Cumhuriyet
döneminin en etkili âlim ve müfessirlerinden birisi olan Elmalılı M. Hamdi
Yazır’ın yazdıkları arasında (tefsirinden sonra) önemli çalışmaları; başta
Sebilürreşad ve Beyânülhak olmak üzere, dönemin çeşitli dergilerinde yayımlanan
makaleleridir. İkinci Meşrûtiyet’in ilânından hemen sonra yayımlanmaya başlayan
ve Hak Dini Kur’an Dili’nin yazıldığı yıllara kadar uzun zaman diliminde kaleme
alınan bu makaleler de; dönemin siyasî havası yansıtıldığı gibi, bu havayı
İslâmî esaslara göre tahlil etmeye de çalışılmıştır. Ayrıca Ramazan hilâlinin
ispatı, donanmaya yardımın zekât yerine geçip geçmeyeceği, Mecelle’ye
yöneltilen tenkitlere cevaplar gibi fıkhî meseleleri izaha gayret etmiştir.
İslâm’ın temel hedeflerini ortaya koyan ve modernizmin getirdiği şüpheleri
gidermeye çalışan makaleleri kaleme almıştır. Felsefî denemeleri ve değişik
dillerden tercüme ettiği metinler de önemlidir.
Meşrûtiyetten
Cumhuriyete Makaleler
|
Muhakkak ki bir âlim ve bir düşünür olarak
Elmalılı’yı daha iyi tanımayabilmek için ‘Meşrûtiyetten Cumhuriyete Makaleler’
isimli bu eserin okunmasında fayda vardır.
İlâhî! Hamdini sözüme sertâc ettim,
zikrini kalbime mi’râc ettim, kitabını kendime minhâc ettim. Ben yoktum var
ettin, varlığından haberdâr ettin, aşkınla gönlümü bî-karar ettin. İnâyetine
sığındım, kapına geldim, hidâyetine sığındım, lütfuna geldim. Kulluk edemedim
afvına geldim. Şaşırtma beni, doğruyu söylet; neş’eni duyur, hakikati öğret.
Sen duyurmazsan ben duyamam, Sen söyletmezsen ben söyleyemem, Sen sevdirmezsen
ben sevdiremem. Sevdir bize hep sevdiklerini, yerdir bize hep yerdiklerini, yâr
et bize erdirdiklerini. Sevdin habibini kâinata sevdirdin; sevdin de hil’at-i
risâleti giydirdin. Makâm-ı İbrahim’den Makâm-ı Mahmud’a erdirdin. Server-i
asfiyâ kıldın, Hâtem-i enbiyâ kıldın. Muhammed Mustafâ kıldın. Salât ü selâm,
tahiyyât ü ikrâm, her türlü ihtiram O’na, O’nun âl ü eshâb ü etbâ’ına yâ Rab!
Elmalılı M. Hamdi Yazır
Cumhuriyet döneminin en etkili âlim ve
müfessirlerinden birisi olan Elmalılı M. Hamdi Yazır’ın yazdıkları arasında
tefsirinden sonraki en önemli çalışmaları, başta Sebilürreşad ve Beyânülhak
olmak üzere dönemin çeşitli dergilerinde yayımlanan makaleleridir. 2.
Meşrûtiyet’in hemen akabinde, 1908 yılında yayımlanmaya başlayan ve Hak Dini
Kur’an Dili’nin yazıldığı yıllara kadar uzun bir zaman dilimine yayılan bu
makaleler arasında, dönemin siyasî havasını yansıttığı kadar bu havayı İslâmî
esaslar lehine etkilemeye çalışan yazıların yanı sıra; Ramazan hilâlinin
ispatı, donanmaya yardımın zekât yerine geçip geçmeyeceği, Mecelle’ye
yöneltilen tenkitlere cevaplar gibi fıkhî meseleler, bir bütün olarak İslâm
dinini tanıtan ve modern eleştirilere karşı onu savunan yazılar, felsefî
denemeler, Doğu ve Batı’dan çevrilen parçalar da yer almaktadır. Bu toplu
yazılar, hiç şüphesiz, bir âlim ve bir düşünür olarak Elmalılı’nın daha iyi
tanınmasına vesile olacaktır.
Takdim
Elinizdeki çalışma, daha çok tefsiriyle
tanınan Elmalılı Muhammed Hamdi Efendi’nin geniş ilgilerini ve düşüncesinin
farklı veçhelerini ortaya koyuyor. A. Cüneyd Köksal ve Murat
Kaya’nın 2. Meşrûtiyet sonrası döneme ait dergileri tarayarak
hazırladıkları emek mahsulü bu çalışma, sadece dinî düşünce alanındaki
tartışmalara değil, hukuki ve siyasî tarihimize de ışık tutuyor. İslâm-Batı
ilişkisi, dinin modern hayattaki yeri, ilhâd, din ve siyaset ilişkisi gibi
dönemin tartışılan başlıklarının yansıra, İslâmî ilimler ve hukukla ilgili
makaleleri Elmalılı’nın âlimlik vasfını daha fazla belirginleştiriyor.
Dilinin günümüz okuru için bir miktar ağır
olmasından yılmaksızın dikkatle okunduğunda, birçok sorunu ve tespiti bugün
dahi görülmeyen bir berraklık ve ihâtayla dile getiren Elmalılı’nın
düşüncelerinin birçok yeni düşünceye ilham kaynağı olacağı âşikârdır.”
Tuncay BAŞOĞLU
l. Elmalılı M. Hamdi
Yazır’ın Hayatı, Eserleri, Şahsiyeti
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır 1878’de
Antalya’nın Elmalı kazasında doğdu. Babası Hoca Numan Efendi, küçük yaşında
Burdur’un Gölhisar kazasının Yazır köyünden ayrılarak Elmalı’ya geldi,
tahsilini orada tamamladı ve Şer’iye Mahkemesi başkâtibi oldu. Annesi Elmalı
ulemâsından Esad Efendi’nin kızı Fatma Hanım’dır. Dedeleri Mehmed, Bekir, Hasan
ve Bedreddin Efendiler ilmiye sınıfına mensuptu.
İlk tahsilini Elmalı’da yapan ve rüşdiyeyi
de burada bitiren Hamdi Efendi, hâfızlığını yapmış, Arapça okumuş ve İslâmî
ilimlerde ön bilgileri edinmiş olarak dayısı Hoca Mustafa Sarılar’la birlikte
İstanbul’a geldi (1895). Kayserili Mahmud Hamdi Efendi’nin Bâyezid Camii’ndeki
derslerine devam etmeye başladı (Hocasının da adı Hamdi olduğu için daha
sonraları kendisine Küçük Hamdi lâkabı verilecektir). İstanbul’daki diğer
meşhur hocaların da derslerine devam ederek icazet aldı. 1905’te ruûs
imtihanını kazandı. Mekteb-i Nüvvâb’a girdi ve buradan birincilikle mezun
olarak kadı icâzetnamesi aldı. 1905-1908 yılları arasında Bâyezid Camii’nde
dersler verdi. Bu vazifedeyken Meşihat (Şeyhülİslâmlık) Dâiresi Mektûbî
kalemine tayin edildi (1906). Bir taraftan da Mekteb-i Nüvvâb’da ve Mekteb-i
Mülkiye’de ahkâm-ı evkaf, Medresetü’l-Vâizîn’de fıkıh ve Medrese-i
Süleymaniye’de mantık dersleri verdi, Meclis-i Maârif âzâlığı yaptı. İki yıl
Huzur Dersleri’ne muhatap olarak katıldı. 1908’de dersiam oldu. Bu yıllarda
dışarıdan felsefe, edebiyat, riyaziye tahsil etti, Sâmi ve Bakkal Arif
Efendilerden hat dersleri aldı (Sâmi Efendi’den ta’lik ve celî sülüs, Arif
Efendi’den sülüs ve nesih yazılarından icazet aldı), kendi kendine çalışarak
Fransızca öğrendi.
Devrinin hemen hemen bütün ilim adamı ve
aydınları gibi, çeşitli sebeplerle Abdülhamid idaresine muhalif olan Elmalılı,
hararetle meşrutiyeti savundu ve bu görüşü temsil eden İttihad ve
Terakki Cemiyeti’nin ilim şubesinde görev aldı. Avrupai bir meşrutiyet
tarzı yerine şeriata ve memleketin geleneklerine uygun bir meşrutiyet modeli
geliştirmek için çalışmalar yaptı. 2. Meşrûtiyet’in ilanından sonra kurulan
Meclis-i Mebusan’a Antalya mebusu olarak girdi. 2. Abdülhamid’in hal’i
için gereken hal’ fetvasını yazdı. 4 Ağustos 1918’de Dârü’l-Hikmeti’l
İslâmiye âzalığına, 2 Nisan 1919’da da reisliğine tayin edildi. Damad
Ferid Paşa’nın birinci ve ikinci kabinelerinde Evkaf Nazırlığı yaptı. Bu
görevde iken ikinci rütbeden Osmanlı nişanı ile ödüllendirildi. 15 Eylül
1919’da Hey’et-i A’yân (Senato) âzalığına getirildi. Cumhuriyet’in ilanı
sırasında Mütehassisîn Medresesi’nde ‘mantık’ müderrisi idi.
Damad Ferid Paşa kabinelerindeki görevi
dolayısıyla, Millî Mücadele aleyhinde bu kabinelerin verdiği kararlardan
sorumlu tutuldu, Fatih’teki evinden alınarak Ankara’da kırk gün tutuklu kaldı.
Gıyabında idama mahkûm edildi. Fakat Ankara İstiklal Mahkemesi’nde
görülen mahkemede beraat etti. İstanbul’a dönerek inzivaya çekildi ve camiye
gitmek dışında vefatına kadar evinden dışarı çıkmadı. Daha önce
memuriyet yaptığı kurumların lağvedilmiş olması sebebiyle gelir yolları kesilip
maddî sıkıntı çektiği bu inziva döneminin ilk yıllarında, daha önce başlamış
olduğu Metâlib ve Mezâhib adlı tercümesini tamamladı. Prens Abbas Halim
Paşa’nın teşvikiyle büyük çaplı bir hukuk kâmusu hazırlamaya koyuldu, ardından
bu çalışmasını yarım bırakarak, TBMM’ce kararlaştırılan ve Diyanet İşleri
Başkanlığı’nca kendisine teklif edilen Kur’an tefsirini kaleme aldı.
Şabaniye tarikatına intisabı olan
Elmalılı, 27 Mayıs 1942’de vefat etti. Sahra-yı Cedid Mezarlığı’nda babasının
kabrine defnedildi.
Basılmış Eserleri
1. Ahkâm-ı Evkaf (Ders notları, 2 kısım, 1911)
2. İrşâdü’l-Ahlâf fî Ahkâmi’l-Evkâf (Mülkiye Mektebi’nde verdiği ders notları, 1914)
Elmalılı, Mekteb-i Mülkiye’de haftada bir
saat ahkâm-ı evkâf dersleri okutmuştur. Kendi ifadesiyle ders okutma sırasında,
fıkhın vakıflarla ilgili bölümlerinden çıkardığı notlara biraz ‘mesâil-i
kanuniye’, biraz da şahsî mütalaalarını ilave etmek suretiyle her öğretim yılı
için ayrı bir kitap hazırlamıştır. Elmalılı’nın vakıflar hukukuna dair bu
eserleri, aynı konuda yazılmış olan eserler arasında meseleyi yalnız hukukî
boyutuyla değil, çok daha geniş bir toplum felsefesi perspektifinden ele alması
cihetinden temayüz etmektedir.
Elinizdeki kitapta yer alan ‘Ulûm-i
İslâmiyenin Ruhu ve Mizâc-ı Tasnifi’ başlıklı makale, Sebîlürreşad’da
neşredilmeden önce İrşâdü’l-Ahlâk’ın baş tarafında yayınlanmıştır. Bu iki kitap
bir değerlendirme ile birlikte tıpkıbasım ve sadeleştirme olarak Nazif Öztürk
tarafından yayınlanmıştır: Elmalılı M. Hamdi Yazır Gözüyle Vakıflar (Ankara,
1995)
3. Tahlîlî Tarih-i Felsefe: Metâlib ve
Mezâhib -Ma-ba’de’t-tabia ve
Felsefe-i İlâhiye (1926)
Fransız felsefe tarihçileri Paul Janet ve
Gabriel Séailles’in beraber hazırladıkları Histoire de la Philosophie isimli
felsefe tarihinin ilahiyat ve metafizik kısımlarının tercümesidir. Elmalılı
çevirisinin başına elinizdeki kitapta da yer alan 40 sayfalık bir Dibace
eklemiş ve tercüme ettiği kısımlara birçok notlar ilave ederek çeşitli fikir ve
filozoflar hakkındaki mülahazalarını ortaya koymuştur. Darülfünun Edebiyat
Fakültesi’nde felsefe müderrisi olan Mehmed Emin Erişirgil, fakülte mecmuasında
Metâlib ve Mezâhib ile diğer bir eser hakkında ‘İki Eser-i Felsefî
Münasebetiyle’ isimli bir makale yayınlamış, burada Dibace hakkında şu
satırları kaydetmiştir: ‘Kitaptan çok Dibace kıymetlidir. Bu Dibace
ayrı intişar etse yine kıymetinden kaybetmezdi. Çünkü baştanbaşa okuyunca
felsefî mesâili kavrayan bir zekânın tesiri altında bulunduğunuzu hemen
farkediyorsunuz. (. . .) Bu mukaddime felsefi bir kudreti haiz bir kalemin
eseridir.’
Eser, sadeleştirilmiş olarak 1978’de
basılmıştır.
4. Hak Dini Kur’an Dili - Yeni Mealli
Türkçe Tefsir
Elmalılı’ya asıl şöhretini kazandıran, onu
yirminci yüzyılın müfessiri saydıran büyük eseridir. Yeni Cumhuriyet idaresi,
temel İslâmî kültürün millete kendi diliyle öğretilmesi gerektiği düşüncesinden
hareketle TBMM’de bir Kur’an tercümesi ve tefsiri ile Sahih-i Buhârî muhtasarı
Tecrîd-i Sarîh tercümesi hazırlatılmasına karar vermiş, bu işler için Diyanet
İşleri Riyaseti’ne bir tahsisat ayrılmıştı. Diyanet İşleri reisi Rıfat Börekçi
ve yardımcısı Ahmed Hamdi Akseki’nin ısrarları ile tercümenin Mehmed Akif’e,
tefsirin Elmalılı’ya, Tecrîd-i Sarîh tercümesinin de Bâbânzade Ahmed Naim
Efendi’ye yaptırılması kararlaştırıldı. Bir süre sonra Mısır’a giden Mehmed
Akif, ayrıntıları iyi bilinen bir süreçte tercüme işinden vazgeçti ve Diyanet
yetkilileri Hamdi Efendi’ye tercüme işini de üstlenmesini teklif ettiler.
Elmalılı Hamdi Efendi, Kur’an’ın hakettiği doğruluk ve güzellikte tercüme
edilebileceğine inanmadığını söyleyerek görevi kabul etmek istemediyse de,
görüşmelerden sonra âyetlerin altına, tefsire geçmeden önce bir meal ilave
edilmesi konusunda anlaşma sağlandı.
Tefsir, Diyanet İşleri bütçesinden ayrılan
tahsisatla sözleşmede belirlenen esaslar dâhilinde on iki yıllık (1926-1938)
bir çalışma ile tamamlanmış, 1935-39 yılları arasında İstanbul Ebuzziya
Matbaası’nda dokuz cilt ve 10000 takım olarak basılmış, 2000 takımı müellife
verilirken geri kalanları ücretsiz dağıtılmıştır.
Tefsirin ilk baskısından sonra ofset
olarak ikinci (1960) ve üçüncü (1971) baskıları yapılmıştır. Üçüncü baskısı
esas alınarak Suat Yıldırım başkanlığında bir heyet tarafından hazırlanan bir
fihrist, esere 10. cilt olarak ilave edilmiştir (İstanbul 1982). Sonraki
yıllarda tefsirin muhtelif sadeleştirmeleri yapılmıştır.
Hak Dini Kur’an Dili, tarih boyunca İslâm
düşüncesi içerisinde ele alınmış, tartışılmış bütün büyük meselelere bir
şekilde temas eder. İlgili âyetlerin yorumu münasebetiyle pek çok itikâdî,
amelî, ilmi ve felsefi meseleyi ele alır, bu meselelere klasik âlim ve çağdaş
mütefekkir özelliklerini kendinde birleştiren bir şahsiyetin bütüncül bakış
açısıyla, çağdaş metodolojiyi de kullanarak, geniş ölçüde orijinal düşünce ve
çözümler ortaya koyar ve bu bakımdan da eser, eski ve yeni tefsirler arasında
seçkin bir yere sahiptir. Hak Dini Kur’an Dili’ni bugün de ayırıcı kılan temel
özelliği, nakli ve aklî bütün bilgi ve hükümlerin -İslâmi ilimlerin müteahhirîn
döneminde yerleşmiş bulunan- asli ve metafizik ilkelerle olan bağlarını ortaya
koymaya özen gösteren, ilimler ve bilgiler arasındaki hiyerarşiye ihtimam eden,
bütün bilgi alanlarının arasındaki irtibatı kuran belki de son tefsir oluşudur.
5. Tamamlanmamış İslâm Hukuku Kamusu
Elmalılı’nın tefsire başlamadan önce
üzerinde çalışmakta olduğu ve fakat tamamlayamadığı bu eser, çalışmanın
elyazmaları esas alınmak ve eksik kalan maddeler Sıtkı Gülle tarafından
tamamlanmak suretiyle (fakat ne yazık ki hangi maddelerin Elmalılı ’ya,
hangilerinin hazırlayana ait olduğu belirtilmeksizin ve Elmalılı’nın yazdığı
maddeler de genişletilmek suretiyle) hazırlanmış ve 1997 yılında beş cilt
olarak basılmıştır. [Alfabetik İslâm Hukuku ve Fıkıh Istılahları Kamusu,
İstanbul (Eser Neşriyat), 1997).
Basılmamış Eserleri
1. Usûl-i Fıkh’a dâir bir eseri.
2. Mantık-ı İstintâcî ve İstikrâî (İngiliz filozoflarından Alexander Bain’in bu
isimdeki kitabı Gabriel Compayre tarafından 1875 ’te Fransızcaya çevrilmiş,
Hamdi Efendi de bunu Türkçeye çevirerek Süleymaniye Medresesi’nde okutmuştur).
3. Bir kısmı eksik olan bir divan.
4. Hüccetullaği’l-Bâliğa Tercümesi. Tefsiri tamamladıktan sonra yine Diyanet İşleri
Başkanlığı namına bu meşhur eseri tercümeye başlamışsa da, bu çalışmasında
fazla ilerleyemeden vefat etmiştir.
II. İlmî Şahsiyeti ve
Günlük Hayatı
Elmalılı’nın esas ihtisas alanı fıkıhtır.
İlk eserleri de ağırlıklı olarak fıkıhla alakalıdır. Ancak İslâmî ilimlere
yönelik bütüncül bir bakış sahibi olan Elmalılı’nın okumalarının daha ilk
tahsil yıllarından itibaren çok geniş bir alanı kuşattığı anlaşılmaktadır.
İslâm düşüncesine ve İslâmi ilimlere yönelik bu küllî bakışı kronolojik
bakımdan önce makalelerinde kendisini belli eder ve onun bu özelliği
sebebiyledir ki, daha önce Kur’an ilimleri ve tefsirle ilgili hususi bir
çalışması bulunmamasına rağmen tefsir görevi ona verilmiş, o da bu işi hakkıyla
yapmıştır.
Elmalılı mektep ve medreselerdeki tahsil
hayatını tamamladıktan sonra, seneler boyunca muhtelif İslâmi ilimler ve
bilhassa da on beş sene boyunca fıkıh tedrisiyle meşgul olmuş, bu sıralarda
Batı hukuk düşüncesinin temel esaslarını kavramak ve İslâm şeriatının insani ve
ictimâî kıymeti ile Batı hukukunun ilmî mukayesesine dair bir fikir edinebilmek
için Fransızca öğrenmiştir. Fransızca hukuk kitaplarını mütalaa etmeye başlayan
Elmalılı’nın araştırmaları, anayasa hukukundan genel felsefeye kayar. Eğitim
hayatındaki aralıksız üç-dört sene süren felsefe ve kelâm öğrenimi sayesinde
felsefî sistem ve problemlere yönelik artan aşinalığı, onun Fransızca
öğrendikten sonra felsefî çalışmalarını kolaylaştıran bir etken olmuştur.
Fransızca kitaplar okuduğu halde İngilizlerin bilimleri sınıflandırma şekli
daha çok hoşuna giden Elmalılı, felsefî çalışmalarına önce mantıktan başlar.
İngiliz filozoflarından Alexander Bain’in İstintâcî ve İstikrâî
Mantık (Logic: Deductive and Inductive) adlı kitabını tercüme edip
Süleymaniye Medresesi’nde okutur. Bu çalışmaları esnasında mantık ve ilimlerle
ilgili yeni fikirlerin İslâm’daki mantık ve ilim anlayışıyla münasebetini
araştırırken felsefe tarihinin önemi kendisini gösterir. Bu alanda yazılmış
çeşitli eserleri gözden geçiren Elmalılı’nın felsefi çalışmalarının
muhassalası, Metâlib ve Mezâhib tercümesi ile bunun başına yazdığı Dibace’de ve
Hak Dini Kur’an Dili’nin muhtelif yerlerinde kendini ortaya koymaktadır.
Elmalılı, yaşadığı devirde emsalleri arasında bir âlim-mütefekkir olarak
temayüz etmiştir.
Elmalılı Hamdi Efendi gençliğinden beri az
uyur, az yer (fakat tatlıya hayır demez), çok ve değişik konularda okurdu. Aile
bağlarına önem veren, güzel huylu, kemâl ehli bir insandı. Hamdi Efendi
geceleri çalışır, sabaha doğru uyur, güne öğleye doğru, büyük bir fincan kahve
ile başlar. Satrancı çok sever, fildişinden yapılmış satranç takımıyla
misafirleriyle ve kızıyla satranç oynar. Satranç oyunları geceleyin başlar,
sabahlara kadar sürer. Yoğun tefsir çalışmalarının verdiği yorgunluğu satrançla
dinlendirir. Spor olarak güreşi sever, güreşle ilgili haberleri takip eder.
III. Hattatlığı ve
Şairliği
Devrin iki büyük hattatı olan Sâmi ve
Bakkal Arif Efendilerden icazet alan Elmalılı, hat sanatında oldukça mahirdi.
Kendisiyle aynı hocalardan yazı meşkeden Hattat Necmeddin Okyay’ın şöyle
söylediği nakledilir: ‘Hamdi Efendi, daha ziyade ilim ile iştigal
etmekle beraber ekseri vaktini yazıya hasretseydi dünyada kimsenin [hiçbir
hattatın] nâmı kalmazdı.’ İbnülemin, bu sözü naklettikten sonra pek
mübalağalı bulduğunu kaydeder, ancak hat sanatı üzerine yetkinlikle söz
söyleyebilecek mahdut üstadlardan biri olan Uğur Derman, İbnülemin’e katılmaz.
IV. Tasavvufî Yönü
Elmalılı çok yönlü bir insandır: âlim,
şâir, hattat ve sûfî. Anlaşılan, kendini ifade ediş tarzı bakımından bu
kimliklerden hiçbirini âlim sıfatının yerine geçirmemiş, âlimliği hiçbir şeye
değişmemiştir.
Elmalılı’nın tasavvufî yönü de kendisinin
fazlaca izhar ettiği ve ismiyle birlikte hatıra gelmesini sağladığı bir husus
değildir. Hamdi Efendi’nin Şabani şeyhi Kâmil Efendi’ye müntesip olduğu ve onun
nezaretinde seyrü sülûkünü tamamladığı hakkında Cemaleddin Server Revnakoğlu
şöyle demektedir:
‘İlmiyyenin baş tâcı, zamanın Fahr-i
Râzî’si olan Küçük Hamdi Efendi merhum, talebeliğinde, Ayasofya medresesinde
kaldığı zamanlar, Küçük Ayasofya Medresesi’nde oturan son devir Şa’bânî
şeyhlerinin pek meşhurlarından ve Kuşadalı’nın kolundan gelen, Yakub Han
halifesi Ayvacıklı Şeyh Hacı Mehmed Kâmil Efendi’nin hizmetinde bulunmuş,
iltifatına ve hayır dualarına nail olmuştur... Kendisinden Şa’bânî usulü üzere
seyr ü sülûk gördüğünü, feyzinden neş’elendiğini, kemâline, irfanına hayret
ettiğini fakire defalarca söylemişlerdi.’
V. Elmalılı’nın
Makalelerine Dair Bazı Gözlemler
Elmalılı Hamdi Efendi ilk makalesini 2.
Meşrûtiyet’in ilanından kısa bir süre sonra, 5 Ekim 1908 (9 Ramazan 1326)
tarihinde Beyânü’l-Hak mecmuasında yayınlar. İlk yayınını Ramazan ayında
yapmayı bir teberrük vesilesi olarak düşünmüş olması muhtemeldir. Yayın
açısından verimli ve yoğun geçen 1909 ve 1910 yıllarından sonra makale neşrine
uzunca bir ara veren Elmalılı, 1912 yılı sonunda tek bir makale yayınladıktan
sonra 1. Dünya Savaşı sonuna kadar herhangi bir yayın yapmaz. 1919 yılı boyunca
12 makaleden oluşan ‘Hazret-i Muhammed Aleyhisselam’ın Dini İslâm’ adlı küçük
bir kitap hacmindeki çalışmasını Sebilürreşad’ da neşrettikten sonra, 1923’e
kadar suskun kalır. 1923-1925 yıllarında yine çok yoğun bir telif mesaisi
içerisinde gördüğümüz Elmalılı, Metâlib ve Mezâhib tercümesini yayınladıktan
sonra, 1926’dan 1938’e kadar Hak Dini Kur’an Dili adlı büyük tefsirinin
telifiyle meşgul olur ve vefatına kadar başka bir yayın yapmaz. Kitaba
aldığımız son yazı, 1940 tarihli Akseki’ye gönderdiği mektuptur.
Elmalılı’nın Meşrûtiyet’i takip eden
yıllarda yazdığı makaleler siyasî içerikli iken, 1. Dünya Savaşı’nı takip eden
yıllarda ve bilhassa Cumhuriyet’in ilk yıllarında yayınladığı yazılarının fıkhî
ve felsefi nitelikli olduğu görülür. İlk yazıları bir yandan ‘devr-i sâbık’ın
sona ermesinden duyduğu büyük coşkuyu aksettirirken, bir yandan da yeni devrin
tutması gereken istikameti tayinde şer’î ve fikrî noktalardan katkıda bulunmayı
kendisi için bir vazife bilir.
Elmalılı’nın makalelerinin bir bölümünün
tek bir yazıdan ibaret, diğer kısmının ise yazı dizisi şeklinde müteaddit
makalelerden oluştuğu görülecektir. Bu dizilerin bir kısmı bilemediğimiz
sebeplerden dolayı yarım kalmıştır: ‘31 Mart’, ‘Mecelle-i Ahkâm-i Adliyyemize
Revâ Görülen Muâhezeyi Müdâfaa’, (Fransızcadan tercüme ettiği) ‘İslâmiyetle
Medeniyet-i Cedide Birleşebilir mi’ makale dizileri yarım kalmıştır. 12 yazılık
‘Hazret-i Muhammed Aleyhisselam’ın Dini İslâm’, 10 yazılık ‘İlhad Ne Büyük
Cehalettir!’ ve 6 yazılık ‘Müslümanlık Mâni’-i Terakkî Değil, Zâmin-i
Terakkîdir’ dizileri ise hacim ve fikir yoğunluğu bakımından dikkat çeken
makale serileridir.
Elmalılı Hamdi Efendi, makalelerini
Beyânü’l-Hak, Sebilürreşad, Ceride-i İlmiye, Tesîsât, İkdam ve Tasvir-i Efkâr
mecmualarında yayınlamıştır.” S. (13-33)
Prof. Dr. İsmail Kara, Elmalılı Muhammed
Hamdi Yazır’ı yaşadığı dönemleri de dikkate alarak değerlendirir:
Üç Devir, Üç Hamdi
Efendi
“Elmalılı Hamdi Efendi ve çağdaşı birçok
âlim, aydın farklı özelliklere ve arayışlara sahip üç ayrı dönemi yaşamış olmak
bakımından istisnai denebilecek bir örneklik ortaya koyarlar. Çocuklukları,
tahsilleri ve ilk görevleri Sultan Abdülhamit zamanında, siyasî mücadeleleri ve
ilk ürünlerini vermeleri, belki tanınır bir isim olarak ortaya çıkışları II.
Meşrûtiyet devrinde, yetişkinlik çağları ve büyük eserlerini vermeleri ise
Cumhuriyet devrinde oldu.
Üç Hamdi Efendi
Birinci Hamdi Efendi’ye bakacak olursak;
1878 doğumlu. Yetişme çağlarını Sultan Abdülhamid dönemlerinde Elmalı’da, bir
taşra kasabasında ve sonra İstanbul’da, ilmin merkezinde tamamlayan, yine bu
dönemde hocalık, müderrislik görevine başlayan bir kişi. Hem iyi ve başarılı
bir medrese eğitimi alıyor hem de Mekteb-i Nüvvâb’ı bitiriyor. Çünkü o yıllarda
medreselilerin mektep, mekteplilerin medrese eğitimi alması konusunda
sebeplerini bildiğimiz yaygın bir temayül ve siyasî-sosyal teşvik var.
Bu birinci dönemi derinliğine anlayabilmek
için aslında ikinci Hamdi Efendi’nin ortaya çıktığı II. Meşrûtiyet yıllarına
intikal etmemiz lazım; elimizde her ne kadar kendi kaleminden çıkmış yeterli
malzeme yok ise de II. Meşrûtiyet dönemindeki faaliyetlerinden ve fikirlerinden
yola çıkarak birinci dönemini bir miktar daha aydınlatmamız mümkündür.
1. Birinci dönemiyle ilgili
söyleyebileceğimiz hususlardan biri, -aslında kendi meslektaşları, ilmiye
sınıfının birçok mensubu, hususen İstanbul’daki ulemanın ekseriyeti,
aydınların, gazetecilerin nerede ise tamamı ve siyasetle uğraşanların büyük
çoğunluğunun olduğu gibi Hamdi Efendi’nin de II. Abdühamit rejiminden memnun
olmayanlar arasında yer aldığı, yenilikçi fikirlere, jöntürk ruhuna hayli açık
olduğudur. Bunun birçok sebebi var; muhtemelen yakın ve mesleki sebeplerden
birinin Sultan’ın medreseleri kendi haline terk etmiş ve mekteplere, modern
eğitim kurumlarına yönelmiş olmasıdır. Zaten II. Meşrûtiyet ilân edildikten
sonra başlayan yazı hayatında ve faaliyetlerinde bu muhalefet tarafının,
‘istibdat’ aleyhtarlığının açık ve bazen sert unsurlarını ve tezahürlerini
görüyoruz. Vazifesi olmadığı halde hal fetvasının müsveddesini yazma görevini açıkça
üstlenmesi de bu çerçevede mütalaa edilmelidir.
Cumhuriyet döneminde, özellikle tek
partili yılların sonlarından itibaren muhafazakâr mütedeyyin kesimin tarih
anlayışı büyük ölçüde Cumhuriyet ideolojisinin tarih anlayışının karşısında
kurulup geliştiği için ve bunun uzantısı olarak bir tür Osmanlı sevdası veya
hayranlığı üzerinden ifade edilmesi sebebiyle; diyelim ki İslâmcı olarak
bildiğimiz ilmiye yahut tarikat mensubu zevatın nasıl olup da Sultan Abdühamit
karşıtı ve İttihat ve Terakki sempatizanı, mensubu olduğu meselesi zor
anlaşılır bir mesele olarak ortada kalmaktadır.
Elmalılı Hamdi Efendi’nin II. Meşrûtiyet
dönemine ve Cumhuriyet dönemine yaklaşımı ve bu dönemlerde yaptığı faaliyetler
ve serdettiği fikirler bu birinci dönemdeki kanaatlerinden bağımsız olarak
düşünülemez ve anlaşılamaz.
Elmalılı Hamdi Efendi denildiği zaman
meslekten olanlar bile sadece veya büyük ölçüde tefsirini, müfessirliğini
hatırlıyoruz. Hâlbuki tefsir onun son ilgi alanı, tefsiri onun son eseridir; bu
yüzden sadece bir tarafını, bazı taraflarını yansıtır; tabir caizse bir
Elmalılı Hamdi Efendi’yi bize gösterir, bütününü yansıt(a)maz, göster(e)mez.
Çünkü tefsiri başka bir dönemin, başka ihtiyaçların, başka zaruretlerin
ürünüdür diyebiliriz.
2. İkinci Hamdi Efendi’ye intikal edecek
olursak 1908-1922 (hatta 1926) yılları arasında yaşayan Hamdi Efendi’den
bahsetmemiz gerecek. Bu yıllar aslında Hamdi Efendi’nin ilim ve fikir adamı
olarak, aynı zamanda aktif bir siyasî figür olarak ortaya çıktığı bir döneme
işaret eder.
Hamdi Efendi’yi bu ikinci dönemde
memleketinden, Antalya mebusu olarak Osmanlı Meclis-i Mebusanı’na katılmış
görüyoruz. Mebusluğu yani genç bir müderris ve hukukçunun İttihat ve Terakki
hareketine yakın bir isim olarak mecliste parlamenter olarak yer alması bu dönemde
bakmamız gereken unsurlardan sadece bir tanesidir. Aynı zamanda istidatlı,
hazırlıklı ve kuvvetli bir yazarla, Türk matbuat hayatına dâhil olan, ne
yazdığına bakılan bir müellifle, bir müderris ve Mekteb-i Hukuk hocasıyla karşı
karşıya gelmeye başlıyoruz.
Bir hoca, yazar ve mebus olarak
Elmalılı’ya matbuattaki ve meclisteki faaliyetleri üzerinden baktığımız zaman
gördüğümüz hususları birkaç başlık altında özetlemeye çalışalım.
a) Birincisi, biraz önce zikrettiğimiz
gibi Sultan Abdühamit ve idaresi karşıtlığına paralel olarak İttihat ve
Terakki’nin içinde hususen İttihat ve Terakki’nin ilmiye gurubunun içinde
önemli bir mevkide olmasıdır. (Elbette İttihat ve Terakki hareketinin bugün
yaygın olan söyleme denk düşen tarafları var. Komitacılık, devleti kurtarmak
adına her şeyi mübah görme alışkanlığı, gayrı müslim unsurlarla ittifakları,
dış irtibatları vb. Fakat İttihat ve Terakki hareketinin büyük bir koalisyon
olduğunu ve ilmiye sınıfı ve tarikatların da büyük ölçüde bu koalisyonda yer
aldıklarını unutmamak lazım. İttihatçı ilmiye gurubu, aslında II. Abdühamid
döneminde gizli olarak Mısır’da teşekkül etmiş sonra yaygınlaşmış bir guruptur.
Mısır’da teşekkül etmesi kesinlikle tesadüfî değil. Bunun en önemli sebepleri
arasında Mısır’ın Osmanlı Devleti’nden bağımsızlaşma istikametine çoktan girmiş
olması, kuvvetli bir İngiliz etkisinde bulunması ve hiç şüphesiz Abdülhamid’in
takibinden nisbeten uzak bir yer olması sayılabilir. Muhaliflerin Avrupa’nın
değişik yerlerinde kümelenerek muhalefet yaptıkları bilinir. Bu doğru olmakla
beraber eksiktir.) II. Meşrûtiyet’in ilanından sonra bu ilmiye gurubu İttihat
ve Terakki hareketi içerisinde kuvvetli bir gurup olarak harekete geçiyor ve
çalışmaya başlıyor. İlmiye gurubunun yaptığı en önemli faaliyet meşrutiyet
rejimini hilafet ve saltanat sisteminin karşısında/yanında/paralelinde İslâmî
kaynaklarını inşa ederek ve yorumlayarak kurmaktır.
Bu sayede modern bir yönetim tarzı olan
meşrutiyet ulemanın yazıları ve sözleriyle Yeni Osmanlılar hareketinden daha
ileride bir muhtevada İslâmî ve yerli bir kisveye büründürülmüştür. Meşrûtiyet
idaresinin meşveret-şûra kavramı merkezli olarak Kur’an ve sünnetin, Asr-ı
Saadet’in vaz ettiği, aradığı ve istediği rejim olduğunu ispat etme ve ona
kuvvetli bir meşruiyet sağlama istikametinde bu gurubun çok ciddi çalışmaları
vardır.
b) İkincisi, bu dönemde Elmalılı Hamdi
Efendi modern (hatta yer yer modernist) İslâm yorumcularından biri olarak
görülür. Sadece Cumhuriyet devrinde yazdığı tefsiri merkeze alınırsa Elmalılı
Hamdi Efendi’nin bu tarafı yeteri kadar görülemez. Çünkü tefsiri başka
şartlarda, koruma ve korunma haletiruhiyesi ile yazıldığı için Elmalılı Hamdi
Efendi II. Meşrûtiyet döneminde savunduğu pek çok fikri burada hiç söz konusu
etmemiştir.
Hatta çok yüksek sesli olmasa da açıkça yahut
ima ile işaret yoluyla zıt fikirler serdetmiştir. O bakımdan, tefsiri merkezli
bir Elmalılı okuması bize Hamdi Efendi’nin tamamını vermez.
c) II. Meşrûtiyet yılları için altını
çizmemiz gereken üçüncü husus aktif siyasî kişiliğidir. Bilindiği üzere İbn
Haldun’dan itibaren ve onu takiben ulemanın siyasette pek başarılı olmadığı
söylenir. Bu tespitin çok sade bir sebebi ve gerekçesi var; ilim alanı büyük
ölçüde soyut meselelerle uğraşır, kavramlarla düşünür, onlarla çalışır. Siyaset
ise tam tersine pratik meselelerle ilgilidir, pragmatik davranır. Elmalılı
Hamdi Efendi tanıyabildiğimiz kadarıyla mizacı çok uygun olmamasına rağmen II.
Meşrûtiyet yıllarında çok aktif ve aktivist bir siyasetçi olarak karşımıza
çıkar. Faal bir siyasetçi olarak ortaya çıkmasıyla fikirlerinin seviyesi ve
istikameti arasında doğru bir ilişki vardır. Buna dikkat etmek lazım. İttihat
ve Terakki hareketinden sonra Hürriyet ve İtilaf çevresi içerisinde yer alması
bu durumun bir devamıdır.
Elmalılı Hamdi Efendi’nin bu hareketle
ilişkisi Osmanlı Devleti’nin son yıllarında kendisinin hem İtilafçı basın yayın
organlarında yazar olarak gözükmesini mümkün ve gerekli kılacak hem de Mütareke
sonrasının en problemli yıllarında Hamdi Efendi’yi bakanlık koltuğuna
oturtacaktır. İstiklâl Mahkemelerine düşmesi bu sürecin bir uzantısıdır.
3. Üçüncü Hamdi Efendi’ye intikal edersek
bu devrin tarihi muhtemelen 1922 veya 1926 yılında başlayacak ve 1942 yılında
vuku bulan vefatına kadar devam edecektir. Bu dönem diğer iki dönem gibi, belki
onlardan daha fazla enteresan hatta paradoksal unsurlar ihtiva eden bir
dönemdir.
Elmalılı Hamdi Efendi’nin idamla
yargılandığı İstiklâl Mahkemesi’nde yaptığı savunmayı bildiğimiz kadarıyla bu
güne kadar kimse görmedi. Onun yargılandığı dava dosyası da henüz açık değil. Dolayısıyla
Hamdi Efendi’nin tam olarak nelerle suçlandığı ve nasıl bir müdafaa yaptığını
ve niçin beraat ettiğini net olarak bilmiyoruz. Bildiğimiz Damat Ferit Paşa
kabinelerinde Evkaf Nazırı olarak yer aldığı için İstiklâl Mahkemesi’ne idam
talebiyle sevk edildiğidir. Fakat Elmalılı Hamdi Efendi’nin beraatından sonraki
hayatı meşrutiyet dönemindeki ile kıyas edilemeyecek tarzda farklılaşmıştır.
Ömrünün sonuna kadar devam eden bir inziva hayatı yahut göz hapsi dönemidir bu.
İstiklâl Mahkemesi’nde Cumhuriyet idaresi
tarafından idam talebiyle yargılandığı yıllarda onun isminden bağımsız olarak
Meclis’in aldığı bir karar karşımıza yeni bir devir ve yeni bir tarih-talih
çıkarıyor. Meclis sadedar bir din anlayışı arayışı ve kaynaklara dönüş
hareketini andırır şekilde bir meal ve hadis mecmuası hazırlatma ve yayınlama
kararı alıyor ve bütçeye bununla ilgili bir kalem ilave ediyor. Diyanet İşleri
Başkanlığı’na tevdi edilen bu görev o yıllarda Müşavere Heyeti azası olan Ahmet
Hamdi Akseki sayesinde Meclis’in düşünce ve maksadının çok ötesine taşırılarak
büyük bir projeye dönüştürülüyor.
Ankara ile problemleri çok açık olan üç
ismin (Tefsir Hazırlanması/Elmalılı Hamdi Yazır, Mealin hazırlanması /Mehmet
Akif Bey, Tecrid-i Sarih’in tercüme ve şerhi/Babanzade Ahmet Naim Bey)
Cumhuriyet dönemindeki en önemli dinî projeleri yapabilecek hale
gelmesi/getirilmesi ve bu görevleri hem Ankara’nın hem de bu zevatın kabul
etmesi ve nihâyet 20’li, 30’lu yıllarda bu süreçlerin idare edilmesi ve üst
düzeyde gerçekleştirilmesi, her manasıyla büyük eserlerin ortaya çıkması
fevkalâde zor meseleler ve sıradan açıklamalarla geçiştirilemeyecek ciddi
paradokslar taşıyan bir durumdur.
Hamdi Efendi artık başka bir dönemin ve
öncelikleri değişmiş, kendi yeri ve statüsü farklılaşmış bir dünyanın insanı
olarak bu tefsirin başına oturuyor ve yazmaya başlıyor. II. Meşrûtiyet dönemi
içerisinde yazan, konuşan, dersler veren, meslekî ve siyasî üst görevler
üstlenen, din, siyaset, fikir sahalarında görüşler açıklayan Elmalı Hamdi
Efendi’den hayli farklı bir âlim portresi ile karşı karşıyayız artık. Hem
inzivada ve göz hapsinde hem aktif ve siyasî merkezin kendisine verdiği
dinî-ilmî bir görevi yürütüyor.
Bu yüzden Elmalılı Hamdi Efendi’nin
birinci ve ikinci dönemlerinde edindiği tecrübeleri devreye sokarak, zaman
zaman ilk iki dönemle tezat teşkil edecek şekilde tavırlar takındığını, açılma
ve yeni yorumlardan ziyade muhafazayı öne çıkararak fikirler beyan ettiğini
göreceğiz. Aslında burada Elmalılı Hamdi Efendi’nin siyasî mücadeleyi
bütünüyle terk etmediğini tekrar söylememiz lazım. Yeni siyasî mücadele II.
Meşrûtiyet devrinde olduğu gibi bağıran, yüksek sesle ve açık ifadelerle
yapılan bir mücadele olmaktan çıkacak, daha ilmî kurallara uygun, daha derin ve
sessiz fakat muhtemelen daha kalıcı bir mücadele şekline bürünecektir.
Ulemanın statüsüyle ilgili vasıflardan
birisi de geçmişin ilmî, fikrî birikimi, yorum ve tercihleri bütün ağırlığıyla,
bütün problemleriyle, bütün üstün vasıflarıyla ulema üzerinden geleceğe
taşınır. Yani ulema bunu her şeyden önce aktarır. Bu aktarma en alt
fonksiyondur.
Modernleşme döneminde ulemanın bu
fonksiyonu da değişmiş, yerinden olmuştur. Çünkü geçmişteki miras farklı siyasî
ve entelektüel sebeplerle büyük ölçüde kenara itilmeye başlanmış, hem düşünce
olarak hem de fiilen itibarsız ve önemsiz hale gelmiş/getirilmiştir.
Elmalılı Hamdi Yazır’ın hayatı, ilmî ve
fikrî çabaları açısından bu meseleye bakarsanız II. Meşrûtiyet
döneminde geçmişi, ilmî birikimi ve külliyatı, bunun usul ve âdabını ihmal
etmeye yönelen kuvvetli bir damar görürsünüz. Cumhuriyet devrine, Tefsir’ine
intikal ettiğiniz zaman ise büyük ölçüde farklı bir tabloyla karşılaşırsınız.
Tefsirinde geçmişteki müdevvenat ve usul akıl almaz bir şekilde, hatta proje
itibariyle beklenmeyecek tarzda yükselişe geçer. Âdeta yeni dil ve ifade
biçimleri de devreye sokularak geçmişteki birikimin vasıflı bir şekilde
korunması, yeni hiyerarşilerle aktarılması öne çıkar. Ayrıca bu yükseliş ve
koruma fikri yeni yorumlar yapmasını, cesaretle bazı konuların ve meselelerin
üzerine gitmesini, açılmayı engellemez.
Bir bakıma II. Meşrûtiyet devrinde
zayıflayan, bozulan hiyerarşiler, usul ve âdap daha kritik ve zor bir dönemde
bu yolla tekrar canlanır. Modern düşünce (ilahiyat alanı dâhil) hiyerarşi ve
otorite karşıtı olsa da ilimde hiyerarşi çok önemlidir; bilgiler, eserler,
yorumlar, kişiler, devirler eşit düzeyde değildir, bir hiyerarşi içinde varlık
alanına çıkar ve meşruiyet kazanır. Bu hiyerarşilerin tefsirde tekrar
canlandığını görürsünüz. Tefsirin fevkalade dikkatle örülmüş bir hiyerarşisi
vardır. Tefsire bu açıdan da bakılmalıdır.” (Prof. Dr. İsmail Kara, Üç Devir,
Üç Hamdi Efendi, Diyanet İlmî Dergi, Cilt: 51, Sayı: 3, Temmuz-Ağustos-Eylül
2015, S.11-28)
Mehmed Zahid Aydar
Mîsak Dergisi
Sayı: 325 / Aralık 2017