Büyük Selçuklu Devleti’nin en parlak döneminde vazife alan Nizâmülmülk’ün İslâm eğitim tarihinde önemli bir yeri vardır. Başta Bağdat olmak üzere (459/1067) çeşitli şehirlerde tesis ettiği ve kendi adına nispetle “Nizâmiye Medreseleri” diye anılan ilk resmî eğitim kurumlarıyla ilmin gelişmesi için gayret etmiş, medreselere kitaplar bağışlamış, araziler vakfetmiştir Şiî-bâtınî düşüncenin sakatlığını ortaya koymaya ve Sünnîliği yayıp güçlendirmeye çalışmıştır. Dönemin sultanları Alparslan ve Melikşah ile Abbasi halifesi Kaim bi-Emrillah, bu başarılı devlet adamına birçok unvan ve lakaplar vermişlerdir. Fakat o, en fazla ‘Nizâmülmülk’ (mülkün, memleketin, ülkenin nizamı) lakabıyla tanınmıştır. ‘Taşıdığı lakap kişinin değerini ve makamını bildirmelidir’ diyen Büyük Vezir’in bu unvanı, şüphesiz onun devlet işlerindeki ‘düzenleyici’ ve ‘kurucu’ rolüne işaret etmektedir. Tanıtımını yaptığımız ‘Siyasetnâme’ isimli eser, Nizâmülmülk’ün en tanınmış eseridir.
![]() |
Siyasetnâme |
Devlet Adamlarına Nasihat İçin Kaleme Alınan Eser: ‘Siyasetnâme’
Abdülkerim Özaydın, İslâm Ansiklobedisi’nde Nizâmülmülk hakkında şu tesbitlerde bulunur: “Ebû Alî Kıvâmüddîn (Gıyâsüddevle, Şemsülmille) Hasen b. Alî b. İshâk et-Tûsî (ö. 485/1092) Büyük Selçuklu veziri,Ortaçağ İslâm dünyasının en başarılı devlet adamlarından. 21 Zilkade 408’de (10 Nisan 1018) Horasan’ın Tûsşehrine bağlı Râdkân köyünde doğdu. Annesini henüz bebekken kaybeden Nizâmülmülk’ün eğitimiyle babası ilgilendi. Nizâmülmülk, Kur’ân-ı Kerîm’i ezberledikten sonra hadis okudu. Ayrıca devrin meşhur âlim, edip ve şairlerinin sohbet meclislerine ve derslerine katılıp inşâ ve hitabet sanatında ileri bir seviyeye ulaştı.
Babasıyla beraber Gazneliler’in Horasan valisi Ebü’l-Fazl Sûrî’nin yanında görev alan Nizâmülmülk, Dandanakan Savaşı’nın ardından babası ile birlikte Tûs’tan Hüsrevcird’e, oradan Gazne’ye gitti. Horasan tamamen Selçuklular’ın eline geçince baba oğul Selçuklular’ın hizmetine girdi. Nizâmülmülk, bir süre Melik Alparslan’ın veziri Ebû Ali Ahmed b. Şâdân tarafından idarî hizmetlerde görevlendirildi, daha sonra onunla geçinemeyip Çağrı Bey’in yanına Merv’e gitti ve kendisinden büyük ilgi ve yakınlık gördü. Nizâmülmülk, Çağrı Bey’in ölümünün (451/1059) ardından Tuğrul Bey döneminde (1040-1063) Horasan’ı yönetti. Alparslan’ın, kardeşi Süleyman ile giriştiği taht kavgası sırasında Alparslan’ın yanında yer aldı. İdarî ve siyasî kabiliyetleriyle onun dikkatini çekti. Alparslan tahta geçtikten bir ay sonra Kündürî’yi azledip yerine Nizâmülmülk’ü tayin etti (13 Zilhicce 455 / 7 Aralık 1063). Malazgirt Muharebesi hariç Alparslan’ın bütün seferlerine katılan Nizâmülmülk, bu savaşların kazanılmasında ve Kutalmış’ın isyanının bastırılmasında önemli rol oynadı. Sultan Melikşah’ın rakiplerini bertaraf ederek tahta geçmesinde büyük hizmetleri oldu.
Sultan Melikşah zamanında Büyük Selçuklu Devleti için ciddi bir tehlike teşkil eden Hasan Sabbâh ve adamlarıyla mücadeleyi bir devlet politikası haline getirdi. Uzun süren vezirliği sırasında devlet yönetimine tam anlamıyla hâkim olmasından rahatsız olan bazı devlet adamları Nizâmülmülk’ün idarî tasarruflarını, evlât ve kölelerinin önemli mevkileri ele geçirmelerini bahane ederek onu sultana şikâyet ettiler.” (1)
“Vezirliğinin son senelerine doğru, oğul ve torunlarının serkeşliği yüzünden araları bozulunca Melikşah ona bir mektup yazar ve şöyle der: “Sen benim devletimi ve memleketimi istila ederek evlatlarına ve damatlarına peşkeş çektin. Bunlar benim adamlarıma saygı göstermiyor, halka zulmediyorlar ve sen bunları cezalandırmıyorsun. İster misin vezirlik divitini elinden ve sarığını başından alayım ve halkı sizin tahakkümünüzden kurtarayım?” Bunun üzerine Nizâmülmülk cevaben yazdığı mektubunda, Sultan’a yönelik övücü sözler ve dualardan sonra açık bir tehdit anlamına gelen şu sözleri sarf etmekten çekinmez: “Devlete ortak olduğumuzu henüz bilmiyor musun? Bu vezirlik diviti ve sarık, tacınla o derece ilintilidir ki diviti aldıktan sonra taç da kalmaz gider. ” Bu söz, sadece onun meydan okumasını değil, aynı zamanda devlet anlayışının ipuçlarını da vermektedir.” (2)
“Melikşah bu gerginliğe rağmen onu görevden almadı. Bu olayın ardından Sultan Melikşah Nizâmülmülk, Terken Hatun, Tâcülmülk ve diğer devlet adamlarıyla birlikte İsfahan’dan Bağdat’a hareket etti. Nihâvend yakınlarındaki Sehne (Suhne) adlı köyde konakladıkları sırada Nizâmülmülk, EbûTâhir-i Errânî isimli bir bâtınî fedâîsi tarafından öldürüldü (10 Ramazan 485 / 14 Ekim 1092). Cenazesi İsfahan’a götürülerek buradaki türbesine defnedildi. Bâtınîler’in öldürdüğü ilk devlet adamı olarak kabul edilen Nizâmülmülk’ün ölümünden otuz beş gün sonra Sultan Melikşah vefat etmiş (16 Şevval 485 / 19 Kasım 1092) ve Nizâmülmülk’ün, kendisinin vezirlikten uzaklaştırılmasıyla taç ve tahtının yok olacağına dair sözleri bir keramet diye yorumlanmıştır.
Adaleti, idarî kabiliyeti, cömertliği, bilgeliği ve güzel ahlâkıyla tanınan Nizâmülmülk halkın hukukuna özen gösterir, insanların zulüm ve haksızlığa uğramaması için çalışırdı. Devlet kapısının şikâyetçilere daima açık olmasını isterdi. Âlimlere ve sûfîlere saygı gösterir, onları ayakta karşılar ve sohbet meclislerine katılmaktan zevk alırdı. Selefi Kündürî’nin aksine mezhep çatışmalarını ortadan kaldırmak amacıyla Eş‘arîler’i ve Şâfiîler’i takip siyasetine son vererek bu politika yüzünden ülkelerini terk eden Ebü’l-Kāsım el-Kuşeyrî ve Ebü’l-Meâlî İmâmü’l-Haremeyn el-Cüveynî gibi âlimlerin ülkelerine dönmesini sağlamıştır. Selçuklular’da bir görev unvanı olarak ortaya çıkan ‘atabeg’ tabirinin ilk defa Nizâmülmülk’e verildiği kaydedilmektedir. Nizâmülmülk, Türk-İslâm unsurlarını birleştirmek suretiyle iktâ sistemini geliştirmiş ve daha düzenli bir yapıya kavuşturmuştur.
Askerî iktâ sistemi onun gayretiyle Büyük Selçuklular’da ilk defa 466’da (1073) uygulanmaya başlanmış ve 480 (1087) yılından itibaren ülkenin her tarafında yaygınlaşmıştır. Nizâmülmülk orduya çok önem vermiş, Büyük Selçuklu ordusunu yalnız o devrin değil Ortaçağ’ın en güçlü ordusu haline getirmiştir. Sâmânî ve Gazneli devlet teşkilâtını esas alarak Büyük Selçuklular’ın merkez (divan) ve saray teşkilâtını tesis etmiş ve İslâm geleneklerine uygun biçimde mahkemeler kurmuştur. Nizâmülmülk’ün İslâm eğitim tarihinde önemli bir yeri vardır. Başta Bağdat olmak üzere (459/1067) çeşitli şehirlerde tesis ettiği ve kendi adına nisbetle “Nizâmiye Medreseleri” diye anılan ilk resmî eğitim kurumlarıyla ilmin gelişmesi için gayret etmiş, medreselere kitaplar bağışlamış, araziler vakfetmiştir Şiî-bâtınî düşüncenin sakatlığını ortaya koymaya ve Sünnîliği yayıp güçlendirmeye çalışmıştır. Tarihte medrese yaptıran ilk vezir olarak tanınan Nizâmülmülk hadis rivayetiyle de meşgul olmuş, ayrıca çeşitli şehirlerde hadis yazılması amacıyla toplantılar düzenlemiştir. ” (Özaydın, İ. A. )
Kadir Canatan’ın Nizâmülmülk ve Siyâsetnâme ile ilgili tesbitleri şöyledir: “Dönemin sultanları Alparslan ve Melikşah ile Abbasi halifesi Kaim bi-Emrillah, bu başarılı devlet adamına birçok unvan ve lakaplar vermişlerdir: ‘Büyük Vezir’, ‘Büyük Üstad’, ‘İki Hükümdarın Tacı’, ‘Dinin Kıvamı’ bunlardan sadece bir kaçıdır. Fakat o, en fazla ‘Nizâmülmülk’ (mülkün, memleketin, ülkenin nizamı) lakabıyla tanınmıştır. ‘Taşıdığı lakap kişinin değerini ve makamını bildirmelidir’ diyen Büyük Vezir’in bu unvanı, şüphesiz onun devlet işlerindeki ‘düzenleyici’ ve ‘kurucu’ rolüne işaret etmektedir. Tarihçilere göre Büyük Selçuklu Devleti’nin en parlak döneminin sultanları olan Alparslan ve Melikşah, kendisine çok şey borçludur.
O, bu dönemde devletin bütün kudret ve kuvvetini elinde toplamıştır. Devleti yeniden yapılandırma yanında birçok işler başarmış olan Büyük Vezir’in anılmaya değer birçok işi olmuştur. Bunların başında, İslam dünyasında ilk kez çok iyi örgütlenmiş yüksek öğretim yapan resmi akademiler mahiyetindeki medreseleri kurmuş olması gelmektedir. Bu medreselerin en ünlüsü Bağdat’ta 1065-67 yılları arasında faaliyete geçmiş olan Nizamiye Medresesi’dir. Bunu besleyecek olan diğer medreseler ise Isfahan, Nişabur, Musul, Basra ve Tus gibi imparatorluğun çeşitli merkezlerinde kurulmuştur.
İkinci olarak Osmanlı İmparatorluğu tarafından da uygulanan askeri ‘ikta’ sisteminin temellerini Nizâmülmülk’ün attığı bilinmektedir. Bu sistem sayesinde, daha önceleri Türk boylarının katılımıyla oluşturulan aşirete dayalı ordu düzeni, imparatorluğun genişlemesiyle, yerini maaşla çalışan düzenli orduya ve topraklı (tımarlı) askerlere bırakmıştır.
Üçüncü olarak astronomi ve takvimin ıslahıyla ilgili çalışmaları, ‘Celali Takvimi’ denilen yepyeni bir takvim sisteminin kurulmasına yol açmıştır. Onun bu takvimi hakkında modern bir astronom, ‘bizim bugün kullandıklarımızdan daha ince, daha dakik’ diye bahsetmektedir.
Bir ilim ve siyaset adamı olan Nizâmülmülk’ün günümüze kadar gelen‘Siyâsetnâme’ (nasîhatü’l-mülûk) türünün en güzel örneklerinden biri olarak kabul edilir. Bu eser, sadece onun fikirlerini anlamak için değil, aynı zamanda döneminin özelliklerini de yansıtması itibariyle, tarihçiler ve siyaset bilimciler için önemli bir kaynaktır. İki Selçuklu sultanına vezirlik yapan Nizâmülmülk’ün Türk devlet yapısı ve zihniyeti üzerinde de önemli etkileri olduğu kuşku götürmez.
Büyük Vezir, Siyasetnâme’yi Sultan Melikşah’ın isteği üzerine yazmıştır. Melikşah, vezirlerinden ülkeyi en iyi şekilde idare etmesi, din ve dünya işlerinde gerekli tedbirlerin alınması, kendi yaşam kurallarını, siyasi ve dini davranışlarını dayandırabileceği bir kitap yazmalarını istemiştir. Kısacası, Siyasetnâme bu talebe cevap olarak ortaya çıkmıştır.
Siyasetnâme, kendisinden önce mevcut olan bir geleneğin devamı olmakla birlikte, onlardan ayrılan yönleri de bulunmaktadır. Yapıtta, sultana sadece öğüt ve tavsiyeler verilmekle kalınmamış, sisteme önemli katkıda bulunabilecek ciddi tekliflerde getirilmiştir.
Başka bir deyişle, ‘olması gereken’ler hakkında somut, pratik ve uygulanabilir önlemler önerilmiştir. Ayrıca yapıt, dönemin devlet ve bürokrasi yapısı, yöneten-yönetilen ilişkisini ve muhalif söylemleri de yansımaktadır.
Bu yönüyle, şüphesiz ki yapıtın tarihsel bir değeri bulunmaktadır. Gayet sade ve akıcı bir üslupla kaleme ele alınmış olan Siyasetnâme, içerik olarak devletin işleyiş biçimi, bürokrasideki aksaklıklar ve alınması gereken tedbirler, siyasi kurumlar ve rütbeler yanında, yönetim ve halk arasındaki ilişkiler ile yönetime muhalefet eden hareketler üzerinde yoğunlaşmaktadır.
Yapıtın son bölümünde bildirildiği gibi; ‘bu kitap öğüt, hikmet, atasözleri, Kur’an yorumu, Peygamberin sözleri, diğer peygamberlerin hikâyeleri, adil padişahların hikâyeleri ve tarihi bilgiler’ (1987:334) üzerine kurulmuş ve bu kaynaklardan mümkün olduğunca yararlanılmıştır.
Siyasetnâme’nin yansıttığı tarihi gerçeklerden biri de, yükseliş döneminde bulunan bir devletin içinde bulunduğu çürüme ve yabancılaşmaya ilişkin sorunlardır. Bu anlamda Siyasetnâme, bu sıkıntı ve aksaklıklara çözüm getiren bir siyasal ve idari öneriler paketi olarak da okunabilir. Nizâmülmülk’ün bu eserini yaşamının geç vakitlerine doğru yazdığı dikkate alınırsa, kitabın pratikten gelen bir devlet adamının birikim ve tecrübelerini de yansıttığı açıktır.
Siyasetnâme’nin orijinal dili Farsça olup, 51 bölümden (fasıldan) oluşmaktadır. Kimi bölümler çok kısa, kimileri ise orta uzunluktadır. Özel kâtip Muhammed Mağribi’nin verdiği bilgilere göre, kitap önce 39 bölüm olarak yazılmış, ancak anlaşılmasının güç olacağı endişesiyle, buna 11 bölüm daha eklenmiş ve kimi bölümlere de ilaveler yapılmıştır. Sonradan eklenen bölümlerde, Nizâmülmülk muhalif hareketler üzerinde durmaktadır.
Siyasetnâme, sultanlar ve devlet adamları tarafından dikkate alındığı ölçüde, devlet yaşamında pratik yansımalarını bulmuştur. Nitekim rivayete göre, Melikşah kitabı sonuna kadar okuduktan sonra, bunun gelecekte memleketin esas teşkilat kanunu (yani anayasası) olacağını bildirmiştir. Bu şekilde Büyük Vezir, sadece yaşarken değil, dünyadan ayrıldıktan sonra da Selçuklu devletini ve siyasal kurumlarını etkilemeye devam etmiş ve onların geleceğine yön vermiştir. ” (Canatan, A. g. e. )
Canatan, Siyasetnâmede ele alınan konuları: “Devlet ve Devlet Başkanlığı, Padişahın Özellikleri ve Görevleri, Padişah-Reaya İlişkileri, Bürokrasi, Din-Devlet İlişkileri, Kadın-Siyaset İlişkisi, Köleler Sınıfı, Yönetime Muhalif Hareketlere Yaklaşımı” başlıkları altında incelemiştir.
“Devleti somut anlamda ifade eden bürokrasi ve bürokrasinin çeşitli kesimleri hakkında Nizâmülmülk çok geniş olarak durmakta ve bu kurumu iyileştirmeye yönelik öneriler ileri sürmektedir. Bu konudaki önerilerinin bazıları, hâlâ günümüz için de geçerliliğini korumaktadır. Büyük Vezir, genel yaklaşım olarak bürokrasiyi dizginlenmesi gereken bir güç olarak görmekte ve bürokrasinin halka yönelik baskıcı tutumunu bir sorun olarak algılamaktadır.
Dördüncü bölümün (fasılın) sonunda, padişahın bürokrasiyi sıkı sıkıya denetlemesi gerektiğini şu sözlerle ifade eder: ‘O halde padişah, hiçbir zaman memurlarının durumundan gafil olmamalı, devamlı onların hal ve durumlarını kontrol etmeli, onlardan zulüm ve hıyanet zuhur ederse, hiç yerlerinde tutmayıp, azletmelidir.’
Siyasetnâme’nin tertibi içinde, ilk önce, bürokrasinin halkla en fazla ilişki kuran kesimi olan vergi memurları hakkında görüşler belirtilmektedir. Vezir’e göre, ‘Eğer vergi vaktinden önce istenirse, tebaayı sıkıntıya sokar ve halk malını yarı fiyatına satacağından perişan olur.’ Buna göre vergi memurları vergiyi vaktinden önce almak bir yana, gerekirse tebaadan hasta ve öksüz gibi zayıf kesimlere borç vererek yardım etmelidir. Eğer memurlar, fazla vergi almaya kalkışırlarsa, halkan alınan para derhal geri ödenmeli ve ilgili memur görevinden uzaklaştırılmalıdır, hatta sürgüne gönderilmelidir. Padişah memurlara böyle sert cezalar verirse, halk huzurlu olur; ülke imar görür ve başka memurlar da bundan ibret alıp hiçbir zaman bu tür işlere kalkışmazlar.
Büyük Vezir’e göre padişah, sadece küçük memurları değil, bizzat vezirin kendisi de dâhil olmak üzere bütün yüksek memurları da denetlemelidir. Bunların işlerini gizlice araştırıp karanlık işler çevireni derhal cezaya çarptırmalıdır. Zira memurlar, işlerini adil ve namuslu yapmazlarsa ülkede karışıklık çıkar ve ülke sıkıntıya girer.
Yürütmeyi üstlenen ve padişahtan sonra en yüksek makamı işgal eden vezirlik kurumu ve vezirler hakkında Nizâmülmülk daha ayrıntılı durur. Çünkü vezirlik öyle yüce bir makamdır ki, padişah ile birlikte memleketin kurtuluş veya yıkılışı onun elindedir: ‘Eğer vezir namuslu ve ileri görüşlü olursa, memleket imar gördüğü gibi, ordu ve halk da durumdan memnun olur ve huzur içinde yaşar. ’
Siyasetnâme adlı yapıtı üzerinden yaptığımız analiz ve alıntılar, ünlü devlet adamı Nizâmülmülk’ün devlet ve siyaset konusunda nasıl bir tasarıma sahip olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Her şeyden önce o, kendi çağının gerekliliklerine ve zihniyetine uygun olarak ‘güçlü’ bir devlet tasarımlamakta ve böyle güçlü bir devleti kurmanın yolunun ise, ‘âdil’ ve ‘dindar’ bir padişah ile iyi işleyen bir sivil ve askeri bürokrasiden geçtiğine inanmaktadır.
Padişah, devletin ve ülkenin çıkarlarını koruyabilmesi için iyi bilgi kaynaklarına sahip olmalı ve bürokrasinin dizginlerini elinde tutmalıdır. Devlet, öncelikli olarak ülkede güven ve huzuru sağlamalı, ayrıca bunu ayakta tutabilmek için ülkeyi baştanbaşa imar etmelidir.
Nizâmülmülk’ün zihnindeki devlet, sadece güçlü bir devlet değil, aynı zamanda ‘paternalist’ bir devlettir. Yani ona göre padişah ya da devlet, ‘halkın babası’dır. Baba, çocuklarına hizmet etmek; çocuklar ise babaya itaat etmekle yükümlüdürler. Bu bağlamda devlet, aynı zamanda halk için bir ‘ekmek ve iş kapısı’dır. Eğer devlet ve padişah, halkın beklentilerine cevap veremezse, itibarı sarsılır ve neticede zor durumlara düşer.
Devlet yönetimi konusunda eski devlet geleneklerine sıkı sıkıya bağlı olan Nizâmülmülk, siyasete katılım konusunda da bu gelenekleri adım adım izler. Ona göre başta kadınlar olmak üzere halk tümüyle siyasetin dışında tutulmalıdır. Halk, sadece şikâyetlerini saraya bildirmeli ve bunun sonucunu beklemelidir. Halkın saraya ulaşması hiçbir şekilde engellenmemelidir. Padişah, sadece ileri gelen devlet adamlarına ve âlimlere danışmalıdır. Zira bu kesimler, din ve devlet işlerinden anlayan bilgili, görgülü ve uzman kişilerdir. Devlete ve padişaha muhalif güçler ise, her ne şekilde olursa olsun ezilmeli ve faaliyetleri durdurulmalıdır.
Son olarak din ve devlet, Nizâmülmülk’e göre ‘iki kardeş’ gibidirler. Padişah, dinî yasaları ve kuralları çok iyi bilmelidir. Zira dini bilmek, daha âdil ve isabetli kararlar almaya yardımcı olacaktır. Nizâmülmülk, güçlü, paternalist ve dinle uyumlu bir devlet ve siyaset anlayışına sahiptir. Bu anlayış, bir bakıma geleneksel devlet ve siyasete değin yaklaşımları da önemli ölçüde yansıtmaktadır. Türk devlet geleneğine damgasını vurmuş olan Nizâmülmülk’ün devlet zihniyetinin izlerinin bugün de siyasal kültürümüzde ve geleneğimizde bulunup bulunmadığı ayrıca araştırılmalıdır. Kanımca, onun devlet anlayışı, hâlâ Türk siyaset ve devlet anlayışında ve de kamu vicdanında hakim bir vizyon olarak devam etmektedir. ” (Canatan, A. g. e. )
Aradan bunca asır geçmesine rağmen özetleyerek aktaracağımız hikâyenin eserin canlılığını koruma nedenini anlamamıza vesile olacağı kanaatindeyiz.
Âmiller, Vezir ve Kölelerin Devamlı Soruşturulması (Kontrolü)
“Vergi memurlarına Allah’(cc)ın kullarından vergi ve öşürleri toplarken lütufla, iyi sözler söyleyerek isteyerek iyi muamele yapmalarını, ellerini daha ileriye götürmemelerini vasiyet etmelidir. Eğer vergiyi vaktinden önce isterlerse teb’ayı sıkıntıya sokarlar, bu zamansız yüklenmeye dûçar olurlarsa, mecburen mallarını yarı fiyatına satacaklarından işlerinde perişan ve avare olurlar. İşleri kendi görüşüne göre yürüten padişah, vezirini ve mûtemed memurlarını gizlice tetkit etmelidir. Çünkü padişah ve memleketin kurtuluş ve yıkılışı daima onlara bağlı olduğundan, vezir namuslu ve ileri görüşlü olunca memleket imar gördüğü gibi ordu ve halk da durumdan memnun ve huzur içinde yaşar, padişah sevinç duyar. Eğer vezir karanlık işler çevirirse, memlekette karışıklıklar doğar, bu karışıklıkların önlenmesi zorlaşınca, padişah ne yapacağını şaşırır gibi sıkıntı ve ızdırap içinde kalır.
Hikaye
Şöyle rivayet ederler...
Berham Gur adlı Melik’in akıllı, ileri görüşlü bir veziri ve yanından hiç ayırmadığı bir halifesi vardı. Padişah bu iki adamı aleyhinde söylenen hiçbir sözü dinlememiş, kendisi şarap içip avla meşgul olurken devlet işlerindeki bütün tasarrufu vezir ve halifesine bırakmıştı. Vezir bir gün ‘halk, kendisine gösterilen adaletin fazlalığından edepsizlendi ve korkuyu unuttu’ kaygısıyla halifeye gittiğinde, halife ;‘Memleket yıkılmadan önce onlara uyarıda bulun. Bu uyarma iki yolla olur; birincisi kötülerin sayısını azaltmak ikincisi iyilerin malını satın almak.’ Kendilerine göre meşru gördükleri bu mantıkla, devlet işlerini yönetmeye başladılar. Memlekette kimin, iş gören atı, kölesi, malı varsa satın aldılar. Söz sahibi kim varsa tutukladılar, zindanlara attırdılar. Sadece tutuklamakla kalmayıp kendileri için rüşvet de aldılar. Sonuçta halk fakirleşti, şehrin büyüklerinden pek çoğunun evi dağıldı ve başka bir şehre göç ettiler. Tüm olanlardan habersiz padişahın bir düşmanı ortaya çıktı. Padişah bu düşmanı bertaraf etmek için askerlere bahşiş verip orduyu teçhiz etmeye kalkışınca gördü kisayıp bitiremediği hazinesi bomboş kalmış. Olan biteni bizzat yaşayanlardan öğrenmek için halkın arasına indi. Ama vezirin korkusundan, hiç kimse gerçekleri anlatamadı. Padişah o gece sabaha kadar düşündü ve bu kötülüğü kendisine kimin yapabileceğine dair bir sonuca ulaşamadı. Yaşadığı şaşkınlık ve çaresizlikle atına atlayıp çölün içlerine doğru ilerlemeye başladı. Çöl sıcağı altında susuz ve güçsüz kalan Melik uzakta yükselen dumanın altına varınca, kapısında bir köpeğin asılı durduğu, koyunlarınsa gölgesinde derin uykuda oldukları çadırı fark etti. Çadırdan çıkan çoban gelenin padişah olduğundan habersiz su ve yiyecek ikram etti.
Padişah büyük bir şaşkınlıkla çadırın kapısında asılı köpeğe bakıp, bu köpeğin macerasını sordu. Çoban, mal sahibinin kendisine her teslim tarihinden önce sürüyü sayıp, teslim ettiğini, sürüyü otlattığı bu çöle hiçbir hırsızın uğramamasına rağmen sürünün birer ikişer azaldığını anlattı. Padişahın şaşkınlığının yanına bir de merakı eklendi ve hikâyenin devamını anlatmasını istedi. Çoban şöyle devam etti. Bu işin sırrını çözmek için bir gün odun toplama bahanesiyle her zamanki gibi sürüyü köpeğe emanet edip uzaklaştım. Olacakları izlemek için gizlendim. Ve gördüm ki sürüyü emanet ettiğim köpeğim, kendisine eş tuttuğu kurdun, sürüden koyunları yemesine menfaati sebebiyle göz yumuyor. Ben de köpeğin ihanetinin cezasını ona asarak verdim. Padişah olanları kendi memleketine olanlarla bağdaştırdı ve gerçek suçluyu yakınlarına aramaya başladı.
Sarayına döndüğünde bütün defterleri inceler ve çok güvendiği vezirinin ülkeyi bu hale getiren baş sorumlu olduğunu görür. Halkına haber salıp, kimin hakkı varsa iade edileceğini ve sorumluların aynen çobanın köpeği gibi asılacağını ilan ettirir. Zindanlara atılan mahkûmları bir bir dinleyerek hepsinin bizzat vezir tarafından nasıl zulmedildiğini dinler. Bütün bu işlerin sorumlusu olan vezirinin hainliğini halkına ilan eden padişahın içine bu kadar kör olmasından dolayı Hak tarafından bir cezaya uğratılma korkusu düştü. Bu korkuyla vezirin evine gidip bütün mektupları, yazılı belgeleri toplattı evi mühürledi. Topladığı mektuplar içinde komşu ülkenin padişahına yazılmış ihanet mektubunu okudu. Vezirin kaleminden çıkan sözlerde, kendi padişahına nasıl ihanet ettiği açıkça yazıyordu. Artık hiçbir kurtuluşu olmayan Vezir sarayın kapısına kurulan üç darağacından en büyük olanına, yandaşları ise diğer iki küçük darağacına asıldılar. Vezirin ve yandaşlarının cezalandırılması üzerine ülkedeki diğer hainler de korktular. Vezirin tayin ettiği kimseler azledilip yerlerine makamların gerçek sahipleri getirildi. Olanları haber alan ve hain vezirle işbirliği yapan diğer padişah da geldiği yere geri döndü. Behram, vezirliği iyi huylu güler yüzlü bir adama verince ülkedeki sıkıntılar hızla aşıldı ve eski refahına kavuştu.
Başlangıçta kendisiyle birlik olan İskender-i Dara’nın vezirinin sonradan onun gafletinden istifade ederek hıyanet etmesi İskender’in mağlubiyetine ve padişahlığın elinden gitmesine sebep oldu. O halde padişah hiçbir zaman memurlarının durumundan gafil olmamalı, devamlı onların hal ve durumlarını kontrol etmeli, onlardan zulüm ve hıyanet zuhur ederse, hiç yerlerinde tutmayıp azletmelidir.
Diğerlerinin ibret alması için suçları derecesinde onları cezalandırırsa hiç kimse ceza korkusundan padişaha karşı bir şey düşünemez. Bir kişiyi büyük bir işe memur ederse onun arkasından, kendisi bilmeden durumunu çalışmasını kontrol edecek müfettiş göndermelidir.
Aristo Büyük İskender’e “Bu memlekette yazarları incittiğin zaman onlara vazife verme, düşmanla beraber olup senin yok olman için çalışırlar” demişti.
Melik vezire şöyle dedi: “Padişahların dört gurubun suçlularını bağışlamamaları gerekir. Birincisi memleketin yıkılmasına çalışan, ikincisi haram iş işleyen, üçüncüsü devlet sırrını korumayan, dördüncüsü dili ile padişaha dalkavukluk yaparken kalbi ile onun muhalifleri ile anlaşma yapanlar. Bunlar muhakkak cezalandırılmalıdırlar. Padişah ülkede cereyan eden olaylar hakkında uyanık olursa kendisinden hiçbir şey gizlenemez.” (S, 38-46)
Mehmed Zahid Aydar
Mîsak Dergisi
Sayı: 384 / Kasım 2022
_____________________
(1) Abdülkerim Özaydın, İslâm Ansiklobedisi (İ. A. )
(2) Kadir Canatan, Elektronik Türkçe Çalışmaları. 2009, Cilt. 4 Sayı 7, S;194-220