Ahkâmu’l Kur’an - Alparslan Aydar

Ahkâmu’l Kur’an

Tarih boyunca Kur’an-ı Kerim'de yer alan ibâdet, muamelât ve ukûbatla ilgili ayetlerin tefsîrini esas alan bir-çok eser kaleme alınmıştır. Ahkâm tefsîri hareketinin Hz. Peygamber’le birlikte başladığı ifade edilebilir. Çünkü Allah (cc), Hz. Peygamber’e (as) kendisine indirilen vahyi insanlara tebliğ etmesini emretmiştir. Kitabını tanattığımız İmam Ahmed b. Ali Ebû Bekr er-Râzi el-Cessâs, Bağdat’ ta zamanın en büyük Hanefî âlimi Ebu’l-Hasen el-Kerhi’den 325–334 yılları arasında fıkıh tahsil etmiş, onun tavsiyesi ile el-Hakim en-Nîsâburî ile Nîsabur’a gitmiştir. Cessâs Nisâbur’da iken hocası Ebu’l-Hasen el-Kerhî 340 yılında vefat etmiştir. Ebu’l-Hasen el-Kerhî ölümünden bir süre önce tedris işini, Ebu Ali eş-Şâşi’ye, fetva işini ise Ahmed b. Muhammed ed-Dâmeğânî’ye bırakmıştır. Cessâs, hocasının ölümünden dört yıl sonra, 344 yılında Nîsâbur’dan Bağdat’a döndüğünde bu iki önemli görev kendisine itirazsız teslim edilmiştir. Böylece Cessâs, Bağdat’ta kendi döneminde Hanefilerin başı olmuştur. İ'tisam yayınları İmam-ı Cessas'ın 'Ahkâm Tefsirini' Türkçeye kazandırmıştır. Bu eserin dikkatle okunması gerekir.

Ahkâmu’l Kur’an
Ali Ebû Bekr er-Râzi el-Cessâs
İ’tisam Yayınları
Mîsak Dergisi
Sayı: 337 / Aralık 2018

Ahkâm Tefsîri: ‘Kur’an’ın amel yönünü ele alarak, bu hususla ilgili ayetleri açıklayan ve ondan bu konularla ilgili hükümler çıkarmaya çalışan özel bir tefsir ekolünün adıdır’, veya ‘Mükelleflerin ameline dair vaz’î ve teklîfî hükümlerle alâkalı olan ayetleri tefsîr eden ilmin adıdır’ seklinde tanımlanmaktadır. Ayrıca bu tariflerin haricinde Ahkâm tefsîrini, ‘Kur’an-ı Kerimdeki ibâdet, muamelât ve ukûbatla ilgili ayetlerin tefsîrini konu alan ilim dalıdır’ seklinde açıklayanlar da vardır. Bu tanım ve diğer tanımlar göz önünde bulundurulduğunda ahkâm tefsiri, tefsirden ziyade fıkha yakın görülmektedir.”(1)

“Kur’an’ın ahkâm ayetlerini tefsîr eden bu eserler mukayese edildiğinde, bu tefsirler arasında bazı farklılıkların olduğu görülmektedir. Şöyle ki, bazı âlimler, Kur’an’ın sadece ahkâm ayetlerini tefsir ederken, bunların karşısında Kurtubî gibi bazı müfessirler de Kur’an’ı baştan sona tefsîr etmekle birlikte, özellikle ahkâm içeren ayetleri daha detaylı islemektedirler.

“Ahkâm tefsîrinin ortaya çıkısının temel sebepleri arasında, Kur’an’ın ferdi ve sosyal hayatla ilgili bazı hukuki ve ahlaki kurallar koyması gelmektedir. Konuya bu açıdan yaklaşıldığında, Ahkâm tefsîri hareketinin Hz. Peygamber’le birlikte başladığı ifade edilebilir. Çünkü Allah (cc), Hz. Peygamber’e (as) kendisine indirilen vahyi insanlara tebliğ etmesini emretmiştir. Bu görevi de ezberleme, tilâvet, tebyin ve ta’lim etme seklinde yapacağını bildirmiştir. Bunun için Hz. Peygamber, Kur’an’ı tebliğ ederken, Kur’an’daki hükmü aynen tekrar edip, te’yid etmekte, tefsire muhtaç bir yön varsa onu açıklamaktadır.”(2)

“İlk dönemlerde sahabe genellikle birlikte yaşıyorlardı. Onlar, Hz. Ömer’den sonra fethedilen çeşitli bölgelere dağılmaya başladılar. Bu şekilde çeşitli şehirlere dağılan sahabe, bulundukları yerlerde ilmi faaliyetlere devam etmişlerdir. Bunun sonucunda Medine ve Mekke’yi içine alan Hicaz medresesi ile Kûfe ve Basra’yı içine alan Irak medresesi teşekkül etmiştir. Bu medreseler içerisinde Mekke’de İbn Abbas, Medine’de Ubey b. Ka’b, Irak’ta Abdullah İbn Mes’ud etkili olmuşlardır. Bu tefsir medreselerinden en çok rağbeti, Hz. Peygamber’in duasını alan İbn Abbas görmüştür. O, müfessirlerin efendisi olarak addedilmektedir. Bunun yanında Sahabenin bu ilmi faaliyetlerinden çoğunlukla tabiûn nesli ve onların etbaı’ olan ‘mevali’ denen grubun faydalandığı görülmektedir. Mekke’de meşhur olan tabiî müfessirler: Said b. Cübeyr (v. 95/713), Mücahid (v. 103/721), İkrime (v.105/723), Tavus (v. 106/724) ve Atâ’dır (v. 115/733). Medine’de yetişen en meşhur tabiîn müfessirler: Ebu’l-Âliye (v.93/711), Muhammed b. Ka’b (v.108/726) ve Zeyd b. Eslem’dir (v. 136/753). Irak’ta en meşhur tabiî müfessirler ise: Alkame (v.62/682), Mesrûk (v. 63/683), es-Sa’bî (v. 109/ 727), Hasan Basrî (v. 110/728), Katâde (v. 117/735) ve İbrahim en-Nehaî’dir (v. 95/714).(3)

“Hicri II. ve III. asırlar İslamî ilimler için tedvîn dönemleri olarak kabul edilir. Erken döneme ait olup usûl adı altında belli bir olgunluğa ulaşmış herhangi bir esere rastlanmaz. Usûl veya usûlu’l-fıkıh başlığı altındaki kitapların telifi çok geç döneme aittir. Genel kabule göre içerik olarak usûlün konularını ele alan ve müstakil olarak yazılmış ilk eser Şâfiî’nin Risâle’sidir. Rivâyete göre; Abdurrahman b. Mehdi’nin (ö.198), Şâfiî’den Kur’an’daki Ahkâm ayetleri, bunlar ile ilgili sahîh rivâyetler, icmanın delil oluşu, Kur’an ve sünnet nasslarında nâsih ve mensûh ile ilgili bir eser yazmasını istemesi üzerine Risâle telif edilmiştir. Risâle’nin bir fıkıh usûlü eseri olup olmadığı konusu modern dönemde bazı müsteşrik ve ilahiyatçılar arasında tartışılmıştır. Risâlenin kendisinden sonraki usûl ile ilgili çalışmaları beslemediği gibi ispata ihtiyaç duyan bir iddia üzerine bu tezlerini inşa etmişlerdir. Fakat bu tartışmalar Risâle ile ilgili genel kabulü ortadan kaldırmamıştır. Hatta Muhammed Hamîdullah Risâle’nin fıkıh usûlü alanında yapılmış ilk çalışma olduğu iddiasını bir adım daha ileri götürmüştür. Ona göre Risâle sadece İslam tarihinde değil dünya tarihinde metodoloji ile ilgili yazılmış ilk eserdir.

Şâfiî’den sonra IV. asrın sonlarına kadar Risâle tarzında usûlün bütün konularını ele alan bir eser elimize ulaşmamıştır. Şâfiî sonrası bütün usûl konularının müstakil olarak işlendiği eser olarak Cessâs’ın (ö.370) Fusûl’ü bilinmektedir.” (4)

Nejla Hacıoğlu, “El-Fusûl Fi’l-Usûl” İsimli Eseri Bağlamında Cessâs’ın Hadis İlmindeki Yeri” ismini verdiği doktora çalışmasının ilk bölümünde Cessas hakkında önemli bilgiler verir.

 

a. Doğumu ve Yetişmesi

İsmi Ahmed b. Ali, künyesi Ebû Bekr, lakabı Cessâs’tır. Çoğunlukla ‘er-Razi’ olmak üzere ‘el- Bağdadi’, ‘er-Razi el-Hanefi’ nisbetleri ile de anılmaktadır. İlk dönem kaynaklarının çoğunda meşhur olduğu ‘Cessâs’ lakabının yer almaması dikkat çekicidir.

‘Cessâs’ lakabının kullanılması daha sonraki dönemlere ait kaynaklarda yer almaktadır. Cessâs kelimesi ‘kireçcilik’ ve ‘badanacılık’ yaptığına işaret etmektedir. Farklı kullanışları olmakla beraber tam ismi Ahmed b. Ali Ebû Bekr er-Râzi el-Cessâs’tır.

Pek çok kaynak Cessâs’ın doğum yılını ihtilafsız olarak 305/917 vermekte ancak doğum yerini belirtmemektedir. Neşemî, Rey şehrinde doğduğunu belirtmektedir. el-Leknevî ise Bağdat’ta doğduğunu söylemektedir.

Rey şehrine nisbetle ‘er-Râzî’ lakabıyla anılmaktadır. Gençlik dönemini Rey’de yaşamış, 325 yılında 20 yaşlarında iken Bağdat’a gitmiştir.

Cessâs, Bağdat’ta zamanın en büyük Hanefî âlimi Ebu’l-Hasen el-Kerhi’den (ö.340/951) ders almış, fıkıh tahsil etmiştir.

Kaynaklarda Cessâs’ın iki defa Bağdat dışına çıktığı zikredilmektedir. Bağdat’ta o yıllarda çıkan şiddetli kıtlık sebebiyle Ahvaz’a gittiği durum düzelince tekrar Bağdat’a döndüğü belirtilmektedir. Bağdat’ta çıkan bu kıtlığın 334 yılında meydana geldiği dolayısıyla Cessâs’ın Bağdat’ta dokuz yıl kaldıktan sonra Ahvaz’a gittiği anlaşılmaktadır. Bağdat’a döndükten sonra, hocası Kerhî’nin izni ile o sırada Bağdat’ta bulunan el-Hâkim en-Nîsâburi ile Nîsâbur’a gitmiştir. Kendisi Nîsâbur’da iken 340 yılında hocası Kerhî Bağdat’ta vefat etmiş, 344 yılında Bağdat’a dönmüş, hocasının yerini almıştır. Hocası Kerhî’nin vefatından sonra yerini geçici olarak öğrencisi Ebu Ali eş-Şâşi doldurmuş, Cessâs döndükten sonra görevini ona devretmiştir.

Cessâs vefatına kadar Bağdat’ta Hanefilerin başı durumunda kalmış, pek çok talebe yetiştirmiştir. Cessâs 7 Zilhicce (14 Ağustos) pazar günü, 370/981 de 65 yaşında Bağdat’ta vefat etmiş, cenaze namazını arkadaşı Ebû Bekr el-Hârizmî kıldırmıştır.

 

b. Kişiliği

Pek çok kaynakta Cessâs hakkında ‘zühd ve vera ile meşhur’ ibaresine rastlamaktayız. Cessâs’ın isminin yer aldığı neredeyse bütün kaynaklarda kendisine kadılık teklif edildiği ancak onun bu teklifi reddettiği belirtilmektedir. Halife Mutîlilah (334–363) döneminde kendisine iki defa baş kadılık teklif edilmiş fakat kabul etmemiştir. el-Bağdâdî, bu hususu ayrıntılarıyla anlatmaktadır.

Cessâs’ın kadılık teklifini reddetmesi onun takva sahibi, dünyadan ve onun nimetlerinden yüz çeviren bir kişiliğe sahip olmasına bağlanmakla birlikte hocası Ebu’l-Hasen el-Kerhî’nin de tesiri olduğu belirtilmektedir. Ebu’l-Hasen el-Kerhî de aynı sebeplerle kendisine yöneltilen kadılık teklifini reddetmiş, bu teklifi kabul eden öğrencisi Ebu’l-Kâsım Ali b. Muhammed et-Tenûhî’den uzaklaşmış ve onunla ilişkiyi kesmiştir. Safvet Mustafa, Cessâs’ın ve hocası Ebu’l-Hasen el-Kerhî’nin zühdünün, dünya nimetlerini kendilerine yasaklamaları ve bazı mutasavvıflar gibi yaşamaları anlamında olmadığını belirtmektedir. Ancak onlar dünya lezzetleri ve güzelliklerini elde etmeyi bir hedef ve gaye edinmemişlerdir. İlimlerini dünyanın geçici fayda ve nimetlerini elde etmede vesile kılmamışlardır. Cessâs, dünya nimetlerinden faydalanmanın, zühd ile münafi olmadığı görüşündedir. Cessâs’ın bu zühd anlayışını, dünya nimetleriyle ilgili ayetleri tefsir edişinden anlamak mümkündür.

Cessâs’ın hocalarına karşı edepli, talebe ve yaşıtlarına karşı saygılı ve tevazu sahibi bir insan olduğu örnekleriyle anlatılmaktadır.

 

Yaşadığı Dönem

Cessâs, (d. 305/ö. 370) hicri dördüncü asırda yaşamıştır. Pek çok Abbasî halifesinin muasırı olmuştur. Bu halifeler; el-Muktedir Billah (295-320), el-Kâhir Billah (320-322), er-Râdî Billah (322, 329), el-Muktedî Billah (329-333), el- Müstekfî Billah (333-334), el-Mutîu’llah (334-363) ve Tâiullah (363-381)’tır.

Hicrî dördüncü asır Abbasîlerin merkezî kuvvetinin zayıfladığı, halifelerin otoritelerinin kalmadığı bir döneme rastlamaktadır. Bu sebeple gerek başkent Bağdad gerek diğer kısımlar olmak üzere bütün İslam âleminde siyasi ve sosyal karışıklık ve kargaşaların yaşandığı bir dönem olmuştur. Eyaletler daha bağımsız davranmaya ve imparatorluktan kopup küçük devletler haline gelmeye başlamışlardır.

Bu asrın en önemli görüntülerinden birisi de Arap, Türk ve Farısîler arasındaki sürtüşme ve üstünlük mücadelelerine sahne olmasıdır. Dördüncü asırda fazlalaşan siyasi karışıklık ve çalkantıların neticesinde bu dönem halifeleri ya görevden alınmış ya hapsedilmiş veya gözlerine mil çekilmiş ve öldürülmüşlerdir.

Bu devirde iktisadî durum da kötüdür. 334 yılında Bağdat’ta şiddetli bir pahalılık ve açlık baş göstermiştir. Bu sebeple insanlar Basra ve diğer illere gitmiş bir kısmı da ulaşamadan vefat etmiştir. Cessâs, Bağdad’daki bu kıtlık sebebiyle bir dönem Ahvaz’a gitmiştir.

 

İlmî ve Fikrî Durum

Siyasî ve sosyal açıdan karışıklık ve çalkantılar içinde geçen hicrî dördüncü asır, ilmî bakımdan bütün İslam topraklarında son derece parlak ve verimli geçmiştir. Bu asırda ilmî hareket ve bütün yönleriyle kültürel faaliyetler revaç bulmuş, başta Bağdad, Mısır ve Şam olmak üzere ilmî merkezler çoğalmıştır.

 

Cassas’ın İslamî İlimler Literatüründeki Yeri

Cessâs genel olarak İslam âlimleri, özellikle de Hanefî âlimleri arasında önemli bir ilmî mevkîye sahiptir. İslam âlimleri ve tarihçilerinin onun için kullandıkları sıfatlar onun ilmî derecesine delalet etmektedir. Bu ifadelerin örneklerini şu şekilde sıralayabiliriz:

Zehebî, onun hakkında ‘İmam, allâme, müftî, müctehid, Irak âlimi, eserler sahibi’‘Eserleri hadis hıfzına ve idrakine delalet eder’‘Fakîh, Bağdat’ta Hanefî şeyhi’ şeklinde ifadeler kullanmaktadır.

el-Bağdâdî: ‘Fakîh, döneminde Rey Ehli’nin, imamı.’,

İbnu’l-Cevzî: ‘Fakîh, döneminde Rey Ehli’nin imamı.’,

İbn Kesîr: ‘Ebû Hanife ashabının imamlarından, değerli eserler sahibi.’,

İbn Tağrîberdî: ‘Allame, meşhur Hanefi âlim, döneminin Hanefi imamı.’,

İbnu’l-Esîr‘Devrin ünlü Hanefi fakihi.’ gibi ifadeler kullanmaktadırlar.

Leknevî: ‘Döneminin Hanefi imamı.’,

İlgili kaynaklarda onun için neredeyse istisnasız kullanılan ifade ise şudur:

Bağdat’ta Ebu’l-Hasen el-Kerhî’den fıkıh okumuş ve döneminde Hanefi mezhebinin başı olmuştur.

Cessâs, Bağdat’ ta zamanın en büyük Hanefî âlimi Ebu’l-Hasen el-Kerhi’den 325–334 yılları arasında fıkıh tahsil etmiş, onun tavsiyesi ile el-Hakim en-Nîsâburî ile Nîsabur’a gitmiştir. Cessâs Nisâbur’da iken hocası Ebu’l-Hasen el-Kerhî 340 yılında vefat etmiştir. Ebu’l-Hasen el-Kerhî ölümünden bir süre önce tedris işini, Ebu Ali eş-Şâşi’yefetva işini ise Ahmed b. Muhammed ed-Dâmeğânî’ye yüklemiştir. Cessâs, hocasının ölümünden dört yıl sonra, 344 yılında Nîsâbur’dan Bağdat’a döndüğünde bu iki önemli görev kendisine itirazsız teslim edilmiştir. Böylece Cessâs, Bağdat’ta kendi döneminde Hanefilerin başı olmuştur.

Hanefiler âlimleri selef, halef ve müteahhirûn şeklinde taksim etmekte bu taksimde Cessâs halef tabakasında yer almaktadır.

Hanefiler tarafından yapılan başka bir taksim ise âlimlerin ilmî mevkileri dikkate alınarak yapılan taksimdir.

Bu taksime göre Hanefî âlimleri yedi tabakaya ayrılmaktadır.

1. Tabaka: Dinde müctehid olanlar.

2. Tabaka: Mezhepte müctehid olanlar.

3. Tabaka: Meselede müctehid olanlar.

4. Tabaka: Tahric yapabilenler:

Cessâs bu tabakadan kabul edilmektedir. Bunlar mezhep fıkhına ve usûlune hakkıyla vakıf olan fakat hakkında hüküm bulunmayan meselelerde ictihad yapamayan, müctehidlik mertebesine ulaşmayan fakihlerdir. Üçüncü tabakanın tayin ettiği kaideler dâhilinde reyler arasında tercih yaparlar. Onların yaptıkları bu işe ‘Tahric’ denmektedir.

5. Tabaka: Tercih yapabilenler.

6. Tabaka: Mukallidler tabakası.

7. Tabaka: Sırf mukallidler tabakası.

en-Ne’sanî, Fevaidu’l-Behiyye’ye yaptığı ta’likatta Cessâs’ın dördüncü tabakada yer alışını tenkid etmekte ve şöyle söylemektedir: ‘Bazıları onu içtihada kadir olmayan mukallitler tabakası olan Ashabu Tahrîc’den kabul etmektedir. Onun mertebesini düşürmek haksızlıktır. Onun eserlerine ve sözlerine vakıf olan biri müctehidlerden sayılan Şemsu’l-Eimme ve diğerlerinin ondan daha aşağı mertebede olduğunu bilir. Onun hakkı mezhepte müctehidlerden kabul edilmektir.

Ebû Zehra da Cessâs’a dördüncü tabakada yer verilişini şu sözlerle eleştirmektedir: ‘Ebû Bekr er-Râzî üçüncü tabakadan saydıkları Kâdıhan, Kerhî ve emsalinden az değildir. Ahkâmu’l-Kur’an adlı eseri onun fazlının ve ilminin canlı bir delilidir.’

Ömer Nasuhî Bilmen, Cessâs’ın ikinci tabaka olan mezhepte müctehid tabakasında yer alması gerektiğini şöyle izah etmektedir: ‘Müctehid fi’l-mezheb mertebesini ihraz etmiş olduğuna ilmî eserleri şehâdet etmektedir. Bu zatı yalnız Ashab-ı Tahric’den addedenler bu yüksek üstadın kadrini tenzil etmiş olurlar. Şemsü’l-Eimme vesaire gibi bir kısım zevat, müctehidler sırasında görülmektedir. Hâlbuki bunlar, Ebû Bekr el-Cessâs’ın ilim ve fazlından müstefid olmuş, onun iyaline dâhil sayılmışlardır. Artık onlar müctehid mertebesinde görüldükleri halde Ahmed er-Râzî neden ictihad mertebesini haiz görülmesin?

 

Cessâs’ın Tefsirciliği

Ahkâmu’l-Kur’an isimli yalnız ahkâmla ilgili ayetlerle alakalı Ahkâm tefsiri, onun tefsir alanındaki yerini en iyi şekilde ortaya koymaktadır. Cessâs, İmam Şafiî ve Tahâvî’de sonra ahkâm tefsiri konusunda ilklerden sayılmaktadır. Hanefî fakihleri arasında temayüz eden Cessâs, bu tefsirinde fıkhî meseleler hakkında uzun uzadıya tetkiklerde bulunmakta ve diğer müçtehitlerin o babtaki görüşlerini, dayandıkları nasları ve delilleri senetleriyle beraber ortaya koymaktadır. Bu tefsirinde Cessâs, ahkâm ayetlerini Hanefî mezhebinin görüşlerini esas alarak açıklamış, Hanefî mezhebine ters düşen fakihleri tenkit ederek küçük düşürmeye çalışmıştır.

Cessâs fıkıh babları altında ilgili ayetleri altalta sıralayarak, ayetler hakkında kendi görüşünü açıklayıp görüşüne delil olabilecek başka ayetler sıralamakta ve ‘kale ashabuna’ diyerek (mezhebinin) görüşünü vermektedir.

Cessâs ayetleri tefsir ederken, önce Kur’an’ı Kur’an’la açıklamış, sonra hadis, sahabe ve tabîun kavillerine müracaat etmiş, ayetlerin sebeb-i nüzullerini, nasih mensuh oluşlarını dikkate almıştır. Tefsirinde rivayete dayanan muhtelif bilgilerin yanında, usûl-u hadis, usûl-u fıkıh, kelam, lugat, sarf, nahiv ve belagat gibi ilimlerden de istifade etmiştir.

Tefsirinin diğer yönleri arasında en ağır basan tarafının onun fıkhî yönü olduğu Ahkâmu’l-Kur’an üzerinde çalışan araştırmacılar tarafından belirtilmektedir. Bu eserinde Cessâs’ın, Kur’an’ın ahkâmını yani fıkhî yönünü ortaya çıkarmayı hedeflediği ayetlerin fıkhî başlıklar altında ele alınıp incelenmesi, sahabe de dâhil, bir çok fakihin görüşlerine yer vermesi sebebiyle eserin, bir fıkıh kitabı bazı bölümleri de bir hilafiyyat kitabı görünümünde olduğu ifade edilmektedir.

 

Cessâs’ın Kelâmî Yönü ve Mu’tezilî Olduğu İddiaları

Zehebî de ‘Târihu’l-İslam’ adlı eserinde Cessâs’ın Mu’tezile’ye meylettiğini, ‘Siyeru A’lami’n-Nubelâ’ isimli eserinde ise farklı bir ifade kullanarak meylettiğinin söylendiğini belirtmekte, Cessâs’ın eserlerinde ru’yetullah ve diğer meselelerde bu meylinin görüldüğünü ifade ederek ‘Allah’tan selamet dileriz’ demektedir.

Ömer Nasuhi Bilmen de, Cessâs’ın tefsirinde Mu’tezile mezhebine biraz temayül gösteren bazı beyanları olduğunun göze çarptığını söylemektedir.

Özen, Cessâs’ın Ahkâmu’l-Kur’an adlı eserinin bir çok yerinde Haricîler, Cebriyye, Kaderiye, Müşebbihe, Haşviyye, ashâbu’l-hadîs, Revâfiz, İsmâiliyye, Harûriyye ve Sebâiyye gibi fırkaları eleştirdiğini, ancak çağdaşı ve sonraki kuşaktan Sünnî kelamcı ve usûlcülerin her fırsatta Mu’tezile’yi eleştirmelerine karşın onun hem el-Fusûl fi’l-Usûl’de ve hem de Ahkâmu’l-Kur’an’da Mu’tezile veya ehli İtizal tabirlerini olumlu veya olumsuz bir bağlamda hiç kullanmamasının dikkat çekici olduğunu söylemektedir.

Prof. Dr. Mevlüt Güngör ise Cessâs ile ilgili çalıştığı ‘Cessâs ve Ahkâmu’l-Kur’an’ı’ isimli kitabında, Cessâs’ın Mu’tezilî olduğu iddialarının, sihri kabul etmeyişi ve Allah’ın ahirette de görünmeyeceğini söylemesi sebebiyle sadece bu iki görüşünden dolayı ortaya atıldığını söylemektedir. Cessâs’ın sihir mevzuunda Ehl-i Sünnet’e açıkça ters düştüğünü, konuyla ilgili hadisleri ihtiyatsızca red yoluna gittiğini belirterek, onun bu görüşünde Mu’tezile fırkasının tesirinde değil de aynı görüşü müdafaa eden İmâm-ı A’zam Ebû Hanife’nin tesirinde kaldığını söylemektedir. Ru’yet meselesinde de görüşünü Mu’tezile’ye değil de, ismini vermediği seleften bazısına dayandırdığını söylemektedir.

Güngör, Cessâs’ın Mu’tezile’yi destekleyen sadece bu iki görüşünden dolayı Mu’tezile’den sayılmasının mümkün olamayacağını, Cessâs’ın desteklemediği Mu’tezile’nin beş prensibi ve daha pek çok mesele bulunduğunu, Cessâs’ın bu iki husus dışında Ehl-i Sünnet görüşlerini benimseyip savunduğunu belirtmektedir.

Güngör, Cessâs’ın Mu’tezile tabakatında zikredilmesinin, mezheplerinin değerini artırmak, müntesiplerini çok göstermek amacına yönelik olduğunu bunun Cessâs’ın Mu’tezilî olduğuna delalet etmediğini söylemekte ‘Cessâs’ın Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat’tan olup, Mu’tezile fırkası ile bir ilgisi olmadığını’ belirtmektedir.

 

Cessâs’ın Tesir Ettiği ve Tesirinde Kaldığı Şahıslar

Ağırlıklı olarak haberler ve haberlerle ilgili durumların ele alındığı araştırmamızda Cessâs’ın bu husularda en fazla iktibasta bulunduğu kişinin İsâ b. Ebân olduğu görülmektedir. Cessâs konuları ele alırken çoğu zaman kendisinden önce İsâ b. Ebân’ın görüşlerini zikretmekte ve kendi görüşlerini onun görüşleri üzerine bina etmektedir.

İsâ b. Ebân’dan sonra ikinci sırada yer verdiği isim hocası Ebu’l-Hasan el Kerhi’dir. Onun görüşlerini delil olarak kabul etmekte ve kullanmaktadır. Cessâs mezhebinin görüşlerini esas almakta kendi görüşlerini mezhebinin görüşleriyle desteklemektedir. Ebû Hanîfe, Ebû Yûsuf ve İmam Muhammed’in Cessâs kendisinden sonraki Hanefî usulcülere önemli ölçüde tesir etmiştir.

Özellikle Serahsî’nin önemli ölçüde Cessâs’tan etkilendiği görülmektedir. Konuları işlerken Serahsî çoğu zaman Cessâs’ın delil aldığı ayet ve hadisleri aynı konuda aynen nakletmekte ve bu benzerlik, değerlendirme ve ulaşılan sonuçlarda da görülmektedir. Bir Hanefî usulcüsü olarak Serahsî’nin önemi ve Usûl’ünün Hanefî usulünde temel bir müracaat kaynağı olarak yeri düşünüldüğünde onun kadar meşhur olmamış olan Cessâs’ın, Serahsî’ye önemli ölçüde kaynaklık etmiş olması, üzerinde durulması gereken bir husustur.

Hanefî Usûlü ile ilgili yapılan çalışmalarda öncelikle Serahsî’nin daha sonra Pezdevî ve Debûsî gibi usulcülerin temel bir müracaat kaynağı olduğu bilinmektedir. Onlar kadar meşhur olmamış olan Cessâs’ın Serahsî üzerindeki etkisi dikkate alındığında aslında Hanefî Usûlündeki esas kaynağın Serahsî’den önce Cessâs olduğu ortaya çıkmaktadır.

Neşemî’nin Cessâs’ın yazma nüshalarında eksik olan kısımları, bu üç usulcünün eserlerinde yer alan Cessâs’a ait görüşlerin bir araya getirilmesi ile tamamlamış olduğu gerçeğidir. Neşemî el-Fusûl’ün ilk konusu olan ‘âmm’ bahsinin başında eksik olan ve dört başlık içeren ilk kısmı bu şekilde tamamlamıştır.

 

El Fusûl Fi’l-Usûl

Kaynaklarda Cessâs’ın ‘Usulu’l-Fıkh’ hakkında faydalı bir kitap te’lif ettiği ve bu kitabı ‘Ahkâmu’l-Kur’an’ isimli eserine mukaddime olarak yazdığı bilgisine işaret edilmektedir. Cessâs, ‘Usulu’l-Fıkh’ hakkındaki kitabını ‘Ahkâmu’l-Kur’an’ isimli eserine mukaddime olarak koyduğunu şu ifadelerle belirtmektedir. ‘Bu kitabın başında usûl-u tevhide dair mutlaka bilinmesi gereken konuları ele alan bir mukaddime ve Kur’an’ı anlamakta gerekli delillerin çıkarılması, lafızların hükümleri, arap dilinin çeşitli yönleri, lugavî konular ve şer’i ibareleri içeren bir giriş sunduk. Öncelik verilmeyi en fazla hak eden ilim Allah’ın tevhidinin bilgisi ve yarattıklarına benzerlikten ve kullarına zulmettiğini söyleyen müfterilerin sözlerinden tenzih etmedir.’

Cessâs’ın ‘el-Fusûl fi’l-Usûl’ isimli eseri Hanefî/Fukaha metodunda yazılmış ilk ve en hacimli fıkıh usûlü eseri olarak kabul edilmektedir. Cessâs’ın ‘el-Fusûl’ünden sonra Debûsî’nin (430) ‘Tesîsu’n Nazar’, Pezdevî’nin (493) ‘Usûlu’l-Pezdevî’ ve Serahsî’nin (483) ‘el-Mebsut’ ve ‘el-Usûl’ isimli eserleri gelmektedir.

“el-Fusûl” ün muhtevasını şu şekilde özetlemek mümkündür:

Eserin birinci cildinde eserin tahkîkîni yapan Neşemî tarafından hazırlanmış Cessâs’ın tercüme-i hâlinin anlatıldığı bir giriş kısmı bulunmaktadır. Bu girişten sonra yirmi bir babdan oluşan metin kısmına geçilmektedir. Bu bablarda, umum lafzı, tahsis, tahlil ve tahrim kavramları, istisna, delilu’l-hitâb, hakikat ve mecaz, muhkem, muteşabih kavramları incelenmektedir.

İkinci ciltte; beyan, emir, nehiy, nasih-mensuh konuları açıklanmaktadır. İkinci ciltte yirmi bir bab bulunmaktadır.

Üçüncü ciltte; şer’u men kablena, haberler ve çeşitleri incelenmektedir. Cessâs burada haberler, haberlerin çeşitleri, dereceleri, hükümleri, bağlayıcılığı, Hz. Peygamber’in söz ve fiillerinin teşriî değeri konularını anlatmaktadır. Üçüncü ciltte otuz yedi bab yer almaktadır.

Eserin dördüncü cildinde ise kıyas ve ictihat konuları anlatılmaktadır. Kıyastan sonra Hanefî usûlünde en önemli delillerden biri olan istihsan konusu işlenmektedir.

Eserin yazılması sırasında kullanılan kaynaklar araştırıldığı zaman, onlar içinde kendisine örnek teşkil edebilecek içerik ve sistematiğe sahip bir fıkıh usûlüne rastlamak mümkün değildir. Çünkü Cessâs’ın bu eserini yazarken yararlandığı kaynaklar Hanefî imamlarından Muhammed b. Hasen eş-Şeybânî’nin ‘el-İstihsân’ adlı usûl risâlesi ile ‘el-Câmiu’l-Kebîr’, ‘el-Câmiu’s-Sağîr’, ‘es-Siyeru’l-Kebîr’ adlı fıkıh kitapları, Îsâ b. Ebân’ın ‘el-Hucecu’l-Kebîr’ ve ‘er-Red alâ Bişr el-Merisî’ adlı reddiyesi, Ebû Ubeyd’in ‘Garîbu’l-Hadis”i Ebû Cafer et-Tahavî’nin Muhtasar’ı ve kendisinin Şerhu Muhtasari’t-Tahâvî’sidir. Bunlar arasında tam bir usûl’u-fıkıh kitabı bulunmamaktadır. Ayrıca onun bu eseri tarih bakımından kelamcı metoduyla yazılan Kadı Abdulcebbar (415/1052), Ebu’l-Hüseyin el-Basrî (436/1044) ve İmamu’l-Harameyn el-Cüveynî’nin (478/1085) usûl kitaplarından da önce olduğu için, bu eserlerden yararlanma ihtimali de söz konusu değildir.

Bütün bu tarihî verilerden sonra, Cessâs’ın söz konusu eserinde usûl kavramlarının iyice netleşmiş ve teknik birer kavram halini almış olmasından, konuların işlenmesi, alt başlık ve ayrımlarının yapılması sırasında takip edilen sistematiğin oturmasından ve bütün unsurlarıyla ‘bir mezhep usûlü’nün teşekkül etmiş olmasından hareketle Cessâs’ın ‘el-Fusûl’ ün hem içerik hem de sistematik bakımdan orijinal bir eser olduğunu kabule devam edeceğiz.

 

Ahkâmu’l-Kur’an

Cessâs’ın Ahkâmu’l-Kur’an adlı eseri, fıkhî tefsir alanında yazılmış eserlerin ilklerinden ve en önemlilerinden kabul edilmektedir. Ondan önce bu alanda telif edilmiş eserler Şafiî ve Tahâvî’ye aittir. Cessâs kitabında sure ve ayetleri mushaftaki sıraya göre tertib etmekte, ayetlerin hepsini sıralamakta ancak sadece ahkâm ayetlerini tefsir etmektedir.

Kelâmî konudaki ayetleri de tefsir ettiği görülmektedir. Konuları bablara ve fasıllara ayırmaktadır. Bunlar işlenen ayetin ya da ayetlerin muhtevasına uygun başlıklar olup fıkıh kitaplarındaki bab ve fasıl adlarına benzemektedir. Ahkâm ayetlerini açıklarken fıkhî mezheplerin görüşlerine yer vermekte özellikle de Hanefî mezhebinin görüşlerini tercih etmektedir.

Ahkâmu’l-Kur’an, Cessâs’ın eserleri arasında en çok basılandır. Cessâs’ın Ahkâmu’l-Kur’an’ı, ülkemizde Güngör tarafından, “Cessâs ve Ahkâmu’l-Kur’an’ı” adıyla 1981 yılında doktora tezi olarak çalışılmıştır. Tez, 1989 yılında Ankara’da kitap olarak basılmıştır. Bu çalışmada, Ahkâmu’l-Kur’an’ın muhtevası, taşıdığı önem, eseri telif ederken yazarın takip ettiği usul ve kaideler eserin kaynakları ve tefsirinin çeşitli yönleri incelenmiştir.

Cessâs’ın fıkhî tefsir alanında Ahkâmu’l-Kur’an, usul-ü fıkh alanında el-Fusûl fi’l-Usûl adlı eserleri dışındaki eserlerinin çoğu şerhlerden oluşmaktadır. Bunlar, Hanefî mezhebinde yazılmış en önemli muhtasar eserlerin şerhleridir. İmam Muhammed b. Hasen eş-Şeybânî, Ebû Ca’fer et-Tahâvî, el-Hassâf ve Ebu’l-Hasan el-Kerhî’nin muhtasar eserlerini şerh etmiştir. en-Neşemî, muhtasarların şerhlerini yazmanın zor bir iş olduğunu, ancak mezhebin derinliklerine ve inceliklerine vakıf olan, onun usulünü ve furu’unu iyi bilen kişilerin bunu başarabileceğini söylemekte ve Cessâs’ın derin anlayışı ve kuvvetli zekâsı sayesinde bunu başardığını belirtmektedir.”(5)

 

Mehmed Zahid Aydar

Mîsak Dergisi

Sayı: 337 / Aralık 2018

 

________________________________

(1)          Mustafa HOCAOĞLU, Ahkâm Tefsirlerinin Usûl Açısından Mukayesesi: Cessâs, Herrâsî ve İbn Arabî Örnekleri, Doktora Tezi, S.19

(2)          Mustafa HOCAOĞLU, Age S.20-21

(3)          Mustafa HOCAOĞLU, Age, S.27

(4)          Abdulbasıt SALTEKİN, Fıkıh Usûlünün Tedvîni ve Hicri III-IV. Asırlarda Fıkıh Usûlü Literatürü, Batman Ün. İslami İlimler Fakültesi Hakemli Dergisi, Yıl 2017, Cilt 1, Sayı 1, S.1-2

(5)          Nejla HACIOĞLU, “El-Fusûl Fi’l-Usûl” İsimli Eseri Bağlamında Cessâs’ın Hadis İlmindeki Yeri, Ankara Ün. Sosyal Bilimler Enstitüsü Temel İslam Bilimleri (Hadis) Anabilim Dalı, Doktora Tezi, Ank 2010, S.4-49