İslâm Davetinin Esasları - Alparslan Aydar

İslâm Davetinin Esasları

Abdülkerim Zeydan, 1917 yılında Irak’ın ‘Behic El Ani’ şehrinde doğmuş, 27 Ocak 2014 tarihinde Yemen’in Başkenti Sana’da vefat etmiştir. Bütün imkanlarını, İslâm’ın hayata hakim olması için seferber eden bu âlimin ‘İslâm Davetinin Esasları ‘ isimli eseri ‘Risale Yayınları’ tarafından iki cilt halinde basılmıştır. Eserin ilk cildi İslâm dini ve ona muhatap olan mü’minlerin durumuna bir bütün olarak yaklaşmaktadır. Bu bakımdan eser, İslâm dini nedir, müslüman kimdir ve vazifeleri nelerdir, sorularına cevap teşkil etmektedir.

Prof. Dr. Abdülkerim Zeydan
İslâm Davetinin Esasları
Risale Yayınevi
Mîsak Dergisi
Sayı: 280 / Mart 2014

Prof. Dr. Abdülkerim Zeydan, konuyu; kendisine davet edilen İslâm dini, bu dine davet eden davetçi, İslâm’a davet edilenler ve sünnette sabit olan davet, vasıta ve üslup olarak dörde ayırmıştır. ‘Allah’a davet İslam’a davettir’ diyen yazar, ikinci ciltte; ‘davetçi kimdir, görevleri nelerdir, müslümanın kâfir ve münafıklara karşı durumunun ne olması gerekmektedir, müslüman davetinde kullandığı üslup, vasıta ve metotlar nelerdir?’ sorularına cevap vermektedir.

Tanıtmaya gayret edeceğimiz eser ‘İslâm Davetinin Esasları’ adı ile Risale Yayınlarından iki cilt halinde basılmış. Eserin ilk cildi İslâm dini ve ona muhatap olan mü’minlerin durumuna bir bütün olarak yaklaşmaktadır. Bu bakımdan eser, ‘İslâm dini nedir, müslüman kimdir ve vazifeleri nelerdir?’ sorularına cevap teşkil etmektedir.

Abdülkerim Zeydan, konuyu: kendisine davet edilen İslâm dini, bu dine davet eden davetçi, İslâm’a davet edilenler ve sünnette sabit olan davet, vasıta ve üslup olarak dörde ayırmıştır. ‘Allah’a davet İslam’a davettir’ diyen yazar, ikinci ciltte ‘davetçi kimdir, görevleri nelerdir, müslümanın kâfir ve münafıklara karşı durumunun ne olması gerekmektedir, müslüman davetinde kullandığı üslup, vasıta ve metotlar nelerdir?’ sorularına cevap vermektedir.

 

Allah’a davet bütün peygamberlerin görevidir:

“Allah’ın insanlara peygamber olarak göndermiş olduğu kimselerin hepsi istisnasız kavimlerini ve gönderildikleri milletleri Allah’a imana ve şer’an tayin edilen ibadete davet etmişlerdir.” (S,10) “And olsun ki, her ümmet içinde: “Allah’a kulluk edin ve tâğuttan (Allah’ın yerine tutacağınız herşeyden) kaçının!” diye (kendilerine nasîhat etmesi için) bir peygamber gönderdik. ..” (Nahl Sûresi: 36)

İslamî davette bütün ümmet ortaktır:(Ey ashâb-ı Muhammed! Siz,) insanlar(ın iyiliği) için (ortaya) çıkarılmış en hayırlı bir ümmet oldunuz; iyiliği emreder, kötülükten men‘ eder ve Allah’a îmân edersiniz! Eğer ehl-i kitab (yahudilerle hristiyanlar) da îmân etseydi, elbette kendileri için hayırlı olurdu. İçlerinden îmân edenler vardır, ama onların çoğu (dinden çıkmış) fâsıklardır.” (Âl-i İmran Sûresi: 110)

“Bu ayeti kerime iki hususu izah etmektedir: Bu ümmetin hayırlı bir ümmet oluşu ve bu hayırlılığı, iyiliği emir, kötülükten vaz geçirme görevini ifa etmekle kazanmasıdır. İmam Kurtubî der ki: “Allahu Teâlâ, iyiliği emir ve kötülükten men etmeyi mü’min ve münafıklar arasında bir fark olarak belirtmiştir. (Tevbe Sûrei: 67 ve 71) Mü’minlerin en önemli vasfının iyiliği emir ve kötülükten vaz geçirmek olduğuna işaret etmiştir.” (S,11-12)

 

Allah’a Davet Mükellefiyetinin Yorumu:

İslâm; müslümanın kendi nefsinde hidayete ermiş, salih bir kimse olması ile yetinmez. Aynı zamanda kendisinden başkasını da ıslâh edici ve yol gösterici bir rol oynamasını ister. Bu meselenin sebepleri şöyle izah edilebilir: Allah-u Teâlâ Rasûl’ü Muhammed’i bütün insanlara en güzel örnek olarak göndermiştir. Şüphesiz ki şirk ve küfrün yeryüzünde devam etmesi, yeryüzünün neresinde olursa olsun İslâm’ın özüne er geç tesir eder. Müslümanları helak ve azaptan uzaklaştırmak noktasındaki bir gayretten daha doğal ne olabilir. Allah-u Teâlâ buyurur ki: “Hem öyle bir fitneden sakının ki, (geldiği zaman) içinizden sâdece zulmedenlere dokunmaz (umûmî olur)! Ve bilin ki şübhesiz Allah, azâbı pek şiddetli olandır.” (Enfal Sûresi:25)

 

Davet, Davet Edenin Durumuna Göre Olur:

Anlaşılıyor ki davet her müslümana farzdır. Bu vazife davetçinin durumu ve kudreti ile sınırlıdır. Çünkü güç, farz oluşunun ve farz olma ölçüsünün sebebidir. Gücü yetmeyene mükellefiyet yoktur. Gücü yetene ise gücü nisbetinde mükellefiyet vardır. Güç mefhumu bilgi ve hakimiyet unsurlarını da ihtiva eder. Cahile düşmeyen vazife âlime düşer. Müslümanlardan herhangi birine düşmeyen vazife içlerinden otorite sahibi olanlar olanına düşer. (S, 26)

“Allah-u Teâlâ, ilim ehline bildikleri İslâmî esasları insanlara açıklamalarını ve şirk murdarlığından insanları kurtarmak için aralarında İslâm’ı yaymayı farz kılmıştır. İslâm esaslarından birini bilen o esasın alimi sayılır. Onu bilmeyene tebliğ etmesi gerekir. O halde ilim parçalanmayan ve kısımları olmayan bir bütün değildir, İlim bölünebilir. Her müslümanın bildiğini tebliğ etmesi gerekir. Bilmediğinin ise tebliğ ve öğretimi ile mükellef değildir.” (S.27)

 

Davetçi Her Zaman ve Mekânda Davet Görevini Yapar:

“Allah’a davet vecibesinin namaz ve oruç gibi sınırlanmış belli bir vakti yoktur. Müslüman, her türlü ahval ve şartlar içinde bu vazifeyi yapar. Bunu her zaman yapmak mümkündür. En zor zamanlarda en sıkışık ve en nazik durumlarda dahi onu hiç bir meşguliyet davetten alı koyamaz.” (S, 29)

 

Davetçi Sadece Davet İle Mükelleftir Kabul Ettirmek Onun Vazifesi Değildir:

Davetçiden istenen Allah’a davettir. Bu onun görevidir. Ondan istenen, insanlara tebliğden ibarettir. Allah-u Teâlâ buyuruyor ki: “Peygamber’e düşen apaçık tebliğden başkası değildir.” Peygamber bile tebliğden başkası ile mükellef olmadığına göre ümmetinin fertleri tebliğden başka bir görevle elbette mesul tutulamazlar. Bunun iki sebebi vardır: 1-İnsan başkasının yaptığından sorumlu değildir. 2- Daveti kabul ettirmek ve hidayete erdirmek tek olan Allah’ın yed’i kudretindedir. O, gerçek hidayet edicidir. ‘Dilediğine hidayet eder, dilediğini saptırır.’ (S, 30)

 

Hiç Kimse Kabul Etmese Bile Davete Devam Etmek Gerekir:

Müslümanlardan istenen Allah’a davet etmektir. Artık insanlara hidayet etmeleri onlardan istenemez. Ona düşen usanmadan bıkmadan fasılasız davete devam etmektir. Çünkü onun vazifesi tebliğ ve açıklamadır. O bu vazife ile mukayyettir. Ona düşen diğer ibadetleri eda eder gibi bunu da eda etmektir, isterse hiç kimse ona icabet etmesin. Nuh (as) kavmi arasında 950 yıl yaşamış ve bu zaman zarfında onları Allah’a davet etmiştir.

Peygamberler bütün hayatları boyunca kavimlerini Allah’a davet etmişler, bazılarına kavmi icap etmiş , bazılarını da bir tek kişi bile kabul etmemiştir.” (S, 31)

 

Davetçinin Ecri Allah’a Aittir:

Allah’a davet eden kimse bir fariza yerine getirmiş ve Allah’ın emrine yapışmak maksadı ile bir ibadet ifa etmiştir. İbadetin ecrini Allah’tan bekler bu Allah’ın bir lütfu ihsanıdır. Buna göre Allah’a davet eden kimse davetine mükâfat olmak üzere insanların herhangi birinden ne bir ücret, ne bir mal, ne bir övgü, ne bir makam, ve ne de maddi manevi bir karşılık talep eder.” (S,31)

 

İslam’da Davetçinin Mevkiî:

Allah-u Teâlâ şöyle buyurmuştur: “İnsanları Allah’a davet eden , salih ameller işleyen ve ‘ben şüphesiz müslümanlardanım’ diyen kimselerden daha güzel sözlü kim olabilir?” (Fussilet Sûresi: 33)

Davetçinin mükâfatı büyük bir mükafattır. Peygamber buyuruyor ki: “Kim bir hidayete çağırırsa, onun davetine uyanların ecirleri kadar mükâfat verilir. Bu onların ecirlerinden de bir şey eksiltmez.” Diğer bir hadisi şerifte Hz. Ali’ye Peygamber der ki: “Allah’a yemin olsun ki Allah’ın senin vasıtanla bir kimseyi hidayete erdirmesi, şüphesiz senin için kırmızı kırmızı develerden daha hayırlıdır.” Bir diğer hadis-i şerifde: “Hayra delalet eden, o hayrı bizzat yapanın mükafatını alır.” buyurmuştur. (S, 33)

 

Davetçinin Manevi Hazırlığı

Davetçi bu mühim vazifesini ifa ederken ince bir anlayış, derin bir iman ve Allah-u Teâlâ’ya sağlam bir bağlılıktan ibaret olan kuvvetli bir hazırlığa ihtiyaç duyar. Bunlar davetçinin hazırlığının temellerini teşkil eder. Bunları kendinde bulundurmazsa başka hiçbir şey bunların yerini tutamaz. (S, 35)

 

İlim

“İlim amelden öncedir. İnsan neyi ne maksatla istediğini bilmeli ve ona kavuşmak için çalışmalıdır.Allah’a davet eden herkes için: Allahın helal ve haramlarını, caiz olan ve olmayan şeyleri, içtihad caiz olan ve olmayan konuları ve iki veya daha çok cihette ihtimali bulunan veya bulunmayan meseleler bilmesi gerekir.” (S, 37)

 

İnce Anlayış

“Kur’an-ı Kerim’in delaletine, açıklamasına ve çağrısına rağmen çok kimselerin gafil oldukları yüce ve çok nâdir ilimlerden birisi, kalpleri heyecan veren, onu ürperten, onu harekete geçiren sahibine dünyada iken gurbet hayatını hissettiren, bir daha dönemeyeceği dünyasından uzak bir yere hicretinin yakın olduğunu duyuran ve takvadan başka hiçbir şeyin fayda vermeyeceği ahiret yolunun ilmidir. Bunun için böyle bir ilim sahibi öte dünyadakini ve bu uzun yolculuğundan sonra işinin varacağı sonucu düşünerek daima bu azığın tedariki ile meşgul olur. “O halde (kendinize yolculuğunuzda lâzım olacak) azık edenin; fakat şübhesiz ki azığın en hayırlısı, takvâdır.” (Bakara Sûresi:197) Bu ilim olmayınca âlimin ilmine itibar edilmez. İsterse şerhleri metinleri ezberlemiş kafasını bunlarla doldurmuş, hatta bunları dilinden düşünmeyen bir kimse olsun. Çünkü bu ilim, ilimlerin özü, ve gayesidir. Her müslüman buna muhtaçtır.” (S, 39-40)

 

İnce Anlayışın Esasları

İnce anlayışın temel ve esasları çok olmakla beraber iki önemli esası şunlardır: Davetçinin hayatta gayesi ve insanlar arasındaki mevki ve ince anlayışın davetçiyi dünyadan uzaklaştırıp ahirete bağlaması.

 

Derin İman

“Derin iman Müslüman davetçinin Allah’ın kendisine gösterdiği ve davetle emrettiği İslâm dinini mutlak gerçek olduğuna kesin olarak inanmasıdır. İslam’ın hakikatına olan bu derin iman, kesin bilgiye ve şüphesiz bir nassa dayanır. Müslüman davetçinin yalanlayanların sapıklıklarına temayülü ve davetinden bir şüpheye düşmesi tasavvur olunamaz. Nasıl ki gören bir kimse körler arasında bulunduğu zaman görmesinden şüpheye düşmezse, davetçi de sapıkların sapıtmasına karşı şüpheye düşmez ve düşmemelidir.

Harici sebeplerin çeşidi ve tabiatı ne olursa olsun durum değişmez. Artık bu derin iman sahibi Allah’ın hakkında şöyle buyurduğu kimselerden değildir: “İnsanlardan bazısı da, Allah’a bir kenardan (şübhe içinde) kulluk eder. Artık ona bir iyilik isâbet ederse, onunla mutmain olur. Fakat ona bir kötülük isâbet ederse, yüzüstü döner (dinden çıkar). Dünyayı da, âhireti de kaybetmiştir. İşte o apaçık hüsran, budur!” (Hacc Sûresi:11) Davetçinin derin imanı, herhangi bir şiddet ve meşakkatle karşılaştığında sarsılmayacak kadar sağlamdır. O bir an için zayıf ve azlık durumuna düşerse, küfür ehli ona galebe edip onu davasından menetseler, hatta o, yeryüzünde tek başına bile kalsa, yine imanı sarsılmaz.” (S, 46-47)

Bu derin imanın zaruri bir takım icapları ve meyvelerinden ilki: Cenab-I Hakk’ın sıfatlarını, azametini, nimetlerini ve nimetlerin en büyüğü olan hidayetini düşünmekle hasıl olacak olan Allah Sevgisidir.

Bu sevginin icapları: Mü’minlere karşı alçak gönüllü, kafirlere karşı onurlu ve zorlu olmak, Allah yolunda cihad etmek, hiç bir kınayanın kınamasından korkmamak, iyiliği emredip kötülükten nehyederken bütün hallerinde Efendimiz’e uymak olarak zikredilebilir.

Bu derin imanın icap ve meyvelerinden diğerleri: Gelecekte elem verici bir duruma düşmek endişesi ile, kalbin acı içinde Allah Korkusuna sahip olması, Allah’ın rahmetinden Ümit kesmemesi ve Allah-u Teâlâ’ya kalbinde kuvvetli bir bağlılık duymasıdır. (S, 46-61)

 

Davetçinin Ahlâkı Sadakat

Kur’an-ı Kerim’de doğruluktan ve doğruluğun faziletinden bahseden pek çok ayeti kerime vardır.

Sadakat(doğruluk) niyette, sözde ve amelde gerçekleşir. Müslüman sözde, niyette ve amelde sadakatı gerçekleştirince sıddîkiyet derecesine ulaşır. Müslümanın herhangi bir şeye ve herhangi bir işe girişip başlamasının, ondan çıkışı ve onu terkinin Allah için ve Allah ile olması gerekir. (İsra Sûresi:80) Yani yaptıkları ve yapmadıkları Allah’ın rızasına bağlıdır.

 

Sabır

Lügatte: hapsetmek tutmak ve alıkoymak manasına gelir. Şer’an: ‘Allah’a itaatte sabır, günahlardan kaçınmakta sabır ile bela ve musibetlere karşı sabır’ olmak üzere üç şekilde olur. Sabır her insan için gerekli bir haslettir. Çünkü onsuz insan istediğine ulaşamaz. Çok defa gayeye, arzu edilmeyen şeylere tahammül etmek, nefsi böyle böyle şeylere karşı zorlamakla ulaşılır. Bu, hayatın her safhasında değişmeyen bir kaidedir. Allah-u Teâlâ şöyle buyurmuştur: “ (Ey mü’minler!) Yoksa sizden önce gelip geçenlerin hâli (sizin de) başınıza gelmeksizin (kolayca) Cennete gireceğinizi mi sandınız? Onlara öyle fakirlikler ve hastalıklar dokundu ve öyle (belâlarla) sarsıldılar ki, hattâ peygamber ve berâberindeki îmân edenler: “Allah’ın yardımı ne zaman!” diyecek (hâle gelmiş)lerdi! Dikkat edin, şübhe yok ki Allah’ın yardımı yakındır.” (Bakara Sûresi: 214)

 

Merhamet

Merhamet sahibi bir davetçi şüphesiz ki davetinden dönmez. Davetinin reddedilişinden ve davetine yüz çevrilişinden dolayı usanmaz. Çünkü o, yüz çeviren asîlerin akıbetinin tehlikeli olduğunu bilir. Onların yüz çevirmeleri zaten cehaletleri yüzündendir. Bundan dolayı o, onları iknâ ve irşaddan vazgeçmez.

 

Cenâb-ı Hak şöyle buyurur:

“Şânım hakkı için, size kendinizden öyle (izzetli) bir peygamber geldi ki, sıkıntıya düşmeniz ona ağır gelir; size düşkündür, mü’minlere karşı çok şefkatlidir, merhametlidir.” (Tevbe Sûresi:128)

“Şânım hakkı için, Nûh’u kavmine (peygamber olarak) gönderdik; bunun üzerine (onlara) dedi ki: “Ey kavmim! Allah’a ibâdet edin; sizin için O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur! Şübhesiz ki ben, sizin üzerinize büyük bir günün azâbından korkuyorum!” (A’raf Sûresi:59)

Nuh (as)’ın “ben, sizin üzerinize büyük bir günün azâbından korkuyorum!” sözü ancak merhametli ve şefkatli bir kalpten çıkabilir.

 

Hz. Peygamber buyurdu ki:

“İnsanlara merhamet etmeyenlere Allah merhamet etmez.”

“Merhamet ancak bedbaht bir kimseden çekilip alınır.”

“Merhametliler Allah’ın rahmet ettiği kimselerdir. Yerdekilere merhamet edinniz ki göktekiler de size merhamet etsinler.”

“Benimle ümmetim bir ateş yakan ve ateşine kelebek ve çekirgeler düşmeye başlayınca onları menetmeye çalışan kimse gibiyiz. Ben size ateşe düşmekten korumak için eteklerinizden tutuyorum, siz, benim elimden kurtulup ateşe düşmeye çalışıyorsunuz.”

Merhamet, cahillerden gelecek her türlü zorluğa karşı sabırlı olmayı kolaylaştırır“Onlar ki, bollukta ve darlıkta (mallarını Allah yolunda) sarf ederler,(kızdıkları zaman) öfkelerini yenerler ve insanları affederler. Allah ise, iyilik yapanları sever.” (Âl-i İmran Sûresi: 134)

Merhamet, affı ve müsamahayı doğurur: “(Ey Habîbim!) Af (ve kolaylık) yolunu tut; iyiliği emret ve câhillerden yüz çevir!” (A’raf Sûresi:199)

Kaba davranmak, etrafındakilerin dağılıp gitmesine sebep olur: “İşte Allah’tan bir rahmet iledir ki, sen onlara yumuşak davrandın. Hâlbuki kaba, katı kalbli olsaydın, elbette (onlar) etrâfından dağılırlardı. Artık onları affet, onlar için mağfiret dile ve (hakkında vahiy gelmeyen bir) iş husûsunda onlarla istişâre et!...” (Âl-i İmran Sûresi: 159)

Merhametten mahrum katı kalpli bir davetçi çalışmasında muvaffak olamaz. İnsanlar ona mukabelede bulunmaz. Söyledikleri doğru ve hak olsa da bu insan tabiatının icabıdır. İnsanlar fıtraten katı sert ve sıkıcı davranışlardan nefret ederler. Böyle kimselerin sözleri kabul görmez. Çünkü bir nasihati kabul etmek kalbin nasihat eden kimseye yönelmesine bağlıdır. (S, 83)

Davetçi, arkadaşlık hukukunu bilir ve bu hukuka vefa göstermeye çalışır. Arkadaşlarına yardımcı olur onların ihtiyaçlarını giderir onların kusurlarını müsamaha ile karşılar. Zira insan kusursuz olmaz, ancak iyiliği emir ve kötülükten nehiy etmek icap edince Allah için hakkı söyler, şahsına karşı yapılan kötü davranışlara tahammül eder ve onların mazur görür. O halde şerefli bir mü’min kalbinde kardeşinin iyiliklerini, alçak münafık ise kalbinde kardeşinin ayıplarını taşır. Mü’min mazeretleri münafık ise hatalar araştır. (S, 96)

 

Davetçinin İnzivaya Çekilmesi

Şeyhülİslâm İbni Teymiye der ki; ‘kulun duasında zikrinde namazında düşüncesinde nefsini muhasebe ve kalbini ıslah ederken nefsi ile başbaşa kalabileceğim muayene zamanları olmalıdır.’ O halde uzlette iki husus düşünülebilir.

1- Uzlet, şeriatça muayyen bir ibadet çeşidi olarak mendup sayılan zamanlarda olur. Mesela: Ramazanda itikafa girmek, gecenin bir kısmında namaz kılmak, namazı beklemek için camilerde oturmak gibi. İşte bu vakitlerde Allah Teâlâ’ya karşı kılınan namaz, yapılan zikir ve dua gibi ibadetler uzletin meşru ve makbul şekilleridir.

2- Davetçi ihtiyaç duyduğu zaman nefsini evinde günlerce hapseder, rahata kavuşturur, muhasebeye çeker. Kaybettiklerine elde etmek için yalnız başına kalır. (S, 97)

 

Davet Edilenler

 “Allah’ın azabı ile yakın akrabanı korkut” hitabı Peygambere ise de şümul itibariyle davetçi olan herkesedir. O halde onlara düşen önce yakınlarını kendilerini tanıyanları Allah’ın azabı ile korkutup sakındırmasıdır. Hatta ailesini ve aile fertlerine davet etmek, başkalarından daha önce gereken bir vazifedir. Eğer elçi bir aile reisi ise zaten onlardan mesuldür. Allah’ın Rasûlü buyurur ki: “Hepiniz çobansınız ve hepiniz güttüğünüzden mesulsünüz.” Bu mesuliyet ailenin yeme içme ve mesken temini vesair maddi ihtiyaçlarını karşılamaya şamil olduğu gibi, onlara gereken İslâmi meseleleri öğretmek ve onları hakka davet etmek gibi dini ihtiyaçlarını ifâ etmeye de şamildir.(S, 104)

 

Davet Edilenler Sınıflandırılması

Her toplumun nüfuslu bir takım insanları ve ileri gelenleri bulunur. Bu kimselerin hâkimiyet ve otoriteleri vardır. Bunlar davet edilenlerin birinci sınıfı teşkil ederler.

Kuran-ı Kerim’de bu sınıfa mele ismini verir. Bunların yanında bir de insanların çoğunluğunu teşkil eden bir grup vardır ki bunlar halk tabakası olur. Cemiyet, İslami cemiyete dönüştüğünde bir sınıf daha ortaya çıkar, bunlar Müslüman görünür, kalplerindeki inkâr ve nifaklarını gizlerler. Bunlar da münafıklardır ve davet edilenlerin üçüncü sınıfını teşkil ederler. Ayrıca İslam’a yeni giren kimseler, müslümanlığı zayıf ve imanları cılız olduğu için kolayca günah işlemeye kayabilirler. Bunlar da günahkâr kimselerdir ve davet edilenlerin dördüncü sınıfını teşkil ederler. (S, 111)

 

Davetin Metot ve Vasıtaları

İnsanları Allah’a davet bilgiye, tebliğ, tesir ve muhtelif durum ve şartlardan istifadeyle insan ruhunu tanımaya, bunlardaki kifayet ve yeterliliğe muhtaçtır. Bu bölümde tebliğin nasıl yapılacağı ve tebliğ önündeki engellerin nasıl kaldırılacağı, davetçinin davet tebliğinde bulunurken istifade ettiği hususlar üç başlık altında incelenmiş: Davet metod ve vasıtalarının kaynakları ve bunlara duyulan ihtiyaç, davet metotları ve davet vasıtaları.

 

Davet Metotları

Başarılı bir davetin metotları, davet edilenlerin hastalığı teşhisi ve tedavisi bilmeye bağlıdır. Bunun üzerinde hassasiyetle durmak gerekir. Davet edilen kimsenin müptela olduğu hastalıklarını görmesine de anlamasına mani olan şüpheleri ortadan kaldırmak, kendisini tedaviye teşvik etmek, tedaviyi terk etmekten korkutmak gerekir. (S,167)

 

Şüpheleri Gidermek

Şüpheden kastımız, İslam davetinin doğruluğu ve davet ettiği davanın haklılığı konusunda, (davet edilenlerin kafasında) tereddüt ve şüphe uyandıran şeylerdir. Bu davet edilenlerin hakkı görmesine davete icabetlerine engel olur. Yahut hakka teslim olmayı geciktirir.

Hak davetçisi bilmelidir ki, Allah’a yaptığı davet görevine karşı, şüphe uyandırmak eskilerin bir âdetidir. Çünkü şüphe, batıl ehlinin birbirinden tevarüs ettiği eski bir çağrıdır. Davetçi bunları garip karşılayıp, görevine gölge düşürecek şekilde daralmamalıdır. Çünkü şüphe onların özünde, vardır. (S, 175)

 

Teşvik Ve Sakındırma (Tergib ve Terhib)

Tergib kelimesinden kastımız, davet edilen kimseyi hakkı kabul etmeye ve onun üzerinde sebat etmeye teşvik eden her şeydir. Terhib kelimesiyle de kastımız, davet olunan kimseyi davete icabet etmemekten, hakkı reddetmekten yahut onu kabul eden sonra sebatsızlıktan sakındırıp korkutan ve uyanık bulunduran her şeydir.

Teşvik ve sakındırmanın metotlarından biri, halka, üzerinde bulundukları ilahi nimetleri hatırlatmak, kendilerine bu nimeti veren Allah’a ibadete davet etmektir. Davete icabet etmeyip Allah’ı inkâra kalkıştıkları takdirde, bu nimetleri kaybedeceklerinden onları sakındırmak ve ikaz etmektir. Nimetin zevaliyle birlikte de azabın ineceğini haber vermektir.

 

Davet Vasıtaları

Davet vasıtalarından kastımız, verimli ve faydalı bir şekilde davetini tebliğ ederken davetçinin faydalanacağı her türlü vasıtalardır.

İki kısma ayrılır.

1 - Davetin harici vasıtaları: Bunlar, daveti tebliğ için uygun bir ortam hazırlamaya yarayan şartları elde etmekle ilgili vasıtalardır.

2 - Daveti tebliğ vasıtaları: Bunlar ise doğrudan doğruya daveti tebliğ görevi ile ilgili vasıtalardır.

 

Tedbir

Lügatte tedbir dediğimiz hazer (sakındırmak) gizlenmek, korunmak ve uyanık bulunmak demektir. Tedbirli kimse uyanık olan kimsedir. Uyanık kimse ise karşılaşmaktan korktuğu her türlü kötülüğe karşı hazırlıklı olan ve bunlardan korunmasını bilen kimsedir.

Akıllı kimse, tehlikeyi vukuundan ve kötülüğü gelmeden evvel anlar, bu kötülüğe karşı hazırlanır. Cahil ise bu tehlikeye düşünceye kadar işin farkına varamaz. Bunun için de onu savacak ve bundan korunacak sebepleri aramaz, araştırmaz.

Sakınma imkânı varken kendini tehlikeye atmak caiz değildir. O halde tehlikeyi giderecek sebeplere yapışmak farzdır. Aynı şekilde davetçinin bir yerden bir yere gidiş geliş hürriyetinin olmasında, devamlığında, belli bir yol üzere İslam’ı neşretmesi için çok hayır vardır. Tedbiri terk etmesi sebebiyle bu fırsatı kaçırmış olur. Binaenaleyh bu gaye için davetçinin tedbir alması gerekir.

 

Nizam

Nizam, Allah’a davet sahasında gayretleri ve çalışmaları en güzel şekilde organize etme ve en faydalı bir şekle yöneltmek için vazgeçilmez bir vasıtadır. Davetçi vaktini ayarlamalı ve her gününü bölümlere ayırıp, bu bölümlerin her kesiminde kendine düşen görevleri yerine getirmelidir. Zamanın bir kesimini kendileri için, bir kısmını ailesi için, bir bölümünü ibadet için, bir bölümünü de Allah’a davet için ayırmalıdır. Boş yere zamanını israf etmekten sakınmalıdır. Çünkü yapılacak işler çok, ömür ise kısadır. İnsan ise her an ve her yerde ölüm gerçeği ile karşı karşıyadır. Öyle ise en akıllıca davranış, farz, sünnet ve mendub olan görevlerini ifa için her dakikasını değerlendirmeye koşmaktır.

Her işte başkana itaat etmek zorunludur. Allah’a davet eden ve İslam’ı yayan cemaat çalışmalarında ise bu itaat daha da zaruret halini alır. “Mü’minler ancak o kimselerdir ki, Allah’a ve Resûlüne (gönülden) îmân etmişlerdir; ictimâî bir iş için onunla (peygamberle) berâber bulundukları zaman, ondan izin almadan (işlerini bahâne ederek) gitmezler!..” (Nur Sûresi:62)

Müslümanlardan bir cemaatin Allah’a davet göreviyle mükellef olması, Allah-u âlem, toplu çalışmalarda fertlerin güç ve gayretlerini birleştirme zaruretini ifade eder. Bunun için her müslüman, cemaat çalışmasına elverişli olmayabilir. Zira her müslümanda bu çalışma için gerekli kabiliyet bulunmaz. Bununla beraber bazan şahsi olarak çalışmasında fayda bulunabilir. Fakat teşkilat ve itaatteki inceliği kavrayamaz. Binaenaleyh teşkilatçılığı, bir nev’i hürriyeti sınırlandırma ve esaret, itaatı da zillet ve boyun eğme olarak telakki eder. Hatta bunu Allah’ın emrine itaat ve O’na teslimiyet kabul etmez. Hâlbuki namazda, cemaat imama uymakla şer’i bir emri yerine getirdiği gibi bir sevab ve ecir de kazanmaktadır.

 

Mehmed Zahid Aydar

Mîsak Dergisi

Sayı: 280 / Mart 2014