Bu
kitap, çok farklı kesimlerden Suriyeliler ve Filistinli Suriyelilerle
röportajları ihtiva ediyor. Her yaş diliminden Suriyelinin kitapta çok önemli
şahitlikler var. Mesela Suriye hapishanelerinde işkenceleri bizzat yaşamış
siyasi mahkûmlar; ordudan firar eden askerler; rejimin Şam Kırsalı'nda ve
Halep'te varil bombalarına ve diğer saldırılarına, genç kızlara tecavüz
politikasına, kimyasal silah kullanımına, ilçeleri kuşatıp insanları aç
bırakmasına ve tehcirine şahit olanlar veya bizzat maruz kalanlar. Yine rejimin
en ürkütücü aygıtı olan şebbihaları ve çeteleri yakından bilenler; muhalif
silahlı örgütlerin halkı bezdiren uygulamalarına şahit olanlar; yakınları
kaybolanlar veya hapiste öldürülenler, bombardıman yüzünden ailesi hayatını
kaybeden veya evinden-toprağından kaçmak zorunda kalanlar; insan tacirleri
eliyle kaçak göç yolculuğuna çıkanlar; yaralıları veya psikolojik travma
yaşayanları tedavi edenler veya yıkıntılar altından kurtaranlar; savaşta ailesi
ve akrabaları şehit düşenler.. İbretle ve dikkatle okunması gereken önemli bir
eser.
“Doğru yolda tek bir adım dahi atmadan yıllar geçirildi; günden güne felaket üstüne felaket geldi. Şimdiye kadar herhangi bir problemin çözümü için herhangi bir zaman çizelgesi içeren tek bir vaat bile dile getirilmiş değil. Artık geriye ne Suriye diye bir devlet ne de Suriyeli diye bir halk kaldı.!”
![]() |
"Tuz
ve Taş Üstünde Üstünde" Suriye'de Rejim Savaş ve Göç |
Şam
Üniversitesi İktisat Fakültesi eski dekanı Prof. Dr. Ârif Delile'nin 13 Mart
2023'te düzenlenen “İki Deprem Arasında Suriye Nereye?” başlıklı online
sempozyumda söylediği bu sözler, Suriye'nin ve Suriyelilerin 2011'den bu yana
geldiği noktanın iyi bir özeti... Yerel, bölgesel ve küresel üç düzlemde
yaşanan sıcak çatışmalar -İdlib cephesi hariç- 2020 itibarıyla büyük ölçüde
durdurulurken ve Suriye dünya gündeminden düşerken yeni bir çetin savaş,
sosyoekonomik hayatta kalma savaşı su yüzüne çıktı. Esed rejiminin muhalifler
karşısında ‘zafer’ kazandığı ve ülke topraklarının üçte ikisini geri aldığı
söylense, hatta mültecilere “Savaş bitti, ülkenize geri dönün” dense de aslında
bu sözde 'zafer' bir devletin ve bir milletin yok edilmesi pahasına geldi. Zira
son on yılda en üstte devlet ve milletten tutun en aşağıda toplumun temel taşı
aileye ve bireylere kadar parçalanma ve yıkım her düzeyde, çok trajik bir
şekilde yaşandı. Savaş şartlarında nüfusun yarıdan fazlasının iç veya dış göçle
memleketinden veya vatanından olduğu Suriye'de bugün ülkeden ayrılma arzusu,
savaşın en şiddetli günlerindekinden daha fazla; hatta rejimin çelik tabanında bile.
Ve bunun haklı birçok gerekçesi bulunuyor.
Rejim,
terörist olmakla suçladığı kendisine muhalif milyonlarca vatandaşından
kurtulmak için -müttefiki İran ve Rusya ile birlikte- yürüttüğü savaşla ve
bombardımanlarla sadece demografiyi değiştirmedi, altyapının ve tarım ve sanayi
üretiminin önemli bir kısmını da yok etti. Ülkenin savaş alanı olan yerleri, on
yıl içinde bizim 7,5 şiddetindeki depremlerle yıkılan şehirlerimize döndü. Buna
mukabil rejimin 2014'te geri aldığı yerleşimlerde bile yıkılmış binaların
yeniden inşası başlamış değil. Halep, Humus gibi bazı şehir merkezlerinin bir
kısmı hariç, büyük ölçüde kırsalda ve ilçelerde yürüyen savaşta rejim,
geçmişten beri dayandığı asli taban olan işçi ve çiftçi nüfusun, bilhassa on
sekiz ila kırk iki yaş arası erkeklerin ya kaçmasına neden oldu ya da onları
yıllar boyunca kendi safında veya muhalif safta savaşmaya mecbur bıraktı.
Böylelikle üretken insan gücünü heder etti. Üstelik Suriye'nin tarım
alanlarının yarıdan fazlası, su kaynaklarının büyük bir kısmı, petrolünün yüzde
90'ı, doğalgazın yüzde 30'u SDG/ABD'nin kontrolündeki Fırat'ın doğusunda; kendi
bölgesindeki petrol, doğalgaz ve fosfat gibi yeraltı kaynakları ise Rusya'nın
elinde. Yani iktisadi bağımsızlığını ve yaşayabilirliğini çoktan kaybetmiş
durumda. Rejim savaş sırasında müttefiklerinden para, silah, gıda ve temel
ihtiyaç maddelerini temin edebiliyor, ekonomisi işliyordu. Ama artık küresel ve
bölgesel güç mücadelesinin verildiği her savaş bölgesinin nihai akıbetini
yaşıyor: Çatışmalar diner ve dış destekçiler kendi derdine düşerken Suriye'nin
müttefiklerinden aldığı yardımlar iyice azalıyor.
2020'den
bu yana ülkede elektrik, su, yakacak, benzin, ilaç, gıda ve hatta zaman zaman
ekmek kıtlığı yaşanıyor. Evsiz kalan milyonlarca Suriyeli olduğu gibi, savaşın
girmediği başkent Şam'da -zenginlerin mahalleleri hariç- kendi evinde
yaşayan sıradan halk için bile elektriksizlik, susuzluk, yakıtsızlık yüzünden
‘evde yaşamak ile sokakta yaşamak arasında fark kalmamış durumda.’
Suriye'de
öyle bir iktisadi çöküş yaşandı ki orta sınıf kalmadı; insanlar ya zengin ya
fakir ya da çok fakir. Fakirlik sınırında veya altında yaşayanların oranı yüzde
90'ı aştı. 2022 itibarıyla Suriyelilerin 14,6 milyonu insani yardıma muhtaç;
gıda güvenliği olmayan nüfus 12 milyonu aşıyor, açlık yaşayanların sayısı hızla
artıyor. Komşu ülkelerdeki mültecilerin durumu da iç açıcı sayılmaz; özellikle
Lübnan'daki mülteci nüfusun yüzde 90'dan fazlası fakirlikle boğuşuyor. Bu
şartlar altında Suriyelilerin umudu ve geleceğe dair beklentisi kalmadığı gibi,
milyonların tek derdi, kendilerinin ve çocuklarının karnını doyurabilmek. Rejim
ve çevresindeki küçük mutlu azınlık ise ülkenin kalan kaynaklarını elinde tutup
-ürettikleri korku atmosferi sayesinde- keyif içinde yaşamayı sürdürüyor.
Geleneksel ve sosyal medyadaki şehir merkezlerine veya savaştan etkilenmemiş
kesimlerin hayat alanları ile eğlencelerine odaklı propaganda haberlerini ve
videolarını bir kenara bırakırsak, mevcut şartlar altında Suriye'de halkın temel
ihtiyaçlarını karşılayabilen bir devlet mekanizması yok. Aşırı enflasyon ve
hayat pahalılığına mukabil akademisyen ve doktor maaşı 25 dolar. Tam da bu
yüzden Suriye'nin doktorları, akademisyenleri, mühendisleri ve profesyonel
meslek sahiplerinin birçoğu ülkeyi terk etti. Peki, savaşın girmediği başkent
Şam'dakiler dahil Suriye'nin dört bir yanında sıradan halk nasıl geçiniyor?
Rüşvete, usulsüz işlere veya suça bulaşmıyorlarsa Avrupa, Körfez ülkeleri,
Türkiye ve dünyanın farklı ülkelerindeki mülteciler ile diasporanın Suriye'de
kalan ailelerine ve akrabalarına yolladıkları paralar sayesinde ayaktalar.
Gurbette maddi durumu vasat olanlar bile boğazlarından artırıp zor durumdaki
aile bireylerinin imdadına yetişme gayretindeler. Yurtdışında akrabası olmayanlar
veya olduğu halde çeşitli nedenlerle onlardan maddi destek alamayanlar ise
sefalet içinde, yardım kuruluşlarından gelen parayla veya dilenerek hayata
tutunmaya çalışıyorlar.
Suriye'de
sıcak savaş dinerken tek problem ekonomi değil. Rejimin kontrolündeki bölgeler
de dahil ülke genelinde bilhassa kırsal bölgelerde asayişsizlik hakim. Yüksek
enflasyona rağmen memur maaşlarının 20-25 dolar (Temmuz 2023 itibarıyla 10-15
dolar) bandında, milis maaşının ise çok düşük olduğu ve insanların karnını
doyurmakta zorlandığı bir ortamda, gerek savaş sırasında kurulan milisler
gerekse normal şartlarda bir ülkenin güvenliğini tesis için var olduğu
düşünülen polisi, askeri, istihbaratçısıyla emniyet birimleri en hafifinden
rüşvet ve yolsuzluk, daha ileri boyutta hırsızlık, yağma, gasp, kaçakçılık,
fidye için adam kaçırma gibi her türlü suçun içinde, hatta tam göbeğinde.
Rejimin kontrolünde sayılan nice bölge de aslında yerli veya yabancı milislerin
denetiminde. Sıradan Suriye halkı bunlardan çok korkuyor. Dahası Suriye artık
bir narko-devlete dönüşmüş durumda.
Savaş
sırasında yüzlerce hastanenin ve okulun bombalandığı ülkede artık iyi bir
sağlık hizmeti verebilen hastane de, kaliteli eğitim verebilen okul da epeyce
azalmış durumda. Savaş sırasında çekilen acılar kalıcı fiziksel veya ruhsal
rahatsızlıklara yol açmışken maddi durumu olmayan nice Suriyeli tedavi
imkânından mahrum; tedavinin ücretsiz olduğu devlet hastaneleri içinse
Suriyeliler sağlam giren hasta çıkar diyorlar. Suriye'nin geleceğini doğrudan
etkileyen en büyük tehlike ise kayıp nesiller meselesi. Hem Suriye'nin içinde
hem de komşu ülkelerde yıllarca eğitimden mahrum kalmış bir kaç milyon Suriyeli
çocuk ve genç var. Yıkılmış bir ülkeyi yeniden inşa etmesi gereken genç
nesillerin yarıdan fazlası, savaş ve göç yüzünden böyle bir donanımdan mahrum.
Öte yandan yurtdışında eğitim imkânı bulan, son derece nitelikli gençler de
yetişiyor. Suriye'nin yeniden inşasında ve geleceğinde en büyük umut, bu
eğitimli ve girişimci ruha sahip mülteci gençler.
Son
yıllarda Esed rejiminin reformlarla devam etmesi konusunda dünyada büyük ölçüde
bir uzlaşma var. Rejim diplomatik tecritten yavaş yavaş kurtuluyor, devlet
hazinesinin iflas ettiği bir ortamda iktisadi tecridi aşmak için çabalıyor.
Ancak uluslararası yaptırımlar tamamen kaldırılsa, rejim uluslararası alanda
Suriye'nin tek meşru ve makbul yönetimine dönüşse ve üçe parçalanmış ülke zorla
birleştirilse dahi Suriye'nin mevcut problemleri çözülemeyecek, çok ağır bir
yıkım almış ülke ayağa kaldırılamayacak, parçalanmış ve dağılmış halk
toparlanamayacak. Çünkü isyana yol açan sebeplerin hiçbiri ortadan kalkmadığı
gibi, tamamı çok daha ağırlaşmış durumda. Buna mukabil Suriye halkının hakiki
problemleri, ne ülkenin temel derdi koltuklarını korumak olan kendi iç siyasi
aktörlerinin ne de Suriye'ye kendi menfaatleri penceresinden bakan bölgesel ve
küresel güçlerin umurunda. Savaş sonrası Suriye'de bir düzenin tesisi için
elzem olan yeni anayasa yazımında bile yıllardır hiçbir ilerleme
kaydedilmemesi, bunun en önemli delili. Rejim reforma ve gerçek bir siyasi
çözüme 2011'deki kadar uzak. Kendi iç kavgalarıyla meşgul muhalifler inandırıcı
bir alternatif model ortaya koyabilmiş değil; kuzeybatıdaki muhaliflerin
bölgesinde -orada yaşayan Suriyelilerin deyimiyle- her alanda başıbozukluk
hâkim. Dahası, ülkenin derin ve çok boyutlu problemlerine vâkıf, gerçekçi
çözümler üretebilecek bilgi ve kapasitedeki aktörleri de etkisizleştirilmiş
veya saf dışı bırakılmış durumda. Altmış yılını dolduran Baas iktidarı ve
anlayışı, özellikle Hafız Esed'le birlikte kurulan ve her türlü hürriyeti ve
sivil yapılanmayı boğan istihbarat devleti, Suriye'nin 2011'de patlaması.
Kısaca,
Suriye'ye “barış” dış dayatmayla gelse bile ülkenin içeride toparlanması on
yıllar alacaktır. Üstelik korkunç suçların işlendiği bu savaşın yaraları ve
travmaları henüz taptaze, intikam duygusu da dinmiş değil. Suriyeliler
işkencecilerini, tecavüzcülerini, kendilerini sakat bırakanları, sevdiklerini
katledenleri veya kaybedenleri, evlerini yağmalayan veya yerle bir edenleri,
vatanından zorla sürenleri -suçlular yargı karşısına çıkartılmadan- öyle
kolayca affetmeyecektir. Dahası, birkaç sene evvel Deraa, Guta gibi
çatışmasızlık bölgelerinde Rusların devreye girmesiyle varılan anlaşmalar
gereği rejimle uzlaşıp memleketini terk etmeyen eski muhaliflerin başına neler
geldiğini rejim bölgesi dışında yaşayan Suriyeliler gayet iyi biliyorlar.
Sıradan Suriyeliler, hayatlarını altüst ve ailelerini darmadağın eden bu
savaşın bitmesini herkesten daha fazla istiyor. Ancak kimsenin kimseye
güveninin kalmadığı bir ortamda ne rejime ne muhalif liderlere ne de dış
güçlerin garantörlüğüne inanıp güveniyorlar. Tam da bu yüzden son yıllarda
imkân bulabilen Suriyeliler, denizde boğulma ve karada türlü şekillerde ölme
ihtimaline rağmen mülteci statüsünü alıp belirsizlikten kurtulabilecekleri ve
hukuki koruma altında insanca yaşayabilecekleri bir ülkeye sığınma çabasındalar.
Dış güçler gerçekçi bir siyasi çözüm içermeyen ve savaşın yaralarını sarmayan
göstermelik bir barış dayatırlarsa, mülteci akını durmayacağı gibi bu durum,
çok kötü şartlarda büyümüş savaş mağduru çocukların bir kısmının
radikalleşmesine ve ileride mücadele bayrağını büyüklerinden devralmasına yol
açabilir.
Savaşları
zafer veya yenilgi çerçevesinde okumak bir kolaycılık ve son derece yüzeysel
bir bakıştır; hem modem savaşın mahiyetine dair idraksizliğin hem de sahada
olan bitenden habersizliğin bir göstergesidir. Savaş çok mecbur kalındığında
girilip en kısa zamanda bitirilmesi gereken bir mücadele şeklidir. Uzun ve
tahrip gücü yüksek modern savaşlar, hele de küresel ve bölgesel aktörlerin
jeopolitik güç ve nüfuz mücadeleleriyle iç içe geçmiş, kardeşin
kardeşi öldürdüğü iç savaşlar, sözde muzafferi mağlupla eşitler; tıpkı
Suriye'deki savaşın muhalifler -veya rejimin deyimiyle 'teröristler'- ezilince
biteceğini ve eski mutlu günlere geri dönüleceğini umut eden rejim
destekçilerinin bugün sosyoekonomik hayatta kalma mücadelesinde hasımlarıyla
benzer bir sefalete mahkûm olması gibi... Uzun savaşlar -zannedilenin aksine-
mevcut sorunların hiçbirini çözmediği gibi, katbekat ağırlaştırır; yıkıcı
sonuçlarıyla ülkeleri ve halklarını on yıllarca geriye götürür. Ülkeleri
siyasi, iktisadi, toplumsal, kültürel, hukuki, ahlaki, fikri, kısaca her
bakımdan bir çürüme, çölleşme ve çöküşe sürükler; eğitimden sağlığa, tarımdan
teknolojiye ve kültüre kadar her alanda geri bırakır. Toplumsal dokuyu,
değerler sistemini ve ahlakı bozar. Kin ve nefret tohumlarını eker, intikam
duygusunu perçinler. Beden ve ruh sağlığı üzerinde kalıcı olumsuz etkiler
bırakır. Genç nesilleri ya savaşın girdabına çekerek ya da göçe zorlayarak
savaş sonrası yeniden inşaada çok ihtiyaç duyulacak beşeri sermayeyi tüketir.
Eğitim imkânını yitiren nesillere gelecekte onurlu bir hayat sürme şansı
bırakmaz. Tarihi eserlerin ve kütüphanelerin yağmalanması veya yok edilmesiyle
tarihsizleşme, kültürsüzleşme ve hafızasızlaşmayı beraberinde getirir. Hatta
iklim dengesi bozulur, tarafların rakibi boğmak için uyguladığı savaş
taktikleri kuraklığı ve kıtlığı tetikler. Dolayısıyla muzafferlerin yazdığı
siyasi ve askeri tarih ile toplumsal ve bireysel tarihin gerçekleri, uzun
savaşlar mevzubahis olduğunda çoğunlukla birbiriyle örtüşmez.
Savaşın
asıl ceremesini çekenler, canlarını, mallarını, servetlerini, vatanlarını,
hatıralarını yitirip hayatları altüst olan sıradan sivillerdir. Silahların sesi
elbette bir gün susar, hatta geçmişte birbiriyle savaşmış milis liderliğinden
gelme siyasetçiler müttefik bile olurlar. Ama sıradan nice sivilin hayatı kolay
kolay normale dönmez; hele de kayıplarıyla ruhunda ve bedeninde savaşın izini
bir ömür taşıyacak olanlar... Yıllardır hem sıradan Suriyelilerin hikâyelerini
hem de sahada neler olup bittiğini birincil ağızlardan öğrenme gayretimin ana
sebebi tam da budur.
İkinci
sebep, medyaya yansıyanlardan şüphe duymam, hatta onlara inanmamamdır. Zira
savaşlarda ilk katledilen hakikatlerdir; kendi davasını haklı göstermek ve
tabanını kenetlemek için bütün taraflar kâh dezenformasyonla kâh karartmayla
kâh abartmayla kâh yalanla propaganda yürütür. Psikolojik harp yöntemlerini
kullanır. Hele de yapay zekâ üzerinden sahte fotoğraflar ve videolar üretmenin
kolaylaştığı bir dünyada doğruyu yanlıştan ayırt edebilmek oldukça güçtür. Tam
da bu yüzden Suriye'nin çeşitli vilayetlerinde isyan/devrim ve savaş sürecini
yaşamış farklı dünya görüşlerini dinlemeye ve sahada gerçekte neler olup
bittiğini öğrenmeye, -hem nisyan ile malul olan hafızanın zaman zaman insanı
yanıltabileceği hem de bireysel hikâyelerini anlatanların çeşitli nedenlerle
bazı gerçekleri saklayabileceği düşüncesinden hareketle- birinden duyduğumu
diğerinden teyit etmeye çalıştım. Röportajlarda Suriyelilere başkalarından
duyduklarını değil, bizzat kendi yaşadıklarını veya şahit olduklarını sordum.
Yine geçtiğimiz yıllarda üç defa Suriye'nin kuzeyini ziyaret edip hem sahadaki
durumu bizzat gözlemledim hem de onlarca Suriyeliyle görüşmeler yaptım.
Ayrıca
2015'ten bu yana İstanbul'da ve Kilis'te birçok Suriyelinin hikâyesini
dinledim. Üçüncü sebep, her ülkenin kendi tarihsel, siyasal, toplumsal ve
kültürel tecrübesinden ve coğrafyasından kaynaklı gerçekliği oldugunu es geçip
dünyada yaşanan her olayı kendi deneyimlerimiz, iç tartışmalarımız ve güvenlik
meselelerimiz bağlamında ele almamızı ciddi bir problem olarak görmem,
ülkelerin iç dinamiklerini de analizlere katmanın önemini fark etmemdir.
Dünyaya yaklaşımımızdaki bu zafiyetin Suriye mevzubahis olduğunda en tipik
yansıması, yıllardır ana-akım medyadaki Suriye tartışmalarının ekseriyetle
kendi güvenlik kaygılarımızın bir uzantısı olan PKK-PYD-IŞİD ve ABD'nin bu
örgütlerle ilişkisi üzerine kurulmasıdır. Diğer bir deyişle sadece kuzey
vilayetleri ile Fırat'ın doğusuna, yani Halep, İdlib, Rakka, Haseke'ye
odaklanılmasıdır. Peki ya Rusya ile İran'ın etkin olduğu Şam'da, Şam
Kırsalı'nda, Deraa'da, Süveyda'da, Lazkiye'de, Tartus'ta, Hama'da, Humus'ta
neler yaşanıyor? Veya Türkiye'nin nüfuz alanı olan ve muhaliflerin
kontrolündeki kuzeye sığınmış Suriyeliler ne durumda? Türkiye'ye ve dünyanın
farklı ülkelerine dağılmış mülteciler neler yaşıyor? Terör örgütleri odaklı ve
askeri-güvenlik perspektifli bir yaklaşım, gerekli olmakla birlikte, Suriye'de
olan biteni anlama noktasında son derece yetersizdir. Türkiye odaklı
perspektifimizin diğer bir yansıması ise halkını kuşatıp aç bırakan, havadan
sürekli bombalar yağdıran, koskoca yerleşimleri yerle bir eden, demografik
mühendislikle insanları tehcir ettiren, kaybeden, hapiste akıl almaz
işkencelerle korkunç bir şekilde katleden, kısaca devlet terörü taktiklerini de
aşıp kendine boyun eğmeyen halkını yok etmeye ahdetmiş ve uluslararası sistem
tarafından kollanan bir rejim varken; dahası, yerel-bölgesel-küresel üç düzlemde
iç içe geçmiş son derece karmaşık bir savaş hali mevcutken, sahadaki bu
gerçekliğin hiç farkında olmayıp Suriye'de yaşananları dış işgalciye karşı bir
mücadele olan kendi İstiklal Savaşı tecrübemiz veya 2022 Ukrayna Savaşı yahut
2003 Irak işgali üzerinden okumamız veya Suriye'nin kaderini Suriyelilerin
elinde farz etmemizdir. Tam da bu yüzden Suriye'deki savaşla ilgili
yorumlarımız sahadaki gerçeklikten tamamen kopuktur. Dahası, yıllardır
Suriye'yi konuşur gibi yaparken aslında kendi kendimizi konuştuğumuzun, kendi
iç meselelerimizi halletmeye çalıştığımızın farkında bile değiliz. Ayrıca
Suriyelilerin kendi tarihsel ve siyasal tecrübelerinden hareketle
şekillenmiş devlet, ordu ve vatan algısı da, rejiminin tabiatı ve halkına
muamelesi de bizimkinden farklıdır. Zihnimizdeki biricik tecrübe Türkiye iken
ne Suriye'yi ne Ortadoğu'yu ne de dünyanın herhangi bir başka ülkesini veya
bölgesini anlayabiliriz. Dolayısıyla yaptığım röportajlarla Suriyelilerin kendi
tecrübelerini ve yaşadıklarını ortaya çıkarmaya gayret ettim.
Dördüncüsü;
konu ister Suriye ister Suriyeli mülteciler olsun, ana-akım medyada savaş
öncesi Suriye'yi hiç görmemiş, toplumu tanımayan, siyasal sistemden bihaber,
tek kelime Arapça bilmeyen, savaş sırasında Suriye'nin dört bir yanında olup
bitenlerden ve mültecilerin yaşadıklarından habersiz, masa başında ahkâm kesen
hep aynı emekli asker, istihbaratçı, siyasetçi, gazeteci ve hukukçu ekibin
konuşmasını ciddi bir sorun olarak görmemdir. Öte yandan Ukrayna Savaşı patlak
verdiğinde dünya medyasına ayak uydurarak bu ülkeye hemen muhabir gönderen ve
sahada Ukraynalıların neler yaşadığını canlı yayınlarla haberleştiren
televizyon kanallarımız, benzer hassasiyeti Suriyeliler için göstermedi. Evet,
Suriye sahası muhabir gönderip canlı yayın yapmaya hiç müsait değildi; ama en
azından, 2011'den itibaren yavaş yavaş başlayan ve özellikle 2014”le birlikte
kitleselleşen göçle“ ülkemize gelen Suriyeli mültecilere mikrofon uzatıp neden
sahip oldukları her şeyi geride bırakıp göç etmek zorunda kaldıkları, neler
yaşadıkları, neler düşündükleri ve hissettikleri sorulabilirdi. Zorunlu göçün
ne denli travmatik bir tecrübe olduğu, mültecilerin Türkiye'de karşı karşıya
kaldığı sıkıntılar ve hayata tutunma mücadeleleri haber bültenlerine konu
olmadı. Tam da bu yüzden halkımızın zihnine yerleşmiş Suriyelilerle ilgili
kanaatlerin yüzde 90-95'i tamamen yanlış ve hayal ürünü olarak kaldı."
Gerek Suriye içinde yaşayanların gerekse mülteci konumuna düşenlerin
günlük hayatları ile bizim Suriyelilerin hayatlarına dair algımız arasında tam
bir uçurum oluştu. Yıllarıdır ana-akım medyayı bu konuda eleştiren biri olarak
hedefim, kitabımın ilk yarısında Suriye'yi ve Suriyelileri kendim anlatmak,
ikinci yarısına röportajları ekleyerek Suriyelilerin kendilerini anlatmalarını
sağlamaktı. Ancak röportajların boyutu o kadar büyüdü ki farkında olmadan ayrı
bir kitaba dönüşüverdi.
Kitapta
da göreceğiniz üzere görüştüklerimin yarısı, ya Suriye'deki yakınlarını korumak
maksadıyla ya da gelecekte zorla ülkelerine yollanırlarsa başları belaya
girmesin diye isimlerini yazmamı ve kimliklerini ortaya çıkaracak ayrıntılı
biyografik bilgiler vermemi istemedi.
Bu
kitap, çok farklı kesimlerden Suriyeliler ve Filistinli Suriyelilerle
röportajları ihtiva ediyor. Her yaş diliminden Suriyelinin kitapta çok önemli
şahitlikler var. Mesela Suriye hapishanelerinde işkenceleri bizzat yaşamış
siyasi mahkûmlar; ordudan firar eden askerler; rejimin Şam Kırsalı'nda ve
Halep'te varil bombalarına ve diğer saldırılarına, genç kızlara tecavüz
politikasına, kimyasal silah kullanımına, ilçeleri kuşatıp insanları aç
bırakmasına ve tehcirine şahit olanlar veya bizzat maruz kalanlar. Yine rejimin
en ürkütücü aygıtı olan şebbihaları ve çeteleri yakından bilenler; muhalif
silahlı örgütlerin halkı bezdiren uygulamalarına şahit olanlar; yakınları
kaybolanlar veya hapiste öldürülenler, bombardıman yüzünden ailesi hayatını
kaybeden veya evinden-toprağından kaçmak zorunda kalanlar; insan tacirleri
eliyle kaçak göç yolculuğuna çıkanlar; yaralıları veya psikolojik travma
yaşayanları tedavi edenler veya yıkıntılar altından kurtaranlar; savaşta ailesi
ve akrabaları şehit düşenler bunlardan sadece bazıları.
Bu
kitapta otuz küsur Suriyelinin ve Filistinli Suriyelinin şahsi hikâyesinden çok
daha fazlası var. Görünen ve görünmeyen yüzüyle Baas rejiminin tabiatını ve
geçmişten bugüne siyasi, iktisadi, hukuki, dini, askeri, istihbari, toplumsal
ve kültürel alanda uyguladığı politikaları bulacaksınız. Rejim ile halk
arasındaki ilişkileri, istihbarat devletinin mahiyetini, muhalefete
kalkışanların başına gelenleri ve bu bağlamda Suriye hapishanelerini,
mahkûmların neler yaşadıklarını, hapisten çıkanların hayatındaki değişimleri ve
çıkamayanların akıbetlerini öğreneceksiniz. 2011'de isyana/devrime yol açan
faktörleri ve sahada yaşananları, isyana/devrime destek verenlerle
vermeyenlerin gerekçelerini, sivilden silahlı mücadeleye nasıl geçildiğini,
silahlı örgütlerin Suriye savaşındaki rollerini, dış güçlerin politikalarını,
rejimin hem geçmişte hem de isyan sırasında halkı bastırmak için kullandığı
taktikleri ve işlettiği propaganda çarklarını, savaş ve kuşatma altında
yaşamanın ve çalışmanın nasıl bir şey olduğunu, muhaliflerin neden hedeflerine
ulaşamadığını, devrimin saf dışı bırakılan öncü gençlerinin şu an ne durumda
olduğunu okuyacaksınız. İsyan/devrim ve savaş sırasında Suriyelilerin
yaşadıkları ve şahit oldukları kitabın ana konularından biri; görüştüğüm
kişiler daha evvel hiç kimseye anlatmadıkları birçok hikâyeyi benimle
paylaştılar. Savaşın ve göçün Suriyelilerin ve Filistinli Suriyelilerin
hayatını nasıl değiştirdiğini, ülkeyi ve Filistin mülteci kamplarını ne hale
getirdiğini, sıcak çatışmalar biterken başlayan iktisadi çöküşü ve
sosyoekonomik hayatta kalma savaşını da bu kitapta bulacaksınız. Hem Suriye
içinde kalanların hem de dışarıya göçenlerin hâlihazırdaki durumunu
öğreneceksiniz. İç veya dış göçe maruz kalanların evlerini terk etme
nedenlerini, göç yolunda başlarına gelenleri, sığındıkları ülkelerde maruz
kaldıkları sıkıntıları, psikolojik travmalarını, mülteciliğin ve yersiz
yurtsuzlaşmanın manasını, Kahramanmaraş merkezli depremlerden nasıl
etkilendiklerini okuyacaksınız. Suriye'de yaşananlardan almamız gereken
ibretlik dersler, Suriyelilerin kısa vadede niçin barış beklemedikleri ve
Ankara-Şam yakınlaşmasına dair değerlendirmeleri de kitapta yer alan
konulardan. Görüştüğüm her kişinin mesleğine, bilgisine, kimliğine ve yaşadığı
coğrafyaya binaen sorduğum daha birçok soru var. Bu bağlamda kitapta rejimin
azınlıklarla ilişkisi, Fırat'ın doğusunda PKK/PYD'nin kurduğu yapı, farklı
siyasi hareketlere mensup veya bağımsız Kürtlerin PYD'ye bakışı, savaşın ve
göçün dini inançlara etkisi, eğitim meselesi ve beyin göçü, Suriyeli STK'ların
Türkiye'deki ve Suriye'nin kuzeyindeki faaliyetleri ve yatırımları, 2021'den bu
yana mültecilerin neden ülkemizden ayrılmaya çalıştığı gibi daha nice konuya
verilmiş cevaplar bulunuyor.
Röportajlardan
Kesitler
Arabuluculuk
ve çatışma çözümü konusunda Suriye de dahil Ortadoğu'nun bütün çatışma
bölgelerinde görev almış, taraflara eğitim ve danışmanlık hizmeti vermiş Fâdi
el-Haccâr, Suriye savaşı ve muhtemel barış konusunda 20 Mayıs 2023'te
Beyrut'ta yaptığım röportajda şunları söyledi:
“Şu
ana kadar aşikâr olan şu: Neredeyse bütün küresel ve bölgesel güçler arasında
Beşşar Esed'in bazı tavizler vererek başta kalması gerektiği yönünde ilan
edilmemiş bir uzlaşma var. Şundan emin olun, ABD ve İsrail dahil hiç kimse
Esed'in devrilmesine izin vermeyecek. (...) Batı ve İsrail için Suriye
devletinin başına en uygun seçenek Esed ailesidir; Beşşar Esed'den daha uygun
bir başkan bulamazlar.
Kendilerine
meydan okuyup vuracak Hamasvari yeni bir örgüt kurma ihtimali bulunan Sünni bir
yönetimdense Alevi Esed yönetimini bir milyon kat yeğlediler. Ama Esed
rejiminin de zayıflayarak iktidarda kalmasını istediler. Bu yüzden kanaatimce
Suriye'de barış, öyle veya böyle rejimin iktidarını teyit etmek ama yüksekten
uçmaması için bazı kanatlarını budayarak zayıf tutmak üzerine kurulu.” S.45
On
sene yattığınız Suriye hapishanelerinde nelere şahit oldunuz, neler yaşadınız?
İnsanın kendi hapishane hikâyesini anlatması çok zordur ama eski mahkûmların
tecrübesini çok önemsiyorum.
Ali el-Kürdî: "Bu konuyu konuşmak hakikaten çok acı. Suriye hapishanelerinde işlenen suçlar dehşet vericidir. Şahitliğimde tarafsız ve tam doğru olmak adına öncelikle şunu açıkça belirtmeliyim: Suriye hapishanelerinde her siyasi tutuklu, bedensel ve psikolojik olarak işkence görür, gerekli tedavileri olmazsa çok büyük ızdıraplar çeker. Biz solcular -veya solcu olmaktan hapis cezası alanlar- da çok işkenceler çektik, ama İslamcı mahkûmlar kadar değil. Bizim kanımız İslamcılarınki gibi heder edilmedi, hapishanede ölmemiz istenmedi." S.37
Ali el-Kürdî, 1953 Şam doğumlu Filistin asıllı Suriyelidir. 2010'da yayınlanan Kasr Şemâ'yâ romanı dünyanın çeşitli dillerine çevrilmiş bir serbest gazeteci yazar ve aynı zamanda belgeselcidir.
Bütün
savaşlarda ilk katledilen hakikatlerdir. Taraflar, kasıtlı olarak yanlış veya
çarpıtılmış bilgiler sunar, hatta yalan propaganda yürütürler. Dışarıdan
izleyen bizlerin doğru ile yanlışı ayırt edebilmesi çok zor. Siz rejimin
propagandalarını da, sahadaki gerçekleri de biliyorsunuz. Yalan propagandalara
örnek verebilir misiniz?
Hâşim
Kâsım;
"En
büyük yalan, devrimin ve devrimcilerin ABD başta olmak üzere dış ülkelerden
yardım aldığıydı. Hakikatte aldıkları destek gayet basitti. Evet, devrimcileri
silahlandırdılar; ama devrimi silahlı olarak sürdürmek için gereken destek
kesinlikle gelmedi. Dengeleri değiştirebilecek herhangi bir silah -tanksavar,
uçaksavar veya füzesavar sistemleri- hiç verilmedi. Verilen silahlar son derece
yetersizdi. O yüzden size bu rejimin ABD ve İsrail tarafından desteklendiğini
söyledim. Şu an Ukrayna'ya verdikleri silahların binde birini Suriyelilere
vermiş olsalardı rejim çoktan düşerdi. Dünyanın en zavallı devrimi Suriye
Devrimi'dir; dışardan hiçbir zaman hakiki destek görmedi."
Dipnot: 2019'da Suriyeli bir muhalif siyasetçiyle görüşmemde
şunu anlatmıştı: “İki tane MANPAD denilen taşınabilir hava savunma sistemi
bulup kaçak yollardan içeri sokmuştuk. Rejim uçaklarından birini de düşürdük.
Hemen arkasından Amerikan özel birlikleri geldi, MANPAD'leri bulup elimizden
aldı.” (Z.T.Kor) S.49
Hâşim
Kâsım, 1992-2019 yıllar arasında Şam'da Birleşmiş milletler'e yakın doğudaki
Filistinli mültecilerle yardım ve bayındırlık ajansı görevlisi.
Rusya'nın
30 Eylül 2015'te savaşa girmesi Suriye'deki savaşın gidişatını nasıl etkiledi?
Rusya müdahale etmeseydi rejim birkaç ay içinde düşecekti, bunu biliyoruz.
Ruslar savaşta kullanılan yöntem ve taktikleri nasıl değiştirdi?
Hâşim
Kâsım;
"O
dönem rejim tamamen çöküyordu. Suriye ordusunun subayları, gizlenmek için
Mercedes ve Range Rover marka lüks arabalarını bırakıp halkın kullandığı
sıradan arabalara binmeye başlamıştı. Rejimin sonu geldi diye çok büyük bir
korku yaşıyorlardı. Siyaseti de iyi bilen ve yakından takip eden biriyim.
Rusları Suriye'ye müdahaleye ikna eden İranlılardı. Rusya'nın müdahaleden evvel
Obama yönetiminden siyaseten onay aldığına kesinlikle eminim.
Rusların
bir savaş tarihi vardır. (Çeçenistan'ın başkenti) Grozni bunun en çarpıcı
örneğidir. Başa geçer geçmez Rusya Federasyonu'nun içine odaklanan Putin'in ilk
adımlarından biri Çeçenistan'dı. Burayı işgali sırasında sahada kadın, çocuk
her kim varsa öldürmekten zerrece çekinmemişti.
Ruslar
saldırılarına Filistinlilerin yaşadığı Yermük Kampı'ndan başladılar. Kampta
kuşatma altında kalan pek çok Filistinli vardı. Her yerde, her dakika uçakları
görüyor, bombardıman seslerini duyuyorduk. Ruslar, sadece roket değil, normal
bir silah olmayan varil bombalarını da kullandı."
Varil
bombalarını sadece rejim kullandı zannediyordum. Ruslar da mı kullandı?
Hâşim
Kâsım; "Evet, her ikisi de
kullandı. Bu korkunç bombalar Rus savaş uçaklarından atıldı. Rusların hedefi,
olabildiğince çok yeri yıkmak, bu şekilde sivil ve silahlı herkesi teslim
olmaya zorlayıp muhaliflerin eline geçen yerleri geri almaktı. Ruslar havadan
bombalarken Hizbullah, Iraklı milisler ve İran Devrim Muhafızları karadan
ilerliyordu. En sonunda da Ruslar, teslim olan bölge sakinleriyle ateşkese
varmak amacıyla kendi askerlerini devreye sokuyordu. Rusların taktiği
buydu."
Rus
müdahalesiyle birlikte neler değişti?
Hâşim
Kâsım; "Sahadaki dengeler
180 derece değişti. Çökmekte olan rejimi ve orduyu kurtardı. Bir bölgeyi
karadan çepeçevre kuşatıyor, sonra da hava bombardımanlarıyla içerideki herkesi
gelişigüzel öldürüyorlardı.
Devrimcilerin
bu saldırılara karşı koyabilmek için gerekli tanksavar, uçaksavar, füzesavar
sistemleri ve doğru düzgün silahları yoktu. Bu şekilde Suriye halkının çoğunu
iç veya dış göçe mecbur bıraktılar. S.53
Hâşim
Kâsım; "Rejime bağlı
milisler akla hayale gelmeyecek her türlü rezilliği yaptılar; ailelerinin
gözleri önünde çocukları öldürdüler, kocalarının gözleri önünde hanımlarına
tecavüz ettiler, gencecik kızların ve hatta yedi-sekiz yaşında küçük çocukların
ırzına geçtiler. Bazen öyle şeyler duyuyordum ki dayanamayıp hüngür hüngür
ağlıyordum. Guta, Cobar ve Zabadani'de korkunç şeyler gördüm ve duydum.
Halep'te de benzerleri oldu; ama orada yaşamadığım için olan biteni gözlerimle
görmüş değilim." S.54
Hâşim
Kâsım, 1992-2019 yıllar arasında Şam'da Birleşmiş milletler'e yakın doğudaki
Filistinli mültecilerle yardım ve bayındırlık ajansı görevlisi.
Devrime
ve savaşa gelelim. Neler yaşadınız, nelere şahit oldunuz?
XX-1;
Başlarda devrim barışçıldı.
Entelektüeller, öğrenciler, öğretmenler, doktorlar, herkes sokağa çıkmıştı. FKÖ
(Suriyelilerin iç meselesi olduğundan) uzak durulmasını istese de gösterilere
Filistinliler de katılmıştı. Çünkü Suriye halkı bu rejimden ne çektiyse
aynısını biz Filistinliler de çekmiştik. Talepler en başta hürriyetken daha
sonra Beşşar Esed'e “Git” sloganları dillendirildi. Bu rejim o kadar kirli ki
on binlerce adi suçluyu hapisten salıp silahlı örgütlere kattı ve halka karşı
kullandı. İlk sene gösterilerin düzenlendiği günlerde neredeyse elli kişi şehit
düşüyordu. Sonunda bazı muhalifler basit silahlarla rejimin karşısına çıktı.
Suriye ordusundan ayrılanlar da ellerine silah aldı. Rejim böylelikle barışçıl
gösterileri silahlı çatışmaya dönüştürdü. Suriye halkının rejim, İran ve
Rusya'nın askeri aygıtları ve milis çeteleri ile doğrudan askeri çatışmaya
girerek hedefine ulaşma imkânı yoktu. Ayrıca halkı yönlendirebilecek örgütlü
canlı bir siyasi hareket ve sivil toplum yapılanması da bulunmuyordu. Çünkü
Beşşar ve babası, muhalif ne bir siyasi parti ne de sendika bırakmıştı. Bu
yüzden rejim ile müttefiki İran ve Rusya kazandı. Bu savaşta neredeyse milyona
yakın Suriyeli hayatını kaybetti veya kayboldu. Hapishanelerde 350 bin Suriyeli
var. Ayrıca 4000 Filistinli, Suriye halkına destek çıktığı suçlamasıyla mülteci
kamplarında şehit edildi. Yine 4000 Filistinli tutuklu var. Rejim işlediği
katliamlarla milyonlarca Suriyelinin yanı sıra 250 bin Filistinliyi de tehcir
etti. 2011'de Suriye'deki Filistinli nüfusu 531 bindi; bunlardan 200 bini şu an
Avrupa'da ve komşu ülkelerde. S.68
Rejim
çetelerinin evleri basıp genç kızlara tecavüz ettiği iddiaları doğru mu?
2019'da yaptığım röportajlarda neden Türkiye'ye geldiniz diye sorduğumda
'Kızlarımın namusunu, ailemizin şerefini korumak için' diyen birçok ebeveynle
karşılaştım.
XX-1;
"Tecavüzler gerçekten yaygın mıydı?
Evet, kesinlikle doğru. Ama maalesef hem basın hem de aileler bu konuda son
derece ketum. Hama'da, Humus'ta, halkın ayaklandığı bölgelerde birçok genç kız
tecavüze uğradı. Ama bu o kadar utanç verici bir şey ki aileler saklıyor. Duma,
Suriye'nin en mütedeyyin nüfusuna sahip olmasına rağmen devrim başladığında
buranın kadınları erkeklerden evvel sokaklara döküldü. Çünkü devrimin daha en
başında bazı kızlar burada tecavüze uğradılar."
Hapse
girmiş Suriyelilerle karşılaştığım halde acılarını deşmemek için kendilerine
soramadığım bir soru var: Hapishanelerde hem kadın hem de erkek mahkûmlara
tecavüzün yaygın olduğu söyleniyor, doğru mudur?
XX-1;
"Kesinlikle öyle. Buna cevap
veremezler; çünkü hatırlanması, konuşulması ve tahammülü çok zor bir şey."
Bu
aynı zamanda rejimin muhalifleri sindirmek için en büyük silahı, öyle değil mi?
XX-1;
"Bu bir silah değil, devrimden ve
halktan intikam alma aracı. Tecâvüzler gerçek bir intikamdı. Kızlarının
geleceğinden korktuğu için devrimin daha başında ailesini alıp yurtdışına
kaçanlar oldu. Bu gerçek bir korkuydu. Genç kızlara rastgele ve sebepsiz yere
tecavüz edildi." S.77
XX-1,
Filistin asıllı Suriyeli tanınmış iktisatçı ve yazar.
Kimyasal
silah tam olarak nerede kullanıldı?
XX-3; “Adra
bölgesinde. Sanayi bölgesi Adra, nüfusu az ve fazlaca boş bina olduğu için Şam
Kırsalı'ndan ve Humus'tan iç göçe maruz kalanların ilk tercih ettiği
yerlerdendi. Gönüllü Kızılay çalışanları da aileleriyle birlikte burada
yaşıyordu. Bu arada Duma'nın ve Şam Kırsalı'nın farklı yerlerine defalarca
kimyasal silah saldırıları düzenlendi.”
Siz
kimyasal silahı hissettiniz mi?
XX-3;
“Kimyasal silahın kullanıldığı bölgeye
yakın bir yerde yaşadığımızdan kokusu bize de geldi. İki Adra bölgesi vardır.
Biri Adra kasabası olup kimyasal silah burada kullanıldı; diğeri de bizim
yaşadığımız Adra merkez. Kimyasal silaha maruz kalanların bir kısmı kasabadan
ambulanslarla merkezdeki Kızılay polikliniğine taşındı. İki kızım burada
gönüllü olarak çalışıyordu. Bizim kokladığımız kimyasal kokusu çok daha hafif
olmasına rağmen nefes alırken akciğerlerim kasıldı, gözlerim ve burnum şakır
şakır aktı. Kimyasala doğrudan maruz kalanların ise yüzlercesi vefat etti;
kalanlar bilinç kaybına uğradı, histeri yaşadı."
Rejim
kimyasal saldırıda silahlı grupların bulunduğu binaları mı hedef aldı, yoksa
sıradan sivilleri mi?
XX-3;
"Sıradan sivillerdi. Ölenler arasında
bir yığın çocuk, yaşlı ve kadın vardı. Kimyasal silah gece yarısı kullanıldı.
İnsanların çoğu rejim bombardımanından korktuğu için bodrumlarda uyuyordu.
Kimyasallara bodrumlarda yakalanıp boğularak öldüler. S.86
Rejim,
hapisten saldığı kritik isimlerle gerçekten barışçıl devrimin gidişatını
değiştirdi. Ama rejimin adamları sokaklarda aileleri toplu olarak infaz ve genç
kızlara tecavüz ederken bazı gençlerin bu iş barışçıl yolla olmayacak diye
düşünüp silahlanması ve ÖSO'ya katılması da doğal değil mi?
XX-3;
"Gençlerin silahlanma gerekçesi,
rejimin katliamlarına ve tecavüzlerine karşı ailelerini ve çevrelerini
korumaktı; hiç kimse namusumuzun kirletilmesine ve gençlerimizin öldürülmesine
seyirci kalamazdı. Öte yandan bütün bunlar, rejimin barışçıl değişimi savunan
Suriye halkını silahlı milislere dönüştürmek, ardından dünyaya “Ben
teröristlerle savaşıyorum” diyerek meşruiyetini sağlayıp devrimi ezmek için
tezgâhladığı bir oyun, kasıtlı bir stratejiydi ve bu oyun maalesef tuttu.
Sadece Batı değil, bazı Arap sanatçılar ve siyasetçiler bile rejimin terörle
savaştığına ikna oldu. Muhaliflerin silahlanması bu yüzden devrime büyük zarar
verdi. Tabii ÖSO'nun silahları rejiminkiyle boy ölçüşemezdi; rejim gibi
uçakları, tankları, ağır silahları yoktu. Rejimin özellikle varil bombaları en
yıkıcı olandı. Bir binaya varil bombası attı mı civardaki her şey yerle bir
olurdu. Caddeler boyu yıkılmış binalar hep varil bombalarının eseri. Bu şekilde
rejim çok fazla insanı öldürdü. Suriye halkı evini, memleketini işte bu silahlar
yüzünden terk etmek zorunda kaldı." S.91
XX-3,
Şam Kırsalı'nın en büyük ilçesi Duma'da barışçıl devrimin öncüsü ve
yaşananların bizzat şahidi olmuş beş çocuklu bir hanımdır.
Muhalifler
neden başarısız oldu?
XX-41;
"Sebepleri çok. Birincisi,
devrimcilerin hepsi Allah rızası için aynı gayeyle yola çıkmadı; bambaşka
hedefleri olanlar vardı. İkincisi, çok büyük silahlı gruplar vardı; ama farklı
devletlerce desteklendikleri için bağımsız karar alma hakları yoktu. Kendilerine
destek veren devletin kararını uygulamak zorunda kalmaları başarısızlığa yol
açtı. Üçüncüsü, devrimin ve iç savaşın uzamasının ana sebebi İsrail'in böyle
istemesiydi. Rejim medyada biz direniş ekseniyiz diye konuşabilir; ama
fiiliyatta durum kesinlikle böyle değildi, Siyonistlerin ekmeğine en fazla yağ
süren aktör Esed rejimiydi. Rejimin bir numaralı dış destekçisi aslında
İsrail'di; Siyonist destekçisi Batı ülkeleri de onun peşinden gidip rejimin
başta kalmasını tercih etti. Suriye demokratik yönetime kavuşsa, halkın
talebiyle şekillenen bir yönetim olsa ülkenin iktisadi ve ilmi bakımdan
gelişmesinin önü açılacaktı. Bu, İsrail için felaket senaryosuydu. Suriye
halkının söyleyecek sözü olmayan, bastırılmış, onuru kırılmış, ezik bir halk
olarak kalmasını, ayağa kalkamamasını istediler, tıpkı Lübnan gibi. Dördüncüsü,
İslami gruplar ortaya çıktı. Onlarla hareket eden sıradan insanların çoğu
cahildi, bir projeleri yoktu; ama komutan veya lider düzeyindekilerin belli bir
fikre veya bölgeye dayalı planı, projesi vardı. Bu da rejimin Batı'ya ülkede
radikal İslami örgütler olduğu, Alevi ve Hristiyan azınlıkları yok edecekleri
argümanıyla meşruiyet sağlamasına yol açtı. Keza rejim Alevi tabanına “Beni
desteklemezseniz İslamcılar sizi yok edecek” dedi. “Ya benimle olursunuz ya da
kaderiniz katledilmek olur” diyerek Alevileri ve diğer azınlıkları etrafında
kenetledi."S.107
XX-41,
bir dönem insani yardım temini ve dağıtımı görevini de yürüten elektrik
mühendisi.
Mehmed Zahid Aydar
Mîsak Dergisi
Sayı:405 / Ağustos 2024