İslâm Dünyasının Çağdaşlaşma Serüveni - Alparslan Aydar

İslâm Dünyasının Çağdaşlaşma Serüveni

Prof. Dr. İbrahim Hatiboğlu tarafından kaleme alınan ve “Çağdaşlaşmanın sancısını derinden hissedip çaresizlikle kıvranan vefakâr ve cefakâr ulemaya” ithaf edilen ‘İslâm Dünyasının Çağdaşlaşma Serüveni’ isimli eser, içinde bulunduğumuz hali tahlil etmektedir.  Müslümanlar XIX. yüzyıl başlarında dünya dengelerinin Batılıların lehinde değişmeye başlamasıyla birlikte bunalıma girdiler. Batı’nın yükselişi karşısında müslümanların takındıkları tavır, İslâm tarihinin en önemli kısmını teşkil etmiş, bazı kimseler kurtuluşun Batı değerlerinin takdis edilmesine bağlı olduğunu savunurken, diğer bir grup, gerçek İslâm’ın ve modern ideallerin birbirine uygun olduğunu iddia etmiş, böylece modernizmin temellerini hazırlamışlardır. Bu iki grubun yanında, üçüncü bir grup da, modernizm öncesi dönemde de İslâm’da var olan dinî-içtimaî teceddüt fikrinin hâlâ güçlü bir şekilde mevcut olduğunu savunmuşlardır. İşaret edilen bu temayülleri kısaca batıcılar, modernistler, yeniden ihyacılar ve muhafazakârlar şeklinde özetlemek mümkündür.

İslâm Dünyasının Çağdaşlaşma Serüveni
Prof. Dr. İbrahim Hatiboğlu
İz Yayıncılık
Mîsak Dergisi
Sayı: 294 / Mayıs 2015

Prof. Dr. İbrahim Hatiboğlu tarafından kaleme alınan ve “Çağdaşlaşmanın sancısını derinden hissedip çaresizlikle kıvranan vefakâr ve cefakâr ulemaya” ithaf edilen ‘İslâm Dünyasının Çağdaşlaşma Serüveni’ isimli bu önemli çalışma, adına Modernizm dediğimiz ve Ümmet-i Muhammed’in tarih boyunca karşılaştığı en büyük ve kapsamlı saldırının İslâm Coğrafyasının farklı beldelerinde hangi özellikleriyle karşımıza çıktığını ve söz konusu süreci konu edinmektedir. 

 

Önsöz

“İslâm dünyasının sömürgeleştirilme çabaları ile eş zamanlı dile getirilen Çağdaşlaş(tır)ma talepleri, etken konumdaki Batı’nın ‘Aydınlanma’sını, sürekli maddî ve manevî kayıp yaşayan Doğu’nun ise ‘çöküş’ünü yaşadığı bir dönemi ifade eder. İslâm Dünyasının Çağdaşlaşma Serüveni adıyla sizlere arz edilen bu kitapta bu mücadelenin daha iyi anlaşılabilmesi için ‘Çağdaşlaşma Üzerine Genel Bir Çerçeve’ başlığını taşıyan Giriş’te konunun muhtevası, çalışmada takip edilen metot ve kaynaklar ile tezin konusuna dair kavramlar üzerinde durularak, çağdaşlaşmaya dair genel bir çerçeve çizilmeye çalışılmıştır. Ayrıca çalışmada sıkça kullanılan konuyla doğrudan ilgili kavramlar ve buna bağlı diğer dolaylı terimler özet halde incelenmeye çalışılmıştır.

Birinci Bölüm’de, Çağdaşçılığın ortaya çıkışına tesir eden faktörler ele alınmış ve bu çerçevede, Batı düşüncesindeki, değişim, bu değişimin Hıristiyanlık ve Yahudilik’te hâsıl ettiği çağdaşlaşma lehindeki dönüşüm ile İslâm dünyasının çağdaşlaş(tırıl)ması sürecinde etkin bir rol üstlenen Şarkiyatçılık üzerinde durulmuş, daha sonra da çağdaşlaşma ihtiyacının en haklı gerekçesi olarak sunulan ‘geleneksel yapının yetersizliği’ konusu ele alınmıştır.

Bu çalışmada ‘İslâm Çağdaşçılığının Teşekkül Dönemi’ olarak anılan klâsik İslâm Modernleşmesi konusu İkinci Bölüm’de ayrıntılı biçimde ele alınmış ve burada dönemin önde gelen ilim merkezlerinden olan Osmanlı Türkiye’si, Mısır-Sudan ve Hint Alt Kıtası ile söz konusu dönemdeki ulemâ çağdaşlaşmaya yaklaşımları itibariyle ele alınmıştır. Üçüncü Bölüm’de de, aynı süreç XX. yüzyıl başından itibaren ‘İslâm Çağdaşçılığının Sistemleşme Dönemi’ olarak anılmış ve Türkiye ve büyük ölçüde buradaki fikir harekelerinin bir uzantısı olarak Bulgaristan, Mısır-Sudan ve Hint-Pakistan çağdaşlaşma açısından bahse konu edilmiştir. Bir nevi, Sonuç olarak değerlendirilebilecek olan “İslâm Çağdaşçılığının Temel Özellikleri ve Tenkîdi” başlıklı Dördüncü Bölüm’de ise, çağdaşlaşmanın, çalışma boyunca işaret edilen belli başlı özelliklerine vurgu yapılarak, sıkça eleştirilen zaaf noktalarına işaret edilmiştir.” S.15

 

Giriş

Çağdaşlaşma Üzerine Genel Bir Çerçeve

 

I.  Konunun Sınırları ve Ele Alınışı

“Müslümanlar XIX. yüzyıl başlarında askerî ve siyasî alanda dünya dengelerinin Batılıların lehinde değişmeye başlamasıyla birlikte yeni şartlarla karşı karşıya geldi. Batı’nın yükselişi karşısında müslümanların cevabı ve takındıkları tavır, modern İslâm tarihinin en önemli kısmını teşkil etmiş, bazı kimseler kurtuluşun Batı değerlerinin bütünü ile adapte edilmesine bağlı olduğunu savunurken, diğer bir grup, gerçek İslâm’ın ve modern ideallerin birbirine uygun olduğunu iddia etmiş, böylece modernist İslâm’ın temellerini hazırlamışlardır. Bu iki grubun yanında, üçüncü bir grup da, modernizm öncesi dönemde de İslâm’da var olan dinî-içtimaî teceddüt fikrinin hâlâ güçlü bir şekilde mevcut olduğunu ve ihtiyaç duyulacak yenilenme ve saflaşma çabaları için yeterli temelleri ihtiva ettiğini savunmuşlardır. Bunun dışında kalan bir kısım müslüman daha vardır ki onlar, bütün bu gelişmelere kayıtsız kalmış, Batı’nın bu meydan okumasına ve İslâm’ın ilerlemeye engel olduğu görüşüne karşı İslâm’ı savunmaya çalışmışlardır. İşaret edilen bu temayülleri kısaca batıcılar, modernistler, yeniden ihyacılar ve muhafazakârlar şeklinde özetlemek mümkündür.” S.19

 

II. Konunun Kaynakları

“Çalışmamızın birinci el kaynakları olan ve modernizmin İslâm dünyasına girişi ile birlikte ortaya çıkmaya başlayan ilk eserler savunmacı bir üslûpla telif edilmiştir. Çağdaş dönemde ele alınan birinci el kaynaklar daha öncekiler kadar savunmacı nitelik taşımamakla birlikte, metot itibariyle Batı’yı büyük ölçüde benimseyen bir yol takip etmişlerdir.

Burada işaret edilmesi gereken bir diğer husus da İslâm modernizmi ile ilgili eserlerde müelliflerin kullandığı dildir. Konular tamamıyla İslâm ülkeleri ile ilgili olmasına rağmen çalışmalar Batı dillerinde; ilgili ülkeyi istilâ eden sömürgeci ülkenin dilinde yazılmıştır. Bunda elbette Batılı yazarların konuyla yakından ilgilenmelerinin etkisi büyüktür, ancak bundan daha da önemli bir sebep, kanaatimizce toplumun tepkisini kontrol altına alabilmektir.” S. 27-28

 

III. Konuyla İlgili Terimler

A. Modernizm Kavramı

Latince modo kelimesinden türeyen ve henüz, şimdi gibi anlamlara gelen modern kelimesinin eski bir tarihi olmakla birlikte, Batı dillerinde ancak Ortaçağ’dan sonra yaygınlık kazanmaya başlamıştır. Eski ile çağdaşı ayırt etmek üzere kullanılan modern kavramı, modernizm şeklinde bir düşünce sis-teminin adı olarak XVII. yüzyılda ortaya çıkmış ve kullanımı aydınlanmacı düşünürlerce olağanüstü bir entelektüel çaba ile desteklenmiştir. Türkçe’de ise aynı kavram, asrı, muasır veya günümüzde, çağdaş gibi kelimelerle ifade edilmekle birlikte, Batı dillerindeki ifadesi olan modern, modernizm ve modernité kelimeleri de dilimizde oldukça yaygın biçimde kullanılmaktadır. Kelimenin kökü itibariyle modernlik (modernity), modernleşme (modernization) ve çağdaşçılık (modernizm) birbirlerine oldukça yakın kavramlardır.” S.34

B. Konuyla İlgili Diğer Kavramlar

“İslâmî literatürde yeniden dirilmeyi ifade etmek üzere tecdid ve ıslah terimleri geçmektedir. Tecdid yenileme, ıslah ise yeniden şekillendirme/reform anlamında kullanılmış olup, her iki tabir de İslâm toplumunda bid’at ve hurâfeleri tasfiye edip asıl kaynaklara dönmek amacıyla düşünce ve uygulamada var olan sürekli yenilenme geleneğini ifade etmektedir. Ancak modernizm, reformizm gibi kavramların toplumda taşıdığı olumsuz imajdan kurtulmak amacıyla tecdid ve ıslah ifadeleri yerine, dînin, özünün korunması kaydıyla zaman içerisinde yenilenmesi anlamında teceddüd kavramı gündeme gelmiştir. Şu halde bu kavramları, geleneğe yakınlığına göre, teceddüd, tecdid ve ıslah şeklinde sıralamak mümkündür.” S.43

 

Birinci Bölüm:

Çağdaşçılığın Ortaya Çıkışına Etki Eden Faktörler

 

I. Batı Düşüncesindeki Değişimin Çağdaşlaşmaya Tesiri

“Rönesans’tan itibaren ulaşılan teknik başarıların da katkısıyla, Batı düşüncesindeki aklileşme süreci hız kazandı, öncelikle Batı toplumlarında bir zihnî değişim ve dönüşüm süreci yaşandı. XVII. yüzyıldan itibaren kurumlaşmaya başlayan Yeniçağ bilim anlayışı, modern ilmî geleneğin şekillenmesinde önemli vazifeler üstlendi. Bu yeni anlayışla dine güven azalmaya, ferdiyetçi ve insan merkezli düşünce öne çıkmaya başladı.” S. 52

“XVII. yüzyıldan itibaren Batı düşüncesinde meydana gelen değişmeler sonucu, önceleri makine ve fabrika şeklinde anlaşılan bilimin her türlü problemi çözeceği düşünülmüş, bilim sayesinde insanlığın sonsuz bir maddî refaha ulaşabileceğine inanılmıştır. İslâm modernistleri de onların bilim, teknoloji ve kurumlarını İslâm ülkelerinin kalkınması için zorunlu unsurlar olarak görmüşlerdir. Bu anlayışın sonucu olarak özellikle savaşlar ve seyahatler vesilesiyle, Batı’nın silâh teknolojisindeki üstünlüğünün görülmesi, Batı’daki keşiflerin ve teknolojik ilerlemelerin müslümanlar tarafından kabullenilmesini kolaylaştırmıştır.” S.57-58

 

II. Hıristiyanlık ve Yahudilik’te Çağdaşlaşma

“1529’dan itibaren Protestanlık adıyla Hıristiyanlığın üç büyük mezhebinden biri haline gelecek olan hareket, sadece iman etmekle Tanrı’nın inayet ve rahmetinin insanı kurtuluşa erdireceği inancını benimsemiştir.  Otoriteye başkaldırı; günahkârlığın, kilise ve dinî anlayışın sadece Kitâb-ı Mukaddes’e dayanmasını isteme, Tanrı’nın ihsanı dışında, kurtuluş için kişinin gayretlerinin faydasızlığı (kurtuluş için amelin değil imanın gerektiği), dinde kişiyi merkezîleştirme, hür düşünce (liberalizm), akılcılık (rasyonalizm),  Kitâb-ı Mukaddes’ in ilmî şerhlerinin yazılması, onun ilme ve güncel yorumlar yapmaya açık kabul edilmesi bu anlayışın temel özellikleriydi.” S.62

 

III. Şarkiyatçılık ve Çağdaşlaşma

“İslâm’da reform meselesinin müsteşrikler tarafından gündeme getirilmesi, İslâm ülkelerinin Batılılaşması ile eğitim, tarihçilik ve felsefede Batı anlayış ve hâkimiyetinin yaygınlaştırılmasıyla doğrudan ilişkilidir. Şarkiyatçılar, modernistlerin, Batı’nın çağdaş düşünce ve değerlerine cevaz veren ve müslümanlarla Batılıları birbirine yaklaştırmada tereddütleri gideren bir din ortaya koymalarını arzulamaktaydılar. Yine onlar, İslâm’a aykırı birtakım çağdaş düşünce ve âdetlerin, müslümanlarca çekinmeden konuşulmasını sağlamaya çalışmışlar, onların tedricî bir şekilde Kur’ân ve sünneti değişime konu yapmalarını, bazı şeyleri tenkit etmelerini ve bunları zamanla Batı medeniyetinin düşünce ve âdetlerine uygun hale getirmelerini sağlamayı hedeflemişlerdir.” S.71

 

IV. Geleneksel Yapının Yetersiz Görülmesi

“İslâm dünyasında modernist düşüncenin ilk izlerinin görülmeye başlamasından itibaren sıkça karşılaşılan, İslâm âleminin geri kalmışlığı fikri, bu alanda yapılan bütün gayretlerin temel gerekçesi ve hareket noktasını teşkil etmiştir. İslâm âlemindeki bütün ıslahatçı/yenilikçi düşünürler bu problem üzerinde ısrarla durmuşlar, geri kalmışlığa ve çöküşe çare olarak da, Ahmed Han örneğinde açıkça görüleceği gibi düşüncenin, modern Batı aydınlanmacılığı ile irtibata geçerek yeni bir çıkış yolu ortaya koymasını teklif etmişlerdir.” S.73

 

İkinci Bölüm

İslâm Çağdaşçılığının Teşekkül Dönemi

 

I. Hint Alt Kıtası’nda Çağdaşlaşma Teşebbüsleri

“Bölgeye girmelerinden sonra gittikçe yoğunlaşan İngiliz baskısı ve onların bazı hukukî değişiklik dayatmaları karşısında Abdülazîz ed-Dihlevî (ö. 1824) tarafından iki farklı fetva verilmiş ve bunlarla, Hindûların idaresi altındaki Hint alt kıtasının hâlâ Dârül-İslâm, İngiliz idaresi altındaki bölgelerin ise Dârül-Harp olduğu ilân edilmiş, arkasından Abdülazîz’in, İngiliz idaresi ve Anglo-Muhammedan hukukunu hedef alan meşhur tâlimatnâmesi  yayımlanmıştır. Abdülazîz’in talebesi Abdülhay el-Leknevî (ö. 1886) ise, Kalküta bölgesini düşman ülke ilân etmek suretiyle İngilizlere daha da sert tepki göstermiştir.” S.84

“Müslümanların hukukî alanlarda İngiliz fikir ve müesseselerinin isteklerine uymaya zorlanması, bölge müslümanları arasında modernist temayüllerin gelişmesine ve onların bu konuda Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da bulunan müslümanlardan farklı düşünmelerine sebep oldu. Modernist eğilimlere temel teşkil etmesi açısından, onların öncelikle ceza hukuku alanında teklif ettikleri yenilikler ile daha sonraki modernist müslümanların düşünceleri arasında büyük benzerliklerin bulunması oldukça dikkate değer bir husustur.” S.88

Ahmed Han, bağımsızlık savaşı sonrasındaki tavrı İngilizler tarafından üst düzey görevlere getirilerek ödüllendirilmiştir.  Kendisi 1869-1870 yıllarında İngiltere’ye on sekiz aylık bir ziyarette bulunarak ülkenin eğitim sistemi ve araç-gereçleri ile ilgili çalışmalar yaptı. Onun hedefleri arasında Hıristiyan misyonerlerin İslâm’a saldırılarının önlenmesi, Mu’tezile’nin akılcılığı ile İslâm’ın yeniden değerlendirilmesi ve bunların ışığında şarkiyatçıların eserlerinin gözden geçirilerek cevaplandırılması yer almaktadır.”  S.89

“İslâm’ın girdiği zamandan itibaren Hint alt kıtasında mektep, medrese ve dârülulûm isimli dinî kurumlar, toplumda dinî eğitimin öğretilmesi ve yaygınlaşmasında çok önemli rol oynamaktaydı. Yaklaşık milâdî 1200 yılından bu yana faaliyet gösteren ve eski müfredatı uygulayan bu tür okulların toplum açısından çok büyük bir önemi vardı. Arap âlemindeki Ezher gibi, özellikle dârülulûmdan mezun olan hocalar, ülkenin her tarafına yayılmış mektep, cami okulları ve hatta uzak bölgelerdeki köy ve kasabalarda hocalık yapmakta idiler. Bu sebeple XIX. yüzyıl ortalarında Ahmed Han’ın Hint İslâm toplumunda, okullarda öğretilen ve bir Batılı gözüyle, kendilerinin ayağına köstek olan, tamamen Doğu’ya has müfredata karşı çıkarken ve kendisinin çağdaşlaşma akidesini açıklarken medrese sistemine cephe alma zarureti hissetmesine şaşmamak gerekir.” S.92

“Ahmed Han gibi Çerağ Ali (ö. 1895) de fıkhî uygulamalara karşı çıkmış, Kur’ân’ın ferdî-siyasî bir kanunnâme değil, dinî bir kitap olduğunu ve Hz. Peygamber’in asla dinî bir teşkilât veya devlet kurmadığını ileri sürmüştür. Çerağ Ali ve onun gibi düşünenler Hz. Peygamber’in hukukî sistem bırakmadığını, sonra gelenlerden de böyle bir sistem kurmalarım istemediğini, müslümanların zamanın özel şartlarına göre kendi hukuk sistemlerini hazırlamaları gerektiğini savunurlar.” S.97

 

II. Osmanlı’da Çağdaşlaşma Teşebbüsleri

“Osmanlı dönemi yenileşme taleplerinin temelini Kanûnî Sultan Süleyman dönemine kadar götürmek mümkündür. Ancak esas itibariyle XVIII. yüzyılın girişi ile birlikte askerî yenilgilerin yaşanmaya başlanması sonucu bu alanda yenileşmeye ihtiyaç hissedilmesi, askerî ve diğer alanlarda Batı ile doğrudan ilişki kurulmasına neden olmuştur.” S.102

“Siyasî alanda gelişen bu süreç, XIX. yüzyılın ikinci yarısının sonlarına doğru hayatın diğer alanlarını da içine alacak şekilde genişledi. Abdülmecid (1839-1861) babası II. Mahmud’un modernleştirme gayretlerini geliştirip sistemleştirerek bunları Tanzimat fermanları olarak açıkladı. Geleneksel İslâmî müesseseler devlet destekli modern Avrupa tarzındaki benzerleri ile değiştirilmeye başlandı. Sadece askerî değil yeni idareci kadrolar yetiştirmek, toprak reformunu gerçekleştirmek gibi sivil, ticarî, cezaî alanlarda da Batı’dan esinlenerek hazırlanmış hukukî düzenlemeleri yürütmek üzere yeni seküler esaslara dayalı okullar açıldı. Batılı metotlara göre öğrenci yetiştirecek okullar arasında, Robert Collage 1863’te, Galatasaray Mekteb-i Sultanîsi 1868’de eğitime başladı. Her iki okul da tamamıyla yabancı hocalardan oluşan eğitim kadrosu ile Türkiye’nin Batılılaşmasında önemli roller üstlendi. Ülkenin müdür, diplomat ve askerî âmirlere ihtiyaç duyduğu ileriki yıllarda Mekteb-i Sultanî mezunları hassas makamları işgal ettiler ve ülkeyi modernleşmeye doğru götürdüler.” S.105

 

III. Mısır ve Sudan’da Çağdaşlaşma Teşebbüsleri

“Napolyon ordusunun 1798 yılında İskenderiye’ye ayak basması ve aynı yıl yapılan Piramitler Savaşı’nı kazanmasıyla, İslâm âleminin ilk defa askerî alanda Batı karşısında açık yenilgiyi tatması, Mısır’a modernizmin girişine habercilik etmesi yanında, Ortadoğu ile Batı’nın kültürel alanda ilk defa yüz yüze gelmesinin de başlangıcı olmuş, birçok alanda bölge modern düşüncenin ve ilgili ve tartışmaların içine girmiştir.

Osmanlı’da II. Mahmud ile başlayan askerî yenilik hareketleri, aynı dönemde 1805-1849 arasında Mısır valiliği yapan Mehmed Ali Paşa tarafından birçok konuda Batı’yı taklit etmek suretiyle başlatılmıştır. Onun tarafından kontrolü Avrupalıların elinde olan askeri okullar açma, Avrupa’ya bilim, teknoloji ve siyaset öğrenmek üzere öğrenci ve idareci heyetleri gönderme, teknik bilgilerin daha hızlı akışını sağlamak üzere tercüme büroları ve matbaalar kurma gibi faaliyetlere hız verildi. Askerî alandaki yenilikler idare, hukuk, eğitim ve ekonomi alanlarında da gerçekleştirildi. Gelenekçi ulemânın temel kaynaklara sarılma tavsiyelerinin aksine yenilikçilik yanlıları Avrupa’ya yöneldi.” S.114

“Eğitimde görülen bu aksaklıklar ister istemez idare ve buna bağlı alanlarda da kendini gösterdi ve ilk defa Mehmed Ali Paşa tarafından ileri sürülen dinî ve politik yapıların birbirinden ayrıştırılması fikri ulemânın şiddetli tepkisi ile karşılaştı. Ancak daha sonra hükümet ağırlığını ulemâ üzerinde hissettirmeye başlayınca bu tepki azaldı. Hidiv İsmâil Paşa (1863-1879) yapılan çağdaşlaşma çabalarına ulemânın da katkısını dâhil etmek istedi. Ancak ulemâ buna razı olmayınca, selefi Mehmed Ali Paşa’nın taktiğini uygulayarak,  geleneksel İslâmî okullar karşısında Batı tarzında yeni laik esaslı okullar açtı. Böylece din-devlet ayrımına dayalı hukuk şer’î hukukun, seküler mahkemeler şer’î mahkemelerin yerini aldı, devlete bağlı okullar ve azınlık okulları küttâb ve medreselerle rekabet etmeye başladı. XIX. yüzyıl idarî reformları sonucunda, İslâm ülkelerinin dinî temelleri toplumun periyodik olarak ideoloji, hukuk ve müesseseler olarak Batı’dan alınmış modeller ile değiştirilerek sekülerleşmesi ile sonuçlandı. Geleneksel ve modern eğitim kuramlarının birlikte devam etmesi, bir yandan batılılaşmış seçkin bir azınlık, öte yandan daha geleneksel ve İslâmî temellere dayanan eğitilmişler sınıfı şeklinde iki ayrı sınıfın varlığını sürdürmesine neden oldu. Zamanla bu kurumlar, fonksiyonlarını karşıtlarının sınırlarına kadar genişleterek, onların şer’î uygulama alanlarının evlilik, boşanma, miras gibi hukukun ferdî alanıyla sınırlandırılmasına ve ikinci dereceye inmesine neden oldu.  Buna paralel olarak, Hint alt kıtasında ise İngiliz kontrolündeki devlet bu sınırlı alana da müdahale ederek şeriata hiçbir uygulama alanı bırakmamıştı. Öte yandan her bakımdan Batı’nın etki alanına giren Mısır’ın, siyasî olarak 1882-1922 yılları arasında hüküm süren İngiliz askerî varlığına dayalı sömürge idaresi sayesinde, yerel yönetim İngilizlerin kontrolüne girmiş, danışman sıfatıyla Mısır’da bulunan Lord Cromer, alınan her türlü kararda etkili olmuştur. Neticede onun 1907’de emekliliğe ayrılmasından sonra, 1914’te devleti idare eden az sayıda Mısırlı kalmış,  onun faaliyetleri sonucu Mısır, açık bir kültürel etkilenmeye mâruz kaldı.” S.116-117

“Dışardan yapılan bu baskılara ilâve olarak, modernizmin Arap ülkelerinde yayılmasına etki eden bir diğer faktör de bu ülkelerde bulunan hıristiyan azınlık idi. Suriye, Lübnan ve Mısır’da bulunan Hıristiyanlar Batılıların hem sığınağı, hem de İslâm ülkelerine açılan kapıları durumundaydı. Öncelikle Mısır’da başlayan Çağdaşlaşma ve Batılılaşma hareketleri, diğer fikrî merkezlere bu azınlıklar ve yayın organları vasıtasıyla çok hızlı bir şekilde ulaşabiliyordu. Bu sebeple Osmanlı Türkiye’sinin aksine, Suriye, Lübnan, Filistin ve Ürdün gibi bölgelerde, kültürel Batılılaşma askerî olandan daha önce gerçekleşmiş, Arap milliyetçiliğinin önce buralarda doğması azınlıklar faktöründen kaynaklanmıştır. Misyonerlik faaliyetleri için de uygun zemin bulan Hıristiyan azınlık, Beyrut Amerikan Üniversitesi ve Saint Joseph Fransız Üniversitesi gibi Batılı kurumlar açarak Ortadoğu’da faaliyetlerini sürdürdü. Daha sonra açılan Kahire Amerikan Üniversitesi de dâhil olmak üzere, buralarda yetişen öğrenciler, tamamen kendi kültürlerinden uzak, çevresindeki gerçeklerden habersiz ve ülkelerinde yabancı hava teneffüs eden bir ortamda yetiştiler.” S.118

 

IV. Genel Değerlendirme

“Batı’daki zihnî, bilimsel ve teknolojik değişmeler, İslâm dünyasında yakından takip edilmiş ve öncelikle Mısır ve Osmanlı Türkiye’sine ithal edilmeye başlanmıştır. Genellikle müslüman modernistler Batı’daki gelişmeleri dikkatle ve hayranlıkla takip etmişler, benzerlerinin İslâm ülkelerince de yapılması gerektiğini savunmuşlardır. Aydınlanmacılığın etkisiyle yetişen ve dogmalardan çok aklın önemine inanan Napolyon, Tanrı’nın hukukundan ziyade insan hakları, din-devlet ayırımı, eşitlik ve demokrasi gibi esasları benimsemiş ve yanında bulundurduğu bilginler ve din adamları vasıtasıyla bu düşünceleri İslâm âlemine tanıtmıştı.” S.133

“Hint müslümanları, ilk defa tüccar olarak bölgeye gelen Avrupalılar ile XVI. yüzyıldan itibaren karşılaşmış ve resmen 1600 yılında faaliyete geçen Doğu Hint Şirketi’nin etki alanını önce ticarî sonra siyasî alana genişletmesi, peşinden de hukukî konulardaki baskılarını yoğunlaştırması sonucu Anglo-Muhammedan hukukun uygulamaya konulması ile tamamen İngiliz güçlerinin hâkimiyeti altına girmiş oldu. Bu durum karşısında başta Ahmed Han olmak üzere bazı kimseler İngilizler ile iyi geçinmenin kendileri için en uygun yol olduğunu, bazı müslümanlar ise İngiliz baskısı altındaki yerlerin Dârül-Harp sayıldığını, onlara karşı cihad edilmesi gerektiğini savunmuşlardı.” S.136

 

Üçüncü Bölüm:

İslâm Çağdaşçılığının Sistemleşme Dönemi

“İslâm Çağdaşçılığının Sistemleşme Dönemi ifadesi, genel olarak 1905 yılında Muhammed Abduh’un vefatından başlayıp Fazlurrahman’ın vefatına kadar olan dönem için kullanılmıştır. Burada dikkat çekilmek istenen, ilk modernist şahsiyetlerle sonrakiler arasında bazı farklılıkların olduğu hususudur. Teşekkül dönemi modernizmine göre bu dönem, İslâm ülkelerinin millet temeline dayalı olarak bağımsızlığını kazandığı veya kazanmaya başladığı, fiilî sömürge döneminin gücünü kaybetmesiyle, ilk sömürge yıllarının şokunun atlatılması sonucu özür dilemeci tavırların azaldığı, aktivist tutumlardan ziyade köklü fikrî tepki ruhunun gelişmeye başladığı bir dönemdir. Bu bakımdan İslâm çağdaşçılığının sistemleşme döneminde, teşekkül dönemine nazaran daha köklü ve sistematik bir yapıda gelişmeye devam etmiş, bir iki istisnası dışında savunulan fikirlerdeki aşırılıklar terk edilmiştir. Ancak bütün bu gelişmelere rağmen, modernizmin özünde var olan yenilikçilik isteği ve gelenek karşıtlığı sürekli devam etmiştir.” S.145

 

I. Türkiye’de Çağdaşlaşma

“Tanzimatçıların Batı yanlısı tutumlarının artan bir tempo ile devam ettiğini gören II. Abdülhamid Batıcılık karşısında İslâmî bir modeli desteklemek ve bunu tebaa arasında yaygınlaştırmak gayesiyle İslâmî yenilikçilik taraftarlarına destek sağlamıştı. XX. yüzyılın başlarında ortaya çıkan liberal anlayışlar sonucu, Efgânî ve Abduh çizgisinde, İslâmcı/yenilikçi dergiler yayımlanmaya başlandı. Yenilikçi İslâmcıların etkisi ittihatçıların da desteği ile daha çok dinî eğitim kuramlarında yapılan reformlarda kendini gösterdi.” S.147

 

II. Bulgaristan’da Çağdaşlaşma

“Bulgaristan, İstanbul’dan kaçan hilâfet muhâlifi İttihad ve Terakkîcilerin, meşrûtiyet muhâliflerinin, inkılapçı gazetecilerin ve Cumhuriyet karşıtlarının faaliyet merkezi olmuştur. Bunlardan İttihad ve Terakkî’nin ve Jön Türklerin faaliyetlerine katılıp dinî konulara dair fikir beyân edenler ile İslâmcılarla teması bulunanların dinî ıslâhat tartışmalarında önemli bir yeri vardır.” S.165

 

III. Mısır ve Sudan’da Çağdaşlaşma

“Toplum içerisindeki kendi konumlarını koruyabilmek amacıyla idarî işlere soğuk davranan muhafazakâr ulemâ, Ezher’in hükümet kontrolüne alınmaya çalışıldığı yüzyıl başlarında siyasete girmek mecburiyetinde kaldı. 1927 yılında çıkan bir yasayla da Ezher’in bütçesi, rektör tayini gibi idarî işlerin başbakan tarafından yapılması kararlaştırıldı.  Bu dönemde bütün dışlama ve toplum ile bağlarının koparılmaya çalışılması çabalarına rağmen ulemânın sabırlı tutumu sonucu, Efgânî ve Abduh’un başlatmış olduğu reform ve çağdaşlaşma çabaları düşünce boyutunu önemli ölçüde kaybetti, bölgede az sayıda entelektüelin tartıştığı fikrî hareketler olarak kaldı.

Aynı dönem Sudan’da ise ilk gelişmelerin ardından Mısır yenilikçileri kanalıyla ülkeye yeni anlayışların girmesiyle, bölgedeki eski kuramların modern çağın değişen şartlarına uyarlanması gündeme geldi. Ne var ki ortaya çıkan birçok kurum ve yapı muhafazakâr ulemânın tepkisiyle etkinliğini kaybetti.” S.182

“Önemli bazı hususlarda geleneksel anlayıştan farklı fikirlere sahip olan Mahmud Muhammed Tâhâ (ö. 1985) ve hareketi, onun idamından sonra gücünü kaybetmiş, savunucularının çoğu Sudan dışına sürülmüştür. Çalışmalarını genelde Amerika ve İngiltere’de yürüten Cumhuriyetçi Kardeşler hareketi yanlılarıfikirleri sebebiyle Batılı ülkeler tarafından da önemli ölçüde desteklenmektedir. Bu desteğe sahip olarak çalışmalarını sürdüren hareketin önde gelen temsilcisi Abdullah A. en-Naîm’dir. Fazlurrahman ve eserlerinden önemli ölçüde etkilenen ve onun gibi, Amerikan Ford Vakfı’nın desteğiyle bazı İslâm ülkelerinde de çalışmalar yapan Abdullah en-Naîm, halen Amerika’da çalışmalarını sürdürmektedir.” S.198

 

IV. Hindistan ve Pakistan’da Çağdaşlaşma

“Müslümanlar bir yandan yenilikçilik ve modernizm tartışmaları yaparken aynı zamanda Hint alt kıtasında Pakistan’ın ayrı bir İslâm devleti olarak ortaya çıkışı çalışmaları da hız kazanmıştı. Bağımsızlık öncesi ıslahat çalışmalarının temel karakteri, Ahmed Han’ın başlatmış olduğu uyarlamacı reform çizgisi doğrultusunda idi. Hint-Pakistan modernleşmesinin ikinci safhası da yine aynı fikirler çerçevesinde gelişmişti.” S.199

“Pakistan’ın ayrı bir devlet haline gelmesinden sonra 1958- 1969 yılları arasındaki Eyyûb Han dönemi de modemizm açısından oldukça önemlidir. O, sosyo-ekonomik olaylara yaklaşımındaki muhafazakâr tutumuna rağmen, laik ve demokratik İslâmî Pakistan kavramına sadık kalmıştı.” S.200

“Mütefekkir, şair ve filozof Muhammed İkbal (ö. 1938); yaşadığı dönem Hint müslüman entelektüellerinin en seçkinlerinden birisidir. Pencâbî dilinin konuşulduğu Pencap bölgesi doğumlu olmasına rağmen yazı ve şiirlerini Urduca ve Farsça yazmış, felsefî yazılarını ise diğer modernist düşünürler gibi İngilizce olarak kaleme almıştır. Münih’te felsefe, Londra’da hukuk doktoru payesi almış, dinî duygu ve düşüncesini ifade etmek için şiiri kullanmıştır. Eğitim ve öğretim safhasından sonra kendisini daha önceki yenilikçiler gibi taklidi sona erdirmeye ve Hint alt kıtasındaki mollaların cehaletine karşı savaşmaya adamış, Asya İslâm’ının rehâvet ve geleneksel anlayıştan kurtarmaya çalışmış,  geleneksel İslâm mirası ile Batı felsefesini birleştirerek kendisinin İslâmî sentezini ve yeni yorumlarını ortaya koymaya çalışmıştır.” S.201

 

Gulâm Ahmed Pervîz (ö. 1985) ise,  hocası İkbal’den oldukça farklı fikirler savunmuştur. İkbal’in vefatı sırasında henüz kırk yaşlarında bulunan ve Ahmed Han’ın fikirlerinin de önemli ölçüde savunan Pervîz, Hint alt kıtasındaki modernist şahsiyetlerin en aşırı davrananıdır.” S.205

“Son dönem Hint-Pakistan ve Türkiye’deki İslâm çağdaşçılığı tartışmalarında ismi özellikle ön sıralarda anılan kişi Fazlurrahmandır. (ö. 1988) Şahsiyeti ve ilk inançlarını büyük ölçüde Diobend Medresesi’nden mezun bir âlim olan babası ve annesinin şekillendirdiği Fazlurrahman,  hocası Gibb’in zekâsı ve İngilizce’ye hâkimiyetini fark etmesiyle, onun özel ilgisine mazhar olmuştur.” S.210

“Hilâfetin kaldırılmasından sonraki dönemde Türkiye’deki gelişmeleri ve klâsik geleneğin hemen hemen bütünü ile temizlenmesi teşebbüslerini müspet bir gelişme olarak değerlendiren Fazlurrahman, geleneksel anlayışın izlerinin kalmadığı bir yerde, İslâm’ın yeniden ihyasının daha kolay olacağını düşünmüştür. S.219

 

Dördüncü Bölüm

İslâm Çağdaşçılığının Temel Özellikleri Ve Tenkidi

 

I. Çağdaşçı Düşüncenin Temel Özellikleri

Batı’da modernizm, kültürel olarak geleceğe yönelme çağı şeklinde tanımlanarak, gelecek ile geçmişin birbirine zıtlığı gibi, muhafazakârlığın tam karşıtı kabul edilmiş; ilerleme, terakki, gelişme, özgürlük, serbest düşünce, birikim, aydınlanma gibi kavramlarla eş anlamlı görülmüştür. Bu tür ifadeler değerini koruduğu sürece modernizm ifadesi de canlılığını koruyacaktır. Modernizm kavramının muhtevasındaki en önemli özellik değişime yaptığı vurgudur.” S.225-226

 

II. Çağdaşçılığa Yöneltilen Tenkitler

“Savunulan fikirlerin toplum temelinde yaygınlaşması açısından da zorlukları bulunan modernist düşünce, daha çok eğitim görmüş ve geleneksel anlamda din adamı olmayan kimseler arasında yaygın bir harekettir. Bu sebeple modernist düşüncenin halka hitap etmesi/inmesi söz konusu değildir. Modernist düşüncenin entelektüel bir hareket olarak ortaya çıkması ve aynı niteliğini sürdürmesi neticesi fikirlerin yaygınlaşmaması karşısında modernistlerin yaptığı en önemli şey, kendilerini ıslah ya da tecdid hareketi gibi takdim etmek olmuştur.” S.238

“Bu değerlendirmelerin ışığında modernistlere yöneltilen tenkitlerin şu dört temel noktada yoğunlaştığı görülecektir.

Bilimdeki câzibe sebebiyle başlangıçta birçok müslüman yenilikçi, Batı düşüncesi ve eğitim sisteminin İslâm ülkelerinde yaygınlaşması ve programlara alınmasıyla ilerlemenin sağlanabileceğine inanmış, bu sebeple Batı merkezli bir ilim anlayışı geliştirmenin yollarını aramıştır. (…) Diğer bir hassas nokta ise, meselâ İslâm hukukuna gelen tenkitlerin ve reform çağrılarının, bazı Batı yanlısı laik eğilimli çevrelerden alınan ilham neticesi ortaya atılmış olmasıdır.

Yine müslüman modernistler, Batı üstünlüğüne karşı doğan reaksiyon hareketinin temsilcileri olduğu için, reaksiyon hareketlerinin ifrat ve tefrit gibi iki kusurunu da bünyesinde bulundurmaktadır. Bazen dinî esaslardan tâviz verecek derecede yenilikçi bir tavır takınırken, bazen Batı medeniyetinin getirdiği değerlere mutlak bir kıymet vermişlerdir.” S.238-239

Batı’da insanlığın ilerlemesi, özgürleşmesi ve insanlığını gerçekleştirmesi dinin baskısı, hâkimiyeti ve kontrolünden kurtulmasına bağlanmıştır. Yine insan için tek hakikî mürşit olarak akıl ve beşerî ilim yeterlidir. Din sosyal bir olgudur. Fertlerin vicdanlarında ve ahlâkî yaşantılarında kalmalı, topluma müdahale istidatı taşıyorsa, ya toplum hayatından tamamen uzaklaştırılmalı yahut da reforme ve modernize edilerek kendi kabı ve yeri olan vicdanlara çekilmelidir. Bu sebeple Batılı modernistlere göre sosyal hayata müdahale etmeye kalkışan din ve bu müdahale anlayışları meşrû değildir, bu tür hareketlere izin verilmemelidir.

İslâm modernizmi temelde Batı düşüncesinden etkilenerek ortaya çıkmış bir anlayıştır. Bu sebeple genelde modernistlerin yapmak istediği İslâm’ı hür ve insanî düşünce ve değerlere göre yeniden yorumlamaktır.

Modernistlerin, bazı istisnaları olmakla birlikte, içinden geldikleri geleneksel İslâm kültürüne olan uzaklıkları da onlara yöneltilen temel eleştiri noktalarından birisidir.

Modernizm ortaya çıktığı ilk yıllarda, teknoloji ve çağdaş değerlerin verdiği hızla, pek çok İslâm ülkesinde önemli ölçüde yaygınlık kazanmış, sadece gelenekleri ile bağlarını kurmaya çalışan eğitilmiş ve orta sınıflar arasında değil, aynı zamanda genç âlimler arasında da benimsenmeye başlanmış, ancak zamanla başlangıçtaki yayılma hızı ve etkisini kaybetmiştir. ” S.240-245

 

Mehmed Zahid Aydar

Mîsak Dergisi
Sayı: 294 / Mayıs 2015

 

 

1-Prof. Dr. İBRAHİM HATÎBOĞLU; 26.1.1966 tarihinde Muğla’nın Fethiye ilçesinde doğdu. 1989 yılında Marmara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesinden mezun oldu. MÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Hadis Anabilim Dalı bünyesinde Hadis Usûlü Kaynaklarına Göre Hadis Öğrenim ve Öğretim Âdabı adlı teziyle yüksek lisansını (3.9.1991), İslâm’da Yenilenme Düşüncesi Açısından Modernistlerin Sünnet Anlayışı adlı teziyle de doktorasını (4.10.1996) tamamladı. Doktora tezini hazırlama safhasında altı ay süreyle Mısır’da (1992- 1993), bir yıl süreyle de İngiltere’de (1994-1995) araştırmalar yaptı. Tanzimat sonrası Osmanlı düşüncesinde hadis ve müsteşriklerin hadis araştırmaları konularında yaptığı çalışmaları ile ilahiyat (hadis) doçenti oldu (10.5.2002). Bulgaristan Müslümanlarının Dînî Islahat Düşüncesine dair çalışmalarıyla profesör oldu (21.03.2008). 1999-2000 Eğitim-öğretim yılında bir yıl süreyle Bulgaristan/Sofya Yüksek İslâm Enstitüsü’nde, bir dönem de MÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde alanı ile ilgili dersler verdi. 1991 yılından itibaren TDV İslâm Araştırmaları Merkezi’nde araştırmacı olarak bulundu. 21 Kasım 2002 tarihinden beri Uludağ Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Temel İslâm Bilimleri (Hadis) Bölümü’nde öğretim üyesi olarak çalışmakta, aynı zamanda Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi’nde 24.04.2009 tarihinden itibaren dekanlık görevini yürütmektedir. TDV İslâm Ansiklopedisi’nde müellif redaktör ve hadis ilim kurulu üyesidir. İngilizce ve Arapça bilen yazar, evli ve iki çocuk babasıdır. İslâm dünyasının çağdaşlaşması, şarkiyatçılık, Osmanlı modernleşmesi ve klâsik hadis ilmi ve usûlünün mahiyeti ve gelişimi konularında çalışmalarını sürdürmektedir. S.4