'Özgürlükler Ülkesi' olarak vurgulanırken, İran 'Nükleer Tehlike' olarak kodlanıyor. Amerika'nın tarihi, tam bir savaşlar ve başka ülkelerde yapılan darbeler tarihi olmasına rağmen, 'demokrasi'yle anılmaya devam ediyor ama Ortadoğu için ısrarla 'terörist' vurgusu yapılıyor.

 

9. Kural: Akla Değil Duygulara Hitap Etme:

Korku, Öfke, Şehvet

Pazarlama uzmanları iyi bir pazarlamanın sırrının duyguları harekete geçirmekte olduğunu belirtiyor. Çünkü duyguların aklı gölgelediğini ve hatta bilişsel süreçleri bir müddet felç ettiğini biliyorlar.

Algı yönetmenleri ve manipülatörler bizim düşünmemizi değil, karar verip harekete geçmemizi istemektedir. Bir taraftan korku, öfke, şehvet duygularını uyarmakta, diğer taraftan ise yönergelerini iletmektedirler. Duyguların etkisi altında mantıklı düşünemeyen hedef kitle yönergelere/komutlara açık hale gelmektedir.

'Bal tuzağı' olarak bilinen istihbarat tekniği, kişilerin şehvet duygusunu tahrik edip, sağlıklı düşünmelerini engelleyerek bilgi toplamayı amaçlamaktadır. Meşhur 'Vanunu Vakası', şehvet duygusu kontrol edilemediğinde en dikkatli olması gereken isimlerin bile avlanabileceğini ortaya koymaktadır.

Psikolojik Dedektiflik ve Liderlerin Kişilik Haritaları

Uluslararası siyaset tarihi duygusal zaaflarının mahkûmu olan devlet adamlarının algılarının da başarılı bir şekilde yönetilebildiğini ortaya koymaktadır. Bunun çarpıcı bir örneği Mısır'ın 1981 yılında öldürülen devlet başkanı Enver Sedat'ın Camp David Anlaşmasını imzalamasıyla sonuçlanan algı operasyonudur.

American Psychologist dergisinde 1996 yılında yayınlanan bir makale, İsrail'in en çok psikolog yetiştiren ülkelerden biri olduğunu ifade ediyordu. İsrail psikolog yetiştirmeye niçin bu denli önem veriyordu. Bunun olası bir cevabı basında yer alan, İsrail'in, dünya liderlerinin kişilik haritalarını çıkardığı haberlerinde bulunabilir. New York Times'ta yayınlanan bir makale ise, liderin kişilik analizlerinden yola çıkılarak, onların hangi olaya nasıl bir politik tepki verebileceklerinin öngörülebileceğini ifade ediyordu.

 

10. Kural: Tekasür Kuralı:

Bütün Dünya Bunu Kabul Ediyor!

Tekasür, Kur'an'daki 102. surenin adıdır. 'Sayısal çokluk' anlamına geliyor. Dönemin Arapları çoklukla övünürlerdi; çocuklarının çokluğuyla, mallarının çokluğuyla, develerinin çokluğuyla, kabilelerinin çokluğuyla, atalarının çokluğuyla... Kur'an bunun yanlış bir tutum olduğuna işaret eder. Pek çok yerde, çokluğun değil, doğruluğun önemli olduğunu söyledikten sonra, şu çarpıcı uyarıyı yapar: "İnsanların 'çoğuna' uyarsan seni yoldan çıkarır." (En'am Sûresi: 116)

Günümüzde de değişen bir şey yok. Sayılar, en önemli algı yönetimi ve manipülasyon aracı olmaya devam ediyor.

Algı yönetmenleri, bir satış tekniği olarak, 'bu ürünü herkes alıyor' argümanına sık sık başvurur. Ürünün çok satılması, ‹iyi› olduğunun bir kanıtı gibi sunulur. Çünkü insanoğlunun 'çoğunluğun yanında olmak' gibi bir zaafı bulunmaktadır. Pek çoğumuz şöyle bir mantık yürütürüz: 'Eğer iyi olmasaydı bu ürünü bu kadar kişi almaz; bu düşünceyi bu kadar kişi savunmazdı.' Hâlbuki bu her zaman doğru olmayabilir. Yapılan pek çok araştırma, çoğunluğun yanılabileceğine ve yanıltılabileceğine dair kanıtlar ortaya koymaktadır.

Algı yönetmenleri hedef kitleye yönelik düşmanca bir tutumun doğal olarak hedef kitlenin defans geliştirmesine sebep olduğunu bilmektedir. Bu defansı aşmak için mesajın hedef kitlede 'bizden' duygusunu/düşüncesini oluşturması önemlidir. İkna ve propaganda üzerine çalışan bilişsel ve sosyal psikologlar konu hakkında pek çok araştırma yapmışlardır. Bilişsel psikologlar kararlarımızı verirken her zaman uzun uzadıya düşünüp çıkarımlar yapmadığımızı, bunun yerine kısayollar kullandığımızı belirtmektedir. Örneğin kavramlar, semboller, kokular, kılık/kıyafet bir kişi/grup ya da görüş için daha kısa zamanda karar vermemizi sağlayan kısayollara dönüşmektedir. Birey, mesajın gerekçesi, sonuçları, amaçları üzerine düşünmektense, mesajın içinde yer alan semboller aracılığıyla mesaj hakkında 'bizden' kararını verebilmektedir.

Değerlere atıf yapan sembollerin önkabuller üzerinde maymuncuk işlevi gördüğü söylenebilir. Önkabul kapısının yavaşça açılmasını sağlayan bu semboller, bünyeyle uyumlu olmayan mesajların da içeriye girmesini kolaylaştırmaktadır.

 

12. Kural: Uyanmanın Bedeli Ağır Olmalı:

Ya Uyu Ya da Uyuyormuş Gibi Yap!

Halkımız, 'doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar' demiş. Bu söz, algı yönetmenlerinin, doğru söyleyenlere karşı nasıl bir yöntem takip edeceğini anlatıyor. Diğer bir ifadeyle: Eğer doğruyu söylemeye niyetliysen; yalnız bırakılmaya, itibarsızlaştırılmaya, dışlanmaya, itilip-kakılmaya, horlanıp-küçük düşürülmeye, iftira ve hakarete uğramaya da hazır olmalısın.

Algı yönetmenleri ve manipülatörlerin de sabrının bir sınırı var! O kadar çaba ve para harcayıp, bizim için dizayn ettikleri stüdyonun dışına çıkma isteğimiz, onları öfkelendiriyor. Truman Burbank'ı hatırlayalım. Truman, her istediğini yapabiliyordu; mutlu-mesut bir hayat sürüyordu. Bu devam edebilirdi de. Tek bir şartla; yönetmenlerin sınırlarını çizdiği, onun için yarattıkları stüdyoda kalmak şartıyla! Eğer, Truman bu rüyadan uyanır ve gerçek dünyaya ulaşmak isterse bunun bir bedeli olmalıydı. Sonuçta onu, yönetmenler, kurguladıkları dünyanın seyirlik bir malzemesi olarak yaratmışlardı. En ince ayrıntılarına kadar hesaplanarak, büyük emek ve paralarla hazırlanmış bu dekorun sahte olduğu anlaşılmamalıydı. Truman'ın bu show'u bitirmeye hakkı yoktu.

Algı yönetmenleri ve manipülatörler dünyayı bir sahne, insanları rol verdikleri oyuncular olarak görmektedir. Kendileri bu oyunun tanrılarıdır! Tanrılar, senaryoda ne yazıyorsa onu oynamamızı, onu söylememizi istiyor. Aksi takdirde Tanrıları öfkelendirmiş oluruz. Bu öfkenin de elbette ki bir bedeli olmalıdır.

 

Algı Yönetiminin Anahtar Kavramı: Özgürlük

Özgürlük, modern Batı medeniyetinin de üzerine kurulduğu bir kavram olarak özellikle incelenmeye değer. Yaşadığımız dünyada karşılaştığımız hemen her kötülük, özgürlük ve demokrasiden güç alarak hayatımızın bir parçası oluyor. Algı yönetmenleri ve manipülatörler en güzel kavramları, en çirkin işlerin dayanağı kılabiliyor.

Günümüzde sık sık demokrasinin özgürlükle eş anlamlı olduğu ifade ediliyor. Demokrasi özgürlüğü getiriyor, özgürlük demokratik kültürü güçlendiriyor. Demokrasi en çok da düşünme, ifade etme ve örgütlenme özgürlüğü ile ilişkilendiriliyor. Birey olarak varolabilmenin, kişiliğimizi ve kimliğimizi grup kimliğine feda etmemenin tek yolunun demokratik özgürlükleri arttırmak olduğu neoliberal perspektif tarafından evrensel ve tartışılmaz bir doğru olarak takdim ediliyor.

Bize özgür olduğumuzu hissettiren her eylem, aynı zamanda bizim özgürlük alanımıza müdahaleyi kolaylaştıran bir gedik oluşturuyor.

Örneğin, haberleşme özgürlüğümüzü kolaylaştıran ve neredeyse sınırsızlaştıran iletişim teknolojileri aynı zamanda takip edilebilirliğimizi ve gözetlenebilirliğimizi de arttırıyor. Dünyanın bir ucundaki kişiye gönderdiğimiz bir mail, web cam aracılığıyla yaptığımız bir konuşma, sohbet odalarında dâhil olduğumuz bir diyalog, cep telefonuyla yaptığımız bir görüşme bir taraftan bireye iletişim ve ulaşım özgürlüğünü yaşatırken bir taraftan da takip edilme, gözetlenme ve kontrol edilme kaygısını yaşatıyor. Modern birey, dün bir arkadaşıyla yaptığı özel bir görüşmenin, yarın herhangi biri tarafından herhangi bir yerde önüne konulabileceğini biliyor. Dahası, çok özel olan bir görüşmenin bir dakika içinde milyonlarca kişi tarafından bilinip/duyulabileceği bir dünyanın içinde yaşadığımızın farkındayız.

İnternette bırakılan bütün 'dijital izlerin' reklam şirketleri, güvenlik şirketleri, siyasi merkezler ya da ticari merkezler tarafından algoritmasının çıkarılıp 'kişiye özel' reklam ve mesajlara maruz bırakılabiliyoruz.

Sosyal medya bize en yakınlarımızı bulma özgürlüğü verirken, başkalarına bizim en yakınlarımızın kimler olduğunu bilme özgürlüğü de veriyor.

Kredi kartları 'uzaktan alışveriş' özgürlüğünü ve kolaylığını bizlere sunarken aynı zamanda bütün harcamalarımızın, eve ne aldığımızın, bir ay içinde yaptığımızın tüketim profilinin başkaları tarafından analiz edilmesine de imkân veriyor.  Algı yönetimi ve manipülasyon merkezleri bir kişinin bir yıl boyunca attığı tweetlerin, yaptığı paylaşımların, beğenilerinin analizini yaparak görmedikleri kişilerin kişilik haritalarını çıkarabilme imkânını buluyor: Sözgelimi, böylesi kişilik haritası çıkarılmış birinin, olası bir olay karşısında verebileceği tepki yelpazesi öngörülebiliyor.  Özgürlüklerin sonuna kadar kullanılabildiği bir dünya diğer taraftan güvenlik problemlerini de peşi sıra beraberinde getiriyor.

 

Özgür Dünyada Bağımlılık

Modern dünya bireysel özgürlükler temeli üzerinde yükselmiştir. Bir şeye bağımlı olmama durumuna gönderme yapan özgürlük kavramı bağımlılık kavramıyla karşıt anlamlara sahiptir. Buna karşın, son 50-60 yıldır psikolojik bozuklukların önemli bir kısmını bağımlılıklar oluşturmaktadır. Alkol ve madde bağımlılığıyla ilişkili bozukluklar psikiyatrik bozuklukların sınıflandırıldığı Amerikan Psikyatri Birliği (APA) tarafından yayınlanan DSM'de ayrı bir kategori oluşturacak kadar geniş bir spektruma sahiptir.

Modern özgür insanın bağımlılıkları sadece alkol ve maddeyle sınırlı değildir. İnternet bağımlılığı, oyun bağımlılığı, televizyon bağımlılığı, kumar bağımlılığı, cinsel bağımlılık, alış veriş bağımlılığı, marka bağımlılığı, egzersiz bağımlılığı gibi onlarca bağımlılık şekli türemiştir.

Bu bağımlılıkların önemli bir sebebi de, hiç kuşkusuz, algı yönetmenleri ve manipülatörlerin çarpıttığı özgürlük anlayışıdır. Modern dünyanın sınırsız özgürlük anlayışı sınırsız bağımlılıklar üretmektedir. Geleneklerin, inançların, değerlerin sınırlamasından kurtulmayı 'özgürlük' olarak empoze eden algı yönetmenleri yeni bir kölelik biçimi oluşturmuşlar; insanları hazza, keyfe, konfora ve teknolojiye bağımlı hale getirmişlerdir.

İrade ve inisiyatifini hemen hiç kullanmayan; kendini zevk ve hazzın seline bırakmış bir nesil aynı zamanda daha sorunlu bir neslin de habercisidir.

Depresyon, kaygı bozuklukları, obezite, alkol ve madde bağımlılığı, boşanma ve intihar gibi sorunlarla boğuşan Batılı ülkelerde yeni yapılan araştırmalar gelecekte bu sorunların daha da yaygınlaşacağını göstermektedir.

Çocuklarımızı ve gençlerimizi tehlikeli bir dünyaya getiriyoruz. Bu bir bakıma doğaldır. Asıl sorun her türlü kötülüğün legal koruma altına alınmış olması ve kötülüklere götüren yollara göz yumulması hatta bu yolların teşvik ve destek görüyor olmasıdır.

Fuhuş, kumar, uyuşturucu, çocukların cinsel istismarı gibi insanlığı tahrip eden suçların özgürlük ve insan hakları gibi kılıflar altında yasal koruma altına alınması yer altında yuvalanan bu karanlık merkezlerin, yer üstündeki legal merkezlerle ilişkisi hakkında önemli ipuçları veriyor. İnsanlık, bu karanlık güçleri yer üstünde koruyan ve kollayan legal görünümlü merkezleri sıkıştırmadıkça çocuklarını bu karanlık güçlerin menfaatlerine kurban vermeye devam edecektir. Bu mücadeleyi vermenin ilk kurallarından biri müfsid özgürlük anlayışına direnmekten geçiyor. Sadece kötülüklere değil; kötülüğe götüren yollara, ipuçlarına, anlayışlara karşı da duyarlı olmalıyız. Çünkü çocuklarımızı, gençlerimizi, erkeklerimizi ve kadınlarımızı şehvet pazarının malları olarak gören bu karanlık güçler özgürlük, eşitlik, insan hakları gibi kavramları istismar ederek emellerine ulaşabiliyor. Bu kavramların istismar edilmesine izin vermek, geleceğimizi bu karanlık güçlere teslim etmek anlamına gelecektir.

Son olarak ifade etmek gerekir ki tanıtmaya çalıştığımız kitapta Irak ve Suriye’yi kan gölüne çeviren Şiî İran’ın politikalarını belirleyen Takiye(1) anlayışına temas edilmemesi önemli bir eksiklik olarak göze çarpmaktadır.

Mehmed Zahid Aydar

Mîsak Dergisi

Sayı: 355 / Haziran 2020

_____________

1-  Bakınız; Serdar Demirel, Şia Rivayet Kültüründeki Derin Paradoks: Takiyye, Rıhle Kitap İst 2016, Kitap tanıtımı için; Mehmed Zahid Aydar, Mîsak Dergisi Sayı: 317