Sünneti İhyâ Etmek - Alparslan Aydar

Sünneti İhyâ Etmek

İslâmî ilimler alanında yazmış olduğu eserleri yaşadığı yıl sayısından daha fazla olan ender simalardan birisi, şüphesiz İmam el-Leknevî’dir. Yaklaşık otuz dokuz yıllık ömrüne yüz on beş eser sığdıran İmam El Leknevî’nin, önemli eserlerinden birisi ‘Tuhfetü’l Ahyâr’ ismindeki kitabının tercümesi yayınlanmıştır. Müellif, Tuhfetü’l-ahyâr’ı kaleme aldıktan yaklaşık dört sene sonra buna, ‘Nuhbetü’t Enzâr’ isminde bir hâşiye yazmış, bu ikisi Abdülfettah Ebû Gudde tarafından tahkik edilerek birlikte neşredilmiştir. Sünnetin anlamını, hükmünü ve Allah Rasûlü’nün(sav) sünnetine uymanın ve onu ihya etmenin önemini ele alan bir çalışmadır. Müellif ‘Tuhfetü’l Ahyâr’ kitabını üç asıl ve bir hâtime/sonuç üzerine bina etmiştir. Bu eseri tanıtmaya gayret edeceğiz.

Sünneti İhyâ Etmek
Abdülhay el-Leknevi
Hikmetevi Yayınları
Mîsak Dergisi
Sayı: 309 / Ağustos 2016

Tarihimizde İslâmî ilimler alanında yazmış olduğu eserleri yaşadığı yıl sayısından çok daha fazla olan ender simalardan biri de şüphesiz İmam el-Leknevî’dir. Yaklaşık otuz dokuz yıllık ömrüne yüz on beş eser sığdıran İmam el-Leknevî, tahkik ve tetkikleriyle ve ortaya koymuş olduğu araştırma ve eserleriyle bütün İslâm dünyasında herkes tarafından hüsn-ü kabul görmüş müseccel âlimlerimizdendir. Onun en önemli eserlerinden biri olan ve kendisinin de, “herhalde bu araştırma, daha önce hiç kimseden duymadığın/ görmediğin bir araştırmadır” sözleriyle ifade ettiği, hiç şüphesiz sahasında belki de tek eser olan “İkâmetü’l-hucce alâ enne’l-iksâra fi’t-taabbüdi leyse bi-bid’a” (Çok İbadet Etmenin Bid’at Olmadığına Dair Deliller, İlkadım Yay. 2015) isimli eseri daha önce tarafımızdan tercüme edilmiş ve yayınlanmıştır.

Şimdi de müellif Leknevî’nin, diğer önemli bir eseri olan Tuh- fetü’l-ahyâr bi-ihyâi sünneti Seyyid’il-ebrâr ismindeki kitabının tercümesini yayınlanmıştır. Müellif, Tuhfetü’l-ahyâr’ı kaleme aldıktan yaklaşık dört sene sonra buna, Nuhbetüt-enzâr isminde bir hâşiye yazmış, bu ikisi Abdülfettah Ebû Gudde tarafından tahkik edilerek birlikte neşredilmiştir. Ayrıca muhakkik Ebû Gudde tarafından yazılan ve değerli bilgiler ifade eden bazı incelemeler kitabın başına ve sonuna eklenmiştir.

Tuhfetü’l-ahyâr, isminden de anlaşılacağı üzere sünnetin anlamını, hükmünü ve Allah Rasûlü’nün(sav) sünnetine uymanın ve onu ihya etmenin önemini ele alan bir çalışmadır. Müellifin özellikle üzerinde durduğu bir mesele de, genelde sahabenin özelde dört halifenin ortaya koymuş olduğu hüküm ve davranışların da sünnet kapsamında olduğu ve bunlara uymanın gerekliliğidir. Kitap bu özelliğiyle, daha önce tercümesini sunduğumuz İkâmetü’l-hucce kitabıyla bir bütünlük oluşturmaktadır. Müellif, sahasında önemli konuları farklı bir yaklaşımla ele almakta ve önemli bir boşluğu doldurmaktadır.

Müellif, Tuhfetü’l-ahyâr kitabını üç asıl ve bir hâtime/sonuç üzerine bina etmiştir:

Birinci asılda, sünnetin tarifi ve hulefâ-i râşidinin ve sahabenin sünnetlerinin de buna dâhil olduğuna dairdir. Burada bu konuda varid olan hadislerden büyük bir bölüm nakletmekte, muhaddis ve fakihlerin sözlerinden detaylı bir şekilde kıymetli birçok nakilde bulunmaktadır.

İkinci asılda, önde gelen Hanefî fakihlerin ıstılahındaki sünnet-i müekkedenin ve mutlak sünnetin tarifinden bahsetmekte, sünnetin tarifiyle ilgili yirmi iki fakihin görüşlerini nakletmekte, bunların tek tek münakaşasını yapıp, bu çerçevede Hanefîlerin ve diğerlerinin kitaplarından nakiller yapmaktadır.

Üçüncü asılda, sünnet-i müekkedenin ve onu terk etmenin hükmü konusunu ele almakta, bu konuda âlimlerin görüşlerini nakledip, sonra her zamanki âdeti üzere büyük bir dikkatle bunların münakaşasını yapmaktadır.

Hâtime/Sonuç bölümü ise, Teravih namazıyla alakalı olup, bu sonuç bölümü kitabın omurgasını oluşturmakta ve bu kitabın telif sebebini teşkil etmektedir. Öyle ki kitabın yarısından fazlasını bu bölüm teşkil etmektedir. Bu bölümde Teravih namazıyla ilgili varid olan haberleri zikretmekte, mümkün olduğu kadarıyla konuyu araştırıp incelemekte, konuyla ilgili dört mezhep âlimlerinin görüşlerini nakletmektedir. ” S. 9

Abdülfettah Ebû Gudde kitaba yazdığı takdimde ise şu tespitlerde bulunmuştur:

“Bu kitap, Muhakkik, müdakkik, fakih, muhaddis, bâri’, mutkin, menkûl ve ma’kûl ilimlerin allâmesi, usûl ve furû ilimlerinde uzman, İmam Muhammed Abdülhay el-Leknevî el-Hindî’nin kitaplarından çok önemli bir kitaptır. İmam Leknevî, kısa bir hayat yaşamıştır ama geriye çok ilim/eser bırakmıştır. Otuz dokuz sene dört ay yaşamış, birkaç sayfalık risalelerden pek çok ciltten oluşan büyük kitaplara kadar, yüz on beşten fazla eser bırakmıştır. Onun ilmi eserlerinden her biri, genişlik, sağlamlık, tahkik ve hakkı gözetme bakımından temayüz etmiştir. Bundan dolayı onun eserleri, okuyup tanıyanlar tarafından hüsn-ü kabul görmüştür.

Bu, Tuhfetü’l-ahyâr bi-ihyâi sünneti Seyyidi’l-ebrâr isimli kitabı, en kıymetli kitaplarındandır. Çünkü bu kitabını, tertemiz nebevi sünnetin tarifi ve onunla alakalı bazı önemli konuların yer aldığı yüce ve şerefli bir konuya tahsis etmiştir. ” S. 11

“Onu anmak için, Hasretü’l-fuhûl bi-vefâti nâibi’r-Rasûl isminde müstakil bir risale kaleme aldım. Orada onun risalelerini inceleyerek özetini zikrettim. Onun tercüme-i halini Hayru’l-amel tekmilesinde genişçe ele aldım. Orada onun ibarelerini, hallerini ve rayalarını anlatmayı ilk ele alan ben oldum. Kim geniş bilgi isterse bu iki çalışmaya maracaat etsin.

Burada ise onun tercüme-i halini özet olarak zikredeceğiz. Çünkü onun dünyaya yayılan şöhreti bizi, ayrıntılı bilgi vermekten müstağni kılmaktadır.

O, Banda’da (Hindistan) 26 Zilkade 1264 tarihinde dünyaya gelmiştir. O zamanlar babası, en-Nüvvâb zü’l-fikâri’d-devle medresesinde müderris idi. Pûrb sakinlerinden Hafız İbrahim’in yanında Kur’ân hıfzını tamamlamıştır. O, ezberleme gücüyle rızıklandırılmış biridir. O, on yaşında iken hıfzını tamamlamıştır. Mevlevi Hadim Hüseyin Âzîmâbâdî el-Muzafferpûrî’nin yanında hesap ilmini tahsil etmiştir.

O, ders kitaplarını, tıb ve hadisi babasında okumuştur. Matematik ilimlerini babasının dayısı ve Matematik’in imamı Molla Nimetullah’ın yanında tamamladı. Ne zaman bir kitap okusa onu ders olarak verirdi. Öyle ki bütün ilimlerde tam bir kabiliyeti oluştu. el-Kanun, Şerhu’l-işârât, el-Ufuku’l-mübîn gibi aklî ilimlerin müşkil/zor eserlerini okuttu. Onun anlattığı derslerden talebeleri memnun olmuştur. Bütün ilimlerde mahir oldu ve bu ilimlerin imamı haline geldi. Onun yazdıkları temize çekilip basılmıştır.

Onun kalbine mütalea, ders verme ve kitap yazma sevgisi ilkâ edilmiştir. O, ders verir, kitap mütalea eder ve daha önce yaşayan veya çağdaşı olan âlimlerden kimsenin yazamadığı eserler yazardı. O, çağdaşlarının ve önceki âlimlerin önüne geçmiştir. Kendisine kâdılık görevi teklif edilmiş fakat o bu görevi üstlenmekten kaçınmıştır. Sonra belli bir süre Haydârâbâd’da kalmıştır.

Onun naklî ilimlerle meşguliyeti aklî ilimlerle meşguliyetinden daha fazladır. Naklî ilimlerden de daha çok hadis ilmine hizmet etmekle meşgul olmuştur. Taklidi bidat ve haram olarak kabul etmezdi. İbn Teymiyye ve ona tabi olanların görüşlerine katılmaz, Rasûlullah (sav)’in benzerinin varlığını söylemezdi.

Tabakât/rical ilmi kitaplarında, onun, aklî ilimlerin imamı Mevlevi Abdülhak b. Mevlevi Fadl Hakku’l-Hayrâbâdî, Mevlevi Muhammed Beşîr es-Sehsevânî ve Nevvâb Sıddîk Hasen Hân ile tartışmaları vardır. Galibiyet ise hep ondadır.

Sabah namazını kılıp sonra da güneş doğuncaya kadar vazifeleriyle meşgul olması onun âdetlerindendi. Daha sonra büyük ve orta büyüklükteki kitaplardan kuşluk zamanına kadar altı bölümlük ders verir, daha önce yapılmamış tahkikler/araştırmalar yapardı. Sonra kaylûle uykusuna yatar, sonra öğle namazını kılar ve ikindi namazına kadar eser telif ederdi. Sonra ihvanı ziyaret eder, sonra akşam namazını kılar ve gece yarılarına kadar eser mütalea ve tasnifinde bulunurdu.

Onun pek çok ilim dalında doyurucu ve üstün tahkikleri içeren telif ettiği eserleri vardır.” S. 47-48

İbrahim Hatipoğlu’nun DİA Leknevî maddesindeki tespitlerini de paylaşalım.

“Kaleme aldığı biyografisinde kendisinde sâdık rüya görme özelliğinin bulunduğunu, meydana gelecek olaylar hakkında rüya yoluyla açıkça veya işaretle bilgi sahibi kılındığını, bu yolla sahâbe ve ileri gelen âlimlerle görüşerek kendilerinden faydalandığını ileri sürmüştür.

Usul ve fürû ilimlerinde söz sahibi olan Leknevî delillerden hüküm çıkarmada oldukça mâhirdi. Hanefî olmasına rağmen mezhebin görüşüne muhalif açık bir delil bulduğunda mezhebin görüşünü kabul etmezdi. Hadis ilimleri ve fıkıh yanında tefsir, tarih, ensâb, edebiyat, felsefe ve mantıkla da meşgul olan Leknevî, İngiliz idaresinin Hint alt kıtasını işgalinin en yoğun yaşandığı dönemde dinin temel kaynaklarına dönüş hareketine önem vermiş, bu durum halkın kendisine olan güvenini arttırmış, Seyyid Ahmed Han öncülüğünde devam eden İngiliz yanlısı çabaların halk nazarındaki etkisinin azalmasında önemli rol oynamıştır.

Eserleri: 120’ye yakın çalışması bulunan Leknevî’nin tahkik ederek neşrettiği kitaplara mukaddimeler yazmak, eserin müellifi, şârihleri, o sahada yazılan diğer eserler hakkında bilgi vermek, eserin muhtelif nüshalarına başvurarak güvenilir bir nüsha ortaya koymak ve gerekli yerlere notlar düşmek suretiyle o zamana göre yeni bir tahkik usulü geliştirdiği kabul edilmiştir.” S. 53-54

MütercimSırrı Fuat Ateş kitabı tahkik ederek neşreden Abdülfettah Ebû Gudde (1917-1997)’nin Hayatı ve Eserleri hakkında da bilgi vermiş:

“Soyunun Halid b. Velide dayandığı söylenen Ebû Gudde, Halep’te doğdu. Babası Muhammed b. Beşir b. Haşan Ebû Gudde, annesi Fatıma bint Salih’tir. İlk ve orta öğrenimini Halep’te tamamladıktan sonra buradaki Hüsreviye Medresesi’ne girdi. Bu medresede kısa sürede arkadaşları arasında öne çıkan Ebû Gudde, hocalarının olmadığı zamanlarda onların yerine derslere girmeye başladı. Bir gün hocası Muhammed es-Selkinî birkaç günlüğüne Ebû Gudde’yi yerine bırakır. Döndüğünde talebelerinin ‘Ebû Gudde sizin talebeniz midir’ diye takdirle ondan söz etmeleri üzerine ‘Evet, benim talebemdi; ama şimdi ben onun talebesiyim’ der.

Ebû Gudde Hüsreviye Medresesi’ndeki tahsilini tamamladıktan sonra 1944 yılında Ezher Üniversitesi’nin Külliyetü’ş-Şeri’a bölümüne kaydoldu. 1948 yılında mezun olunca aynı üniversitenin Külliyetü’l-Adâb bölümünde iki yıl eğitim bilimi ihtisası gördü.

Mısır’da geçirdiği ilk aylarda aradığı ortamı bulamayınca geri dönmeyi düşündü. Ancak bir arkadaşının tavsiyesiyle Fatih müderrislerinden Şeyhülislam Vekili Muhammed Zahidü’l-Kevseri (Ö. 1952) ile tanışarak Mısır’da kalıp ondan istifade etmeye karar verdi. Bu olayı hayatının dönüm noktası sayan Ebû Gudde: ‘Kevseri’yi tanıyınca ‘derya gibi’ deyiminin ne demek olduğunu anladım’ demiştir. Mısır’da diğer bir Osmanlı âlimi Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi’den de feyz aldı. Suriye, Mısır, Irak, Fas, Hindistan, Pakistan, Yemen ve Suudi Arabistan gibi ülkelerde yüzü aşkın hocadan ilim tahsil etti. Onlardan ayrıldıktan sonra daha çok mektuplaşmak suretiyle ilmi tekâmülünü sürdürdü. Ayrıca Halep ulemasından İsa el-Beyanûni, Muhammed Ragıb et-Tabbâh ve Mustafa ez-Zerka; Mısır’dan Yusuf ed-Dicvi, Ahmed Muhammed eş-Şakir, Muhammed el-Hıdır Hüseyn ve Hint alt kıtası âlimlerinden Zafer Ahmed Tanevi’den de dersler aldı. İlerlemiş yaşlarına rağmen çalışma azminden hiçbir şey kaybetmeyen hocalarını kendine örnek aldı. Onların araştırma ve inceleme azimlerini görerek her yönüyle onlar gibi olmayı hedefledi. Ebû Gudde ‘Karşılaştığım bütün hocalarıma ulaşabileceğimi, onlar gibi olabileceğimi düşündüm, ancak Zahid el-Kevserî’yi gördüğümde ‘Hayır bunun gibi olamam dedim’ ifadesiyle hayatta varmak istediği yeri açıklamıştır.

Ebû Gudde hayranlıkla bahsettiği İhvan-ı Müslimîn lideri Hasan el-Benna ile Mısır’da bulunduğu sırada tanıştı ve ümmet fikrini oluşturmada ondan büyük ölçüde faydalandı. Mısır’da İhvan-ı Müslimîn saflarında yer alan Ebû Gudde, 1950’de Suriye’ye döndükten bir müddet sonra aynı teşkilatın Suriye koluna ‘el-Murakıbü’l-Am’ (genel koordinatör) olarak tayin edildi. Ona göre müslümanlar siyasetten uzak kalmamalı, ama kardeşlik ve dayanışma içerisinde yaşayıp diyalog yolunu herkese açık tutmalıdır. Ebû Gudde Suriye Eğitim Bakanlığı’na bağlı okullardaki hocalığı yanında Halep’te Hüsreviyye ve Şabaniyye medreselerinde şer’i ilimler okuttu. Ortaokul ve liselerde okutulmak üzere İslâmî eğitimle ilgili on civarında ders kitabının hazırlanmasına iştirak etti. Aynı dönemde Halep âlimleri tarafından Halep müftüsü seçildi. 1961 ‘de Suriye’nin Mısır’dan ayrılmasından sonra yapılan seçimlerde Halep milletvekili olarak parlamentoya girdi. Parlamentonun birkaç ay sonra feshedilmesiyle bu görevi sona erdi. Aynı yıl Şam Şeriat Fakültesinde ders vermeye başladı ve bu görevi üç yıl sürdü. Bu arada fakültede fıkıh ansiklopedisi müdürlüğünü ve fıkıh kitaplarını fihristleme çalışmalarını sürdürdü. Mu’cem u fıkhı İbn Hazm fi’l-Muhalla (Dımaşk 1966) adlı kitabı hazırlayan komisyonun çalışmalarına da katıldı. Bu sırada ilmi çalışmaları içinde önemli bir yeri olan Pakistan ve Hindistan ziyaretlerini gerçekleştirdi. Bunun sonucu başta Zafer Ahmed Ranevi olmak üzere Hindistanlı ve Pakistanlı birçok âlimle tanıştı ve onlardan istifade etti. Hatta bu seyahati esnasında tanıştığı Hint ulemasının yazdığı hadis eserlerinin İslâm âlemine tanıtılmasına gayret etti. Bu seyahatlerine ilave olarak aralarında Türkiye, Suriye, Suudi Arabistan, Fas, Cezayir, Irak ve Somali gibi birçok müslüman ülke yanında Avrupa ve Amerika’da da ilmi faaliyetlere katılarak buralarda çeşitli tebliğler sundu; misafir öğretim görevlisi olarak dersler verdi.

1965 yılında misafir öğretim üyesi olarak Riyad Şeriat Fakültesi’ne davet edildi. Ailesi ile Suudi Arabistan’a giden Ebû Gudde’ye orada profesörlük unvanı verildi, ancak bunu hiç kullanmadı. Bir yıl sonra Halep’e döndüğünde Baas Partisi yandaşlarınca tutuklandı. Suriye’nin birçok ileri gelen müslüman düşünürleriyle bir seneye yakın Tedmur Askeri Hapishanesi’nde yattı. 1967 harbinde İsrail, Tedmur’u bombalayınca hapishane tahliye edildi ve tekrar Suudi Arabistan’a döndü. Bir yıl kadar el-Ma’hedü’l-Âlî li’l-Kadâ’da ders veren Ebû Gudde daha sonra Riyad Şeriat Fakültesi’ne geçerek burada on yıl fıkıh usulü ve hadis okuttu. Ardından Usûlü’d-din Fakültesi’ne geçerek emekliliğine kadar burada hadis dersleri verdi.

Türkiye’ye karşı özel bir sevgisi bulunan Ebû Gudde, bir ara Türkiye’de ikamet etmek için teşebbüste bulundu. İstanbul’a, özellikle Fatih Sultan Mehmet Han’a olağanüstü bir hayranlığı vardı. Fatih Camii’nde yetişmiş iki ulemadan ders almış olmayı büyük bir mutluluk vesilesi sayan Ebû Gudde, ‘Ben buradan yetişmiş iki büyük âlimden okumakla Fatih’in talebesi sayılırım’ sözleriyle bu mutluluğunu dile getirmiştir. Türkiye’nin değişik yerlerini de çeşitli vesilelerle gezen Ebû Gudde, özellikle manevi ikliminden dolayı Konya’ya ayrı bir muhabbet besliyordu.

Ebû Gudde görev aldığı üniversitelerin eğitim kalitesini yükseltme çalışmalarına katkıda bulundu; çok sayıda yüksek lisans ve doktora çalışmasına danışmanlık yaptı, binlerce talebe ilmi görüşlerinden faydalandı. Üniversitedeki görevinden ayrılıp telif ve tahkik çalışmalarına hız veren Ebû Gudde, 16 Şubat 1997’de vefat etti.” S. 63-66

 

Mehmed Zahid Aydar

Mîsak Dergisi
Sayı: 309 / Ağustos 2016