İlm-i Hadis Hanefîlik Maturîlîk - Alparslan Aydar

İlm-i Hadis Hanefîlik Maturîlîk


Takdim

İmam Mâturîdî ve Mâturîdî mütekellimlerin hadis sahası ile münasebetini incelemek oldukça zordur. Çünkü hem İmam Mâturîdî'nin hadis ağırlıklı muhtevadaki eserleri -ne yazık ki- meçhul durumdadır hem de incelemeye konu olacak âlim sayısı oldukça yüksek miktarlara ulaşmaktadır. Sadece İmam Mâturîdî özelinde düşünüldüğünde o Kitabü't-Tevhid'de her ne kadar bir kısım rivayetler paylaşılmış olsa bile sadece bu eserden hareketle imamın hadis anlayışının tesbite elverişli olmadığı izahtan varestedir. Biz bu eserden hareketle onun kelâmi alanda haber-i vahide yüklediği değer ve kullanım şeklini inceleyeceğiz. Dolayısıyla elimizde -ne yazık ki- esas olarak sadece Te'vilâtü'l-Kur'ân'ın mevcut olduğunu söyleyebiliriz. Fakat İmam Mâturîdî'nin Te'vilât'ta kullandığı hadislerden onun hadise dair anlayışını tesbit etmek aslında Hanefi haber/hadis anlayışını bilmeyi zaruri bir hale getirmektedir. Bu irtibat kurulmadan onun rivayet anlayışını tesbit ve idrâk âdeta muhal gibidir. Çünkü mâlûm olduğu üzere o, usûlde ve fürûda İmam Ebû Hanife'yi ve erken dönem Hanefi âlimleri sıkı bir şekilde takib eden öncü bir isimdir.

İlm-i Hadis Hanefîlik Maturîlîk
Melikşah Sezen
Kökler Kitap
Mîsak Dergisi
Sayı: 377 / Nisan 2022

Bahsi geçen gereklilik sebebiyle çalışmamızı İmam Mâturîdî'nin düşünce dünyasını şekillendiren Hanefi mezhebinin ve tabii ki İmam Ebû Hanife'nin hadis anlayışına temas ederek başlatmayı münasib gördük. Bu bağlamda evvela Müsnedü Ebû Hanife'lere dair etraflı bir mâlûmat sunarak tarihi bir hatanın yani İmam-ı Â'zam'ın hadis ile ilişkisinin oldukça sınırlı olduğu yönündeki iddianın isabetli olup olmadığını müşahhas verilerden hareketle ortaya çıkarmayı amaçladık. Ortaya çıkan tablo sadece Müsnedü Ebû Hanife'lerin dahi ciddi bir literatür meydana getirdiğini sabit kılmakta ve söz konusu tarihi iddianın hilaf-ı hakikat olduğunu göz önüne sermektedir. Bu bölümün peşinden, İmam Ebû Hanife'nin haber kabul ve râvi kabul kıstaslarını, ayrıca haber-i vahidi itikadda hüccet görme durumunu müstakil başlıklar halinde ele alarak onun hadis konusundaki sunumunu ve konumunu netleştirmeye çalıştık.

Ardından İmam Mâturîdî ile İmam Ebû Hanife arasındaki bağı oluşturduğu sabit şahsiyetlerin hadis anlayışı ve eserleri üzerinden tarihi süreci İmam Ebû Mansur'a kadar ulaştırmaya gayret sarf ettik. Bu tarihi sürekliliğin doğru anlaşılmasının, imamın kıymeti kendinden menkul bir hadis anlayışına sahib olmadığının kavranabilmesi için zaruri olduğunu düşünüyoruz.

İmam Mâturîdî'nin ilm-i hadis ile ilişkisini farklı açılardan ele almaya geçmeden evvel son olarak Maveraünnehir bölgesindeki hadis çalışmalarının seyrini ve son durumunu da kısa ve özlü olarak takdimde fayda mülahaza edip, tarih ve konu bütünlüğü oluşturmaya gayret ettik.

Söz konusu tarihi manzaranın akabinde İmam Mâturîdî özelindeki inceleme aşamasına geçiş yaptık. Bu bölümde, Te'vilâtü1-Kur'ân'da yer alan rivayetlerin ve hadis usûlüne dair paylaşılan beyânların tarihi süreklilik ile mutabık ve muvafık olup olmadığına dair hususi bir değerlendirme yaparak, İmam Mâturîdî'nin beslendiği kaynakların ortaya konması hedeflenmiştir. Hacimli bir eser olması ve rivayet yoğunluğunun da bir hayli kabarıklığı Te'vilât'ın incelenmesini oldukça uzatmıştır. Ayrıca imamın mezkûr eseri hangi sıra ile tertib ettiğinin veya ne kadar bir sürede ikmâl ettiğinin bilinmemesi de onun rivayetleri kabul kıstaslarında yahud hadis kullanımındaki teknik kabullerinde ne gibi değişiklikler yaşadığını tesbit etmeyi âdeta imkânsız kılmaktadır. Tüm bu zorluklara rağmen Te'vilât'ta tahmin edilenden daha fazla malzeme ve kıymetli bilginin mevcut olduğunu ifade edebiliriz.

İmam Mâturîdî özelindeki etraflı incelemenin ardından Hakim es-Semerkandi, Ebû'l-Yûsr el-Pezdevi, Ebû'l-Muin en-Nesefî, Nureddin es-Sabunî ve Şemsüddin es-Semerkandî'nin kelâmi eserlerindeki hadis kullanımlarının İmam Mâturîdî'nin Kitabüt-Tevhid'de dikkat ettiği kaidelere uygun olup olmadığına dair bazı kısa tesbit ve değerlendirmelerimizi aktarmaya çalıştık. Bu bölümün ardındansa müteahhir dönem Mâturîdî âlimlerin hadis anlayışına dair genel bir değerlendirme ile tarihi bütünlüğü tamamlayıp çalışmamızı nihayetlendirdik.

 

İmam-ı Â'zam Ebû Hanife'nin Hadis Usûlü

İmam Ebû Hanife'nin hadisçiliği mevzubahis olduğunda yahud onun naklettiği rivayetlerin sıhhati gündeme geldiğinde tarihten bugüne pek çok kimsenin imamın hadis sahasında yetersiz olduğunu düşündüğünü, zannettiğini görmekteyiz. Bu fahiş hatanın en büyük sebebi söz konusu meseledeki bilgi boşluğu ve/veya hadis ilmini Hanefi ulemâdan değil de diğer mezheblerin âlimlerinden öğrenmiş olmaktır. Çünkü hadis ilminin usûli zemini de aynı fıkıh ilmi gibi pek çok içtihadi unsurla çevrilidir. Dolayısıyla nasıl ki bir müçtehidin içtihadındaki farklılık onun fakihliğine zeval vermiyorsa aynı şekilde hadis sahasındaki içtihadi farklılıklar da içtihad sahibine bir zeval vermemektedir.

Hâl böyleyken geriye böyle bir içtihatta bulunan kimsenin yani hadis münekkidinin içtihadda bulunabilme liyakatinin olup olmadığı suali kalmaktadır. Bu suali İmam-ı Â'zam Ebû Hanife özelinde ele aldığımızda onun diğer muhaddislerden farklı bir kısım değerlendirme kıstaslarına sahib olduğu teslim edilmektedir. Peki imam hadis usûlüne dair böyle bir tasarrufta bulunmaya hak sahibi midir? Bu sualin cevaplanabilmesi daha doğrusu cevabın kendiliğinden ve isabetli bir şekilde anlaşılması için imamın hadis sahasına vukufiyetini etraflıca idrâk etmek icab eder. Çünkü onun hadis sahasında zayıf olduğu şeklindeki hatalı beyânlar, -ne yazık ki- bu beyânın zıttı olan hakiki hâlden daha meşhur bir duruma erişmiştir. Dolayısıyla Ebû Hanife'nin naklettiği hadisleri toplayan çalışmalara dair kısa da olsa bir miktar bilgi sunmak, onun hadis sahasına hâkimiyetini idrâkimize büyük katkı sağlayacaktır. S.21-24

 

Müsnedü Ebî Hanefî'ler

İmam Ebû Hanife'nin Müsned'lerine geçmeden evvel öncelikle ‘Müsned’ kavramı hakkında kısa bir bilgi vermenin faydalı olacağı kanaatindeyim. Müsned: bir şahıs tarafından rivayet edilen hadis-i şeriflerin sıhhat mertebelerinin ve muhtevasının dikkat-i nazara almadan toparlanıp bir araya getirildiği eser mânâsında kullanılmaktadır. Ayrıca İmam Ebû Hanife'ye nisbet edilen hadis kitablarının ortak adı olarak da 'Müsned' kelimesi kullanılmıştır. Yine bu terim, haberin ilk kaynağına [Hazreti Peygamber(sav)'e] kadar ki râvilerinde kesinti olmayan, muttasıl rivayetleri ifade etmek için de kullanılmaktadır. Bu mânâlar içerisinde İmam Ebû Hanife'ye nisbet edilen Müsned'in neyi ifade ettiği yani paylaştığımız ilk ve ikinci anlamları yansıttığı ortaya çıkmaktadır.

İmam-ı Â'zam, rivayet ettiği hadisleri bizzat kendisi tasnif etmiş değildir. Bu vazife dönemin yerleşik tatbikine uygun olarak bizzat talebeleri ve sonraki âlimler tarafından ifa edilmiştir. Fahreddin er-Râzi (ö. 606/1210), Menâkıbü’l-İmami'ş-Şafiî eserinde bu durumunu bir nâkısa gibi ifade etmiş olsa da aslında söz konusu durum sadece İmam-ı Â'zam'a mahsus değildir. Müçtehid imamlara nisbet edilen Müsned'lerin hemen hiçbirisi -İmam Mâlik'in Muvatta’sı hariç- bizzat kendileri eliyle tasnif ve ikmal edilmiş değildir. Bu durum Fahreddin er-Râzi'nin menâkıbını kaleme aldığı İmam Şafiî (ö. 204/820) ve Müsned'i için de farklı değildir.

İmam Ebû Hanife'nin Müsned'ini cem eden muhaddislerin sayısı konusunda kaynaklarda farklı sayılar zikredilmektedir. Harezmi, Câmiu'l-Mesânid'ini 15 farklı Müsned'den istifade ile yazmıştır. Muhammed Zahid el-Kevserî (ö. 1952) ise Te'nibü'l-Hatib'inde Müsned'erin sayısını 17 olarak tesbit etmiştir. Daha sonra İsmail Hakkı Ünal, Müsned'lere dair sayıyı 26'ya kadar ulaştırmıştır.’ Fakat Ünal'ın listesinde bazı ihtisarların ve şerhlerin Müsned tertibi olarak sunulması hasebiyle bir kısım hatalı nisbetler yer almaktadır. Bu sebeble söz konusu liste tam mânâsıyla sağlıklı değildir. Ramazan Çoban ise, Ebû Hanife Müsnedleri ve Hârizmi'nin Câmiu'l-Mesânid'i isimli yüksek lisans tezinde bu sayıyı 28'e ulaştırmış ve tesbit ettiği isimleri oldukça güzel bir şekilde sunmuştur.’

İmam Ebû Hanife'nin rivayetlere vukufiyetini ve hadisle yoğun ilişkisini en açık surette gözler önüne seren, tüm rivayetleri toplayan, imamın izahatları ve istinbatlarıyla birlikte bizlere sunan bu müktesebat ve literatürün tam mânâsıyla anlaşılabilmesi için onun, hadislerin sahihini sakiminden ayırmak için kullandığı bir kısım usûli kıstaslarının bilinmesi de oldukça önemlidir. Bu münasebetle biz merhum Muhammed Zahid el-Kevserî'nin Te'nibü1-Hatîb alâ mâ Sakafu fi Tercemetil-Ebû Hanife mine’l-Ekazib isimli eserinde konuyla ilgili olarak paylaştığı bölümün tercümesi buraya aktarmayı faydalı gördük. Daha sonraki bölümlerde İmam Mâturîdî'nin hadis anlayışını/kabulünü de Te'vilât üzerinden bu maddelere muvafık olup olmadığı ile mukayese etmeye çalışacağız. Fakat burada kısaca şu serzenişte bulunmak istiyoruz: Tarihte mezhebi kaygılar, beşeri zaaflar vb. faktörler sebebiyle hadis tarihi yazılırken anılmayan İmam-ı Â'zam'ın, bugün telif edilen hadis tarihi metinlerin pek çoğunda halen ihmal edilmesini anlayabilmek, makul bir izaha yerleştirebilmek mümkün değildir. Halbuki görüldüğü üzere imamın naklettiği rivayetler üzerine yapılan çalışmalar bile ciddi bir yekûna baliğ olup hadis sahasındaki önemli temsilcilerin müstağni kalamadığı kıymetli teliflere dönüşmüşlerdir. Temenni ederiz ki, hadis tarihi sahasında bundan sonra gerçekleştirilecek çalışmalarda araştırmacılar aynı ihmali daha fazla sürdürmezler.

Türkçe olarak Müsnedü Ebû Hanife'ye dair Haskefi ihtisarının çeşitli tercümeleri yapılmıştır. Bunlardan ilki Muhammed Selim Köse'nin (1978) tercümesidir. Ardından Kazım Ağcakaya tarafından (2000) gerçekleştirilen tercüme ve son olarak Ali Pekcan'ın gerçekleştirdiği (2005) tercümedir. Bu tercümelerin dışında yine Haskefi'nin tertibi esas alınarak gerçekleştirilen dört ‘tercüme ve şerh' çalışması daha mevcuttur:

1. Mustafa Çelik'in (Fütüvvet, 2014) İttibaü’s-Sünnet-i Şerife Şerh-u Müsned-i Ebû Hanife'sidir.

2. Mustafa Acıoğlu'nun (İstanbul: Kayıhan, 2015) Vassafu'1-Mütearefe ft Şerh-i Müsned-i Ebû Hanife isimli eseridir.

3. İmam Zebidi'nin Ukûdü1-Cevâhiri'1-Münife isimli Ebû Hanife'nin rivayet ettiği ahkâm hadislerini tasnif eden çalışması İsmail Karagözoğlu tarafından (İstanbul: Kayıhan, 2018) tercüme ve izah edilerek yayımlanmıştır.

4. Ayrıca, İmam Ebû Yusuf'un Kitâbu’-Âsâr'ı da İsmail Karagözoğlu tarafından (İstanbul: Kayıhan, 2019) tercüme ve izah notları eklenerek neşredilmiştir. Bize de son iki çalışmaya (Zebidi-Ebû Yusuf), tedkik ve tashihini gerçekleştirip bir kısım notlar eklemek yoluyla mütevazi bir katkı sunmak nasip olmuştur. S.25-38

 

İmam Ebû Hanife'nin Haber Kabul Kıstasları

Muhammed Zahid el-Kevserî (ö. 1952), Te'nibü’1-Hatib'inde İmam-ı Â'zam Ebû Hanife'nin haber kabulüne ve haberi anlayışına temel olan bir kısım önemli kaideleri maddeler hâlinde listeleyip aktarmıştır. Bu maddeler onun naklettiği haberleri hangi kıstasları esas alarak muteber kabul ettiğini, hadisleri nasıl anladığını ana hatlarıyla açığa kavuşturmaktadır. İlgili bölüm şöyledir.

‘Her kim ki İmam Ebû Hanife'nin az hadis bildiğini veya hadislere re'yi ile muhalefet ettiğini vehmediyorsa, bu düşünceler tamamen cahilliğin eseridir ve imamın kendisine ulaşan haberlere dair kabul şartlarını bilmemekten ileri gelmektedir. İmamların çoğu zaman sathi nazarla anlaşılmayan içtihadlarına dair ilimleri ancak hassas bir tedkik ile anlaşılabilir.

İmam Ebû Hanife'nin, hüküm istinbad etmek için sağlam ve etkili bir usûlü vardır. İmamın bu usûlünden habersiz cahiller zaman zaman ona sataşır. İmamın bu konudaki kıstaslarından biri şudur:

1-Sika ravilerin Mürsel rivayetlerini daha kuvvetli rivayetlerle teâruz oluşturmaması şartıyla kabul etmek.

2- Haber-i vahide dair tetkiki tamamladıktan sonra onu (mütevatir ve meşhur haberlerden hatası olan) asıllara arz etmek.

3-Haber-i vahidleri Kur'an-ı Kerim'in umumi ve zahiri delaletine arz etmek.

4. Meşhur sünnetin bulunduğu/bilindiği bir konuda haber-i vahidle amel etmeyi (diğer iki kaidede olduğu gibi kuvvetli olan), meşhur sünnete muhalif olmamasına bağlamak.

5. Haber-i vahid kendi kuvvetinde bir başka haber-i vahide muhalif olmamalıdır.

6. Haber-i vahidi rivayet eden kimsenin naklettiği rivayete aykırı amelde bulunmasını haberin reddi için esas kabul etmek.

7. Allah'ın dininde ihtiyatlı olmak için iki haberden metin ve senedde zâid olan kısımları reddetmek.

8. Umûmu'l-belvâ yani kaçınılması imkânsız olan, hemen herkes için sık sık vuku bulan meselelere dair konularda haber-i vahidle amel etmemek.

9. Herhangi bir hükümde ihtilafa düşen sahabilerden birinin o konudaki mevcut ahad haberi terk etmemiş olması. (Çünkü sahabinin bir sebeple herhangi bir rivayeti terk etmesi ve aynı meselede başka bir rivayeti tercih etmesi, söz konusu haberin illetli olduğunun delili sayılır.)

10. Seleften herhangi bir kimsenin mezkûr haber-i vahidi ta'n etmemiş olmasıdır.

11. Had ve ceza konusunda ahad haberlerde muhtelif rivayetler bulunduğu vakit hafif (ihtiyatlı) olanı esas almak.

12. Râvinin haberi işittiği andan rivayet ettiği zamana kadar unutmadan ezberinde muhafaza etmesidir.

13. Râvi eğer haberi kimden işittiğini hatırlayamıyorsa, tuttuğu kaydına da güvenilmez. 

14. Şüphe sebebiyle düşen hadlerde muhtelif rivayetler bulunduğunda ihtiyatlı olanı esas almak.

15. İki haberden hangisi daha çok rivayetle destekleniyorsa onu esas almak.

16. Haberin sahabi ve tabiin tarafından tatbik edilegelen uygulama/anlayışa muhalif olmamasıdır. (2)

Muhammed Zahid el-Kevserî'nin, İmam Ebû Hanife ve Hanefilerin hadis/ haber kabul kaidelerine dair maddeler halinde sunduğu bu liste, sunduğu maddeler itibariyle sadece Hanefilere mahsus değildir. Aslında belli hassasiyetlerden ötürü teknik/teorik cepheden Hanefilerin dile getirdiği bu maddelere muhaddislerin de kahir ekseriyetle muvafakat ettiği bilinmektedir. Dolayısıyla müşterek hassasiyet ve kabullerin bir yönüyle pratikte ve ifadede farklılaştığı yani ihtilafın pek çok konu başlığında asli değil laizi ve icrai boyutta kaldığı söylenilebilir. S.39-48

 

Haber-i Vahidin İtikadda Hücciyeti Hususunda İmam-ı A'zam'ın Usûlü

İmam Ebû Hanife'nin ana maddeler halinde ortaya konulan haber kabul kaideleri belli bir hassasiyetin ve gerekliliğin neticesi olup itikadi muhtevadaki haberler için de aynı hassasiyet durumu geçerlidir. Hatta itikadi muhtevadaki haberlerin kabulü ve ona bir değer biçilmesi açısından söz konusu kaidelerin belki daha da sıkı tutulması gerektiği tüm Müslümanların üzerinde ittifak edeceği bir husustur. Haberlerin kabulü noktasında gerçekleştirilen inceleme ve değerlendirmeler evveliyetle haberin senedine yönelik olsa dahi senedi inceleme konusunda tesahülü yahud şedit tavrı belirleyen unsur olarak haberin muhtevasının da belirleyici olduğu bilinen bir gerçektir.

Aliyyü'l-Kâri'nin (ö. 1004/1605) bu meyanda söylediği şu ifadeler oldukça anlamlıdır: ‘(Sahihlik ve zayıflık gibi hükümler) Bütün bunlar, muhaddislerin, hadislerin senedlerine bakarak elde ettikleri neticelerdir. Yoksa kesin böyledir diye hüküm vermeye bir dayanak yoktur. Zira akıl, sahih gözüken hadisin aynı zamanda zayıf ve mevzû olmasını mümkün görür. Keza mevzû rivayetin sahih veya zayıf olmasını da ihtimâl dahilinde kabul eder. Dolayısıyla bir habere bir kısım âlimler tarafından ‘sahih’ hükmünün vurulmuş olması onun her durumda bir hüccet olduğunu düşündürmemeli ve bilgi değeri açısından bir mertebesinin bulunduğu hatırlanmalıdır. Unutulmamalıdır ki itikadda ihtiyat tesahülden evladır. Yoksa İmam-ı Â'zam'ın da beyân ettiği üzere: ‘Hazreti Peygamber(sav)'den her gelen başımız ve gözümüz üstünedir.’

Haber, tarifi gereği ‘doğru ve yalan olabilen, sıdka ve kizbe ihtimâlli söz’ olduğu için ondaki menfi ihtimâli en aza indirmek ve mümkünse ortadan kaldırmak yani yakine, ilm'e ulaşmak için en çok arzu edilen şeydir. Haberin bilgi değeri açısından tasnifi; mütevatir, meşhur ve ahad şeklindedir. Haber-i ahad, bir veya birkaç kişinin naklettiği haberdir. Aslında meşhur haber ile haber-i ahad arasında müteahhir ulemâ açısından bir ayrım söz konusu değildir. Bu sebeble haber-i ahadın tarifini müteahhirün, ‘mütevatir şartlarını sağlamayan haber’ şeklinde tarif etmişlerdir.

Haber-i vahidin sıhhati mevzuunda, onu değerlendiren kimselere hüsn-ü zan gösteren-göstermeyen herkeste itminan-ı kalb sağlayacak bir kuvvetin bulunmaması yani çok sayıda tarikle desteklenmiyor ve dolayısıyla bu haberlere yönelik mutlak/kat'i bir yargının beşeri zaaflardan arınmış olmaması ihtimâli hasebiyle ‘zan’ ifade ettiği söylenmiştir. Mütevatir haber ise, ‘yalan söylemek üzere ittifak etmesi âdeten muhal görülen ve bu sebeble cerh-ta'dile yani sened kritiğine ihtiyaç bırakmaksızın ulaştığı kimsede zorunlu bir bilgi hâsıl eden’ haberdir. Haberin bilgi değeri aslında aynı konuda/muhtevada olduğu sürece, bir müşkülden ziyade bir kolaylık ve güzellik oluşturmaktayken; muhtevanın birbiriyle tearuz oluşturduğu haberlerde bir sorun haline dönüşmektedir. Çünkü bu durumda hangi haberin esas alınacağı sorusu gündeme gelmekte ve bu suale uygun bir cevab beklemektedir.

İmam Ebû Hanife ve Hanefi âlimler daha evvel sıralanan maddelerde görüldüğü üzere böyle bir tearuz durumunda mütevatiri daima ahad habere tercih etmektedirler. Bu tercihin ahkâm/fıkıh sahasına ve usûl-i fıkıh metinlerinde de pek çok misâli mevcuttur.

Ameli meselelerde, ‘haber ile amelin vacib olması onun sıdk ve sıhhatine dair zann-ı galibin oluşması gerekir’ ilkesi de hemen aynı bağlamda söylenmiş bir ilkedir. Söz konusu durum sadece ahkâm konularında değil, takdir edilir ki öncelikle itikadi muhtevadaki haberler için tatbik edilir. Kevserî'den naklettiğimiz maddelerin on beşincisi olan; ‘İki haberden hangisi daha çok rivayetle destekleniyorsa onu esas almak’ kaidesi işbu zaruretin yani kuvvetli haberi tercih etmenin bir gereği ve ifadesinden ibarettir.’ S.53-60

 

Maveraünnehir Bölgesinde Hadis Kültürü

Bir âlimin birikimini sadece ders aldığı hocalar ve metinlerle sınırlamak takdir edilir ki mâkul bir değerlendirme metodu olmayacaktır. Her insan bölgesinin hâkim kültüründen, meşhur isimlerinden, şifai mâlûmatından vb. unsurlardan istifade etmiştir, etmektedir. İmam Mâturîdî'yi de bu genellendirmenin dışında tutmak mümkün değildir. Bu münasebetle onun hadis literatürüne vukufiyetini doğru bir şekilde tesbit etmenin bir yolu eserlerinden hareket etmek iken bir başka yolu da yaşadığı coğrafyanın hadis kültürünü ortaya koymaktır. Çünkü hayatı hakkındaki mâlûmatlardan hareketle doğduğu şehir olan Semerkand'dan başka bir şehre gidip gitmediği konusunda kat'i bir bilgi bulunmayan İmam Mâturîdî'nın yaşadığı bölgedeki hadis kültürüne dair bilinecek her şey söz konusu bilgi boşluğunu gidermemizi sağlayacak en önemli yöntemlerdendir.

Maveraünnehir bölgesi genelde hadis çalışmaları özelde de Hanefi usûlünün en bereketli mahsullerinin verildiği bir bölgedir. Hadis çalışmalarının altın çağı olarak görülen tedvin ve tasnif çalışmalarının en muazzam numuneleri hicri III. yüzyıl içerisinde verilmiştir. Bu çalışmaların büyük kısmı ise İmam Mâturîdî'nin bölgesinden yani hemşehrisi âlimler eliyle ortaya koyulmuştur.

Hanefi mezhebine mensub olmamakla birlikte hadis literatürüne eşsiz katkılar sunmuş olan nice ismin de bu bölgenin âlimi olması, mezkûr coğrafyanın diğer âlimlerinin bu müktesebattan istifadesini temin etmiştir. Söz konusu coğrafyanın bu konuda akla gelen ilk ismi şübhesiz İmam Muhammed b. İsmail el-Buhari'dir (ö. 256/870). İmam Buhari'nin el-Câmi'u’s-Sahih'inin ne kadar büyük bir kıymete mâlik olduğu ise izahtan varestedir. İmam Buhari'nin ezberlediği nakledilen ilk kitabların Abdullah b. Mübarek ve Veki b. Cerrah gibi Hanefi büyüklerine ait eserler olması, defaatle vurgulamaya çalıştığımız bölgedeki hâkim kültürü göstermesi açısından dikkate şayandır.

Bölgenin bir diğer önemli muhaddisi ise tahmin edileceği üzere İmam Müslim'dir (ö. 261/875). Nişabur doğumlu olan İmam Müslim'in el-Câmi'u’s-Sahih'i de İmam Buhari'nin es-Sahih'i gibi müslümanların büyük teveccühüne mazhar olmuş bir eserdir. Yine Nişabur doğumlu Hâkim en-Nisâburi (ö. 405/1014) de bölgenin güçlü muhaddisleri arasında yer almaktadır. Onun, el-Müstedrek ale’s-Sahihayn ve Ma'rifetü Ulûmi'l-Hadis isimli eserleri sahasında oldukça önemli bir eserlerdir. S.68-71

 

İmam Mâturîdî'de Haber-i Vahidin Bilgi Değeri

İmam Mâturîdî çok yönlü bir âlim olması hasebiyle, onun Kitabüt-Tevhid'de haber-i ahad ile kurduğu ilişki ve onlara yüklediği değer ile Te'vilâtül Kur'ân'da fıkhi yahud muhtelif bahislerde haber-i vahidlerle kurduğu ilişkiden farklıdır. İşbu nedenle her sahanın haber-i vahidle kurduğu/kuracağı ilişkiyi ayrı ayrı tesbit ve takib etmek icap etmektedir.

Mütevatir haber, yalan söylemek üzere ittifak etmeleri âdeten muhal kabul edilen bir kalabalığın naklettiği haberdir. Bu itibarla yani bu haber türüyle ulaşan bilginin yalan olmasının muhal oluşu münasebetiyle mütevatir haberin zorunlu bilgi ifade ettiği kabul edilmiştir. Dolayısıyla bu hakikat, teşekkül sürecini Muttezile'den sonra gerçekleştiren diğer kelâmi mezheblerin de tereddütsüz kabul ettiği başlıklardan olmuştur. Lâkin haber-i vahid konusunda Muttezile'nin başarılı bir çözümleme yaptığını söyleyebilmek mümkün değildir.

Mutezile, epistomolojik açıdan şübheden âri olduğunu tesbit etmenin oldukça zorlu olduğu ahad haberleri bilgi değeri açısından topyekün reddederek, ümmetin dürüstlüğüne, takvasına, adaletine ve zabtına şehadet ettiği, ayrıca muhtelif karinelerle kabulü teyid ettiği tüm râvilerin naklettiği haberleri kıymetsiz addetmesi ciddi bir müşkül doğurmuştur. Gerçi Muttezile'nin çok renkli yapısı dikkate alındığında bu kabulün tümüne ait olduğunu söylemek yerine kâhir ekseriyete yönelik olduğunu vurgulamak yerinde olacaktır.

Muttezile'nin ilim havzasında yetişen İmam Eşari, bilgi bahsindeki konu başlıklarında Muttezili literatürden oldukça istifade etmiştir. Aynı şekilde İmam Mâturîdî de bilgi bahsinde bu konunun kadim inceleyicileri olan Mu'tezililerin eserlerinden ve beyanlarından istifade etmiş olmalıdır. Zaten hem Kitabü't-Tevhid'de hem de Te'vilât'ta otuzu aşkın Mu'tezili âlimi ismen anması, bu isimlerden ve görüşlerinden haberdâr olduğunu açık bir şekilde göstermektedir. Öte yandan biraz evvel anılan el-Kâ'bi'nin eserlerine muttâli olduğu ve reddiyeleştiği de bilinen bir husustur. İmam Mâturîdî'nin bu bağlamda Kitabü't-Tevhid'deki en büyük başarısı, Mu'tezile'nin bilgi bahsinde yaşadığı ve yaşattığı karmaşayı aşacak bazı teklif ve tashihlerle haber-i ahadın konumunu daha anlamlı hale getirmiş olmasıdır.

Netice-i kelâm olarak bizim kanaatimize göre İmam Mâturîdî'nin kelâm sistemi içerisinde kelâmın gayesiyle muvafık olduğu için tercih ettiği, öncelediği bilgi kaynakları mütevatir haber, nazar ve hiss-i selimedir. Bir haberin sübutunu kati kılan mütevatir haber gibi bir imkân varken haber-i ahadın üzerindeki tetkiki sabit kılıp hemen herkese ulaştırmanın zorluğu izahtan varestedir. Lâkin bu bilgi kaynaklarından mahrum olunduğunda yahud ciddi bir tetkik ile desteklendiğinde haber-i vahidin de bilgi kaynağı olması imam için gayet mümkündür. Bu konuda Te'vilât'taki şu tasnif ve misalin oldukça çarpıcı ve etkileyici olduğunu düşünüyoruz. İmam Mâturîdî, varise vasiyetin neshi bağlamında der ki: ‘Yüce Allah her hak sahibinin hakkını vermiştir, artık varise vasiyet yoktur’ meâlinde rivayet edilen hadis hakkında farklı görüşler ileri sürülmüştür. Bazıları, âyetin bu rivayetle nesh edilmesi caiz değildir, çünkü sünnet kitabı nesh edemez demiş; diğerleri ise hayır, sünnet kitabı nesh edebilir, ancak bu rivayet haber-i vahiddir, şeklinde kanaat belirtmiştir. (Denilirse ki) Haber-i vahidler sizin görüşünüze göre kendi statüsündeki bir haberi bile nesh edemezken âlemlerin Rabbinin kitabını nasıl nesh etsin?

Sünnetin kitabı nesh edemeyeceği biçimindeki görüş hakkında daha önce tarafımızdan açıklama yapılmıştı. Onları bu görüşe sevk eden husus neshin konumunu bilmemeleridir, şayet bilselerdi inkâr etmezlerdi. Daha önce belirttiğimiz üzere nesh, bir hükme ait mühletin önceden takdir edilmiş bir vakitte nihayete erdiğinin beyanından ibarettir. Hadisin haber-i vahid olduğunu söyleyenlere gelince, bu konuda isabetli tesbit şudur: Sözü edilen hadis, rivayet (tekniği) açısından haber-i vahiddir fakat kendisi ile amel edilmesi açısından mütevatirdir. Benimsediğimiz ilkeye göre amelle oluşan tevatür kullanılacak en değerli haberdir.

Burada dikkat edilirse İmam Mâturîdî'nin mütevatir haberi üçlü bir taksime tabi tuttuğu hemen anlaşılmaktadır: Lafzi mütevatir, mânevi mütevatir ve ameli mütevatir. Lafzi mütevatir dışında diğer iki tür mütevatirin aslında rivayet tekniği açısından haber-i ahadlardan oluşması onların hakikatte mütevatir oluşuna mâni değildir. Rivayet, rivayet tekniği açısından yani haberi nakleden kişi sayısı olarak ahad statüde kalsa da, varise vasiyet verilebileceğini bildiren âyete rağmen ümmetin bundan geri durması, söz konusu rivayetin ameli olarak mütevatir olduğunu sabit kılmakta ve harici karinelerle desteklenmiş olduğu için bu haber-i ahadı bir hüccet haline döndürmektedir. Dolayısıyla haber-i ahadın hangi durum, koşul ve bağlamda olursa olsun İmam Mâturîdî'nin sisteminde bilgi değeri olmadığına yönelik çıkarımlar bizce isabetli değildir. Çünkü hem temas edilen mütevatir tasniflerine hem de imamın haber-i ahadları kullanım gayesine yoğunlaşıldığında neticenin bu genellemeden farklı kayıt ve istisnalarla çevrili olduğu anlaşılmaktadır. S.81-88 (2)

 

Kitabü't-Tevhid Özelinde Haber-i Ahad Kullanımı

Dönemindeki diğer kelâm eserleriyle muhteva açısından mukayese edildiğinde ciddi bir fark ve yoğunluk taşıdığı göze çarpan Kitabü't-Tevhid, bir kelâm eseri olması hasebiyle pek hadis ihtiva etmemesi beklenilen bir kitabtır. Fakat önceki bölümlerde izaha kavuşturduğumuz bazı sebeblerden dolayı Kitabü't-Tevhid'de -tesbit edebildiğimiz üzere 50 kadar hadis kullanılmıştır. Kullanılan hadislerin yarıdan fazlası hadisi bizzat nakletmek yoluyla değil, öyle bir hadisin varlığına atıf şeklinde kullanılmıştır.

‘Haber-i ahad itikadda delil olmaz’ ilkesinin arka planı çoğu kere detaylı bir şekilde doldurulmadığı için kelâmcıların haber-i vahidden istifade etmesi onların usûlsüzlüğüne ve teori-pratik uyumsuzluğuna mâl edilmiştir. Kitabüt-Tevhid ve İmam Mâturîdî'nin kullandığı hadislere dair yapılan hususi çalışmalarda bile ne yazık ki bu eksikliğin ve hatanın yaşandığı görülmektedir.

Takdir edileceği üzere bir eserde haber-i vahidi kullanmak başka onu itikadda hüccet kabul etmek başka şeylerdir. Ayrıca bir evvelki bölümde izaha kavuşturduğumuz üzere bir rivayetin rivayet tekniği açısından ahad olması başka onun mânevi yahud ameli tevatüre delâlet etmesi de başka şeylerdir. Dolayısıyla biz de, temas ettiğimiz bu ayrımların anlaşılmasına katkı sağlayacak bir hususu yani kelâm eserlerinde haber-i vahid kullanımının sık görülen gerekçelerini maddeler halinde sıralayarak, Kitabüt-Tevhid'de İmam Mâturîdî'nin bu maddelere uygun kullanımlarını göstermeye çalışacağız.

Kelâm eserlerinde haber-i vahid kullanımının gerekçeleri şunlardır:

1-Mütevatir bir kabulle teâruz olmaması kaydıyla şevahid türünden kullanımlarıyla mevzuyu naklî diğer argümanlarla tehdit etmek.

2-Mütevatir bir haber bulunmayan ve zarurât-ı diniyyeye taaaluk etmeyen konularda meşhur ve ahad haberlerle aklî delili kuvvetlendirmek.

3-Nakledilen haber-i vahidlerin müşterek paydasının manevi mütevatir oluşturması (yahut alimin böyle değerlendirmesi) sebebiyle pek çok haber-i vahidi birlikte zikretmek.

4-Muhalifin hüccet olarak gördüğü bir haber-i ahadı anarak onun neden hüccet olamayacağına dair tespit ve tenkitlerde bulunup muhalifi ilzam etmek.

5-Usulcüler açısından ahad haber zümresine dahil edilen meşhur haberin çoğunluk Hanefi alimler nazarında mütevatire yakın bir değer taşıması hasebiyle kullanmakta kuvvet yönünden bir beis görmemek.

6-Haber-i vahidi hüccet olarak kullanmak yerine tarihi bir meseleyi, tartışmayı aktarırken ilgini konuşmanın bir parçası olarak nakletmek.

7-İtikadi muhtevası itibariyle kullanmaktan ziyade lugavî bir izah için Arap dilindeki kullanılma misal olarak haber-i vahidi paylaşmak.

8-İtikadi bir muhtevada olmayan hadisleri nasihat için kullanmak.

9-Bir kısım haber-i vahidlerin mütevatir haberlerle nasıl cem edileceği, herhangi bir hakiki taarruzun var olmadığını ve zahiri taarruzun nasıl bertaraf edileceğini te'villerini göstermek kastı ile onları anmak.

10-Sem'iyyât bahislerinde başka bir ücret imkanının bulunmaması nedeniyle kullanılan rivayetler.

11-Sahabi veya tabiînin kendi kanaati veya çıkarımı mı yoksa hadis-i şerif mi olduğu ihtilafta haberlerde sahabi yahut tabiînin çıkarımı olduğu ihtimalini/görüşünü esas alarak bir kısım rivayetleri kullanmak.

İmam Mâturîdî'nin Kitabüt-Tevhid'de kullandığı hadislerin ilgili başlıklardaki karşılıkları müşahede edildiğinde onun aslında haber-i vahid kullanımı konusunda ilm-i kelâmın kabullerine muvafık olmayan bir tercihte bulunmadığı teslim edilecektir. Öte yandan haberlerin anlam, kuvvet ve değer açısından durumlarıyla ilgili ciddi bir bütünlük şuuruyla hareket etmesine vesile olan hadis vukufiyetinin mevcudiyeti de bu kullanımlardan açıkça ortaya çıkmaktadır. Onun, Kitabüt-Tevhid'in sonlarına doğru hadis usûlü bahislerine dahil edilecek önemli ifadelerinin mevcudiyeti de söz konusu vukufiyetin derecesini bir kelâm eserinden bile teyid eder niteliktedir. S.89-97

 

Te'vilâtü'l-Kur'ân'da İmam Mâturîdî'nin Hadis Kullanımı

Dirayet tefsirinin ilk örneği olarak kabul edilen, aynı zamanda Hanefi âlimlerden günümüze ulaşan en kadim tam tefsir olan Te'vilâtü1-Kur'ân yahud bir diğer ismiyle Te'vilatü Ehli’s-Sünne, İmam Mâturîdî'nin hadis, fıkıh, tefsir, âlet ve usûl ilimlerine dair ilmini bize ulaştıran yegâne kaynak durumundadır. Hacimli bir eser olması hasebiyle dirayet yönünden taşıdığı kıymet kadar rivayet yönünden de değer ifade etmektedir. Muasırı Ebû Ca'fer et-Taberi'nin, rivayet tefsirlerinin en kıymetli örneği olarak değerlendirilen el-Câmi'ul-Beyân isimli tefsirinde yer alan sayı kadar rivayetin Te'vilât'ta da mevcut olması bile onun rivayet malzemesi açısından ne kadar kıymetli, İmam Mâturîdî'nin de rivayetlere ne denli hâkim olduğunu gösterir niteliktedir. Bu iki tefsirin rivayet muhtevasının neredeyse aynı olmasına rağmen; İmam Mâturîdî'nin dirayet yönüne gösterdiği önemin Taberi'de bulunmaması kadar İmam Mâturîdî'nin naklettiği rivayetleri isnatlarıyla yani muhaddis üslübuyla, edasıyla nakletmemiş olması, Te'vilât'ın bunca rivayet malzemesine rağmen rivayet literatüründe rağbet görmemesinin sebeblerinden olmuştur.

İmam Mâturîdî'nin bir dirayet tefsirinde neden rivayet tefsiri kadar habere yer verdiği düşünülürse bu düşünce aslında onun tefsir usûlüne dair tasnifinden kaynaklanmaktadır diye cevablandırılabilir. Çünkü İmam Mâturîdî, Te'vilâtın mukaddimesinde açıkça fakat muhtasar olarak belirttiği üzere; ‘tefsir’ herhangi bir âyet-i kerimeye dair, Hazreti Peygamber (sav)'in ve ashab-ı kirâmın ilgili âyetlerin mânâsı olarak serdettikleri/ naklettikleri izahtır, der. Fakat âyetlere dair böyle bir izahın, beyânın olmadığı noktalarda Arab dilinin cümleye yüklediği potansiyel anlamları ortaya çıkarmaya yönelik diğer tüm izahlara da ‘te'vil’ denilmektedir, diye ayırır. Dolayısıyla tefsir murada muvafık olmak noktasında mutlak, te'vil ise zannidir. Hâl böyleyken İmam Mâturîdî'nin, âyet-i kerimelere dair ulaşabildiği tüm ‘tefsir’ malzemesinden istifade etmesi, aktarması ve değerlendirmesi kaçınılmazdır. Te'vilât'ın rivayet yoğunluğu da genel olarak bu anlayışın doğal bir neticesidir.

İmam Mâturîdî'nin usûlü gereği rivayet aktarımında bir bolluk mevcut olsa da aktardığı rivayetlerden tercihinde ise Hanefi usûle riayeti bulunmaktadır. Bunun incelemesine geçmeden evvel İmam Mâturîdî'nin Te'vilât'tan genel olarak gözlemlenen hadisçiliğinin ana unsurlarını şöyle belirtebiliriz:

1-Te'vilâtül-Kur'ân'daki hadis nakillerinde bir muhaddis edası, üslûbu görülmez. Hadis rivayetinde mümkün olduğunca sahih rivayetleri kullanmaya özen gösterse de bazen bu sınırın dışına çıkar. Zaten İmam Mâturîdî aktardığı rivayetlerin sıhhatinden emin olmadığını düşündüğünde bunu gizlememekte ve sıhhatinden yana tereddüt ettiği rivayetlerin peşinden; 'eğer bu hadis/ rivayet sahihse', 'Peygamber (sav) böyle söylediyse’ gibi ihtimâlli değerlendirmelerde bulunmaktadır.

2-Te'vilâtta kullanılan hadislerin kahir ekseriyetle senedini nakletmez, çoğu yerde sadece ilk râvisini (sahabi/tabiin) anmakla yetinir. Lâkin bir rivayetin başka tariklerinin âyeti doğru anlamaya katkısı olacaksa onları da özellikle naklettiği görülmektedir. Hatta bu tarikleri atlayarak, nakletmeyerek tek varyanta odaklanan bazı âlimlere de tenkid yönelttiği zaman zaman müşahede edilmektedir.

3-Daha önce ifade edildiği üzere İmam Mâturîdî'nin hadis kaynaklarına dair Te'vilât'ta açık bir beyânı bulunmamaktadır. Fakat hadislerin tahrici neticesinde ortaya çıkan tablodan zikri geçen eserlerden haricen onun İmam Ebû Hanife'nin Müsned'inden -kuvvetle muhtemel Muhammed eş-Şeybani rivayeti- istifade ettiği de anlaşılmaktadır. S.98-115

Netice Yerine

İmam-ı Âzam Ebû Hanife'den itibaren Hanefi-Mâturîdî âlimlerin fıkhi gereklilik yanında itikadi mesuliyetlerden ötürü hadis müktesebatıyla yoğun bir ilişki içerisinde olduğu teslim edilmektedir. Yalnızca İmam Ebû Hanife'nin rivayetlerinden meydana gelen literatürün bu iddiamızı teyid ettiği evvelki sayfalarda göz önüne serilmişti. Öte yandan erken dönem Hanefi âlimlerin kaleme aldığı eserler ve eserlerindeki bölümler aynı vukufiyet ve hassasiyetin büyük bir sadakatle sürdürüldüğünü ortaya koymaktadır.

İmam Mâturîdî, kendisine kadar intikal eden bu usûli mirası tüm yönleriyle benimseyip kelâmi bir zeminde detaylandıran kilit bir isim olmuştur. O, eserinin giriş bölümünde bilginin kaynakları için sarf-ı kelâm ederken haber-i ahadı kendisinden evvelki Muttezili isimler gibi topyekün yok saymaktan ziyade muhtelif inceleme ve karinelerle güçlendirildiği takdirde kullanılabileceğini belirterek, muhaddislerin mesaisini anlamsız bir faaliyet olmaktan çıkarmış olmaktadır. O, bu anlayışının tabii bir neticesi olarak çeşitli konularda sahih haber-i ahaddan da istifade etmiştir.

Öte yandan mütekellimlerin kullandığı her hadisi hüccet olarak gördükleri şeklindeki hatalı değerlendirme, kelâm eserlerinde yer alan haber-i ahadın kullanım gerekçelerini tasnif edip doğru anlamanın önüne geçmiştir. Hâlbuki haber-i ahad ancak mütevatir bir haberin bulunmadığı meselelerde, onunla tearuza düşmediği ve sıhhati konusunda muhtelif tetkiklerden tâbir caizse sağ salim çıkması halinde kullanılmıştır. Yine bununla birlikte bazen itikadi bağlamdan öte bir nasihat, lugavi bir misal, tarihi bir arkaplan sunmak için de kullanılmışlardır. Bu nedenle kelâm eserlerinde herhangi bir haber-i vahidin yer alması şaşırtıcı olmamakla birlikte kullanılış gayesi tesbit edilmediği takdirde ona yüklenen anlam şaşırtıcı olabilmektedir.

İmam Mâturîdî bahsi geçen esasları ölçülendirmekle kalmadığı gibi bir de bu esasları Kitabü't-Tevhid ve Te'vilâtü1-Kur'ân'da büyük bir tutarlılık içerisinde kullanmıştır. Dolayısıyla söz konusu usûlün en önemli misallerini bizzat kendisi sunmuş olmaktadır. İmam Mâturîdî'den sonra Mâturîdîyye'nin önde gelen kelâmcıları Hakim es-Semerkandî, Ebû'l-Yüsr el-Pezdevi, Ebû'l-Muin en-Nesefi, Nureddin es-Sabuni, Şemsüddin es-Semerkandî'nin (kitabda haklarında kısaca malumat verilmiştir. S.121-133) de aynı ölçülere riayet ederek kelâm eserlerini kaleme aldıkları anlaşılmıştır. Bu tablo, İmam Mâturîdî'nin sadece itikadi beyanları/izahları açısından etkili bir şahsiyet olmaktan öte kelâm disiplinde kendisinden sonraki isimlere her noktada tesir ettiğini gösteren önemli bir karinedir.

Bugün hadis-i şerifleri bilme, anlama ve uyma noktasında oldukça uzak olduğumuz mezheb imamlarımızın anlayışlarını yeniden idrak ve ihya etmemiz hem şahsi açıdan bizi kemâle ulaştırmakla birlikte hem de mezhebimizin usûli bütünlüğünün de muhafaza edilmesi açısından oldukça önemlidir. Elinizdeki çalışma inşallah bu niyetimize mütevazı bir katkı sağlar. S.137-139


Mehmed Zahid Aydar

Mîsak Dergisi

Sayı: 377 / Nisan 2022



1-Yazar ‘İmam Ebû Hanife'nin Haber Kabul Kıstasları’ başlığı altında aktardığı bu maddeleri ‘Te'vilâtü'l-Kur'ân'da İmam Mâturîdî'nin Hadis Kullanımı’ başlığı altında tekrar aktarır ve her iki tarafta da her maddeyi örneklerile izah eder.

2- Ayrıca bakınız: ‘Hükmün Tesbitinde Ahad Haberin Değeri’, Yusuf Kerimoğlu, Fıkhî Meseleler, Mîsak Yatınları C.1 S.223-226