Geçmişte yüzyıllar boyunca uygulama alanı bulan ve bu tecrübelerin içinde önemli bir yer tutan ‘Ahîlik’ sistemi, bünyesinde edebî, tarihî, sosyal ve iktisadî açıdan çok zengin bir birikimi ihtiva eden bir sistemdir. Öyle ki, İbn Battuta ve Evliya Çelebi gibi meşhur seyyahlar, seyahatnamelerinde Ahîlik teşkilatına büyük bir bölüm ayırmıştır. Dönemin diğer sözlü ve yazılı edebî ürünlerinde de sıkça Ahîlikten söz edilmektedir. Bilindiği gibi Ahîlik, Osmanlı’nın kuruluş yıllarında, devletin iktisadî bir geleneğe yaslanması bakımından önemli rol üstlenmiştir. Dönemin toplumsal yapısındaki gelişmeler ve değişmeler de Ahîlikle yakından ilgilidir. Bu sayımızda Dr. İsmet Uçma’nın “Bir Sosyal ve Siyaset Kurumu Olarak Ahîlik’ isimli eserini tanıtmaya gayret edeceğiz.
Bir Sosyal Siyaset
Kurumu Olarak Ahilik
|
Önsöz
Geçmişte yüzyıllar boyunca uygulama alanı
bulan ve bu tecrübelerin içinde önemli bir yer tutan ‘Ahîlik’ sistemi,
bünyesinde edebî, tarihî, sosyal ve iktisadî açıdan çok zengin bir birikimi
ihtiva eden bir sistemdir. Öyle ki, İbn Battuta ve Evliya Çelebi gibi meşhur
seyyahlar, seyahatnamelerinde Ahîlik teşkilatına büyük bir bölüm ayırmış olup
dönemin diğer sözlü ve yazılı edebî ürünlerinde de sıkça Ahîlikten söz
edilmektedir.
Yine Ahîlik, Osmanlı’nın kuruluş
yıllarında, devletin iktisadî bir geleneğe yaslanması bakımından önemli bir rol
üstlenmiştir. Dönemin toplumsal yapısındaki gelişmeler ve değişmeler de
Ahîlikle yakından ilgilidir. Böyle geniş bir yelpazede incelenebilecek olan
Ahîlik, hiç şüphesiz ki iktisat bilimine kaynaklık edecek tarihsel örneklerin
de başında gelmektedir. Ahîlik, geçmişte iktisadî faaliyetleri düzenleyen ve
denetleyen bir kurum olması bakımından da diğer ilimlere nazaran iktisatla daha
sıkı bir ilişki içindedir. Nitekim bu çalışmada da Ahiliğin daha çok sosyal,
siyasal ve iktisadî yönleri ön plana alınmış olup bugüne kadar yerine daha
iyisi konulamamış olan bu tecrübenin günümüze örneklik edeceği noktalar
üzerinde durulmuştur.
Giriş
Anadolu’ya gelen Türkler, sosyo-ekonomik
gereksinimlerini karşılamak amacıyla, XIII. yüzyılda, -daha önce var olan
kurumlardan da yararlanarak- kendilerine özgü bir kurum olan Ahiliği
kurmuşlardır.
Yüzyıllar boyunca Anadolu Türk toplumunun
hayatında önemli bir yer işgal eden bu kurum, Türk esnaf ve sanatkârlarına iş
imkânı yaratmak, yerli Bizans esnaf ve sanatkârlarıyla rekabet şartlarını
hazırlamak; iş, meslek ve sanat ahlâk ını yerleştirmek, toplumu ekonomik açıdan
güçlendirmek, ihtiyaç sahiplerine yardım etmek, ülke savunmasına katkıda
bulunmak gibi sosyo-ekonomik, siyasal, kültürel ve ahlâk î amaçlar taşımakta
idi.
Başlangıçta dinî, ahlâk î ve siyasî
özellikleri ağır basmakla birlikte, zaman içinde sosyo-ekonomik bir nitelik
kazanan ve dolayısıyla da bu fonksiyonları ile öne çıkan Ahîlik kurumu,
çalışmayı adeta ibadet telakki etmiş ve böylece Anadolu ekonomisinin
gelişiminde çok büyük bir rol oynamıştır. Bu anlamda Ahîlik, iş hayatını ve iş
ahlâk ını düzenleyip disipline etmek; toplumların yarınlarını güvence altına
almayı ve muhtaç duruma düşenlere yardım sağlamayı gaye edinen önlemler demeti
denebilecek sosyal güvenlik sorununa çözüm getirmek; esnaf ve sanatkârlar
arasında birlik-beraberlik ve dayanışma ruhunu güçlendirmek; yardım sandıkları
ve vakıflar kurmak suretiyle kendi üyelerinin dışında diğer yoksul insanlara da
yardımda bulunmak; asayişe yardımcı olmak; eğitim ve kültüre katkılarda
bulunmak gibi kültürel, ekonomik, eğitsel, siyasal, askeri ve toplumsal
işlevler görmüştür.
Bir kurumun gereği gibi anlaşılabilmesi,
söz konusu kurumun ortaya çıktığı zaman, mekân ve şartların iyi etüt edilmesine
bağlı olduğundan, Ahîliğin anlaşılmasına katkıda bulunmayı amaçlayan bu
çalışmada da ‘ahî’ adının kökeninden başlanarak Ahîlik kurumunu doğuran faktörler
ile bu kurumun etkileşim içerisinde bulunduğu kendinden önceki kurum ve
kuruluşlar incelenmiş, Ahiliğin ortaya çıkış süreci, kurulup gelişmesi ve
tarihi gelişimi ile iç ve dış etkilerden kaynaklanan çözülme süreci ele
alınmıştır. Bu bağlamda, kurumun kurucusu kabul edilen Ahi Evren’in hayatı,
faaliyetleri, mücadeleleri, fikir ve eserleri de irdelenerek Ahiliğin tarihsel
arkaplanı hakkında bütünsel bir resim elde edilmeye çalışılmıştır. Daha çok
tarihçe ile ilgili bu bölümleri, kurumun idari ve örgütsel yapılanmasının, ilke
ve esaslarının, işleyiş esas ve usullerinin, sosyo-kültürel, sosyo-ekonomik,
siyasal, askeri, eğitsel fonksiyonları ile Anadolu Türk toplumunda üstlendiği
işlevlerin incelendiği bölümler izlemiştir. Buradan da, karşılaştırmalar yoluyla
geçmişten günümüze ve güncel uygulamalara göndermeler yapılmak suretiyle
ekonomik, sosyal, siyasal, kültürel, eğitsel ve ahlâkî boyutlarıyla Ahiliğin
oluşturduğu sistemden çağdaş iş hayatı ve çalışma ahlâk ı konularında nasıl
yararlanılabileceği irdelenerek konu bağlanmıştır.
Bu çalışmada ‘Bir Sosyal Siyaset
Kurumu Olarak Ahîlik’ konusunun seçilmesi, böylesine önemli ve köklü
bir kurumun anlaşılmasına katkıda bulunma ve günümüz sosyal politikaları
çerçevesinde iş ve çalışma hayatına uyarlanıp uygulanabilecek ilkeleri ortaya
koyma istek ve düşüncesinden kaynaklanmıştır.
Çalışma; Önsöz, Giriş, ‘Anlam ve
Tarihçe’, ‘Ahi Evren ve Ahiliğin Kendinden Önceki Kurumlarla İlgisi’,
‘Ahîlik Kurumu’, ‘Ahîlik ve Sosyal Siyaset İlişkisi’ olmak üzere
dört bölüm ve ‘Sonuç’tan oluşmaktadır.
‘Anlam ve Tarihçe’ başlıklı
birinci bölümde; Ahiliğin kelime, ıstılah ve kurum anlamı, ortaya çıkışı,
gelişmesi, Osmanlı’nın kuruluşundaki rolü ile Osmanlı toplumundaki yeri ve
etkinliğini kaybedip çözülmesini içeren tarihçesi üzerinde durulmaktadır.
‘Ahi Evren ve Ahiliğin Kendinden Önceki
Kurumlarla İlgisi’ başlıklı ikinci
bölümde; Ahi Evren’in hayatı, eserleri, meşrep ve mezhebi ile Ahiliğin
kendinden önceki kurumlarla -özellikle Fütüvvet ililişkisi ele alınmıştır.
‘Ahîlik Kurumu’ başlıklı
üçüncü bölümde Ahiliğin örgüt yapısı, temel ilkeleri, yönetim biçimi ve
işleyişi incelenmiştir.
‘Ahîlik ve Sosyal Siyaset İlişkisi’ başlıklı
son bölümde ise; Ahiliğin dini, ahlâkî , ekonomik, sosyo-kültürel, eğitsel,
siyasal ve askeri fonksiyonları geniş anlamda sosyal siyaset çerçevesinde ele
alınmış ve bu fonksiyonların günümüz sosyal siyaset uygulamalarıyla bir
karşılaştırılması yapılmıştır.” S.19-21
1. Bölüm
Ahî Kelimesinin Lügat,
Istılah ve Kurum Anlamı
Lügatte ‘kardeşim’ anlamına gelen
ahî kelimesi Arapça’dır.
Ahîlik kurumuna isim olan kelimenin kökeni
hakkında belli başlı iki görüş bulunmaktadır:
a) Kökeninin ‘kardeş’ anlamındaki
Arapça eh/ah kelimesi olduğu,
b) Kökeninin ‘cömert/ eli açık’ anlamına
gelen Türkçe akı kelimesi olduğu.
Yazar bu iki iddianın sahiplerini ve
gerekçelerini inceler.” S.22-31
Istılah Anlamı
Ahîlik kurumu, XIII. yüzyılın ilk
yarısında Anadolu’da Türklerce kurulup Balkanları ve Kırım’ı içine alacak kadar
da yaygınlık kazanarak XVIII. yüzyılda ‘gedik’ haline dönüşen ve sosyal,
siyasî, ekonomik ve ahlâkî ilkeler çerçevesinde faaliyet gösteren esnaf,
sanatkâr ve meslek sahiplerinin oluşturdukları birliğe verilen isimdir.
Kurum Anlamı
Kökeni, büyük oranda, otuz dördüncü Abbasi
Halifesi en-Nâsır li-Dînillâh tarafından kurulan Fütüvvet Teşkilatına
dayanmakla birlikte, ondan farklılaşmış ve yalnız Anadolu Türklerine mahsus bir
hale gelmiş olmasından dolayı ‘Türk Fütüvvet Hareketi’ denilebilecek
Ahîlik kurumu, Anadolu Selçuklu Devleti zamanında XIII. Yüzyılda kurulup XX.
yüzyıla dek, köylere varıncaya kadar Anadolu Türk toplumunda varlığını
kesintisiz bir biçimde sürdüren; Türk toplumunun birlik ve beraberliğini, refah
ve düzenini sağlayacak ve halkın maddi-manevi ihtiyaçlarına karşılık
verebilecek tarzda örgütlenen; esnaf ve sanatkâr kuruluşlarının eleman
yetiştirme, işleyiş ve kontrollerini düzenleyen; amaç ve çalışma tarzı
açısından topluma hizmet sevdası ve aşkıyla, bir tür özel yönetmelik
sayılabilecek ahi şecere ve fütüvvetnameleri ile belirlenmiş iş-meslek-ahlâk
disiplini ve şeyh, usta, kalfa, çırak, yamak hiyerarşisi içerisinde çalışmayı
bir tür ibadet telakki eden, sınaî, ticari, askeri, ekonomik, toplumsal,
eğitsel ve kültürel faaliyetlerde bulunan bir sivil toplum kuruluşudur.” S.32
Ahîliğin Kökeni
“Özellikle Fuad Köprülü’nün Anadolu
Ahîlerinin İsmail’i Bâtınilerden sayılması gerektiği görüşüne karşı çıkan
Frederic Giese, Türk fütüvvetnamelerinde ilk üç halifeye [Ebûbekir, Ömer,
Osman] önemli bir mevki verilmesini, Arapça fütüvvetnamelerde ise buna hiç
rastlanmamasını kanıt olarak ileri sürmektedir. Bazı araştırmacılar da, Ehl-i
Sünnet âlimlerinin eleştirilerine hedef olmamalarını ve Sünni kaynakların
fazilet ve meziyetlerini aktarmakta birleşmiş olmalarını, ahilerin Bâtıniler ve
Gulat-ı Şia [Aşırı Şii Fırkalar] gibi Ehl-i Sünnet’e aykın bir yol
tutmadıklarının delili saymaktadırlar.” S.33
“Ahîliğin bir yerden aynıyla kopya
edilerek kurulmuş bir teşkilat ya da tarikat olmayıp daha ziyade sosyo-ekonomik
bir zorunluluktan, yerleşilen yeni yurtta yaşam savaşının kazanılması
çabasından veya sahip oldukları inanç ve kültürün etkisiyle ortaya çıkan
orijinal bir Türk-Anadolu sentezi olduğunu düşünmek daha uygun olur. Zira
Müslüman olduktan sonra Araplar ve Farslarla içiçe yaşamaya başlayan Türklerin,
İslâm’dan, Arap ve Fars kültüründen hiç etkilenmediklerini, dolayısıyla bir
Türk kurumu olan Ahiliğin büsbütün orijinal olduğunu iddia etmek de uygun
olmasa gerektir.” S.35
Ahîlik Kurumunu Doğuran
Faktörler
“Her ne kadar doğmasına yol açan gerçek
faktörler tam olarak tesbit edilemese de, her kurum gibi Ahiliğin de ortaya
çıkması bir rastlantı olamaz; mutlaka bu sonucu doğuran sosyolojik bir altyapı
olmalıdır. Bu altyapıyı şöyle değerlendirmek mümkündür:
Anadolu’nun Müslüman Türk ahali tarafından
iskânıyla birlikte ticaret ve sanat da gelişerek bu coğrafyada topyekün bir
kalkınma hamlesi başladı. Birikim ve zenginliğin artmasıyla dışarıdan pek çok
bilim, sanat ve teknik adamı Anadolu’ya geldi. Bir bakıma büyük bir beyin göçü
olarak değerlendirilebilecek bu süreç, yeni projelerin hayata geçirilmesini
motive eden itici bir enerji kaynağı oldu. Sanayi ve teknoloji, günün şartları
çerçevesinde ileri bir düzeye ulaştı; yeni gelenlerin birikiminin eklenmesi,
sosyal ve ekonomik gelişmeyi daha da hızlandırdı.
Nitelik ve niceliği artan üretimdeki
fazlalık, bunların dışarıya ihracını gündeme getirdi. Dolayısıyla komşu ülkeler
arasında savaş yerine barışın egemen olması, karşılıklı diyalog, asayiş ve yol
güvenliğinin sağlanması kaçınılmaz oldu. Bütün bunların devamını ve
organizasyonunu sağlamak için bir kuruma ihtiyaç duyuldu. Bunun sonucunda,
Anadolu Türkleri, zaten var olan fütüvvet geleneğinden de istifade ederek ‘Anadolu
Türk Fütüvvet Hareketi’ denilebilecek, kendilerine özgü Ahîlik
kurumunu ortaya çıkardılar.” S.36
Ahiliğin kuruluşunu sağlayan önemli
etkenleri şöyle sıralamak mümkündür:
Akilik ve alplik /gazilik ülküsü, yerleşik
hayata geçişin zorunlulukları, sanat ve sanatkarları, koruma gereksinimi,
dayanışma ve yardimlaşma ihtiyacı, asalaklıkla mücadele düşüncesi ile
kurulmuştur.
Ahiliğin Kurulması
Büyük oranda göçebe olan Türkler, İran’ı
işgal ederek Anadolu’ya dayandılar. Ardından Malazgirt’te Bizans ordusunu
hezimete uğratarak Anadolu’ya yerleşmeye/yerleşik hayata geçmeye başladılar.
XIII. yüzyılda Moğolların, o dönemin en
gelişmiş ve mamur şehirleri arasında bulunan Buhara, Semerkant, Taşkent, Belh,
Merv gibi büyük şehirleri yerle bir etmeleri üzerine, buralarda yaşayan tüccar,
esnaf ve sanatkârlar -ölüm korkusuyla- Anadolu’ya akın ettiler. Bu büyük göç
dalgasının ardından yerleşik hayata geçiş ve şehirleşme iyice hızlandı. Yeni
gelenler, hem Bizanslılara, hem de Moğollara karşı örgütlenmek zorundaydılar.
Çünkü Bizanslı esnaf ve sanatkârla ancak kendi esnaf ve sanatkârlarını
örgütleyerek rekabet edebilir, Moğol saldırılarına da ancak halkı savaşa hazır
duruma getirmekle karşı koyabilirlerdi. Bu ve benzeri sebeplerden dolayı
Ahiler, tehlikelere karşı koyabilme yeteneklerini artırmak üzere hem mali, hem
de askeri açıdan toplumu örgütleme çabasına girdiler.
O dönemde toplumun sosyo-ekonomik ve
kültürel düzeniyle ilgilenmekte olan Ahi Evren, Kayseri’de (M. 1205’te) veya
Kırşehir’de, Türk esnaf ve sanatkârlarını örgütleyerek Ahîlik kurumunu fiilen
kurmuş oldu. Ahiliğe merkezlik yapmış olan Kayseri, bu nedenle gerek
Selçuklular, gerekse Osmanlılar döneminde esnaf kolonisi olarak kalmayı
başarmış; yalnız Anadolu’nun değil, doğu ile batı arasındaki geçişi sağlayan
geniş bir coğrafyanın da ticari merkezi haline gelmiştir.” S.38
Ahîliğin Tanınmasında
İbn Battuta’nın Yeri
“Ahiliğin tanınması hususunda özel bir
yeri bulunan İbn Battuta, Ahîlik kurumu ve ahilerin ilişki ve etkinliklerinin
geniş kitleler tarafından tanınmasını ve bilinmesini sağlayan ilk ve en önemli
kişidir. Onun bu konuda verdiği bilgiler hem güvenilir hem de doyurucu
niteliktedir.” S. 39
“Ege, Marmara, İç ve Doğu Anadolu
bölgelerindeki şehir, kasaba ve köyleri dolaşmış olan -ki bütün bu bölgelerde
yaşayan halkın büyük çoğunluğu Türk/ Türkmen, dilleri de Türkçe idi. -İbn
Battuta’nın yazdıkları Ahîlerin Antalya’dan Sinop’a kadar- (köylere varıncaya
dek) Anadolu’nun her tarafına yayıldıklarını ve faaliyette bulunduklarını
göstermektedir. Yine bu alıntılardan anlaşılmaktadır ki; ahiler toplumda etkin
bir konumda bulunuyorlardı. İbn Battuta’nın Ahîlik ve ahilerle ilgili olarak
ilk elden verdiği bilgiler, gerek Ahîlik ve ahiler, gerekse de o dönemin
ekonomik ve sosyal hayatının aydınlatılması konusunda en önemli kaynaktır. Ahî
kelimesinin kökeni, ahilerin kimler olduğu, giyim-kuşamları, âdetleri, gelenekleri
ve yaşantıları hakkında bilgiler içeren bu seyahatnameye göre ahiler; her köy,
kasaba ve şehirde zaviyeler kurmuş, odalar açmış, bu zaviye ve odalarda çok
çeşitli hizmetlerde bulunmuşlardır. Şöyle ki: Ahiler memleketlerine gelen
yabancıları karşılar, onlarla ilgilenir; yiyecek-içecek, giyecek ve
yatacaklarını sağlar, bineğe varıncaya kadar tüm ihtiyaçlarını giderir, onları
koruyup kollarlardı. Bunlar kendi aralarında tekke yaptırarak dayayıp döşerler;
tüm ihtiyaçlarını karşılarlar; kazançlarını getirip önderlerine verirlerdi; bu
para ile tekkenin ve misafirlerin ihtiyaçları karşılanırdı. Misafir olmadığında
bile bir araya gelip topluca yer-içer ve eğlenirlerdi. Bu zaviyelerin
devamlılığını sağlamak için de vakıflar kurmuşlardır.” S.45
Ahiliğin Osmanlı
Devleti’nin Kuruluşundaki Rolü
“Ahîlik kurumunun ve ahilerin Osmanlı
Devleti’nin kuruluşunda ne ölçüde rol oynadıklarının izah edilebilmesi için
Osmanlı Devleti’nin kurucusu sayılan Osman Gazi ile onun kayınpederi olan Şeyh
Ebali’nin ahîlerle ilişkisinin ortaya konulması gerekir. Ahî Edebali’n Söğüt’e
gelmeden önce Ahî Evren zamanında Kırşehir’de yaşadığını bildiren birtakım
belgeler bulunmaktadır. Hatta Ertuğrul Gazi ile Şeyh Edebali’nin özel
olarak Söğüt’e birlikte gönderildiği ve yerleştirildiği bile iddia
edilmektedir.
Ahi Evren’in, Hacı Bektaş-ı Veli ile
birlikte Osman Bey’in kılıç kuşanma törenine katıldığına, Osman Gazi’nin
yanında bulunan Hasan ve Turgut Alp ile Kara Halil’in ahilerden olduklarına,
ayrıca Osman Gazi’nin, Ahîlik kurumunda kullanılan ‘yol atası , yol kardeşi’
tabirlerinden hareketle ‘yol arkadaşı’, ‘yoldaş’ denilen çevik gençlerle
seferlere çıktığına dair bir takım bilgiler bulunmaktadır; hatta sağlam delil
ve belgeler olmamakla beraber bizzat Osman Gazi’nin de ahi olduğu şeklinde iddialar
mevcuttur.”
“Küçük bir aşiretten müteşekkil olan
Osmanlı’nın kısa süre içerisinde büyüyüp güçlenmesini, Ahîlik kurumunun mahalli
reisi olan Şeyh Edebali’nin Göçebe Bey [Osman Gazi] ile halk arasında bir bağ
oluşturarak, içlerinde her sınıf ve meslekten insanların bulunduğu kalabalık
bir taraftar kitlesini celp etmesine bağlayanlar olduğu gibi, Osmanlı
Devleti’nin yalnızca Osman Gazi’nin dört yüz çadırlık aşiretiyle değil, uzun
zamandan beri Anadolu’da yerleşmiş bulunan Ahîlik kurumuna bağlı, nizam ve intizama
alışmış Türklerce kurulduğunu ve bu kuruluşta en büyük rolü de ahilerin
oynadığını ileri sürenler de vardır. Fuad Köprülü de ahiler için, ‘Böyle
bir kurumun, hele anarşi devirlerinde nasıl bir kuvvet ve lüzum kazanacağı
meydandadır. İdare şeklinin inkişaf etmemiş olduğu o devirlerde, küçük
kasabalarda, devlet kuvvetini değil, fakat en mühim olan mahalli halk idaresini
temsil eden onlardı’ diyerek, kriz dönemlerinde ve devletin yeniden
teşkilatlanması esnasında ahilerin önemli roller icra ettiklerini ifade
etmektedir.
Ahîlik kurumu, mensubu olan gençlere
sanatın yanı sıra askeri eğitim de vermekteydi. Devlet idaresi zaafa
uğrayıp da anarşi baş gösterdiğinde, ahi reislerinin devreye girip şehir
idaresini ellerine aldıkları, herhangi bir otorite boşluğuna meydan
vermedikleri ve her karışıklığı önledikleri dikkate alınırsa, Ahîlik kurumu
mensuplarının hem Osmanlı Devleti’nin kuruluşunda, hem de Osmanlı ordusunda
görev aldıkları düşünülebilir. Nitekim ahilerin giydikleri serpuşların daha
sonra Yeniçeriler tarafından giyilmesi de bunun bir kanıtı sayılabilir.” S.48
Ahîliğin Gedik ve Lonca
Haline Dönüşmesi ve Etkinliğini Kaybedip Çözülmesi
“Ahîlik kurumunun bir uzantısı olan
Osmanlı Devleti’ndeki esnaf ve sanatkârlar teşkilatı zaman içerisinde
‘loncalar’haline dönüşmüş; XVII. Yüzyılda da bunlara ‘gedik’ denilmeye
başlanmıştır. Türklere özgü bir kurum olarak ortaya çıkan ve Anadolu’ya
yerleşen Türklerin burada kök salmasını temin etmiş olan Ahîlik, kurumsal
yapısıyla gayet önemli görevler ifa etmiş ve XVII. Yüzyıla kadar da bu
özelliğini devam ettirmiştir. Ancak XVII. Yüzyıldan itibaren Müslümanlar ile
gayr-i müslimler ortak iş alanlarında çalışmaya başlamışlar, bunun sonucu
olarak da mevcut kurumsal yapının nitelik ve işlevinden çok da farklı olmayan
‘gedik’ adlı yeni bir iktisadi organizasyon ortaya çıkmıştır. Türkçe bir sözcük
olan ‘gedik’, ‘tekel ve imtiyaz’ anlamına gelir. Hukuki çerçevesiyle ‘gedik’,
bu statüye sahip olanların işledikleri işi başkalarının işleyememesi ve
satacağı şeyi başkalarının satamaması şartıyla devlet tarafından verilen
senetteki hükümlerin kullanılmasını ve yürütülmesini ifade eder. ‘Gedik’
kelimesinin resmi olarak ilk kullanımı III. Ahmed dönemine rastlar. Tekel
usûlünün başlangıcı olan M. 1727 yılında esnafın sayısı ‘ustalık’ adıyla
sınırlandırılmışsa da, sonraları ‘gedik’ ismini almış ve ‘gedik’ terimiyle
‘sanat aletleri’ kastedilir olmuştur. Zira esnaftan biri sanatını bırakarak
ustalık hakkını esnaf içinden yetişmiş bir kalfaya devrettiğinde, alet ve
edevatını da devrederdi. Böylece esnaf arasında ustalık hakkıyla devredilen
sanat aletlerine de ‘gedik’ denilmeye başlanmıştır. Zamanla sözcüğün anlamı
daha da genişleyip farklılaşmış ve ustalık hakkı ile sanat alet ve edevat
birleştirilerek hem ustalık hakkının devredilmesi, hem de sanat ve ticaretin
genişletilmesi gayesiyle hariçten bazı kimselerin de sanat ve ticaret
yapmalarına izin verilmesi ‘gedik’ olarak adlandırılmıştır. Devir veya yeni
kayıt yoluyla bu izni elde edenler ise ‘gedik sahibi’ esnaf defterine
kaydedilmiştir. Netice itibariyle ‘gedik’, sanat ve ticaret icra edebilme
yetkisi haline gelmiştir.
Gedik ve loncaların başlıca görevleri;
üretilecek ve satılacak malların kalitesinin düşmesini önlemek, üretimde
standardizasyonu sağlamak; işçileri, ticaret ve iş ahlâk ını korumak, kalifiye
eleman yetiştirmek, karaborsacılığı önlemek, fiyatları tesbit etmek, malı
değerlendirmek ve bu değerin devamlılığını temin etmek, üretim-tüketim
dengesini sağlamak, işçi haklarını korumak, zamanı geldiğinde işçiyi bağımsız
sermaye sahibi yapmak, üretilen malları en kısa yoldan ve aracısız olarak
tüketiciye ulaştırmak, üretimde ve malın piyasaya sürülmesinde esnaf arasında
birlik kurulmasına çalışmak şeklinde özetlenebilir. S.54
Ahîliğin Çözülme
Nedenleri
a- İç Nedenler
Gerek Selçuklu Devleti’nin yıkılmasıyla
ortaya çıkan otorite boşluğu döneminde Anadolu’nun güvenliğinin sağlanmasında;
gerekse Osmanlı Devleti’nin kurulması aşamasında çok önemli roller üstlenen;
devletin kurumlaşıp oturmasından sonra siyasal fonksiyonuna ihtiyaç kalmadığı
için yalnızca hayırsever esnaf kurulları şeklinde varlığını sürdüren Ahîlik
kurumunun Osmanlı esnaf ve sanatkârları üzerindeki etki ve etkinliği, XV.
Yüzyılın ikinci yarısından itibaren hissedilir biçimde azalmıştır. Buna, kısmen
imparatorluğun uyguladığı merkeziyetçi politikanın, kısmen de Ahiliğin
gizliliğe dayalı yapılanmasının ve dolayısıyla idari sisteme ayak uyduramamasmın
neden olduğu söylenebilir. Nitekim bu tarihten itibaren Osmanlı esnaf ve
sanatkârlarına, merkeziyetçi politikaya uyum sağlayabilen, yönetimin gözetimine
sürekli açık, üst yöneticileri padişah beratıyla atanan ‘Lonca Teşkilatı’ egemen
olmuştur.” S.55
b- Dış Nedenler
“Batı sanayii, dışarıdan daha fazla
hammadde alıp dışarıya mümkün olduğunca mamul madde satmak şeklinde
özetlenebilecek merkantil politika ile Anadolu’ya yönelmişken, Osmanlı
Devleti’nin buna karşı önlemler almamakla kalmayıp, kapitülasyon adıyla yabancı
tüccarlara çeşitli ayrıcalıklar tanıması ve bunları gitgide genişletmesi
Ahiliğin çözülüşündeki en önemli faktörlerden biridir. Elde ettiği
kapitülasyonlarla Osmanlı esnaf ve sanatkârları karşısında avantajlı duruma
geçen Batı sanayii Anadolu pazarlarını gitgide ele geçirmeye başlamış, standart
üretim tekniğini değiştirmeyen ve pek çok tahditlerle sınırlandırılması devam
eden yerli sanayi ise, önceleri kendisiyle aynı üretim tarzını uygulayan, fakat
sanayi devrimiyle birlikte önündeki sınırlamalar kalkan ve seri-kütlevi üretime
geçen Batı sanayii ile rekabet edebilme gücünü yitirmiştir. Ayrıca Batı
sanayiinin artan hammadde ihtiyacı karşılanırken iç tüketimdeki azalmanın göz
ardı edilmesi, yerli sanayii darboğaza itmiştir. Para arzının çoğalmasıyla
Batı’daki fiyatların genel seviyesinin Osmanlı’dan daha yüksek bir hale
gelmesi, Osmanlı sanayi hammaddelerinin Batı’ya akmasına yol açmıştır. Zaten
yetersiz olan hammaddelerin Batı’ya satılması, yerli sanayide kullanılacak
maddelerin fiyatlarının artmasına ve üretimin daralmasına neden olmuştur.
Özellikle 1838 tarihli Türk-İngiliz
Ticaret Antlaşması, devlete ithalatı denetim altında tutma imkânı veren tekel
(Yed-i Vâhit) yöntemini ortadan kaldırarak ithalatın büsbütün kontrol dışı
kalmasına neden olmuştur. Böylece Osmanlı toprakları adeta bir açık pazar
halini almış, esnaf ve sanatkâr kuruluşları dağılıp Osmanlı sanayi üretimi
çökmüştür.” S.58
2. Bölüm
Ahî Evren ve Ahîliğin
Kendinden Önceki Kurumlarla İlgisi
“Hâzâ Fütüvvet-i Ahî Evran adlı yazma
eserde, Ahi Evren’in H. 830 tarihinde Kırşehir’e yerleşip Orhan Gazi zamanında
93 yaşında vefat ettiği; Ebû İshak, Geyikli Baba, Hacı Bektaş-ı Veli ve Abdal
Musa ile çağdaş oldukları bildirilir.” S.67
“Ahî Evren, bugüne kadar tesbit edilen
eserlerinin hiçbirinde adını anmamıştır. Kendisinden ‘bu fakir’, ‘bu za’îf’ vb.
tabirlerle bahsetmiştir. Ancak, bazı eserlerinde kendisinin kelâmcı olduğuna
işarette bulunmuş ve adının Mahmud olduğunu örtülü bir biçimde ifade etmiştir.
Bu konudaki en son araştırmalara göre ise
tam adı Şeyh Nasîruddîn Ebu’l-Hakâyık Mahmud bin Ahmed el-Hoyî’dir.
Babasının ismi Ahmed’dir; annesine
de ‘Kadın Ana’ denilmektedir. Anadolu’da daha ziyade Ahi Evren
adıyla bilinir. Hoylu olması İranlı olduğu olabileceği iddialarını da gündeme
getirmiştir. Ancak bu, onun İranlı Fars olduğunu göstermez. Hoy ve çevresi,
Sultan Tuğrul zamanından beri Türkmen yerleşim bölgesi olduğundan, Ahi Evren’in
Türk asıllı olması, karşımıza en güçlü ihtimal olarak çıkmaktadır.
Kesinliği tesbit edilememekle birlikte M.
1171 tarihinin doğru olması mümkün görünmektedir.” S.69
Anadolu’ya Gelişi ve
Kayseri’ye Yerleşmesi
“Birçok farklı iddiaya rağmen Ahi Evren’in
Anadolu’ya geliş tarihi tam olarak tesbit edilebilmiş değildir.
Refik Soykut, Ahî Evren’in, kabilesi ile
birlikte Anadolu’ya göçerken M. 1236‘da (H. 634) yolda, Baykan civarında
doğduğunu söylerken; Neşet Çağatay, M. 1203 (H. 600) yılında Sadruddin
Konevi’nin babası Mecduddin İshak’ın delaletiyle Evhaduddin Kirmani ve Muhyiddin
ibn Arabî ile birlikte Anadolu’ ya geldiğini öne sürmektedir.” S.71
“Yerleştiği Kayseri’de Ahîlik kurumunu
kuran, devletin himaye ve desteğiyle sanatkârların sanatlarını icra etmeleri
için bir sanayi sitesinin kurulmasına önayak olan Ahi Evren, bu sitenin
ortasındaki cami ve hankâhında teşkilat mensuplarına dinsel ve düşünsel eğitim
de vermekteydi. Ahlakın, sanat ve misafirperverliğin birleşimi olan Ahîlik
zamanla öylesine saygın bir konuma ulaştı ki, yüzyıllarca esnaf ve sanatkârlara
istikamet verdi. Yeniçeriliğin kuruluşunda Hacı Bektaş töreleriyle birlikte
önemli bir etken oldu. Devlet adamları bile bu teşkilata girmeyi onur saydılar.
I. Alâeddin Keykubat’ın ahileri himaye etmesi neticesinde Ahîlik tüm Anadolu’ya
yayıldı. Ayrıca Ahi Evren, Evhadüddin Kirmani’nin kızı olan Bektaşiler arasında
‘Kadın Ana’, ‘Kadıncık Ana’ diye tanınan eşi Fatma Hatun vasıtasıyla Kayseri’de
Baciyan-ı Rum [Anadolu Bacıları] teşkilatını kurdu.” S.73
Konya’ya Yerleşmesi
“Ahi Evren’in M. 1227-1228 (H. 625)
yılından sonra Konya’ya yerleşerek orada hem sanatını icra ettiği, hem de
müderrislik yaptığı görülmektedir. Ancak bazı siyasi gelişmeler Ahîlik kurumunu
ve ahileri son derece olumsuz etkiledi. Ahilerin hâmisi olan Sultan I. Alâeddin
Keykubat, oğlu II. Gıyaseddin tarafından öldürüldü. (M. 1257). Babasının yerine
geçen II. Gıyaseddin, veziri Sadeddin Köpek ile beraber ahilere cephe aldı; bu
arada Ahi Evren’i ve çok sayıda ahiyi tutuklattırıp cezalandırdı. Bu dramatik
hadiseler ahilerle Türkmenlerin ayaklanmasına yol açtı. Bu sırada Moğol ordusu
Anadolu’ya girerek Selçuklu ordusunu mağlup etti. Ahiler şiddetle direndilerse
de Moğolların şehre girmesine ve pek çok ahiyi katletmesine mani olamadılar.
Moğollar ayrıca içlerinde Ahi Evren’in hanımı Fatma Bacı’nın da bulunduğu pek
çok ahiyi esir alarak götürdüler. Bu olayların ardından Ahi ve Bacı teşkilatı
dağıldı.” S.73
Kırşehir’e Yerleşmesi
“ II . Gıyaseddin Keyhüsrev’in ölümünden
sonra serbest bırakılan Ahi Evren, bir yıl kadar süren Denizli ikametinden kısa
bir süre sonra, Şems-i Tebrîzî’nin öldürülmesinde işbirliği yaptığı Mevlana’nın
oğlu Alâeddin Çelebi ile Kırşehir’e yerleşmiş ve ömrünün yaklaşık son on beş
yılını burada geçirmiştir. Ahî Evren’in Kırşehir’e yerleşmesiyle, ahiler eskisi
kadar olmasa da güçlenmişlerdir. Ancak, ahîlerin ve Türkmenlerin Moğollara
karşı desteklediği vezir Kadı İzzeddin’in yenilgisiyle ahîler ve Türkmenler
ağır bir darbe daha yediler. Moğol yanlısı olan ve onlardan destek gören IV.
Rüknüddin Kılıçarslan Konya’da tahta geçince Ahî Evren ve Ahîlerle mücadeleye
başladı.S.75
Ahî Evren’in doğum tarihinde olduğu gibi,
ölüm tarihinde de bir kesinlik yoktur. Bununla beraber Mikail Bayram, Ahî
Evren’in dostlarına yazdığı mektupların tarihlerinden ve eserlerinden yola
çıkarak M. 1257 (H. 655) ile M. 1262 (H. 660) yılları arasında öldüğünün, hatta
öldürüldüğünün neredeyse kesin olduğunu ifade etmektedir. Ancak çalışmamızın
“Ahî Evren’in Vakfiyesi” bölümünde de açıklanacağı gibi, söz konusu vakfîyenin
M. 1307 (H. 706) tarihinde düzenlendiği yönündeki kayıtlar bu tarihe de
ihtiyatla yaklaşılması gerektiğini göstermektedir.
Ahi Evren son günlerinde Ahîlik postunu,
elli yıl birlikte yaşadığı -yukarıda sözü geçen ‘Keramat-ı Ahi Evren’ risalesinin
yazarı ve ahilerin büyüklerinden olan Ahmed Gülşehri’ye bırakmıştır.” S.78
Fikirleri, Mezhep ve
Meşrebi
“Gerek Ahî Evren’in eserleri ve ondan
bahseden eski kaynaklar, gerekse Ahîlik hakkında yapılmış yeni çalışmalar
ışığında genel bir değerlendirme yapılacak olursa; denilebilir ki, birçok ilim
merkezinde bulunmuş ve birçok ilim adamından ders almış olmasına rağmen Ahi
Evren’in ne kendisi, ne de eserleri İslâm dünyasında pek tanınmamaktadır.
Eserlerin genellikle tasavvuf, kelam ve felsefe ağırlıklı olduğu anlaşılan Ahî
Evren’in vakfiyesinden elde edilen bilgiye göre Ehl-i Sünnet’ten olduğu;
itikatta Eş’ari, fıkıhta da Şafii mezhebine intisab ettiği tahmin edilebilir.
Bununla birlikte, belirgin olan ve öne çıkan yanı sufiliğidir.” S.79
Ahiliğin Kendinden
Önceki Kurumlarla İlgisi
“Ahiliğin ‘Türk Fütüvvet Hareketi’ olarak
tanımlanması, ahi birliklerine ‘Fütüvvet Birlikleri’, mensupları olan ahilere
“fetâ” denilmesi ve merasim ve kurallarından bahseden eserlere/tüzüklere
‘fütüvvetname’ adının verilmesi Ahiliğin kökeninin Fütüvvet teşkilatına
dayandığının en büyük göstergesidir. Nitekim gerek ilke ve esaslar, gerekse de
kuruluş ve yapı itibariyle aralarındaki benzerlik reddedilemeyecek derecede
açıktır.
Ahîlik kurumu, yapı itibariyle Abbasi
halifesi Nasır tarafından kurulan Fütüvvet teşkilatına benzemektedir. Bu
benzerlik, yalnızca hiyerarşik olmakla kalmayıp aynı zamanda merasimleri için
de geçerlidir. Zira belirli zamanlarda yaptıkları bu törenler/ritüeller tümüyle
Fütüvvet teşkilatından alınmıştır. Sühreverdî’nin Adabu’l-Fütüvve adlı eserinde
Fütüvvet teşkilatı için belirlenen esaslar ile ahî fütüvvetnâmelerindeki adap
ve erkân büyük oranda benzerlik arz etmektedir.” S.85
Lügat Olarak Fütüvvet
“Arapça menşe’li olup lügatte temel anlamı
genç delikanlı olan feta (çoğulu;fityan) kelimesinden türemiş olan
fütüvve/fütüvvet kelimesi, yiğitlik, gözü peklik, iyi huyluluk, cömertlik,
gençliğin en parlak zamanı, delikanlıca tavır, gençlikten kaynaklanan
hafif-meşreplik anlamlanna gelir. Fakat fütüvve kelimesi zamanla terimleşerek
hem gerçek bir feta’dan beklenen cömertlik, mürüvvet, asalet gibi erdemleri
içermesinden dolayı ahlâkî bir tutumu; hem de bu erdemlerin gereğini yerine
getirmeyi görev edinmiş aynı fikirde genç adamların [fityan] oluşturduğu
birliklere alem [sembol] olarak ‘delikanlılar birliği, gençler birliği,
korporasyon’ anlamlarında özel bir sosyal teşkilatı ifade etmeye başlamıştır.”
3. Bölüm
Ahîlik Kurumu’nun Temel
İlkeleri
Ahîlik esasen ‘Eline, diline ve beline
sahip olmak; alnı, sofrası ve kapısı açık olmak’ deyişiyle özetlenebilecek
bir anlayıştır. Ahiliğin temel ilkelerinin başlıcaları da maddeler halinde şu şekilde
verilebilir:
1) Ahîlik kurumuna sadece esnaf, sanatkâr
ve meslek sahibi olanların kabul edilmesi.
2) Sır saklama
Ahiliğe ait ilkelerin yazılı belge haline
getirilememiş olması, büyük olasılıkla Ahilerin “sır saklama” prensiplerinden
dolayıdır.
3) Gerçeği kabul etmek ve uyanıklık
4) Cömertlik
Ahi, dünya malına meyletmemeli, kazancını
muhtaçlarla paylaşmalıdır. Öyle ki, verilmesi gereken şeyi, nasıl verilmesi
gerekiyorsa öyle vermelidir; minnet altında bırakmamalı, övgü de dâhil hiçbir
karşılık beklememelidir.
5) Tevazu ve kanaat
Ahi, kanaatkar olmalı, her türlü dünyevi
hırstan kendini soyutlamalıdır.
Ahî, hiç kimseyi küçük görmemeli, herkese
saygılı olmalıdır.
6) Al-i cenaplık
7) Merhamet ve bağışlama
8) Bencillikten uzak olma
9) Misafirperverlik
Ahînin sofrası misafire daima açık
olmalıdır. Ahî, misafirlerini ağırlama ve arkadaşlarına hizmet için elinden
geleni yapmalı, her türlü meşakkate katlanmalı, onların rahatını, huzurunu ve
istirahatını temin etmeli, ilerde ihtiyacı olacak şeyleri dahi onlara seve
seve, esirgemeksizin cömertçe vermelidir.
10) Yardımlaşma
Ahî, ihtiyacından fazlasını yoksullar ve
işsizlere sarf etmeli; zor durumda olan kimselerin yardımına koşmalıdır.
11) Ahlak
Ahîlere göre hem kişi, hem de meslek ahlâk
ı en başta gelen ilkelerdendir. Çünkü bütün meziyetler ahlâk ile kaimdir.
12) İnsan sevgisi
13) Kardeşlik
Ahî, Ahi kardeşlerine gönül kırıcı
davranmamalı, onları hoş tutmalı, ihtiyaçları olduğunda maddi-manevi
hizmetlerinde olmalıdır.
14) Eğitim ve çalışma
Ahîlikte eğitim ve çalışma daima ön planda
tutulmuş, yalnız çırak ve kalfaların değil, ustaların da yetiştirilmesi
konusuna özen gösterilmiştir. Çırak ve kalfa eğitimi dükkânlarda tezgâh
başında, ustanın eğitimi ise esnaf ileri gelenlerinin gözetiminde, kadı,
müderris ve benzeri kişilerce deruhte edilmiştir. Mesleki eğitimin yanı sıra,
yâren sohbetlerinde esnafa toplum içindeki tutum ve davranışlar hakkında da
bilgi verilmiştir.
15) Sanat
Her ahinin bir işi [sanatı, mesleği]
olmalıdır. Ahî, işinin ve sanatının pirlerini örnek almalı, büyüklerine içten
bağlanmalı, onları sevip saymalıdır. Ahi, kendi elinin emeğiyle geçinmeli, hak
ettiğinden fazlasını almamalıdır.
16) İlim
Ahî, bilgiye ve bilgi sahiplerine saygı
duymalıdır. Kendisi de elinden geldiğince bilgi sahibi olmak için gayret
etmelidir.
Başlangıçta bu prensiplere riayet
edilmişse de, zamanla ahî zaviyelerinde toplanan Müslüman sanat ehlinin arasına
gayr-i müslimler ve fütüvvete kabul edilmeyen kasaplar ve çulhacılar gibi
sınıflar da katılmış ve her sınıf kendi aralarında bir teşkilat kurmuştur.
Gerçi Ahiliğin aradığı doğruluk, dürüstlük, insanları sevmek ve onlara iyi
muamele etmek gibi vasıflar, XVII. yüzyılın sonları ile XVIII. yüzyılın
başlarından itibaren ‘Lonca’ adını alacak olan esnaf teşekküllerinde de devam
ettirilmiş, fakat buna karşılık Fütüvvetin prensiplerinden de bazı ufak
tavizler verilmek zorunda kalınmıştır.” S.108
Kuruma Giriş, Standardizasyon ve Kalite Kontrol
(Oto-Kontrol)
“Ahîlikte, kuruma girmek isteyen bir
kimse, kendisine kefil olup kuruma tavsiye edecek asli bir üyeye başvurmak
zorunda idi. Bunun ardından, ahî adayının genel ahlâk ve terbiyesi hakkında
(bazan aylarca süren) sıkı ve titiz bir araştırma yapılırdı. Araştırma
sonucunda aday, zaviye üyelerinin de oluruyla kuruma kabul edilirdi. Şehir
halkının sevmediği, ustasının onay yemediği ya da en küçük bir şüphe uyandıran
kimseler kuruma alınmazdı. Girdikten sonra da meslek ahlâk ına uyup uymadıkları
yöneticiler tarafından sıkı bir şekilde denetlenir; uygunsuz davranışları
görülenler cezalandırılırdı. Bu cezaların en ağır olanı teşkilattan tard
edilmekti. Bu cezaya bozuk ya da kalitesiz mal üreten, fahiş fıyat uygulayan,
tüketiciyi aldatan esnaf ve sanatkârlar çarptırılırdı. Sembolik olarak pabucu
dama atılmak şeklinde infaz edilen bu cezadan sonra esnaf ya da
sanatkârın kurumla ilişiği kesilir, sahip olduğu imtiyazlar elinden alınır, yaptığı
yolsuzluk başta meslektaşları olmak üzere, ülkenin bütün esnaf
birliklerine bildirilirdi. Pabucu dama atılmak suretiyle itibarının yok
edilmesi ve mesleğini sürdürme şansını tamamen ve ebediyen yitirmesi bir esnaf
ya da sanatkâr için ölümden beterdi.” S.169
Ahîlik kurumuna girmek için sahip olunması
gereken şartlar ise şöyle sıralanabilir:
a) Bir sanat (meslek) sahibi olmak;
b) İyi huy sahibi olmak;
c) Herkese iyilikte bulunmak;
d) Fark gözetmeden bütün insanları sevmek;
e) Cömert olmak;
f) Misafire saygı göstermek;
g) Herkesi bir görüp, kendini herkesten
aşağı tutmak.” (S.109)
4. Bölüm
Ahîlik ve Sosyal-Siyaset
İlişkisi
Ahi birlikleri, Selçuklu Devleti’nin
yıkılış ve Moğol istilası döneminde Anadolu’nun savunmasında ve sosyal devletin
devamında çok önemli görevler icra etmişlerdi. Devlet idare ve otoritesinin
zayıflayıp karışıklık ve anarşinin baş gösterdiği geçiş döneminde ahiler,
şehirlerin yönetimini üstleniyor ve yeni yönetime geçişte karşılaşılabilecek
sarsıntılara meydan vermemeye ve toplumu bunlardan korumaya gayret ediyorlardı.
Moğol istilasından sonra Anadolu’da
merkezi yönetimin etkisini yitirmesi ve siyasal düzensizlikler karşısında
ahiler, kendi şehirlerinde ve yakın çevrelerinde güvenliği temin etmek için
birtakım çalışma ve faaliyetlerde bulunmuşlar; bunun neticesi olarak da her
şehir bir ahî liderinin yönetiminde bağımsız bir site görünümüne bürünmüştür.
Osmanlı Devleti’nin kuruluşu döneminde de
büyük katkıları olan Ahîlik kurumu, yeni idarecilerin seçiminde ve meşruluk
kazanmasında da rol oynamıştı. Nitekim Osman Bey’in ölümü üzerine yeni
idarecinin kim olacağına karar verilmesinde ve Orhan Bey’in seçilmesinde
ahilerin rolü belirleyici olmuştur. II. Murat da Ahîliğe mensup Osmanlı
sultarılarındandı ve Ahilerin kararı ile tahta çıkmıştı.
Osmanlı ordusunun düşmanla çarpışan
yardımcı birlikleri arasında, zaviyelerde güçlü bir maneviyatla donatılmış
‘Gaziyan-ı Rum’, ‘Ahiyan-ı Rum’, ‘Bacıyan-ı Rum’ ve ‘Abdalan-ı Rum’ isimleriyle
anılan ahî birlikleri de bulunuyordu.” S.142
Eğitim
“Ahî birliklerinde uygulanan eğitim
faaliyetlerine ilişkin uygulamalara gelince: Ahi birliklerinde mesleki eğitim,
iş başında kalfalar ve ustalar tarafından verilirdi. Ancak bu, genel eğitimin
ve günlük sosyal hayatın bütünlüğü içinde ele alınırdı. Bu bakış açısıyla gerçekleştirilen
eğitimin ilk aşamasını yamaklık eğitimi oluştururdu. Yamaklık dönemi, en fazla
on yaşındaki çocukların velileri tarafından sanat öğrenmesi için usta yanına
verilmesiyle başlardı. Yamak ve çırakların okuma-yazma öğrenmelerine önem
vermek, esnaflar için bir gelenekti.
İş yerlerinde meslekî, zaviyelerde ise
dinî, ahlâkî ve sosyal ilişkiler eğitimi gören yamaklara okuma-yazmayla
birlikte Ahiliğin adap ve erkânı da öğretilirdi. Bunun yanı sıra yamaklara
medreselerde de çeşitli dersler okutulurdu.
İki yıl süren yamaklıktan sonra çıraklığa
terfi edilirdi. Çıraklık dönemi, mesleğe göre değişmekle birlikte, genellikle
binbir gün sürerdi. Bunun ardından terfi edilen kalfalık dönemi üç sene devam
eder; bu esnada kalfaya kılıç kullanma, ata binme, ok atma öğretilirdi. Üç
yılın sonunda sanatına ilişkin bir eser yapan ve meclise takdim eden kalfanın
eseri ustalarca beğeniyle değerlendirilirse, kalfa ustalığa terfi ettirilirdi.
Yolcu ve misafirlerin konuklandığı,
şenlikli ziyafetlerin verildiği, merasimlerin yapıldığı yerler olan ahî zaviyeleri,
özellikle o çevrede yaşayan halk için bir tür eğitim merkezi işlevi
görmekteydi.
Ahîlik kurumu, gençleri başıboşluktan
kurtarıp bünyesine alarak bir sanatta ustalaşmalarını sağlamış; onların
enerjilerini manevi önderler vasıtasıyla sosyal hayatın düzen ve devamı için
kanalize etmiştir. Böylece gençlerin bir araya gelme, birlik oluşturma
eğilimleri toplumun yararı istikametinde değerlendirilerek ahlâk eğitiminden
geçmeleri, kötü alışkanlıklardan korunmaları mümkün olmuştur.” S.147
“Anadolu toplumunda varlığını son
zamanlara kadar sürdürmüş olan birçok uygulama Ahiliğin geçmişteki yerini, önem
ve ağırlığını gösterdiği gibi, günümüzde de Ahiliğin yansımaları ve devamı
niteliğindedir. Ahî geleneğinin nesilden nesile intikal ettirdiği kültür
kodları, bu uygulamaların devamlılığını sağlayan en önemli etkenlerden
biridir.” S.149
Mehmed Zahid Aydar
Mîsak Dergisi
Sayı: 330 / Mayıs 2018