Henry Kissinger'a atfedilen 'Bir şeyin gerçek olması pek o kadar önemli değildir; fakat gerçek olarak algılanması çok önemlidir' sözü bir bakıma içinde yaşadığımız dünyayı da özetlemektedir. Hepimiz, demokrasi denilerek diktatörlüklerin tahkim edildiği, barış denilerek savaşların çıkarıldığı, özgürlük denilerek tutsaklıkların ve bağımlılıkların var edildiği, sağlık denilerek hastalıkların üretildiği, eğitim denilerek cehaletin yaygınlaştırıldığı bir dünyayı gözlemliyoruz.
![]() |
Algı Yönetimi ve
Manipülasyon
|
Kitlelerin zihni kıyasıya savaşların
verildiği bir savaş meydanına dönüşmüş durumda. Gerçekle aramıza giren algı
yönetmenleri ve manipülatörler; gördüklerimizi, duyduklarımızı ve hatta
dokunduklarımızı nasıl yorumlayacağımızı belirlemek için profesyonel bir çaba
gösteriyor.
Önsöz
Henry Kissinger'a atfedilen 'Bir şeyin
gerçek olması pek o kadar önemli değildir; fakat gerçek olarak algılanması çok
önemlidir' sözü bir bakıma içinde yaşadığımız dünyayı da özetlemektedir.
Hepimiz, demokrasi denilerek diktatörlüklerin tahkim edildiği, barış denilerek
savaşların çıkarıldığı, özgürlük denilerek tutsaklıkların ve bağımlılıkların
var edildiği, sağlık denilerek hastalıkların üretildiği, eğitim denilerek
cehaletin yaygınlaştırıldığı bir dünyayı gözlemliyoruz.
Kitlelerin zihni, kıyasıya savaşların
verildiği bir savaş meydanına dönüşmüş durumda. Gerçekle aramıza giren algı
yönetmenleri ve manipülatörler; gördüklerimizi, duyduklarımızı ve hatta
dokunduklarımızı nasıl yorumlayacağımızı belirlemek için profesyonel bir çaba
gösteriyor.
Giriş
Algı yönetimi ve
manipülasyonun işleyiş sürecini inceleyen kitap altı bölüme
ayrılmıştır.
1. Bölümde algı yönetimi ve manipülasyonun
dayandığı temel kurallar açıklanmaktadır. Bu bölümde her bir kural farklı
alanlardan çeşitli örnekler üzerinden anlatılmaktadır. Algı yönetmenlerin
hassasiyetle uyguladığı kuralların anlatıldığı bu bölüm yaşadığımız dünyada
karşılaştığımız algı yönetimi süreçlerini ve manipülasyonları farkedebilmemizi
amaçlamaktadır.
2. Bölümde, algı yönetimi ve manipülasyon
sürecinin günümüzde en önemli kavramlarından birisine ayrılmıştır. Özgürlük
kavramının, zihinleri yönlendirmenin ve manipüle etmenin nasıl etkili bir aracı
olarak kullanıldığını aktarmaya çalışmaktadır.
3. Bölüm, bilimin algı yönetimi ve
manipülasyonun etkili bir aracı olarak nasıl kullanılabileceğini, hâlâ büyük
kitleleri etkilemeye devam eden iki önemli vaka üzerinden açıklamaya çalışıyor.
Bölümün girişinde, bilimin, kitlelerin zihinlerini yönlendirmek ve manipüle
etmek için nasıl önemli bir güç olarak kullanılabileceğine ilişkin üç farklı
alandan üç örnek sunulmaktadır. Sonrasında, 20. yüzyılın ahlâkını değiştiren
adam olarak bilinen Alfred Kinsey'in 1948 ve 1953 yıllarında yapmış olduğu iki
araştırma (!) üzerinden Amerikan halkının ahlâki ve hukuki yapısının nasıl
değiştirildiği anlatılıyor. Özellikle bu bölümde okuyucularımız ülkemizde
maalesef hiç bilinmeyen Judith Reisman'ın kırk yıllık mücadelesiyle
tanışacaklar. Manipülatif bir araştırmaya dayanılarak Amerikan halkının ve
dünyanın aile, kadın ve çocuklara ilişkin ahlâki yargılarının nasıl
değiştirildiğinin anlaşılması algı yönetimi sürecini anlamak açısından oldukça
önem arz ediyor. Kinsey'in yaptığı araştırmanın arkasında Rockefeller Vakfı'nın
olduğunu, hemen arkasından Amerikan hukuk sisteminin değiştirilmesi için
Amerikan Barolar Birliği'nin yaptığı çalışmanın arkasında da aynı vakfın
imzasının olduğunu görmek algı yönetimi süreçlerini kimlerin yönettiği
konusunda da bir fikir sahibi olmamızı sağlıyor. Bu bölümün 2. örneği LGBT
hareketler üzerinden veriliyor. LGBT konusu algı yönetimi ve manipülasyonun
çarpıcı bir örneğini oluşturmaktadır. Önce Amerikan halkının sonrasında ise
dünya halklarının bu sapkınlığı normal kabul edebilmesi için nasıl manipüle
edildiği bu bölümde ele alınmaktadır.
4. Bölümde ilk olarak algı yönetimi ve
manipülasyonun tarihine ilişkin bilgi verilmektedir. Daha sonra Peygamber
Efendimiz (s) döneminde müşrikler ve münafıklar tarafından gerçekleştirilen
algı yönetimi ve manipülasyon, İfk Hadisesi ve Mescid-i Dırar olayları
üzerinden anlatılmaktadır. Yine Velid Bin Mugire'nin Kur'an'ın indirilmesine
ilişkin gösterdiği yaklaşım algı yönetimi çerçevesinde ele alınmaktadır.
5. Bölüm aldatılmaya yatkın kişiliği
analiz etmektedir. Bu bölümde tarihin ilk algı operasyonu olarak
değerlendirebileceğimiz Şeytanın Cennette Hz. Âdemle karşılaşması
incelenmektedir. Bu olaydan yola çıkarak insanı kandırılmaya yatkın hale
getiren 'unutkanlık', 'duygusallık', ve 'kişilik zaafı'nın insanı 'aldanan bir
varlık' haline getirdiği vurgulanmaktadır.
6. Bölüm algı yönetimi ve manipülasyona
karşı nasıl direnebileceğimizin cevabını aramaktadır. Bunun için üç temel
haslete vurgu yapılmaktadır:
a-Yön bilinci ve asıl düşmanın farkında
olmak
b-Nefsani arzuları ve korku duygusunu
kontrol altına almak
c-Tefekkür ve eleştirel düşünce
becerilerini geliştirmek
Yazar daha sonra eleştirel düşünen
kişilerin özelliklerini açıklar.
Kitapta algı yönetimi ve manipülasyon
sürecinin anlaşılabilmesi için mümkün mertebe fazla örnek sunulmaya
çalışılmıştır. Örnekler sağlık, eğitim, bilim, siyaset, sinema, ticaret ve
İslâm tarihi gibi farklı alanlardan seçilmiştir.
Kandırmanın Kuralları
l. Kural: Amacın
Gizlenmesi:
'Niçin' Sorusunun Sorulmasına İzin
Vermemek
Amacın gizlenmesi en önemli kuraldır.
Kandırma sürecinin amacı 'kandırmak' olduğu için, hiç bir kimseyi 'seni
kandırmak istiyorum' diyerek kandıramazsınız. Bu sebeple algı yönetimi ve
manipülasyon süreci amaç doğrultusunda işletilir ama amaçtan hiç söz edilmez.
Kandırılan kişiye gideceği yol gösterilmeli, ama bu yolun nereye çıktığı
bilgisi saklı tutulmalıdır. Algı yöneticisi ve manipülatör, çoğu zaman, amacı
gizlemek için sahte bir amaç üretir. Kandırılan kişinin istenen yönde harekete
geçmesi, sahte amacın kandırılan kişinin özelliklerine uygun bir şekilde
üretilmesine bağlıdır. Bunun için kandırılan kişi ya da toplumun iyi analiz
edilmesi gerekir. S.22
Amacın gizlenebilmesi için gerçekçi bir
sebebin perde olarak kullanılması ve sahte bir amaç var edilmesi gereklidir.
Halkla ilişkiler ve propagandanın babası olarak bilinen Edward Bernays,
kadınları sigara bağımlısı yapan meşhur kampanyasında amacını ustalıkla
gizleyebilmiştir.
Edward Bemays: Kadınları Sigaraya Başlatan
Adam
1900'lü yılların başlarında Amerika'da
kadınların halk arasında sigara içmesi ayıplanıyor, doğru bulunmuyordu. Ayrıca
kadınların umuma açık yerlerde sigara içmesi bazı yasalarla yasaklanmıştı.
Kadınlar arasında sigara içme oranı oldukça düşüktü (%5 civarında). American
Tobacco Company'nin sahibi George Washington Hill, sigara kullanımının kadınlar
arasında da yaygınlaştırılması halinde, cirosunun büyük bir artış göstereceğini
biliyordu. Bernays'le bunu gerçekleştirmesi için bir anlaşma yaptı. Edward
Bernays, Freud'un ve çeşitli psikologların da görüşlerini aldıktan sonra,
oldukça ilginç bir proje hazırladı. Bir grup feminist kadınla anlaşarak onları
örgütledi. Bu kadınlar New York'ta her yıl yapılan Paskalya yürüyüşüne
katılacak, geçit esnasında jartiyerlerinden çıkardıkları sigaraları yakacaklardı.
Projenin ana teması şuydu:
Kadınlar Amerika'da erkekler tarafından
baskıya uğruyor; özgürlükleri kısıtlanıyordu. Sigara, bu erkek egemen baskıya
karşı başkaldırma anlamına geliyordu. Ayrıca Amerika'nın özgürlüğünü sembolize
eden Özgürlük Heykeli de elinde bir meşale tutuyordu. Kadınların ellerinde
yanan sigaralar da onların erkek egemen düzene karşı 'özgürlük meşaleleri'
olacaktı.
Bernays bir grup gazeteciyle de
anlaşmıştı. Geçit esnasında sigara içen kadınların fotoğraflarını çekecek
kampanyanın teması doğrultusunda haberleştireceklerdi. Kampanya o denli
başarılı oldu ki, 1923 yılında kadınların sadece %5'i sigara içerken bu rakam
1929 yılında %12'ye ve sonraki bir kaç yıl içinde de %35'e çıktı.
2. Kural: Gerçeğe
Yaslanmak:
Yalanın En İyi Koruyucusu Doğrulardır
Manipülasyonun gizlediği amacı görebilmek,
manipülasyon ve algı yönetiminin başarısını düşüreceği için, söylenen yalanın
kalitesi önemlidir. Nitelikli bir yalan içinde her zaman önemli oranda gerçek
taşımalıdır. Marka bir firmayı taklit eden çakma bir ayakkabının gerçeğinden
ayırt edilebilmesinin zor olmasıyla övünen üretici, bu gerçeği ifade
etmektedir.
Yalan büyük, amaç çok önemliyse yalanın
açık gerçeklerin içine dikkatlice yedirilmesi gerekmektedir. Yalan tek başına
durmamalıdır; gerçeklerin arasında yer almalıdır: Aynı şey satış için de
geçerlidir; bir şeyi satmaya çalışıyor gibi yaparsanız, müşteri almamak için
direnebilir ya da en azından sizinle pazarlık eder. Özellikle güçlü
alışkanlıkların değiştirilmesini amaçlayan fikir satışında doğrudan pazarlama
yerinde dolaylı pazarlama yapılmaktadır. Kurbağanın ürkmemesi için bu
gereklidir.
Özellikle fikirler ve ideolojilerin
dolaylı yollardan pazarlanması daha etkilidir. Çocuk eğitimi ile ilgili anne
baba tutumlarının değiştirilmesi sahte amacın gerçekçi nedenlere yaslanarak
pazarlanmasına önemli bir örnektir.
Bu bağlamda kendi kararını kendisi
verebilen(!) özsaygısı gelişmiş çocuklar ile patronların cirosu arasındaki
ilişki incelenir.
3. Kural: Uzmanlık,
Güvenilirlik ve Saygınlık:
Akredite Edilmiş Bilgi
Algı yönetimi ve manipülasyonun başarılı
olabilmesi için dikkat edilmesi gereken üçüncü kural güvenilirlik ve
saygınlıktır. Saygınlık; toplumsal statü, ünvan ve prestij ile ifade edilirken,
güvenirlik; algı yönetmeni ve manipülatörün menfaat ve çıkar için bizimle
iletişim kuruyor görünmemesidir. Güvendiğimiz kişilerin bizim üzerimizde daha
etkili olacağı açıktır.
Bir kişinin güvenini kazanmak uzun bir
zaman alır. Bu, bazen aylar-yıllar gerektirebilir. Uzun yıllardır tanıdığımız
ve tutarlılığına her zaman şahit olduğumuz birisine güveniriz. Ya da bizim için
önemli fedakârlıklar yapmış/yapabilmiş birisi de güvenimizi kazanır.
Tutarlılık ve fedakârlık güven elde
etmenin çok önemli iki yolu olsa da, bunlar uzun zaman alan yollardır. Kimi
zaman pazarlamacıların bu kadar vakti olmayabilir. Böyle durumlarda güven
kazanmanın kısa yolları kullanılır.
Bir kişinin uzman olduğunun, alanında
otorite olduğunun söylenmesi modern çağ insanının kime güveneceğini anlamak
için en sık kullandığı kısa yoldur.
4. Kural: Etkili Bir
Taşıyıcı Bulmak:
Satışın Damarları
Kamuoyunun algılarını yönetebilmek ve
kitleleri manipüle edebilmek için fikirlerin pazarlanacağı etkili taşıyıcılar
bulmak algı yönetiminin bir diğer önemli kuralıdır. Sonuçta üretilen mal her ne
kadar kaliteli olursa olsun, onu müşteriye ulaştıracak iyi bir pazarlama ağına
sahip değilseniz, ürün elinizde çürüyebilir.
5. Kural: Önsatış:
Tarlayı Sürmek
Bazı seminer ve konferanslarda konuşmacı
mikrofona gelmeden önce sunucu konunun önemi ve konuşmacının meziyetleri
hakkında bilgilendirici bir giriş konuşması yapar.
Önsatış, tarlanın sürülmesine
benzetilebilir. Tarlanın sürülmesi, toprağın havalandırılması ve zararlı
otlardan ayıklanması, toprağın ekilmeye hazır hale getirilmesi için gereklidir.
Önsatış kavramı günümüzde sıklıkla
'farkındalık' kavramının içine gizlenmiş bir şekilde bulunuyor. Farkındalık
kazanmak, bilinçlenmek kavramına yakın bir anlamda kullanılıyor. Her gün yeni
bir şey hakkında farkındalığımız arttırılıyor. Bazı kazandığımız
farkındalıklar, aslında bize bir önsatış yapıldığı anlamına gelebilir.
Sözgelimi, mikroorganizmaların sağlığımızı
ne denli tehdit ettiğine ilişkin farkındalık kazandıktan sonra, halılarınızı
antibakteriyel halılarla değiştirmeye, evinizi yeniden antibakteriyel boyalarla
boyamaya hazır hale gelirsiniz. Bu farkındalığı kazanmadan, en az 5 yıl daha
kullanabileceğiniz halıları bir eskiciye verip yenisini almanız size akıllıca
gelmez.
Pazarlama uzmanlarının 'pazarı hazır hale
getirmeyi' amaçladıkları önsatış denilen kavramının üzerinde ayrıntılı olarak
durmak gerekiyor. Özellikle eğitim, sağlık, kozmetik vb. alanlarda önsatışın
yapılmasını zorunlu kılan etmenlerden biri de, gelenekler, örf ve adetler, dini
inanışlardır. Satışa engel teşkil ettiği düşünülen bu etmenlerin etkisizleştirilmesi
önsatışla mümkün olabilir. S.57
6. Kural: Bütünden
Koparmak:
Derede Boğmak
Bütünden koparılmış bilgi, sadece eksik
bilgilenmemiz anlamına gelmez, aynı zamanda düşünce, duygu, davranış ve
tutumların yanlış şekillenmesine neden olur. Körlerin fili tarif ettiği meşhur
hikâye bütünü görmeden yapılan bir tarifin çelişkili, yanlış ve komik olacağını
ortaya koymaktadır.
Bütünü görmek sosyal ve siyasi hadiseleri
doğru yorumlayabilmek için hayati bir önem taşır. Mevlana'nın fil hikâyesi,
sadece kendi deneyimlerimize dayanarak yorum yapmanın ne kadar riskli olduğunu
anlatıyor. Algı yönetmenleri ve manipülatörler, kitleleri bütünden kopartarak,
mikro bir dünyanın içine mahkûm etmeyi amaçlar. Böylelikle kitleler, dokunur,
hisseder ama dokunduğu ve hissettiği şeyin tam olarak ne olduğunu hiç bir zaman
anlayamaz.
Algı yönetmenleri ve manipülatörler bütünü
parçalamak ve sadece seçilen parçayla bizi muhatap kılarak zihinlerimizi
yönlendirmek ister. Gerçekte bize gösterilen parça, kendi içinde olumlu bir
anlama sahip iken, ait olduğu bütünle birlikte görülünce bizim için zararlı,
tehlikeli hatta ölümcül bir anlama gelebilir.
Modern dünyanın eğitim anlayışı, parçalı
ve indirgeyici bir zihin yapısı oluşturuyor. Uzmanlık da aslında günümüzde
puzzle'ın çok küçük bir parçası üzerinde çok fazla bilgi sahibi olmak anlamına
geliyor. Uzmanlar sadece uzmanı oldukları o çok küçük parçanın dışındaki diğer
parçalar hakkında ya hiç bilgi sahibi değiller, ya da yetersiz bir bilgileri
var. Hayatı ve olanları anlamak için bu küçük bilgi parçacıklarını birleştirip
bütünü görmeye çalışmak gerekiyor. Aksi takdirde, algı yönetmenleri ve
manipülatörlerin kurbanı olmaktan kurtulmamız mümkün değildir.
7. Kural: Tekrar:
Sürekli Tekrar
İnsan, bir tanıma göre, unutmak anlamına
gelen 'nisyan' ile aynı kökten gelmektedir. Belki de bu sebeple olsa gerek,
Peygamberlerin bir görevi de 'tezekkür'dür; yani hatırlatmak. Çünkü insan, en
önemli şey olan, hayata gelme amacını bile unutabilir.
Bu gerçeğin farkında olan algı
yönetmenleri ve manipülatörler, seçtikleri bilgiyi, veriyi, haberi, fotoğrafı
sürekli olarak tekrar ederler. Örneğin, Amerika bir ülkeyi işgal etmek
istiyorsa, bir sabah kalktığımızda o ülkenin başkanın yaptığı zulümleri çok
çeşitli kanallardan duymaya başlarız. Belki de haritada yerini bile
gösteremeyeceğimiz bu ülkenin yönetim biçimi, yönetenlerin kişilik özellikleri,
halkın sefaleti, ülkenin hapishaneleri, yaptığı insan hakları ihlalleri vs.
hakkında kısa zaman içinde seminer verecek kadar bilgilendiriliriz. Tekrar
edilen bilgi, bizim için önemli hale gelir.
8. Kural: Bilgiyi
İşlemden Geçirmek:
Ekleme-Gizleme Vurgulama
Algı yönetmenleri ve manipülatörler
enformasyonu kitlelere çoğu zaman işlemden geçirerek sunmaktadır.
Televizyonlarda dinlediğimiz, özellikle politik değeri olan haberlerin hemen
hepsi, bizim o haberi nasıl yorumlayacağımızı da belirleyecek şekilde kurgulanmaktadır.
Algı yönetmenleri bunu, kimi zaman habere küçük bir kavram ekleyerek, kimi
zaman haberdeki küçük bir bilgiyi görmezden gelerek, kimi zaman da haberin
içindeki bir bilginin altını kalın çizgilerle çizerek, vurgulayarak
yapmaktadırlar.
LGBT hareketlerin, Amerika'daki 'Stonewall
İsyanı'nın başladığı tarih olan 28 Haziran'da yaptıkları yürüyüşün adı ise
'Onur Yürüyüşü' olarak isimlendirilmektedir. Bu kavramsallaştırmada, algı
yönetmenleri tarafından dikkatle seçilmiştir; 'Eşcinseller onurlu insanlardır.!'
Türkiye'deki ana akım medya, örneğin,
açık-saçık giyinen sanatçılar için de 'cesur' kavramını kullanmaktadır. Bu
kavram da, bir taraftan bedenini sergilemeyi teşvik ederken, diğer taraftan,
vücudunu, sermayesi şehvet olan patronlara sunmayan kadınları 'korkak' olarak
kodlamaktadır.
Maalesef, Aile ve Sosyal Politikalar
Bakanlığı'nın bile kullandığı 'Aile İçi Şiddet' kavramı da bir algı yönetimine
hizmet etmektedir. 'Aile, içinde şiddetin kol gezdiği tehlikeli bir mekândır'
algısını besleyen bu kavram o kadar sık kullanılmaktadır ki, aile, şiddeti
çağrıştıran bir kurum olarak anlaşılmaya başlanmıştır. Hâlbuki 'Fabrika İçi
Şiddet' diye bir kavramla karşılaşmıyoruz. Erkek şiddeti, kavramını
yerleştirilirken, 'Patron Şiddeti' diye bir kavramsallaştırma söz konusu
olmuyor.
Diğer taraftan, dünyanın atom bombasını
kullanan tek ülkesi olan Amerika 'Özgürlükler Ülkesi' olarak vurgulanırken,
İran 'Nükleer Tehlike' olarak kodlanıyor. Amerika'nın tarihi, tam bir savaşlar
ve başka ülkelerde yapılan darbeler tarihi olmasına rağmen, 'demokrasi'yle
anılmaya devam ediyor ama Ortadoğu için ısrarla 'terörist' vurgusu yapılıyor.
9. Kural: Akla Değil
Duygulara Hitap Etme:
Korku, Öfke, Şehvet
Pazarlama uzmanları iyi bir pazarlamanın
sırrının duyguları harekete geçirmekte olduğunu belirtiyor. Çünkü duyguların
aklı gölgelediğini ve hatta bilişsel süreçleri bir müddet felç ettiğini
biliyorlar.
Algı yönetmenleri ve manipülatörler bizim
düşünmemizi değil, karar verip harekete geçmemizi istemektedir. Bir taraftan
korku, öfke, şehvet duygularını uyarmakta, diğer taraftan ise yönergelerini
iletmektedirler. Duyguların etkisi altında mantıklı düşünemeyen hedef kitle
yönergelere/komutlara açık hale gelmektedir.
'Bal tuzağı' olarak bilinen istihbarat
tekniği, kişilerin şehvet duygusunu tahrik edip, sağlıklı düşünmelerini
engelleyerek bilgi toplamayı amaçlamaktadır. Meşhur 'Vanunu Vakası', şehvet
duygusu kontrol edilemediğinde en dikkatli olması gereken isimlerin bile
avlanabileceğini ortaya koymaktadır.
Psikolojik Dedektiflik ve Liderlerin Kişilik
Haritaları
Uluslararası siyaset tarihi duygusal
zaaflarının mahkûmu olan devlet adamlarının algılarının da başarılı bir şekilde
yönetilebildiğini ortaya koymaktadır. Bunun çarpıcı bir örneği Mısır'ın 1981
yılında öldürülen devlet başkanı Enver Sedat'ın Camp David Anlaşmasını
imzalamasıyla sonuçlanan algı operasyonudur.
American Psychologist dergisinde 1996
yılında yayınlanan bir makale, İsrail'in en çok psikolog yetiştiren ülkelerden
biri olduğunu ifade ediyordu. İsrail psikolog yetiştirmeye niçin bu denli önem
veriyordu. Bunun olası bir cevabı basında yer alan, İsrail'in, dünya
liderlerinin kişilik haritalarını çıkardığı haberlerinde bulunabilir. New York
Times'ta yayınlanan bir makale ise, liderin kişilik analizlerinden yola
çıkılarak, onların hangi olaya nasıl bir politik tepki verebileceklerinin
öngörülebileceğini ifade ediyordu.
10. Kural: Tekasür
Kuralı:
Bütün Dünya Bunu Kabul Ediyor!
Tekasür, Kur'an'daki 102. surenin adıdır.
'Sayısal çokluk' anlamına geliyor. Dönemin Arapları çoklukla övünürlerdi;
çocuklarının çokluğuyla, mallarının çokluğuyla, develerinin çokluğuyla,
kabilelerinin çokluğuyla, atalarının çokluğuyla... Kur'an bunun yanlış bir
tutum olduğuna işaret eder. Pek çok yerde, çokluğun değil, doğruluğun önemli
olduğunu söyledikten sonra, şu çarpıcı uyarıyı yapar: "İnsanların
'çoğuna' uyarsan seni yoldan çıkarır." (En'am Sûresi: 116)
Günümüzde de değişen bir şey yok. Sayılar,
en önemli algı yönetimi ve manipülasyon aracı olmaya devam ediyor.
Algı yönetmenleri, bir satış tekniği
olarak, 'bu ürünü herkes alıyor' argümanına sık sık başvurur. Ürünün çok
satılması, ‹iyi› olduğunun bir kanıtı gibi sunulur. Çünkü insanoğlunun
'çoğunluğun yanında olmak' gibi bir zaafı bulunmaktadır. Pek çoğumuz şöyle bir
mantık yürütürüz: 'Eğer iyi olmasaydı bu ürünü bu kadar kişi almaz; bu
düşünceyi bu kadar kişi savunmazdı.' Hâlbuki bu her zaman doğru olmayabilir.
Yapılan pek çok araştırma, çoğunluğun yanılabileceğine ve yanıltılabileceğine
dair kanıtlar ortaya koymaktadır.
Algı yönetmenleri hedef kitleye yönelik
düşmanca bir tutumun doğal olarak hedef kitlenin defans geliştirmesine sebep
olduğunu bilmektedir. Bu defansı aşmak için mesajın hedef kitlede 'bizden'
duygusunu/düşüncesini oluşturması önemlidir. İkna ve propaganda üzerine çalışan
bilişsel ve sosyal psikologlar konu hakkında pek çok araştırma yapmışlardır.
Bilişsel psikologlar kararlarımızı verirken her zaman uzun uzadıya düşünüp
çıkarımlar yapmadığımızı, bunun yerine kısayollar kullandığımızı
belirtmektedir. Örneğin kavramlar, semboller, kokular, kılık/kıyafet bir
kişi/grup ya da görüş için daha kısa zamanda karar vermemizi sağlayan
kısayollara dönüşmektedir. Birey, mesajın gerekçesi, sonuçları, amaçları
üzerine düşünmektense, mesajın içinde yer alan semboller aracılığıyla mesaj
hakkında 'bizden' kararını verebilmektedir.
Değerlere atıf yapan sembollerin
önkabuller üzerinde maymuncuk işlevi gördüğü söylenebilir. Önkabul kapısının
yavaşça açılmasını sağlayan bu semboller, bünyeyle uyumlu olmayan mesajların da
içeriye girmesini kolaylaştırmaktadır.
12. Kural: Uyanmanın
Bedeli Ağır Olmalı:
Ya Uyu Ya da Uyuyormuş Gibi Yap!
Halkımız, 'doğru söyleyeni dokuz köyden
kovarlar' demiş. Bu söz, algı yönetmenlerinin, doğru söyleyenlere karşı nasıl
bir yöntem takip edeceğini anlatıyor. Diğer bir ifadeyle: Eğer doğruyu
söylemeye niyetliysen; yalnız bırakılmaya, itibarsızlaştırılmaya, dışlanmaya,
itilip-kakılmaya, horlanıp-küçük düşürülmeye, iftira ve hakarete uğramaya da
hazır olmalısın.
Algı yönetmenleri ve manipülatörlerin de
sabrının bir sınırı var! O kadar çaba ve para harcayıp, bizim için dizayn
ettikleri stüdyonun dışına çıkma isteğimiz, onları öfkelendiriyor. Truman
Burbank'ı hatırlayalım. Truman, her istediğini yapabiliyordu; mutlu-mesut bir
hayat sürüyordu. Bu devam edebilirdi de. Tek bir şartla; yönetmenlerin
sınırlarını çizdiği, onun için yarattıkları stüdyoda kalmak şartıyla! Eğer,
Truman bu rüyadan uyanır ve gerçek dünyaya ulaşmak isterse bunun bir bedeli
olmalıydı. Sonuçta onu, yönetmenler, kurguladıkları dünyanın seyirlik bir
malzemesi olarak yaratmışlardı. En ince ayrıntılarına kadar hesaplanarak, büyük
emek ve paralarla hazırlanmış bu dekorun sahte olduğu anlaşılmamalıydı.
Truman'ın bu show'u bitirmeye hakkı yoktu.
Algı yönetmenleri ve manipülatörler
dünyayı bir sahne, insanları rol verdikleri oyuncular olarak görmektedir.
Kendileri bu oyunun tanrılarıdır! Tanrılar, senaryoda ne yazıyorsa onu
oynamamızı, onu söylememizi istiyor. Aksi takdirde Tanrıları öfkelendirmiş
oluruz. Bu öfkenin de elbette ki bir bedeli olmalıdır.
Algı Yönetiminin Anahtar
Kavramı: Özgürlük
Özgürlük, modern Batı medeniyetinin de
üzerine kurulduğu bir kavram olarak özellikle incelenmeye değer. Yaşadığımız
dünyada karşılaştığımız hemen her kötülük, özgürlük ve demokrasiden güç alarak
hayatımızın bir parçası oluyor. Algı yönetmenleri ve manipülatörler en güzel
kavramları, en çirkin işlerin dayanağı kılabiliyor.
Günümüzde sık sık demokrasinin özgürlükle
eş anlamlı olduğu ifade ediliyor. Demokrasi özgürlüğü getiriyor, özgürlük
demokratik kültürü güçlendiriyor. Demokrasi en çok da düşünme, ifade etme ve
örgütlenme özgürlüğü ile ilişkilendiriliyor. Birey olarak varolabilmenin,
kişiliğimizi ve kimliğimizi grup kimliğine feda etmemenin tek yolunun
demokratik özgürlükleri arttırmak olduğu neoliberal perspektif tarafından
evrensel ve tartışılmaz bir doğru olarak takdim ediliyor.
Bize özgür olduğumuzu hissettiren her
eylem, aynı zamanda bizim özgürlük alanımıza müdahaleyi kolaylaştıran bir gedik
oluşturuyor.
Örneğin, haberleşme özgürlüğümüzü
kolaylaştıran ve neredeyse sınırsızlaştıran iletişim teknolojileri aynı zamanda
takip edilebilirliğimizi ve gözetlenebilirliğimizi de arttırıyor. Dünyanın bir
ucundaki kişiye gönderdiğimiz bir mail, web cam aracılığıyla yaptığımız bir
konuşma, sohbet odalarında dâhil olduğumuz bir diyalog, cep telefonuyla
yaptığımız bir görüşme bir taraftan bireye iletişim ve ulaşım özgürlüğünü
yaşatırken bir taraftan da takip edilme, gözetlenme ve kontrol edilme kaygısını
yaşatıyor. Modern birey, dün bir arkadaşıyla yaptığı özel bir görüşmenin, yarın
herhangi biri tarafından herhangi bir yerde önüne konulabileceğini biliyor.
Dahası, çok özel olan bir görüşmenin bir dakika içinde milyonlarca kişi
tarafından bilinip/duyulabileceği bir dünyanın içinde yaşadığımızın
farkındayız.
İnternette bırakılan bütün 'dijital
izlerin' reklam şirketleri, güvenlik şirketleri, siyasi merkezler ya da ticari
merkezler tarafından algoritmasının çıkarılıp 'kişiye özel' reklam ve mesajlara
maruz bırakılabiliyoruz.
Sosyal medya bize en yakınlarımızı bulma
özgürlüğü verirken, başkalarına bizim en yakınlarımızın kimler olduğunu bilme
özgürlüğü de veriyor.
Kredi kartları 'uzaktan alışveriş'
özgürlüğünü ve kolaylığını bizlere sunarken aynı zamanda bütün
harcamalarımızın, eve ne aldığımızın, bir ay içinde yaptığımızın tüketim
profilinin başkaları tarafından analiz edilmesine de imkân
veriyor. Algı yönetimi ve manipülasyon merkezleri bir kişinin bir yıl
boyunca attığı tweetlerin, yaptığı paylaşımların, beğenilerinin analizini
yaparak görmedikleri kişilerin kişilik haritalarını çıkarabilme imkânını
buluyor: Sözgelimi, böylesi kişilik haritası çıkarılmış birinin, olası bir olay
karşısında verebileceği tepki yelpazesi
öngörülebiliyor. Özgürlüklerin sonuna kadar kullanılabildiği bir
dünya diğer taraftan güvenlik problemlerini de peşi sıra beraberinde getiriyor.
Özgür Dünyada Bağımlılık
Modern dünya bireysel özgürlükler temeli
üzerinde yükselmiştir. Bir şeye bağımlı olmama durumuna gönderme yapan özgürlük
kavramı bağımlılık kavramıyla karşıt anlamlara sahiptir. Buna karşın, son 50-60
yıldır psikolojik bozuklukların önemli bir kısmını bağımlılıklar
oluşturmaktadır. Alkol ve madde bağımlılığıyla ilişkili bozukluklar psikiyatrik
bozuklukların sınıflandırıldığı Amerikan Psikyatri Birliği (APA) tarafından
yayınlanan DSM'de ayrı bir kategori oluşturacak kadar geniş bir spektruma
sahiptir.
Modern özgür insanın bağımlılıkları sadece
alkol ve maddeyle sınırlı değildir. İnternet bağımlılığı, oyun bağımlılığı,
televizyon bağımlılığı, kumar bağımlılığı, cinsel bağımlılık, alış veriş
bağımlılığı, marka bağımlılığı, egzersiz bağımlılığı gibi onlarca bağımlılık
şekli türemiştir.
Bu bağımlılıkların önemli bir sebebi de,
hiç kuşkusuz, algı yönetmenleri ve manipülatörlerin çarpıttığı özgürlük
anlayışıdır. Modern dünyanın sınırsız özgürlük anlayışı sınırsız bağımlılıklar
üretmektedir. Geleneklerin, inançların, değerlerin sınırlamasından kurtulmayı
'özgürlük' olarak empoze eden algı yönetmenleri yeni bir kölelik biçimi
oluşturmuşlar; insanları hazza, keyfe, konfora ve teknolojiye bağımlı hale
getirmişlerdir.
İrade ve inisiyatifini hemen hiç
kullanmayan; kendini zevk ve hazzın seline bırakmış bir nesil aynı zamanda daha
sorunlu bir neslin de habercisidir.
Depresyon, kaygı bozuklukları, obezite,
alkol ve madde bağımlılığı, boşanma ve intihar gibi sorunlarla boğuşan Batılı
ülkelerde yeni yapılan araştırmalar gelecekte bu sorunların daha da
yaygınlaşacağını göstermektedir.
Çocuklarımızı ve gençlerimizi tehlikeli
bir dünyaya getiriyoruz. Bu bir bakıma doğaldır. Asıl sorun her türlü kötülüğün
legal koruma altına alınmış olması ve kötülüklere götüren yollara göz yumulması
hatta bu yolların teşvik ve destek görüyor olmasıdır.
Fuhuş, kumar, uyuşturucu, çocukların
cinsel istismarı gibi insanlığı tahrip eden suçların özgürlük ve insan hakları
gibi kılıflar altında yasal koruma altına alınması yer altında yuvalanan bu
karanlık merkezlerin, yer üstündeki legal merkezlerle ilişkisi hakkında önemli
ipuçları veriyor. İnsanlık, bu karanlık güçleri yer üstünde koruyan ve kollayan
legal görünümlü merkezleri sıkıştırmadıkça çocuklarını bu karanlık güçlerin
menfaatlerine kurban vermeye devam edecektir. Bu mücadeleyi vermenin ilk
kurallarından biri müfsid özgürlük anlayışına direnmekten geçiyor. Sadece
kötülüklere değil; kötülüğe götüren yollara, ipuçlarına, anlayışlara karşı da
duyarlı olmalıyız. Çünkü çocuklarımızı, gençlerimizi, erkeklerimizi ve
kadınlarımızı şehvet pazarının malları olarak gören bu karanlık güçler özgürlük,
eşitlik, insan hakları gibi kavramları istismar ederek emellerine ulaşabiliyor.
Bu kavramların istismar edilmesine izin vermek, geleceğimizi bu karanlık
güçlere teslim etmek anlamına gelecektir.
Son olarak ifade etmek gerekir ki
tanıtmaya çalıştığımız kitapta Irak ve Suriye’yi kan gölüne çeviren Şiî İran’ın
politikalarını belirleyen Takiye(1) anlayışına temas
edilmemesi önemli bir eksiklik olarak göze çarpmaktadır.
Mehmed Zahid Aydar
Mîsak Dergisi
Sayı: 355 / Haziran 2020
_____________
1- Bakınız; Serdar Demirel, Şia
Rivayet Kültüründeki Derin Paradoks: Takiyye, Rıhle Kitap İst 2016, Kitap
tanıtımı için; Mehmed Zahid Aydar, Mîsak Dergisi Sayı: 317