"Tuz ve Taş Üstünde Üstünde" Suriye'de Rejim Savaş ve Göç - Alparslan Aydar

"Tuz ve Taş Üstünde Üstünde" Suriye'de Rejim Savaş ve Göç


Bu kitap, çok farklı kesimlerden Suriyeliler ve Filistinli Suriyelilerle röportajları ihtiva ediyor. Her yaş diliminden Suriyelinin kitapta çok önemli şahitlikler var. Mesela Suriye hapishanelerinde işkenceleri bizzat yaşamış siyasi mahkûmlar; ordudan firar eden askerler; rejimin Şam Kırsalı'nda ve Halep'te varil bombalarına ve diğer saldırılarına, genç kızlara tecavüz politikasına, kimyasal silah kullanımına, ilçeleri kuşatıp insanları aç bırakmasına ve tehcirine şahit olanlar veya bizzat maruz kalanlar. Yine rejimin en ürkütücü aygıtı olan şebbihaları ve çeteleri yakından bilenler; muhalif silahlı örgütlerin halkı bezdiren uygulamalarına şahit olanlar; yakınları kaybolanlar veya hapiste öldürülenler, bombardıman yüzünden ailesi hayatını kaybeden veya evinden-toprağından kaçmak zorunda kalanlar; insan tacirleri eliyle kaçak göç yolculuğuna çıkanlar; yaralıları veya psikolojik travma yaşayanları tedavi edenler veya yıkıntılar altından kurtaranlar; savaşta ailesi ve akrabaları şehit düşenler.. İbretle ve dikkatle okunması gereken önemli bir eser. 

“Doğru yolda tek bir adım dahi atmadan yıllar geçirildi; günden güne felaket üstüne felaket geldi. Şimdiye kadar herhangi bir problemin çözümü için herhangi bir zaman çizelgesi içeren tek bir vaat bile dile getirilmiş değil. Artık geriye ne Suriye diye bir devlet ne de Suriyeli diye bir halk kaldı.!”

"Tuz ve Taş Üstünde Üstünde" Suriye'de Rejim Savaş ve Göç
Zahide Tuba Kor
Küre Yayınları
Mîsak Dergisi
Sayı : 405 / Ağustos 2024

Şam Üniversitesi İktisat Fakültesi eski dekanı Prof. Dr. Ârif Delile'nin 13 Mart 2023'te düzenlenen “İki Deprem Arasında Suriye Nereye?” başlıklı online sempozyumda söylediği bu sözler, Suriye'nin ve Suriyelilerin 2011'den bu yana geldiği noktanın iyi bir özeti... Yerel, bölgesel ve küresel üç düzlemde yaşanan sıcak çatışmalar -İdlib cephesi hariç- 2020 itibarıyla büyük ölçüde durdurulurken ve Suriye dünya gündeminden düşerken yeni bir çetin savaş, sosyoekonomik hayatta kalma savaşı su yüzüne çıktı. Esed rejiminin muhalifler karşısında ‘zafer’ kazandığı ve ülke topraklarının üçte ikisini geri aldığı söylense, hatta mültecilere “Savaş bitti, ülkenize geri dönün” dense de aslında bu sözde 'zafer' bir devletin ve bir milletin yok edilmesi pahasına geldi. Zira son on yılda en üstte devlet ve milletten tutun en aşağıda toplumun temel taşı aileye ve bireylere kadar parçalanma ve yıkım her düzeyde, çok trajik bir şekilde yaşandı. Savaş şartlarında nüfusun yarıdan fazlasının iç veya dış göçle memleketinden veya vatanından olduğu Suriye'de bugün ülkeden ayrılma arzusu, savaşın en şiddetli günlerindekinden daha fazla; hatta rejimin çelik tabanında bile. Ve bunun haklı birçok gerekçesi bulunuyor.

Rejim, terörist olmakla suçladığı kendisine muhalif milyonlarca vatandaşından kurtulmak için -müttefiki İran ve Rusya ile birlikte- yürüttüğü savaşla ve bombardımanlarla sadece demografiyi değiştirmedi, altyapının ve tarım ve sanayi üretiminin önemli bir kısmını da yok etti. Ülkenin savaş alanı olan yerleri, on yıl içinde bizim 7,5 şiddetindeki depremlerle yıkılan şehirlerimize döndü. Buna mukabil rejimin 2014'te geri aldığı yerleşimlerde bile yıkılmış binaların yeniden inşası başlamış değil. Halep, Humus gibi bazı şehir merkezlerinin bir kısmı hariç, büyük ölçüde kırsalda ve ilçelerde yürüyen savaşta rejim, geçmişten beri dayandığı asli taban olan işçi ve çiftçi nüfusun, bilhassa on sekiz ila kırk iki yaş arası erkeklerin ya kaçmasına neden oldu ya da onları yıllar boyunca kendi safında veya muhalif safta savaşmaya mecbur bıraktı. Böylelikle üretken insan gücünü heder etti. Üstelik Suriye'nin tarım alanlarının yarıdan fazlası, su kaynaklarının büyük bir kısmı, petrolünün yüzde 90'ı, doğalgazın yüzde 30'u SDG/ABD'nin kontrolündeki Fırat'ın doğusunda; kendi bölgesindeki petrol, doğalgaz ve fosfat gibi yeraltı kaynakları ise Rusya'nın elinde. Yani iktisadi bağımsızlığını ve yaşayabilirliğini çoktan kaybetmiş durumda. Rejim savaş sırasında müttefiklerinden para, silah, gıda ve temel ihtiyaç maddelerini temin edebiliyor, ekonomisi işliyordu. Ama artık küresel ve bölgesel güç mücadelesinin verildiği her savaş bölgesinin nihai akıbetini yaşıyor: Çatışmalar diner ve dış destekçiler kendi derdine düşerken Suriye'nin müttefiklerinden aldığı yardımlar iyice azalıyor.

2020'den bu yana ülkede elektrik, su, yakacak, benzin, ilaç, gıda ve hatta zaman zaman ekmek kıtlığı yaşanıyor. Evsiz kalan milyonlarca Suriyeli olduğu gibi, savaşın girmediği başkent Şam'da -zenginlerin mahalleleri hariç- kendi evinde yaşayan sıradan halk için bile elektriksizlik, susuzluk, yakıtsızlık yüzünden ‘evde yaşamak ile sokakta yaşamak arasında fark kalmamış durumda.’

Suriye'de öyle bir iktisadi çöküş yaşandı ki orta sınıf kalmadı; insanlar ya zengin ya fakir ya da çok fakir. Fakirlik sınırında veya altında yaşayanların oranı yüzde 90'ı aştı. 2022 itibarıyla Suriyelilerin 14,6 milyonu insani yardıma muhtaç; gıda güvenliği olmayan nüfus 12 milyonu aşıyor, açlık yaşayanların sayısı hızla artıyor. Komşu ülkelerdeki mültecilerin durumu da iç açıcı sayılmaz; özellikle Lübnan'daki mülteci nüfusun yüzde 90'dan fazlası fakirlikle boğuşuyor. Bu şartlar altında Suriyelilerin umudu ve geleceğe dair beklentisi kalmadığı gibi, milyonların tek derdi, kendilerinin ve çocuklarının karnını doyurabilmek. Rejim ve çevresindeki küçük mutlu azınlık ise ülkenin kalan kaynaklarını elinde tutup -ürettikleri korku atmosferi sayesinde- keyif içinde yaşamayı sürdürüyor. Geleneksel ve sosyal medyadaki şehir merkezlerine veya savaştan etkilenmemiş kesimlerin hayat alanları ile eğlencelerine odaklı propaganda haberlerini ve videolarını bir kenara bırakırsak, mevcut şartlar altında Suriye'de halkın temel ihtiyaçlarını karşılayabilen bir devlet mekanizması yok. Aşırı enflasyon ve hayat pahalılığına mukabil akademisyen ve doktor maaşı 25 dolar. Tam da bu yüzden Suriye'nin doktorları, akademisyenleri, mühendisleri ve profesyonel meslek sahiplerinin birçoğu ülkeyi terk etti. Peki, savaşın girmediği başkent Şam'dakiler dahil Suriye'nin dört bir yanında sıradan halk nasıl geçiniyor? Rüşvete, usulsüz işlere veya suça bulaşmıyorlarsa Avrupa, Körfez ülkeleri, Türkiye ve dünyanın farklı ülkelerindeki mülteciler ile diasporanın Suriye'de kalan ailelerine ve akrabalarına yolladıkları paralar sayesinde ayaktalar. Gurbette maddi durumu vasat olanlar bile boğazlarından artırıp zor durumdaki aile bireylerinin imdadına yetişme gayretindeler. Yurtdışında akrabası olmayanlar veya olduğu halde çeşitli nedenlerle onlardan maddi destek alamayanlar ise sefalet içinde, yardım kuruluşlarından gelen parayla veya dilenerek hayata tutunmaya çalışıyorlar.

Suriye'de sıcak savaş dinerken tek problem ekonomi değil. Rejimin kontrolündeki bölgeler de dahil ülke genelinde bilhassa kırsal bölgelerde asayişsizlik hakim. Yüksek enflasyona rağmen memur maaşlarının 20-25 dolar (Temmuz 2023 itibarıyla 10-15 dolar) bandında, milis maaşının ise çok düşük olduğu ve insanların karnını doyurmakta zorlandığı bir ortamda, gerek savaş sırasında kurulan milisler gerekse normal şartlarda bir ülkenin güvenliğini tesis için var olduğu düşünülen polisi, askeri, istihbaratçısıyla emniyet birimleri en hafifinden rüşvet ve yolsuzluk, daha ileri boyutta hırsızlık, yağma, gasp, kaçakçılık, fidye için adam kaçırma gibi her türlü suçun içinde, hatta tam göbeğinde. Rejimin kontrolünde sayılan nice bölge de aslında yerli veya yabancı milislerin denetiminde. Sıradan Suriye halkı bunlardan çok korkuyor. Dahası Suriye artık bir narko-devlete dönüşmüş durumda. 

Savaş sırasında yüzlerce hastanenin ve okulun bombalandığı ülkede artık iyi bir sağlık hizmeti verebilen hastane de, kaliteli eğitim verebilen okul da epeyce azalmış durumda. Savaş sırasında çekilen acılar kalıcı fiziksel veya ruhsal rahatsızlıklara yol açmışken maddi durumu olmayan nice Suriyeli tedavi imkânından mahrum; tedavinin ücretsiz olduğu devlet hastaneleri içinse Suriyeliler sağlam giren hasta çıkar diyorlar. Suriye'nin geleceğini doğrudan etkileyen en büyük tehlike ise kayıp nesiller meselesi. Hem Suriye'nin içinde hem de komşu ülkelerde yıllarca eğitimden mahrum kalmış bir kaç milyon Suriyeli çocuk ve genç var. Yıkılmış bir ülkeyi yeniden inşa etmesi gereken genç nesillerin yarıdan fazlası, savaş ve göç yüzünden böyle bir donanımdan mahrum. Öte yandan yurtdışında eğitim imkânı bulan, son derece nitelikli gençler de yetişiyor. Suriye'nin yeniden inşasında ve geleceğinde en büyük umut, bu eğitimli ve girişimci ruha sahip mülteci gençler.

Son yıllarda Esed rejiminin reformlarla devam etmesi konusunda dünyada büyük ölçüde bir uzlaşma var. Rejim diplomatik tecritten yavaş yavaş kurtuluyor, devlet hazinesinin iflas ettiği bir ortamda iktisadi tecridi aşmak için çabalıyor. Ancak uluslararası yaptırımlar tamamen kaldırılsa, rejim uluslararası alanda Suriye'nin tek meşru ve makbul yönetimine dönüşse ve üçe parçalanmış ülke zorla birleştirilse dahi Suriye'nin mevcut problemleri çözülemeyecek, çok ağır bir yıkım almış ülke ayağa kaldırılamayacak, parçalanmış ve dağılmış halk toparlanamayacak. Çünkü isyana yol açan sebeplerin hiçbiri ortadan kalkmadığı gibi, tamamı çok daha ağırlaşmış durumda. Buna mukabil Suriye halkının hakiki problemleri, ne ülkenin temel derdi koltuklarını korumak olan kendi iç siyasi aktörlerinin ne de Suriye'ye kendi menfaatleri penceresinden bakan bölgesel ve küresel güçlerin umurunda. Savaş sonrası Suriye'de bir düzenin tesisi için elzem olan yeni anayasa yazımında bile yıllardır hiçbir ilerleme kaydedilmemesi, bunun en önemli delili. Rejim reforma ve gerçek bir siyasi çözüme 2011'deki kadar uzak. Kendi iç kavgalarıyla meşgul muhalifler inandırıcı bir alternatif model ortaya koyabilmiş değil; kuzeybatıdaki muhaliflerin bölgesinde -orada yaşayan Suriyelilerin deyimiyle- her alanda başıbozukluk hâkim. Dahası, ülkenin derin ve çok boyutlu problemlerine vâkıf, gerçekçi çözümler üretebilecek bilgi ve kapasitedeki aktörleri de etkisizleştirilmiş veya saf dışı bırakılmış durumda. Altmış yılını dolduran Baas iktidarı ve anlayışı, özellikle Hafız Esed'le birlikte kurulan ve her türlü hürriyeti ve sivil yapılanmayı boğan istihbarat devleti, Suriye'nin 2011'de patlaması. 

Kısaca, Suriye'ye “barış” dış dayatmayla gelse bile ülkenin içeride toparlanması on yıllar alacaktır. Üstelik korkunç suçların işlendiği bu savaşın yaraları ve travmaları henüz taptaze, intikam duygusu da dinmiş değil. Suriyeliler işkencecilerini, tecavüzcülerini, kendilerini sakat bırakanları, sevdiklerini katledenleri veya kaybedenleri, evlerini yağmalayan veya yerle bir edenleri, vatanından zorla sürenleri -suçlular yargı karşısına çıkartılmadan- öyle kolayca affetmeyecektir. Dahası, birkaç sene evvel Deraa, Guta gibi çatışmasızlık bölgelerinde Rusların devreye girmesiyle varılan anlaşmalar gereği rejimle uzlaşıp memleketini terk etmeyen eski muhaliflerin başına neler geldiğini rejim bölgesi dışında yaşayan Suriyeliler gayet iyi biliyorlar. Sıradan Suriyeliler, hayatlarını altüst ve ailelerini darmadağın eden bu savaşın bitmesini herkesten daha fazla istiyor. Ancak kimsenin kimseye güveninin kalmadığı bir ortamda ne rejime ne muhalif liderlere ne de dış güçlerin garantörlüğüne inanıp güveniyorlar. Tam da bu yüzden son yıllarda imkân bulabilen Suriyeliler, denizde boğulma ve karada türlü şekillerde ölme ihtimaline rağmen mülteci statüsünü alıp belirsizlikten kurtulabilecekleri ve hukuki koruma altında insanca yaşayabilecekleri bir ülkeye sığınma çabasındalar. Dış güçler gerçekçi bir siyasi çözüm içermeyen ve savaşın yaralarını sarmayan göstermelik bir barış dayatırlarsa, mülteci akını durmayacağı gibi bu durum, çok kötü şartlarda büyümüş savaş mağduru çocukların bir kısmının radikalleşmesine ve ileride mücadele bayrağını büyüklerinden devralmasına yol açabilir. 

Savaşları zafer veya yenilgi çerçevesinde okumak bir kolaycılık ve son derece yüzeysel bir bakıştır; hem modem savaşın mahiyetine dair idraksizliğin hem de sahada olan bitenden habersizliğin bir göstergesidir. Savaş çok mecbur kalındığında girilip en kısa zamanda bitirilmesi gereken bir mücadele şeklidir. Uzun ve tahrip gücü yüksek modern savaşlar, hele de küresel ve bölgesel aktörlerin jeopolitik güç ve nüfuz mücadeleleriyle iç içe geçmiş, kardeşin kardeşi öldürdüğü iç savaşlar, sözde muzafferi mağlupla eşitler; tıpkı Suriye'deki savaşın muhalifler -veya rejimin deyimiyle 'teröristler'- ezilince biteceğini ve eski mutlu günlere geri dönüleceğini umut eden rejim destekçilerinin bugün sosyoekonomik hayatta kalma mücadelesinde hasımlarıyla benzer bir sefalete mahkûm olması gibi... Uzun savaşlar -zannedilenin aksine- mevcut sorunların hiçbirini çözmediği gibi, katbekat ağırlaştırır; yıkıcı sonuçlarıyla ülkeleri ve halklarını on yıllarca geriye götürür. Ülkeleri siyasi, iktisadi, toplumsal, kültürel, hukuki, ahlaki, fikri, kısaca her bakımdan bir çürüme, çölleşme ve çöküşe sürükler; eğitimden sağlığa, tarımdan teknolojiye ve kültüre kadar her alanda geri bırakır. Toplumsal dokuyu, değerler sistemini ve ahlakı bozar. Kin ve nefret tohumlarını eker, intikam duygusunu perçinler. Beden ve ruh sağlığı üzerinde kalıcı olumsuz etkiler bırakır. Genç nesilleri ya savaşın girdabına çekerek ya da göçe zorlayarak savaş sonrası yeniden inşaada çok ihtiyaç duyulacak beşeri sermayeyi tüketir. Eğitim imkânını yitiren nesillere gelecekte onurlu bir hayat sürme şansı bırakmaz. Tarihi eserlerin ve kütüphanelerin yağmalanması veya yok edilmesiyle tarihsizleşme, kültürsüzleşme ve hafızasızlaşmayı beraberinde getirir. Hatta iklim dengesi bozulur, tarafların rakibi boğmak için uyguladığı savaş taktikleri kuraklığı ve kıtlığı tetikler. Dolayısıyla muzafferlerin yazdığı siyasi ve askeri tarih ile toplumsal ve bireysel tarihin gerçekleri, uzun savaşlar mevzubahis olduğunda çoğunlukla birbiriyle örtüşmez.

Savaşın asıl ceremesini çekenler, canlarını, mallarını, servetlerini, vatanlarını, hatıralarını yitirip hayatları altüst olan sıradan sivillerdir. Silahların sesi elbette bir gün susar, hatta geçmişte birbiriyle savaşmış milis liderliğinden gelme siyasetçiler müttefik bile olurlar. Ama sıradan nice sivilin hayatı kolay kolay normale dönmez; hele de kayıplarıyla ruhunda ve bedeninde savaşın izini bir ömür taşıyacak olanlar... Yıllardır hem sıradan Suriyelilerin hikâyelerini hem de sahada neler olup bittiğini birincil ağızlardan öğrenme gayretimin ana sebebi tam da budur.

İkinci sebep, medyaya yansıyanlardan şüphe duymam, hatta onlara inanmamamdır. Zira savaşlarda ilk katledilen hakikatlerdir; kendi davasını haklı göstermek ve tabanını kenetlemek için bütün taraflar kâh dezenformasyonla kâh karartmayla kâh abartmayla kâh yalanla propaganda yürütür. Psikolojik harp yöntemlerini kullanır. Hele de yapay zekâ üzerinden sahte fotoğraflar ve videolar üretmenin kolaylaştığı bir dünyada doğruyu yanlıştan ayırt edebilmek oldukça güçtür. Tam da bu yüzden Suriye'nin çeşitli vilayetlerinde isyan/devrim ve savaş sürecini yaşamış farklı dünya görüşlerini dinlemeye ve sahada gerçekte neler olup bittiğini öğrenmeye, -hem nisyan ile malul olan hafızanın zaman zaman insanı yanıltabileceği hem de bireysel hikâyelerini anlatanların çeşitli nedenlerle bazı gerçekleri saklayabileceği düşüncesinden hareketle- birinden duyduğumu diğerinden teyit etmeye çalıştım. Röportajlarda Suriyelilere başkalarından duyduklarını değil, bizzat kendi yaşadıklarını veya şahit olduklarını sordum. Yine geçtiğimiz yıllarda üç defa Suriye'nin kuzeyini ziyaret edip hem sahadaki durumu bizzat gözlemledim hem de onlarca Suriyeliyle görüşmeler yaptım.

Ayrıca 2015'ten bu yana İstanbul'da ve Kilis'te birçok Suriyelinin hikâyesini dinledim. Üçüncü sebep, her ülkenin kendi tarihsel, siyasal, toplumsal ve kültürel tecrübesinden ve coğrafyasından kaynaklı gerçekliği oldugunu es geçip dünyada yaşanan her olayı kendi deneyimlerimiz, iç tartışmalarımız ve güvenlik meselelerimiz bağlamında ele almamızı ciddi bir problem olarak görmem, ülkelerin iç dinamiklerini de analizlere katmanın önemini fark etmemdir. Dünyaya yaklaşımımızdaki bu zafiyetin Suriye mevzubahis olduğunda en tipik yansıması, yıllardır ana-akım medyadaki Suriye tartışmalarının ekseriyetle kendi güvenlik kaygılarımızın bir uzantısı olan PKK-PYD-IŞİD ve ABD'nin bu örgütlerle ilişkisi üzerine kurulmasıdır. Diğer bir deyişle sadece kuzey vilayetleri ile Fırat'ın doğusuna, yani Halep, İdlib, Rakka, Haseke'ye odaklanılmasıdır. Peki ya Rusya ile İran'ın etkin olduğu Şam'da, Şam Kırsalı'nda, Deraa'da, Süveyda'da, Lazkiye'de, Tartus'ta, Hama'da, Humus'ta neler yaşanıyor? Veya Türkiye'nin nüfuz alanı olan ve muhaliflerin kontrolündeki kuzeye sığınmış Suriyeliler ne durumda? Türkiye'ye ve dünyanın farklı ülkelerine dağılmış mülteciler neler yaşıyor? Terör örgütleri odaklı ve askeri-güvenlik perspektifli bir yaklaşım, gerekli olmakla birlikte, Suriye'de olan biteni anlama noktasında son derece yetersizdir. Türkiye odaklı perspektifimizin diğer bir yansıması ise halkını kuşatıp aç bırakan, havadan sürekli bombalar yağdıran, koskoca yerleşimleri yerle bir eden, demografik mühendislikle insanları tehcir ettiren, kaybeden, hapiste akıl almaz işkencelerle korkunç bir şekilde katleden, kısaca devlet terörü taktiklerini de aşıp kendine boyun eğmeyen halkını yok etmeye ahdetmiş ve uluslararası sistem tarafından kollanan bir rejim varken; dahası, yerel-bölgesel-küresel üç düzlemde iç içe geçmiş son derece karmaşık bir savaş hali mevcutken, sahadaki bu gerçekliğin hiç farkında olmayıp Suriye'de yaşananları dış işgalciye karşı bir mücadele olan kendi İstiklal Savaşı tecrübemiz veya 2022 Ukrayna Savaşı yahut 2003 Irak işgali üzerinden okumamız veya Suriye'nin kaderini Suriyelilerin elinde farz etmemizdir. Tam da bu yüzden Suriye'deki savaşla ilgili yorumlarımız sahadaki gerçeklikten tamamen kopuktur. Dahası, yıllardır Suriye'yi konuşur gibi yaparken aslında kendi kendimizi konuştuğumuzun, kendi iç meselelerimizi halletmeye çalıştığımızın farkında bile değiliz. Ayrıca Suriyelilerin kendi tarihsel ve siyasal tecrübelerinden hareketle şekillenmiş devlet, ordu ve vatan algısı da, rejiminin tabiatı ve halkına muamelesi de bizimkinden farklıdır. Zihnimizdeki biricik tecrübe Türkiye iken ne Suriye'yi ne Ortadoğu'yu ne de dünyanın herhangi bir başka ülkesini veya bölgesini anlayabiliriz. Dolayısıyla yaptığım röportajlarla Suriyelilerin kendi tecrübelerini ve yaşadıklarını ortaya çıkarmaya gayret ettim.

Dördüncüsü; konu ister Suriye ister Suriyeli mülteciler olsun, ana-akım medyada savaş öncesi Suriye'yi hiç görmemiş, toplumu tanımayan, siyasal sistemden bihaber, tek kelime Arapça bilmeyen, savaş sırasında Suriye'nin dört bir yanında olup bitenlerden ve mültecilerin yaşadıklarından habersiz, masa başında ahkâm kesen hep aynı emekli asker, istihbaratçı, siyasetçi, gazeteci ve hukukçu ekibin konuşmasını ciddi bir sorun olarak görmemdir. Öte yandan Ukrayna Savaşı patlak verdiğinde dünya medyasına ayak uydurarak bu ülkeye hemen muhabir gönderen ve sahada Ukraynalıların neler yaşadığını canlı yayınlarla haberleştiren televizyon kanallarımız, benzer hassasiyeti Suriyeliler için göstermedi. Evet, Suriye sahası muhabir gönderip canlı yayın yapmaya hiç müsait değildi; ama en azından, 2011'den itibaren yavaş yavaş başlayan ve özellikle 2014”le birlikte kitleselleşen göçle“ ülkemize gelen Suriyeli mültecilere mikrofon uzatıp neden sahip oldukları her şeyi geride bırakıp göç etmek zorunda kaldıkları, neler yaşadıkları, neler düşündükleri ve hissettikleri sorulabilirdi. Zorunlu göçün ne denli travmatik bir tecrübe olduğu, mültecilerin Türkiye'de karşı karşıya kaldığı sıkıntılar ve hayata tutunma mücadeleleri haber bültenlerine konu olmadı. Tam da bu yüzden halkımızın zihnine yerleşmiş Suriyelilerle ilgili kanaatlerin yüzde 90-95'i tamamen yanlış ve hayal ürünü olarak kaldı." Gerek Suriye içinde yaşayanların gerekse mülteci konumuna düşenlerin günlük hayatları ile bizim Suriyelilerin hayatlarına dair algımız arasında tam bir uçurum oluştu. Yıllarıdır ana-akım medyayı bu konuda eleştiren biri olarak hedefim, kitabımın ilk yarısında Suriye'yi ve Suriyelileri kendim anlatmak, ikinci yarısına röportajları ekleyerek Suriyelilerin kendilerini anlatmalarını sağlamaktı. Ancak röportajların boyutu o kadar büyüdü ki farkında olmadan ayrı bir kitaba dönüşüverdi.

Kitapta da göreceğiniz üzere görüştüklerimin yarısı, ya Suriye'deki yakınlarını korumak maksadıyla ya da gelecekte zorla ülkelerine yollanırlarsa başları belaya girmesin diye isimlerini yazmamı ve kimliklerini ortaya çıkaracak ayrıntılı biyografik bilgiler vermemi istemedi.

Bu kitap, çok farklı kesimlerden Suriyeliler ve Filistinli Suriyelilerle röportajları ihtiva ediyor. Her yaş diliminden Suriyelinin kitapta çok önemli şahitlikler var. Mesela Suriye hapishanelerinde işkenceleri bizzat yaşamış siyasi mahkûmlar; ordudan firar eden askerler; rejimin Şam Kırsalı'nda ve Halep'te varil bombalarına ve diğer saldırılarına, genç kızlara tecavüz politikasına, kimyasal silah kullanımına, ilçeleri kuşatıp insanları aç bırakmasına ve tehcirine şahit olanlar veya bizzat maruz kalanlar. Yine rejimin en ürkütücü aygıtı olan şebbihaları ve çeteleri yakından bilenler; muhalif silahlı örgütlerin halkı bezdiren uygulamalarına şahit olanlar; yakınları kaybolanlar veya hapiste öldürülenler, bombardıman yüzünden ailesi hayatını kaybeden veya evinden-toprağından kaçmak zorunda kalanlar; insan tacirleri eliyle kaçak göç yolculuğuna çıkanlar; yaralıları veya psikolojik travma yaşayanları tedavi edenler veya yıkıntılar altından kurtaranlar; savaşta ailesi ve akrabaları şehit düşenler bunlardan sadece bazıları. 

Bu kitapta otuz küsur Suriyelinin ve Filistinli Suriyelinin şahsi hikâyesinden çok daha fazlası var. Görünen ve görünmeyen yüzüyle Baas rejiminin tabiatını ve geçmişten bugüne siyasi, iktisadi, hukuki, dini, askeri, istihbari, toplumsal ve kültürel alanda uyguladığı politikaları bulacaksınız. Rejim ile halk arasındaki ilişkileri, istihbarat devletinin mahiyetini, muhalefete kalkışanların başına gelenleri ve bu bağlamda Suriye hapishanelerini, mahkûmların neler yaşadıklarını, hapisten çıkanların hayatındaki değişimleri ve çıkamayanların akıbetlerini öğreneceksiniz. 2011'de isyana/devrime yol açan faktörleri ve sahada yaşananları, isyana/devrime destek verenlerle vermeyenlerin gerekçelerini, sivilden silahlı mücadeleye nasıl geçildiğini, silahlı örgütlerin Suriye savaşındaki rollerini, dış güçlerin politikalarını, rejimin hem geçmişte hem de isyan sırasında halkı bastırmak için kullandığı taktikleri ve işlettiği propaganda çarklarını, savaş ve kuşatma altında yaşamanın ve çalışmanın nasıl bir şey olduğunu, muhaliflerin neden hedeflerine ulaşamadığını, devrimin saf dışı bırakılan öncü gençlerinin şu an ne durumda olduğunu okuyacaksınız. İsyan/devrim ve savaş sırasında Suriyelilerin yaşadıkları ve şahit oldukları kitabın ana konularından biri; görüştüğüm kişiler daha evvel hiç kimseye anlatmadıkları birçok hikâyeyi benimle paylaştılar. Savaşın ve göçün Suriyelilerin ve Filistinli Suriyelilerin hayatını nasıl değiştirdiğini, ülkeyi ve Filistin mülteci kamplarını ne hale getirdiğini, sıcak çatışmalar biterken başlayan iktisadi çöküşü ve sosyoekonomik hayatta kalma savaşını da bu kitapta bulacaksınız. Hem Suriye içinde kalanların hem de dışarıya göçenlerin hâlihazırdaki durumunu öğreneceksiniz. İç veya dış göçe maruz kalanların evlerini terk etme nedenlerini, göç yolunda başlarına gelenleri, sığındıkları ülkelerde maruz kaldıkları sıkıntıları, psikolojik travmalarını, mülteciliğin ve yersiz yurtsuzlaşmanın manasını, Kahramanmaraş merkezli depremlerden nasıl etkilendiklerini okuyacaksınız. Suriye'de yaşananlardan almamız gereken ibretlik dersler, Suriyelilerin kısa vadede niçin barış beklemedikleri ve Ankara-Şam yakınlaşmasına dair değerlendirmeleri de kitapta yer alan konulardan. Görüştüğüm her kişinin mesleğine, bilgisine, kimliğine ve yaşadığı coğrafyaya binaen sorduğum daha birçok soru var. Bu bağlamda kitapta rejimin azınlıklarla ilişkisi, Fırat'ın doğusunda PKK/PYD'nin kurduğu yapı, farklı siyasi hareketlere mensup veya bağımsız Kürtlerin PYD'ye bakışı, savaşın ve göçün dini inançlara etkisi, eğitim meselesi ve beyin göçü, Suriyeli STK'ların Türkiye'deki ve Suriye'nin kuzeyindeki faaliyetleri ve yatırımları, 2021'den bu yana mültecilerin neden ülkemizden ayrılmaya çalıştığı gibi daha nice konuya verilmiş cevaplar bulunuyor. 

 

Röportajlardan Kesitler

Arabuluculuk ve çatışma çözümü konusunda Suriye de dahil Ortadoğu'nun bütün çatışma bölgelerinde görev almış, taraflara eğitim ve danışmanlık hizmeti vermiş Fâdi el-Haccâr, Suriye savaşı ve muhtemel barış konusunda 20 Mayıs 2023'te Beyrut'ta yaptığım röportajda şunları söyledi:

“Şu ana kadar aşikâr olan şu: Neredeyse bütün küresel ve bölgesel güçler arasında Beşşar Esed'in bazı tavizler vererek başta kalması gerektiği yönünde ilan edilmemiş bir uzlaşma var. Şundan emin olun, ABD ve İsrail dahil hiç kimse Esed'in devrilmesine izin vermeyecek. (...) Batı ve İsrail için Suriye devletinin başına en uygun seçenek Esed ailesidir; Beşşar Esed'den daha uygun bir başkan bulamazlar.

Kendilerine meydan okuyup vuracak Hamasvari yeni bir örgüt kurma ihtimali bulunan Sünni bir yönetimdense Alevi Esed yönetimini bir milyon kat yeğlediler. Ama Esed rejiminin de zayıflayarak iktidarda kalmasını istediler. Bu yüzden kanaatimce Suriye'de barış, öyle veya böyle rejimin iktidarını teyit etmek ama yüksekten uçmaması için bazı kanatlarını budayarak zayıf tutmak üzerine kurulu.” S.45

On sene yattığınız Suriye hapishanelerinde nelere şahit oldunuz, neler yaşadınız? İnsanın kendi hapishane hikâyesini anlatması çok zordur ama eski mahkûmların tecrübesini çok önemsiyorum.

Ali el-Kürdî: "Bu konuyu konuşmak hakikaten çok acı. Suriye hapishanelerinde işlenen suçlar dehşet vericidir. Şahitliğimde tarafsız ve tam doğru olmak adına öncelikle şunu açıkça belirtmeliyim: Suriye hapishanelerinde her siyasi tutuklu, bedensel ve psikolojik olarak işkence görür, gerekli tedavileri olmazsa çok büyük ızdıraplar çeker. Biz solcular -veya solcu olmaktan hapis cezası alanlar- da çok işkenceler çektik, ama İslamcı mahkûmlar kadar değil. Bizim kanımız İslamcılarınki gibi heder edilmedi, hapishanede ölmemiz istenmedi." S.37

Ali el-Kürdî, 1953 Şam doğumlu Filistin asıllı Suriyelidir. 2010'da yayınlanan Kasr Şemâ'yâ romanı dünyanın çeşitli dillerine çevrilmiş bir serbest gazeteci yazar ve aynı zamanda belgeselcidir.



Bütün savaşlarda ilk katledilen hakikatlerdir. Taraflar, kasıtlı olarak yanlış veya çarpıtılmış bilgiler sunar, hatta yalan propaganda yürütürler. Dışarıdan izleyen bizlerin doğru ile yanlışı ayırt edebilmesi çok zor. Siz rejimin propagandalarını da, sahadaki gerçekleri de biliyorsunuz. Yalan propagandalara örnek verebilir misiniz?

Hâşim Kâsım;

"En büyük yalan, devrimin ve devrimcilerin ABD başta olmak üzere dış ülkelerden yardım aldığıydı. Hakikatte aldıkları destek gayet basitti. Evet, devrimcileri silahlandırdılar; ama devrimi silahlı olarak sürdürmek için gereken destek kesinlikle gelmedi. Dengeleri değiştirebilecek herhangi bir silah -tanksavar, uçaksavar veya füzesavar sistemleri- hiç verilmedi. Verilen silahlar son derece yetersizdi. O yüzden size bu rejimin ABD ve İsrail tarafından desteklendiğini söyledim. Şu an Ukrayna'ya verdikleri silahların binde birini Suriyelilere vermiş olsalardı rejim çoktan düşerdi. Dünyanın en zavallı devrimi Suriye Devrimi'dir; dışardan hiçbir zaman hakiki destek görmedi."

Dipnot: 2019'da Suriyeli bir muhalif siyasetçiyle görüşmemde şunu anlatmıştı: “İki tane MANPAD denilen taşınabilir hava savunma sistemi bulup kaçak yollardan içeri sokmuştuk. Rejim uçaklarından birini de düşürdük. Hemen arkasından Amerikan özel birlikleri geldi, MANPAD'leri bulup elimizden aldı.” (Z.T.Kor) S.49

Hâşim Kâsım, 1992-2019 yıllar arasında Şam'da Birleşmiş milletler'e yakın doğudaki Filistinli mültecilerle yardım ve bayındırlık ajansı görevlisi.

Rusya'nın 30 Eylül 2015'te savaşa girmesi Suriye'deki savaşın gidişatını nasıl etkiledi? Rusya müdahale etmeseydi rejim birkaç ay içinde düşecekti, bunu biliyoruz. Ruslar savaşta kullanılan yöntem ve taktikleri nasıl değiştirdi?

Hâşim Kâsım;

"O dönem rejim tamamen çöküyordu. Suriye ordusunun subayları, gizlenmek için Mercedes ve Range Rover marka lüks arabalarını bırakıp halkın kullandığı sıradan arabalara binmeye başlamıştı. Rejimin sonu geldi diye çok büyük bir korku yaşıyorlardı. Siyaseti de iyi bilen ve yakından takip eden biriyim. Rusları Suriye'ye müdahaleye ikna eden İranlılardı. Rusya'nın müdahaleden evvel Obama yönetiminden siyaseten onay aldığına kesinlikle eminim.

Rusların bir savaş tarihi vardır. (Çeçenistan'ın başkenti) Grozni bunun en çarpıcı örneğidir. Başa geçer geçmez Rusya Federasyonu'nun içine odaklanan Putin'in ilk adımlarından biri Çeçenistan'dı. Burayı işgali sırasında sahada kadın, çocuk her kim varsa öldürmekten zerrece çekinmemişti.

Ruslar saldırılarına Filistinlilerin yaşadığı Yermük Kampı'ndan başladılar. Kampta kuşatma altında kalan pek çok Filistinli vardı. Her yerde, her dakika uçakları görüyor, bombardıman seslerini duyuyorduk. Ruslar, sadece roket değil, normal bir silah olmayan varil bombalarını da kullandı."

Varil bombalarını sadece rejim kullandı zannediyordum. Ruslar da mı kullandı?

Hâşim Kâsım; "Evet, her ikisi de kullandı. Bu korkunç bombalar Rus savaş uçaklarından atıldı. Rusların hedefi, olabildiğince çok yeri yıkmak, bu şekilde sivil ve silahlı herkesi teslim olmaya zorlayıp muhaliflerin eline geçen yerleri geri almaktı. Ruslar havadan bombalarken Hizbullah, Iraklı milisler ve İran Devrim Muhafızları karadan ilerliyordu. En sonunda da Ruslar, teslim olan bölge sakinleriyle ateşkese varmak amacıyla kendi askerlerini devreye sokuyordu. Rusların taktiği buydu."

Rus müdahalesiyle birlikte neler değişti?

Hâşim Kâsım; "Sahadaki dengeler 180 derece değişti. Çökmekte olan rejimi ve orduyu kurtardı. Bir bölgeyi karadan çepeçevre kuşatıyor, sonra da hava bombardımanlarıyla içerideki herkesi gelişigüzel öldürüyorlardı.

Devrimcilerin bu saldırılara karşı koyabilmek için gerekli tanksavar, uçaksavar, füzesavar sistemleri ve doğru düzgün silahları yoktu. Bu şekilde Suriye halkının çoğunu iç veya dış göçe mecbur bıraktılar. S.53

Hâşim Kâsım; "Rejime bağlı milisler akla hayale gelmeyecek her türlü rezilliği yaptılar; ailelerinin gözleri önünde çocukları öldürdüler, kocalarının gözleri önünde hanımlarına tecavüz ettiler, gencecik kızların ve hatta yedi-sekiz yaşında küçük çocukların ırzına geçtiler. Bazen öyle şeyler duyuyordum ki dayanamayıp hüngür hüngür ağlıyordum. Guta, Cobar ve Zabadani'de korkunç şeyler gördüm ve duydum. Halep'te de benzerleri oldu; ama orada yaşamadığım için olan biteni gözlerimle görmüş değilim." S.54

Hâşim Kâsım, 1992-2019 yıllar arasında Şam'da Birleşmiş milletler'e yakın doğudaki Filistinli mültecilerle yardım ve bayındırlık ajansı görevlisi.



Devrime ve savaşa gelelim. Neler yaşadınız, nelere şahit oldunuz?

XX-1; Başlarda devrim barışçıldı. Entelektüeller, öğrenciler, öğretmenler, doktorlar, herkes sokağa çıkmıştı. FKÖ (Suriyelilerin iç meselesi olduğundan) uzak durulmasını istese de gösterilere Filistinliler de katılmıştı. Çünkü Suriye halkı bu rejimden ne çektiyse aynısını biz Filistinliler de çekmiştik. Talepler en başta hürriyetken daha sonra Beşşar Esed'e “Git” sloganları dillendirildi. Bu rejim o kadar kirli ki on binlerce adi suçluyu hapisten salıp silahlı örgütlere kattı ve halka karşı kullandı. İlk sene gösterilerin düzenlendiği günlerde neredeyse elli kişi şehit düşüyordu. Sonunda bazı muhalifler basit silahlarla rejimin karşısına çıktı. Suriye ordusundan ayrılanlar da ellerine silah aldı. Rejim böylelikle barışçıl gösterileri silahlı çatışmaya dönüştürdü. Suriye halkının rejim, İran ve Rusya'nın askeri aygıtları ve milis çeteleri ile doğrudan askeri çatışmaya girerek hedefine ulaşma imkânı yoktu. Ayrıca halkı yönlendirebilecek örgütlü canlı bir siyasi hareket ve sivil toplum yapılanması da bulunmuyordu. Çünkü Beşşar ve babası, muhalif ne bir siyasi parti ne de sendika bırakmıştı. Bu yüzden rejim ile müttefiki İran ve Rusya kazandı. Bu savaşta neredeyse milyona yakın Suriyeli hayatını kaybetti veya kayboldu. Hapishanelerde 350 bin Suriyeli var. Ayrıca 4000 Filistinli, Suriye halkına destek çıktığı suçlamasıyla mülteci kamplarında şehit edildi. Yine 4000 Filistinli tutuklu var. Rejim işlediği katliamlarla milyonlarca Suriyelinin yanı sıra 250 bin Filistinliyi de tehcir etti. 2011'de Suriye'deki Filistinli nüfusu 531 bindi; bunlardan 200 bini şu an Avrupa'da ve komşu ülkelerde. S.68

Rejim çetelerinin evleri basıp genç kızlara tecavüz ettiği iddiaları doğru mu? 2019'da yaptığım röportajlarda neden Türkiye'ye geldiniz diye sorduğumda 'Kızlarımın namusunu, ailemizin şerefini korumak için' diyen birçok ebeveynle karşılaştım.

XX-1; "Tecavüzler gerçekten yaygın mıydı? Evet, kesinlikle doğru. Ama maalesef hem basın hem de aileler bu konuda son derece ketum. Hama'da, Humus'ta, halkın ayaklandığı bölgelerde birçok genç kız tecavüze uğradı. Ama bu o kadar utanç verici bir şey ki aileler saklıyor. Duma, Suriye'nin en mütedeyyin nüfusuna sahip olmasına rağmen devrim başladığında buranın kadınları erkeklerden evvel sokaklara döküldü. Çünkü devrimin daha en başında bazı kızlar burada tecavüze uğradılar."

Hapse girmiş Suriyelilerle karşılaştığım halde acılarını deşmemek için kendilerine soramadığım bir soru var: Hapishanelerde hem kadın hem de erkek mahkûmlara tecavüzün yaygın olduğu söyleniyor, doğru mudur?

XX-1; "Kesinlikle öyle. Buna cevap veremezler; çünkü hatırlanması, konuşulması ve tahammülü çok zor bir şey."

Bu aynı zamanda rejimin muhalifleri sindirmek için en büyük silahı, öyle değil mi?

XX-1; "Bu bir silah değil, devrimden ve halktan intikam alma aracı. Tecâvüzler gerçek bir intikamdı. Kızlarının geleceğinden korktuğu için devrimin daha başında ailesini alıp yurtdışına kaçanlar oldu. Bu gerçek bir korkuydu. Genç kızlara rastgele ve sebepsiz yere tecavüz edildi." S.77

XX-1, Filistin asıllı Suriyeli tanınmış iktisatçı ve yazar.



Kimyasal silah tam olarak nerede kullanıldı?

XX-3; “Adra bölgesinde. Sanayi bölgesi Adra, nüfusu az ve fazlaca boş bina olduğu için Şam Kırsalı'ndan ve Humus'tan iç göçe maruz kalanların ilk tercih ettiği yerlerdendi. Gönüllü Kızılay çalışanları da aileleriyle birlikte burada yaşıyordu. Bu arada Duma'nın ve Şam Kırsalı'nın farklı yerlerine defalarca kimyasal silah saldırıları düzenlendi.”

Siz kimyasal silahı hissettiniz mi?

XX-3; “Kimyasal silahın kullanıldığı bölgeye yakın bir yerde yaşadığımızdan kokusu bize de geldi. İki Adra bölgesi vardır. Biri Adra kasabası olup kimyasal silah burada kullanıldı; diğeri de bizim yaşadığımız Adra merkez. Kimyasal silaha maruz kalanların bir kısmı kasabadan ambulanslarla merkezdeki Kızılay polikliniğine taşındı. İki kızım burada gönüllü olarak çalışıyordu. Bizim kokladığımız kimyasal kokusu çok daha hafif olmasına rağmen nefes alırken akciğerlerim kasıldı, gözlerim ve burnum şakır şakır aktı. Kimyasala doğrudan maruz kalanların ise yüzlercesi vefat etti; kalanlar bilinç kaybına uğradı, histeri yaşadı."

Rejim kimyasal saldırıda silahlı grupların bulunduğu binaları mı hedef aldı, yoksa sıradan sivilleri mi?

XX-3; "Sıradan sivillerdi. Ölenler arasında bir yığın çocuk, yaşlı ve kadın vardı. Kimyasal silah gece yarısı kullanıldı. İnsanların çoğu rejim bombardımanından korktuğu için bodrumlarda uyuyordu. Kimyasallara bodrumlarda yakalanıp boğularak öldüler. S.86

Rejim, hapisten saldığı kritik isimlerle gerçekten barışçıl devrimin gidişatını değiştirdi. Ama rejimin adamları sokaklarda aileleri toplu olarak infaz ve genç kızlara tecavüz ederken bazı gençlerin bu iş barışçıl yolla olmayacak diye düşünüp silahlanması ve ÖSO'ya katılması da doğal değil mi?

XX-3; "Gençlerin silahlanma gerekçesi, rejimin katliamlarına ve tecavüzlerine karşı ailelerini ve çevrelerini korumaktı; hiç kimse namusumuzun kirletilmesine ve gençlerimizin öldürülmesine seyirci kalamazdı. Öte yandan bütün bunlar, rejimin barışçıl değişimi savunan Suriye halkını silahlı milislere dönüştürmek, ardından dünyaya “Ben teröristlerle savaşıyorum” diyerek meşruiyetini sağlayıp devrimi ezmek için tezgâhladığı bir oyun, kasıtlı bir stratejiydi ve bu oyun maalesef tuttu. Sadece Batı değil, bazı Arap sanatçılar ve siyasetçiler bile rejimin terörle savaştığına ikna oldu. Muhaliflerin silahlanması bu yüzden devrime büyük zarar verdi. Tabii ÖSO'nun silahları rejiminkiyle boy ölçüşemezdi; rejim gibi uçakları, tankları, ağır silahları yoktu. Rejimin özellikle varil bombaları en yıkıcı olandı. Bir binaya varil bombası attı mı civardaki her şey yerle bir olurdu. Caddeler boyu yıkılmış binalar hep varil bombalarının eseri. Bu şekilde rejim çok fazla insanı öldürdü. Suriye halkı evini, memleketini işte bu silahlar yüzünden terk etmek zorunda kaldı." S.91

XX-3, Şam Kırsalı'nın en büyük ilçesi Duma'da barışçıl devrimin öncüsü ve yaşananların bizzat şahidi olmuş beş çocuklu bir hanımdır.



Muhalifler neden başarısız oldu?

XX-41; "Sebepleri çok. Birincisi, devrimcilerin hepsi Allah rızası için aynı gayeyle yola çıkmadı; bambaşka hedefleri olanlar vardı. İkincisi, çok büyük silahlı gruplar vardı; ama farklı devletlerce desteklendikleri için bağımsız karar alma hakları yoktu. Kendilerine destek veren devletin kararını uygulamak zorunda kalmaları başarısızlığa yol açtı. Üçüncüsü, devrimin ve iç savaşın uzamasının ana sebebi İsrail'in böyle istemesiydi. Rejim medyada biz direniş ekseniyiz diye konuşabilir; ama fiiliyatta durum kesinlikle böyle değildi, Siyonistlerin ekmeğine en fazla yağ süren aktör Esed rejimiydi. Rejimin bir numaralı dış destekçisi aslında İsrail'di; Siyonist destekçisi Batı ülkeleri de onun peşinden gidip rejimin başta kalmasını tercih etti. Suriye demokratik yönetime kavuşsa, halkın talebiyle şekillenen bir yönetim olsa ülkenin iktisadi ve ilmi bakımdan gelişmesinin önü açılacaktı. Bu, İsrail için felaket senaryosuydu. Suriye halkının söyleyecek sözü olmayan, bastırılmış, onuru kırılmış, ezik bir halk olarak kalmasını, ayağa kalkamamasını istediler, tıpkı Lübnan gibi. Dördüncüsü, İslami gruplar ortaya çıktı. Onlarla hareket eden sıradan insanların çoğu cahildi, bir projeleri yoktu; ama komutan veya lider düzeyindekilerin belli bir fikre veya bölgeye dayalı planı, projesi vardı. Bu da rejimin Batı'ya ülkede radikal İslami örgütler olduğu, Alevi ve Hristiyan azınlıkları yok edecekleri argümanıyla meşruiyet sağlamasına yol açtı. Keza rejim Alevi tabanına “Beni desteklemezseniz İslamcılar sizi yok edecek” dedi. “Ya benimle olursunuz ya da kaderiniz katledilmek olur” diyerek Alevileri ve diğer azınlıkları etrafında kenetledi."S.107

XX-41, bir dönem insani yardım temini ve dağıtımı görevini de yürüten elektrik mühendisi.

 

Mehmed Zahid Aydar

Mîsak Dergisi

Sayı:405 / Ağustos 2024